Öykü

Altın ve Gümüş Irklar

Savaştan sonra insanlık küllerinden yeniden doğdu, acaba doğru mu var oldu?

Bilimin altın vuruş yaptığı şehir. Hüzünlü, görkemli ve felaket dolu Safinus adlı şehrin insanları anısına…

Şehir, bilim insanlarının üzerinde titreyerek durduğu ve güzel doğası olan adada kuruldu. Teknolojinin nimetleri sonuna kadar kullanıldı. Bolluk, bereket doluydu bu şehir. Ağaçtaki meyve dalından alındığı gibi, yenisi hemen yerini alıyordu. Ölen ağaçlar veya çimler hemen yenileniyordu. Bu adanın bir özelliğiydi. Ada, sakinlerini en iyi şekilde yaşatacak yapıdaydı.

Büyük Mantar Savaşı’ndan ders çıkartıldı. Silah üretimi yasaklandı. Savaşma isteğine neden olan gen yok edildi. Zamanın yol göstermesiyle, yeni bilim insanları, canlı yaşamının uzun ömürlü olmasını sağlayan geni keşfetti. Bunu fırsat bilip, yeniden düzenlediler ve insan ömrünü on bin yıla kadar uzatmayı başardılar. Bu gelişmeyle beraber, istedikleri gibi insan yaptılar. Ve böylece çöküşün düğmesine bastılar. Adayı genetik yolla inşa edenlere Altın Irk, ağır işler için geliştirilen insanlara, yani kölelere Gümüş Irk denildi.

Altın Irkın bencilliği ve kibri semaya kadar yükseldi. Zamanla sayısı artan Gümüş Irkın özgürce yaşama hakkı görmezden gelindi. Yüzyıllar içinde çeşitli entrikalarla ve sözde deneylerle insanlar katledildi.  Şehirde huzur ücra bir köşeye çekildi. Bu duruma son verebilmek adına, Özgür İnsanlar Grubu (ÖİG) altında, hem Altın hem de gümüş ırklardan insanlar biraya geldi. Fakat, felaketin durmasına yetecek sayıları yoktu. Koskoca bir milyon nüfusa sahip şehirde, sadece iki yüz elli kişinin katılımıyla grup kurulabildi.

Ve böylece şehrin girişinde, duvara yaslanarak bunları düşünen Ardanos, kendisine seslenildiğini fark edince, derin düşüncelerinden uyandı. Uzun boylu, yakışıklı ve kaslı vücuda sahip olan, altın ırktan bir dostunu gördü.

“Ardanos yine dalıp gitmişsin, nasılsın dostum?”

“Nasıl olsun, her zamanki gibi kardeşim. Geçmişe dalıp gittim.” dedi gülümseyerek.

“ÖİG ne âlemde, duyduğuma göre bugün çok çetin geçecek.”

Sıkıntılı ve düşünceli şekilde etrafını inceleyen Ardanos, çok sevdiği arkadaşına dönerek cevap verdi;

“Evet, hem de çok zorlu geçecek dostum.”

Holus, arkadaşının, yaslandığı duvara sırtını dayadı. Sessizce şehir tabelasını yenileyen gümüş ırktan iki işçiye baktı.

“Evet, biraz daha sağa ve yukarı, yukarı.”

“Tamam mı?”

“Hayır, bekle! Biraz sola taşı. Tamam, şimdi oldu, hareket ettirme. Yerine oturtacağım!”

“İşte oldu, bitti sonunda.”

İşçiler, çalışmanın sonucuna bakındılar. Ardanos’u ve Holus’u fark ettiklerinde saygıyla ve gülümseyerek başlarıyla selam verip;

“Başkanım, size bugün başarılar dileriz. Adanın ruhu sizinle olsun. Sizi, tüm çıplaklığınızla görüyoruz” deyip uzaklaştılar.

Ardanos yerinden biraz kıpırdayarak cevap verdi;

“Teşekkürler, meydanda görüşmek üzere.” dedi ve elini kaldırıp, işçilerin arkasından salladı. Seni tüm çıplaklığınla görüyoruz bir deyimdi onlar için. İçini ve dışını biliyoruz anlamında kullanılırdı ve bu söz, dürüst insanlara söylenirdi.

İki dost yenilenen tabelaya baktı. Şöyle yazıyordu;

 

“Genetik Adaya Hoş geldiniz”

“Kuruluş: 2768”

 

Holus dostuna dönerek;

“Bu yazı bana çok saçma geliyor. Adaya kimsenin geldiği yok. Bence savaştan sonara hayatta kalanlar sadece biziz.”

Ardanos dudağını bükerek cevap verdi;

“Olabilir ama her zaman bir umut vardır. Çünkü insan neslinin yaşamı söz konusu oldu mu, en zor şartlarda bile, hayatta kalmayı başarmıştır. Bence çok uzaklarda bir yerlerde bizim gibi, belki bizden daha iyi şartlara sahip insanlar vardır. Kim bilir, belki yakında karşılaşırız.” dedi tebessüm ederek.

Meydana toplanma vaktinin geldiğini belirten siren sesi duyuldu. İki dost yola koyuldu.

 

Tam bu zamanda, tamamen metalden yapılmış şehir konsey binasında, Alive Tunki, birkaç üst düzey bilim insanıyla bir araya geldi. Bilim insanlarından kadın olan biri, sarı renge boyanmış kutuyu başkana uzattı.

“Sayın başkanım, çalışmanın meyvesini aldık.”

Alive, hevesle ve iştahla kutuyu hızlıca aldı. Evirip çevirdi.

“Evet, sonunda. Herkese gününü göstereceğiz.” Kutuyu veren kadına döndü;

“Nasıl çalışıyor bu ve nasıl kullanacağız?” dedi hevesle. Alive’nin elleri titriyordu.

Bilim kadını ağır ve tane tane konuştu;

“Efendim, bu hap şeklinde bir ilaç. Altın Irkı yani bizleri hem zihin hem de yaşam süresi bakımından geliştirecek. Kölelerin ise zihinlerini tamamen silecek ve düşünemeyen robotlar haline getirecek.” dedi kadın sinsice gülümseyerek.

Histerik bir şekilde güldü Alive.

“Peki, test ettiniz mi?” dedi kuşkuyla, şehir konsey başkanı.

Bilim kadını kibirli tavrıyla sırıttı ve  pislik sesiyle konuştu;

“Sayın başkanım, biz ki Altın nesiliz, şu ana kadar yaptığımız çalışmaların meyvesini, şaşırmadan tam doğrulukla yaptık. Her zamanki gibi, test etmeye lüzum olmadığını siz de biliyorsunuz.” dedi.

Başkan tatmin olmuştu. Öyle ya, şu ana kadar yaptıkları çalışmaları test etmediler ve şaşmaz bir doğrulukla sorunu çözdüler.

Siren sesini duydular. Meydana gitme vakti gelmişti.

 

Şehir meydanı tıka basa doluydu. Tam ortada yüksekçe inşa edilen bir platform yapılmıştı. Platforma iki sandalye bırakılmıştı. Alandaki herkes, rahatça izleyebilsin ve duyabilsin diye çevre büyük boyutlu ekranlarla donatılmıştı.

Platforma şık giyinmiş güzel bir kadın çıktı. Herkes pürdikkat kesildi. Kadın berrak ve net sesiyle konuştu;

“Merhaba sevgili halkım, bundan tam yirmi bin yıl önce, kurucu atalarımız tam da bugünde, Cennetten bir köşe olan Safinus adasını kurdu. Zaman içinde şehri geliştirdik. Çeşitli zamanlarda çatışmalar yaşasak da bugün güzel şeylerin başlangıcını yaşayacağız.“ Elinde tuttuğu şişeden, bir yudum su aldıktan sonra, devam etti.

“Öncelikle kutlamaya geçmeden, aramızdaki kırgınlığı bitirecek, iki olumlu gelişmeden bahsedeceğim. İlki herkesin bildiği, Özgür İnsanlar Grubu’nun lideri Ardanos Turpa ve Sayın şehir konseyi başkanımızın yardımcısı Altu arasında tartışma yaşanacak. Sorunlarımızı aşmak için, güzel bir sonuca ulaşılacağından eminim. İkinci ve en önemli gelişme ise sayın başkanımız Alive, çok güzel bir duyuruda bulunacak. Şimdi tartışma zamanı” deyip, platformdan ayrıldı. Meydana toplanmış kalabalık, alkışlarla kadını uğurladı.

 

Ardanos, platforma çıkıp, boş sandalyelerden birine oturdu ve kalabalığı selamladı. Ardından Holus geldi ve arkadaşının hem ayaklarını hem de ellerini sandalyeye bağladı. Aynı şekilde Altu da gelip, oturdu ve bağlandı. Bu bir gelenekti. Tartışacak insanlar sandalyeye bağlanır, kavgayla değil, konuşarak bir birlerini alt etmeye çalışırdı.

 

Söze ilk giren Altu oldu.

“Söyle bakalım derdin nedir?” dedi.

“Adaletsiz ve eşit olmayan toplum” diye karşılık verdi Ardanos.

“Biz, hem yeterince adil ve hem de eşit toplumuz, atalarımız gibi değiliz”

“Öyle mi, kölelik eşit toplumun belirtisi midir?”

“Yanlışın düşünüyorsun, bu kölelik değil liyakat sistemidir.”

“Liyakat sistemi tanrıcılık oynamak mıdır?”

“Ne tanrıyız ne de tanrıcılık oynuyoruz. Sen de biliyorsun ki Ardanos, biz insan ırkını en iyi hale getirmeyi amaçladık. Herkesin en iyi yaptığı ve yapacağı işte, suç araman çok yanlış”

“Bu hakkı kim verdi size veya bize. Bir neslin bireylerini düşünmeden, sen şusun veya busun demek, suç değil de nedir. Asıl yanlış düşünen sensin, bu adanın kuruluş amacını unutmuşsun.”

“Kurucuların felsefesini unutmadık, sizi yaratanlar biziz ve bunu anlayacak kapasitede değilsiniz” dedi kibirli ve kendini üstün gören ses tonuyla.

Ardanos, üzüntüyle gülümsedi, anlaşılan bu tartışma da boşuna olacaktı. Dönüp dolaşıp, aynı yere döneceklerdi, buna rağmen cevabını verdi.

“Ah işte! Kendinle çeliştin Altu, bu sözlerinle açıkça bizim tanrımız olduğunu iddia ettin. Ve bu düşüncenle kurucularımızı anlamadığını bir kez daha kanıtladın.”

“Ne boş bir iddia, tanrı değiliz. Biz de sizin gibi insanlarız, tek farkımız sizin genlerinizle oynayıp, sizi en iyi hale getirmekti. Bize teşekkür edeceğinize, boğazımıza sarılıyorsunuz. Bu tanrıcılık düşüncen, yüksek medeniyet seviyesine ulaşmış topluma yakışmıyor.” dedi küçümseyici sesiyle.

Ardanos, soğuk kanlı olmayı başarabildi ve sakince devam etti.

“Yüksek medeniyet seviyesi mi, söylesene bana medeniyet nedir?”

“Medeniyet, insanların ortak değerlerle oluşturduğu toplumdur. Yüksek medeniyet ise biziz.”

“Hayır Altu, sizin yüzünüzden yüksek medeniyet seviyesine ulaşamadık. Kurucuları anlamadığınız açıkça belli oluyor. Kurucular demişken. Onlardan önce insanlar ne hatalar yaptı? Ben cevap vereyim. Özgürlük deyip, harcama sistemini kurdular. Bu sistem insanı tüketen bir yapıydı. İnsanlık, sahip olduğunu sandığı özgürlüğünün kölesi oldu. Aynı durum toplama sistemde de mevcuttur elbet, ulaşılamayacak bir hayalin peşinden koşan onca insan, sistemin kölesi oldu. Her iki sistemde de insan onuru ve özgürlüğü hiçe sayıldı. Peki, atalarımız ne yaptı, onların düşüncesi neydi? Kısaca açıklayayım sana ve bizi dinleyen herkes bir daha duysun. Yüksek medeniyetin temelleri tam özgürlüktür. İnsanlar hiçbir sisteme köle olmadan, kendi hür düşüncesiyle doğruyu bulmayı amaçlamalıdır. Bu nedenle, adanın temelleri atıldı. İnsanların maddi herhangi bir sebeple  köle olmaması için, cennet gibi ada var edil ki hür irademizle, doğrulara ulaşabilelim ve yüksek medeniyete ulaşalım.”

Ardanos tartışmaya noktayı koydu. Altu cevap veremedi. Kalabalık homurdanmaya ve kıpırdamaya başladı.

 

Alive duruma müdahale etmeyi düşünerek harekete geçti ve hızlıca platforma çıktı.

“Beni dinleyin ey ahali! Altu’ya ve Ardanos’a teşekkür ediyorum. Bize bir kez daha medeniyetimizin kuruluş amacını gösterdiler.” cebinden sarı kutuyu çıkarttı ve yukarı kaldırarak salladı.

“Bu, bizim geleceğimiz. İçindeki haplar iki ırkın gelişmesini ve aynı seviyeye ulaşmasını sağlayacak. Eşit ve güçlü! Kimsenin kimseye üstünlüğü olmayan noktaya ulaşacağız. Herkese dağıtılacak olup, bir tane kullanmanız yeterlidir. Şimdi, izninizle kutlamalar başlasın!” deyip, süratli adımlarla uzaklaştı. Kalabalık coşkulu ve neşeli seslerle Alive’ye şükranlarını sundu. Herkes, hapları kullanmak için sabırsızlanıyordu.

Alive kurmaylarını çağırıp, halkın dikkatinin dağınık olduğu bu zamanda, Özgür İnsanlar Grubu’nun tamamının, gözaltına alınmasını emretti. Onlarla sonra ilgilenecekti. Hapse atılan grup haricinde herkes, büyük bir coşkuyla birer hap yuttu.

Alive Tunki, zafer sarhoşluğuyla şehir konsey binasına yöneldi. Hedefine vardığında, terden sırılsıklam oldu ve ateşi yükseldi. İlacın etkisi olduğunu düşünerek, toplantı odasına vardı. Dışarıda yükselen çığlık seslerini duydu ve merakla pencereden dışarıya baktı. Korkunç gerçekle yüzleşti. Acı acı çığlık atan insanlar, sokaklarda bir birlerinin üstüne düşüyordu. En kötüsü de bedenlerin etleri eridikten sonra, ortaya çıkan nahoş görüntüydü. Geride kıyafetleri içinde iskeletler kalıyordu!

Kısa bir süre, Alive için çok uzun bir an gibiydi, her şeyi tüm çıplaklığıyla anladı. Gerçeklik tümüyle önündeydi. Ve ölüm çaresizliği, bedenini sardı. Öyle ezici bir duyguydu ki tüm gerçeklikleri silip, yerine insanın aciz olduğunu koyuyordu. Alive, durumu kabullenmek istemedi ama çaresizlik tüm gücüyle ruhunu sıktı.

Ölüm endişesi bedenini tümden sarıp, titremesine neden oldu. Acı içinde bir çığlık patlattı. Yüz yılları deviren hayatı gözlerinin önden akıp gidiyordu. Acıyla gülümsedi, çok uzun yaşamasına rağmen, hayatının kısa olduğunu hissetti. Vaktinin tükendiğini anladı. Yaptığı yanlışları ve toplumun hatalarını o an fark etti. Şimdi, pişmanlık duygusu da ruhunu parçalıyordu.

Gücü tükendi, oturmak için sandalyeye yöneldi. Masadaki koruma solüsyonunu görünce, aklına bir fikir geldi. Cebinde koruma kutusu içinde taşıdığı, babasından kalma yadigar kağıdı, zorlukla da olsa çıkardı. Acı içinde ayaklarını sürte sürte, yalpalayarak toplantı masasına ulaşabildi. Cebinden kalemini çıkarttı ve bir şeyler karaladı.  Yazmayı bitirdikten sonra, şişenin içine kâğıdı tıkıştırıp, masaya bıraktı. Zar zor nefes alıyordu, acı içinde sandalyeye yaslandı. Etinin erdiğini hissediyordu. Son bir çığlık atarak nefesini verdi.

Ardanos ve arkadaşları, duydukları sesler nedeniyle hem endişelenmiş hem de merak duymuştu. Ne olduğunu anlamaya çalıştılar. Şehir ölüm sessizliğine büründü. Holus’un yardımıyla birkaç gün sonra, hapisten çıkmayı başardılar. İskelete dönmüş cansız insan bedenleriyle karşılaştıklarında, dehşete kapıldılar. Üzüntü ve keder içinde dostlarını, sevdiklerini aramaya koyuldular. Sevdiklerini, dostlarını kıyafetlerinden tanıdılar. İçlerindeki buruk umut kırıntısıyla şehri araştırdılar. Sağ kalan kimseyi bulamadılar. Acı, göz yaşı ve keder içinde, amaçsız bir halde, bir hafta boyunca dolaşıp durdular. Kendilerine geldiklerinde, adayı terk etme kararı aldılar. Kuruculardan kalma gemiyi kullanarak, adadan ayrıldılar.

Üç ay sonra, yabancı oldukları anakaraya ayakbastılar. Doğanın kendini yenilediğini görünce sevindiler. Durum değerlendirmesi yaptıktan sonra, gruptan birkaç arkadaşlarını, az bir ihtimalde olsa, yaşayan insan var mı diye araştırmaları için, anakaranın içine doğru yolladılar.

Ardanos, yakın dostu Holus ile özgür toplumun temellerini atmak umuduyla, Brendibasis şehrinin temellerini atmaya koyuldu.

* * *

NOTSevgili okur-yazarlar, Adanın 350 yıl sonrasını veya Alive’nin ne yazdığını merak ediyorsanız; Ada temalı seçkide yazmış olduğum GENETİK ADA adlı öyküyü okuyabilirsiniz.

Altın ve Gümüş Irklar” için 23 Yorum Var

  1. Öncelikle merhaba. Öykünüzü beğendiğimi söyleyerek başlayayım. Kurduğunuz şehir, inşa ettiğiniz toplum, kattığınız fikirler, hatta adetler ve deyimlerle yaratıcılığınızı kanıtlamışsınız bir kez daha.
    Verilen özgürlük düşüncesi bağlamında adaletsizliği simgeleyen küçük de olsa bir olayın okuyucuya verilmesi bu düşünceyi pekiştirmek adına daha iyi olurdu, bunun eksikliğini gördüm öyküde (tabii fikrimce). Ek olarak Ardanos ve Artu arasında geçen tartışma fikri çok hoş olsa da tartışma beni içine çekemedi. Fikrimce tartışmada tekrara düşmeler olmasaydı ve özgürlük gibi büyük bir konu hakkında olan bu tartışma daha şiddetli olsaydı -tabii ki kelimelerden bahsediyorum- daha etkili bir seyir sunabilirdiniz. Ayrıca Alive’nin yaptığı duyurunun ardından tüm insanların eşitliği sevinçle karşılaması çok doğru değil gibi geldi bana ki bir milyonluk nüfustan iki yüz elli kişinin ÖİG taraftarı olduğunu söylemişsiniz. Altın ırkın isyan etmesi gerekirdi diye düşünüyorum. Finali için ise çok açık olmasa da hapları Holus’un yaptırdığına karar kıldım, yani insanları katleden oydu diye düşünüyorum. Bu konuda Ardanos’un insanlığı katleden dostuyla inşaya girişmesi verdiğiniz karakter özellikleriyle çelişiyor sanki. Tüm bu belirttiğim sorunların böyle geniş çerçeveli bir öykünün kısa tutulmasından kaynaklandığını düşünüyorum. Tekrardan öyküyü sevdiğimi belirterek bu öykünün daha çok ayrıntıya ihtiyacı olduğu taraftarıyım. Umarım yorumlarımı yanlış anlamazsınız. Diğer seçkilerde görüşmek dileğiyle.

  2. Merhaba, değerli yorumunuz ve beğendiğiniz için teşekkür ederim. Her yorum benim için değerlidir. İçiniz rahat olsun yanlış anlama gibi bir durum olmadı 🙂

    Geniş konu olunca ister istemez bazı şeyleri kısmak zorunda kaldım. Konuyu biraz daha açsaydım. Kısa romana dönüşecekti. Aklınıza takılanları yorum olarak uzatmadan açıklamam daha doğru olacaktır; Altın neslin yöneticileri bilim insanlarıydı. Kuruculardan sonra başa gelenler kendi ırkını bile kontrol altına almaya çalıştı. Altın ırk yöneticilerine öylesine bağlıydı ki yöneticiler ne yaparsa veya ne derse desin doğru olarak hemen kabul ederlerdi. Bu nedenle ÖİG grubuna katılım oldukça düşük kaldı. ÖİG her iki ırktan insanların bir araya gelmesiyle kuruldu. Her toplumda kötüler olduğu gibi iyi insanlar da vardır. Bu nedenle Holus her hangi bir şekilde o halkı öldürmedi. 🙂 Ada halkının ölmesine neden olan Alive ve ekibidir.

    Eklemeyi unutmuşum Ardanos adadan ayrıldığı zaman. Şehrin girişine kırmızı harflerle “İnsanların olduğu yerde her zaman kan ve gözyaşı vardır” tabelasını eklemişti. Breips öyküsünde bahsettiğim Brendibasis şehrini kurduğu zaman 3250 (normal insan ömrüyle 20) yaşındaydı. Gördüğünüz gibi çok uzun ve geniş bir konu. Bazı şeyleri açıklamadan geçmek zorunda kaldım.

    Son olarak arada geçen tartışmayı daha vurucu yapmayı düşündüm. Böyle olursa tartışma uzayacak, okur konudan uzaklaşacak, diye korktuğum için kısa tuttum. Diyalogları daha özenli ve dikkatli yazmama gerekecek. Gelecek seçkilerde görüşmek dileğiyle…

  3. Merhaba, öncelikle şunu söylemeliyim: Sizin ve Osman Eliuz’un fantastik roman konusunda çok başarılı olacağınızı düşünüyorum. Yorumda da belirttiğiniz gibi içine girdiğiniz konu sağlı sollu genişlemeye müsait ve bu da romana kapı açıyor.
    Ben bu öykünüzü de beğendim, diğerleri gibi. Tabela sahnesi yüzümü güldürdü. Seviyorum böyle, fantastik de olsa gerçekliğe geçişleri.
    Tek şurada takıldım: İnsan ömrü on binlerce yıla uzadı. Bildiğimiz anlamda on binlerden bahsediyorsak çok uçuk geldi bana, fantastik de olsa. Tardigradlar bile iki yüz sene yaşıyormuş, hadi bu insanlar beş yüz yıl yaşasın, on bin çok, çok fazla. Münazarada bağlanma sahnesi de yaratıcıydı.
    Güzeldi öykünüz. Kaleminize kuvvet.

    1. Merhaba, öncelikle yorumunuz ve beğendiğiniz için teşekkür ederim. Genetik kısmını açıp içini doldurmam gerekecek. Bunun farkındayım. Öykünün ucu açık ve havada kalmasına neden oldu. Ardanos’un hikayesi şimdilik bittiği için. Yorumlarla konuya açıklık getirmeye çalışacağım.

      Gerçek anlamda on bin yıla ulaşmayı başardılar. Hücre bölünürken telomar denilen yapılar kısalır ve hücrenin ölmesine neden olur. Yeni bilim insanları gen kodlamasını çözdükten sonra, telomarların kısalmasını büyük bir oranda yavaşlatmayı başardılar. Sigorta gen diye yeni bir gen oluşturdular ve bu sayede asıl gene veya telemorlara bir şey olursa, bu gen devreye girip, yaşamın devamını sağlıyor. Tabi yapılan hap hem bu sigorta genin işleyişini hem de telomarların çok çabuk bozulmasına neden oluyor ve hücreler çok çabuk ölüyor. Tabela sahnesini beğenmenize sevindim, öyküye eklemeyi unutmuşum. Ekleseydim daha güzel olacaktı. Mesela öykü romana dönüşmesin diye çıkartığım bir ayrıntı daha var; Orkasis şehrindeki kaşları beyninden büyük olan adam Alive’nin öz torunu. 🙂

      Tekrar güzel yorumunuz için teşekkür ederim. Gelecek şeçkilerde görüşmek dileğiyle…

  4. Öykü doğası itibarıyla kısıtlı imkânları olan bir yazın türü malum. Bu bakımdan kısa bir metinde, tabiri caizse vurup geçmek, hikâyeyi aktarmak icap ediyor. Bu çerçevede öyküyü güzel hikaye ettiğinizi düşünüyorum. Bence bu öykü ile Breips’in de üzerine çıkmışsınız.
    Kendimce beğendiğim ve eksik gördüğüm yerleri kısaca ifade edeyim:
    Artılar
    – Dili genel olarak başarılı kullanmışsınız. Üslubunuzu akıcı ve öykünüzü sürükleyici buldum.
    – Irklar arasında tesis ettiğiniz çatışmayı beğendim.
    – Tartışma bölümü eklemek güzel bir fikir olmuş. Karakterleri daha yakından tanıma imkânı sağlamış. Bu kısımda diyaloglar da başarılı olmuş bence.
    – “koruyucu solüsyon” bağlantısı şık durmuş 
    Eksiler
    – Ufak tefek yazım yanlışları..
    – “On bin yıllık ömrü olan ırk” fantastik öğesinin altı tam olarak doldurulamamış. Bu da öykünün (kendi içinde) inandırıcılığını zayıflatmış bana göre.
    – Bu durumun yer kısıtından kaynaklandığını biliyorum ama, yine de bana göre fantastik kurgunun öğeleri iyi desteklenmediği (o dünyanın inandırıcılığı iyi resmedilemediği) zaman metni okuyan kişide böyle bir havada kalmışlık hissi oluşuyor. Bilemiyorum, bu benlik bir durum da olabilir. Bilmem ki derdimi anlatabildim mi?..
    Tebrikler…

    1. Merhaba, güzel yorumunuz ve eleştiriniz için ve ayrıca beğendiniz için teşekkür ederim. Haklısınız öykü kısa romana dönüşmesin diye çıkarttığım kısmı ekleseydim en azından birkaç cümleyle de olsa öykü daha sağlam olacaktı. Yukarıda ozbabur’e için yazdığım yorumumun bir kısmını kopyalayıp buraya ekliyorum:
      Gerçek anlamda on bin yıla ulaşmayı başardılar. Hücre bölünürken telomar denilen yapılar kısalır ve hücrenin ölmesine neden olur. Yeni bilim insanları gen kodlamasını çözdükten sonra, telomarların kısalmasını büyük bir oranda yavaşlatmayı başardılar. Sigorta gen diye yeni bir gen oluşturdular ve bu sayede asıl gene veya telemorlara bir şey olursa, bu gen devreye girip, yaşamın devamını sağlıyor.

      Mesela böyle bir paragraf eklemiş olsaydım. Öykünün temelleri daha sağlam olacaktı. Bu önemli noktaya dikkat edeceğim. Gelecek şeçkilerde görüşmek dileğiyle…

  5. Daha önce sizi okumamîştım, ilk defa okudum ve çok sevdim. Diğerr öyküleri de okuyup tek tek yazacağım. Sanırım seçkinin her sayısında farklı farklı temalarla öykû seçkisi oluşturmuşsunuz.

    ”Sizi çıplaklığınızla görüyoruz.” ve ”Konuşarak anlaşsınlar diye bağlama adeti” bunlar güzeldi. Karşımda şu andan farklı bir toplum olduğunu ve onun da başka bir kültüre sahip bulunduğunu hissettirdi. Sadece Ardanos adı gülümsetti çünkü bana Arda ve -nos ekinden oluşturulmuş bir karma gibi geldi. Belki de siz farklı düşündünüz bilmiyorum. Tabela asma bölümü iyiydi, oysa herkes kimse yok Dünya da diye biliyordu.

    Metinde açıkça sosyalizm ve kapitalizm eleştirisi yapılırken düzensizlik ya da anarşizm seçenek olarak verilmiş. Tabii iyi huylu yani pozitif bir ilkelcilik bu çünkü insanlar tam özgürlüğe kavuşunca birbirlerini yok edebilirler. Din olgusuna rastlamadım, ama tanrı ve tanrıcılık sohbetinden anladığım kadarıyla din yok, tanrı yok. Bu da bir alegori gibi geldi. Çünkü dinin olmamasıyla insanlığın sorunlarından kurtulacağını iddia eden tüm akımlara ve insanlara karşın ”Dinsiz bir toplumda çökebilir.” savı verilmiş olabilir diye düşündüm.

    Konu, anlam, yaratıcılık ve dil çok güzeldi. Hiç sıkılmadan bir seferde okudum. Güzelliğinizi buraya döktüğünüz için teşekkür ederim 🙂

    1. Merhaba, hem yorumunuz hem de beğendiğiniz için teşekkür ederim. Ardanos ismini Ardan isminden aldım. İskoç dilinde “yoğun özlem” anlamında kullanılan bir ad. Şimdi fark ettim, Arda da oluyormuş 🙂

      “Metinde açıkça sosyalizm ve kapitalizm eleştirisi yapılırken düzensizlik ya da anarşizm seçenek olarak verilmiş. Tabii iyi huylu yani pozitif bir ilkelcilik bu çünkü insanlar tam özgürlüğe kavuşunca birbirlerini yok edebilirler. Din olgusuna rastlamadım, ama tanrı ve tanrıcılık sohbetinden anladığım kadarıyla din yok, tanrı yok. Bu da bir alegori gibi geldi. Çünkü dinin olmamasıyla insanlığın sorunlarından kurtulacağını iddia eden tüm akımlara ve insanlara karşın ”Dinsiz bir toplumda çökebilir.” savı verilmiş olabilir diye düşündüm.”
      Evet, Ardanos’un düşüncesini yakaladınız. 🙂 Her sistem başlangıçta samimi duygularla var olmuştur. İnsan faktörü işin içine girince yozlaşmaya mahkumdur. Ardanos bunu anlatmaya çalışıyordu. Tabi belirttiğiniz gibi iyi huylu pozitif yaklaşmıştır. Bu durumu kapalı bir toplumda uzun süre yaşamasına bağlıyorum. Brendibasis şehrinin kurulmasından uzun bir süre sonra şehirden ayrıldı. Kim bilir belki özlemini duyduğu şehri kurduğu için, belki de aradığını bulmak için yollara düştü. 🙂

      Gelecek seçkilerde görüşmek dileğiyle…

  6. Sevgili Servet, başlığın olmamış ? Şaka bir yana yarattığın evren geniş ve detaylıydı. Evrenin üstünde çalıştığın önceki bir hikayenle bağlantılı olmasından belli. Üstüne konuşulup tartışılacak çok şeye değinmişsin ama hikayenin işlenişi başarılıydı ? Eline sağlık ?

    1. Merhaba, güzel yorumun için teşekkür ederim. Gelecek seçkilerde daha iyi çalışmalarla karşılaşmak dileğiyle… 🙂

  7. Merhaba. Devam olarak yazdığınız bu öyküyle, aslında aklınızda kurduğunuz daha büyük bir fantastik dünyanın olduğunu sanıyorum. Güzel bir konuya değinmişsiniz. İnsanlığın geleceğini anlatan distopik konuları hep sevmişimdir. Aslında malzeme bol. Şu an yaşadığımız bu dünyanın gelecekte insanlığı nasıl bir hale getireceğiyle ile ilgili bir çok olasılık olduğunu düşünüyorum. Yazdığınız bu öyküyle bile anlayan insanlar için geleceğe projeksiyon tutmuş oluyorsunuz. Geleceğe doğru giden adımlarımızı daha dikkatli atmamız gerektiğini bilmeliyiz. Bilim kurgunun hayal olduğunu düşünenler unutmasınlar; geçmişin masalları geleceğin gerçekleridir. Bu işin yakıtı hayal olduğu için; hayaliniz bol olsun, kaleminize sağlık.

    1. Merhaba, güzel yorumunuz için teşekkür ederim. Evet, geniş bir dünya ama buraya sığdırmak zor. Genetik Ada, Breips ve Altın ve Gümüş Irklar ile bu dünyayı az da olsa aktarabildiysem ne mutlu bana. Bana göre bazı distopik eserler, insanların geleceği için bir uyarı niteliğinde. Böylece insanlık geleceğe adım atarken, insanlığa daha dikkatli davranmasını hatırlatan eserlerdir. 🙂

      Hepimizin yakıtı (hayal gücü) bol olsun. 🙂 Öykü yazıp burada bizimle paylaşan herkes için dilerim; umarım aklımızla ve hayal gücümüzün desteğiyle güzel eserler çıkartırız. Gelecek seçkilerde daha güzel eserlerde görüşmek dileğiyle…

  8. Merhaba;
    Benim kafamı karıştıran birkaç nokta oldu. Bilim neden bir eşitsizlik yaratıyor? Burada bir ada kurup, istenildiği gibi düzen sağlanıyorsa köle insanlara neden ihtiyaç var? Onbin yıl yaşamayı öngören ve gerçekleştiren bir sistem düzeni bugünkünden çok daha farklı bir bakış açısına sahip olamaz mı? Ben açılçası şunu aradım. Hiç düşünmediğimiz ve yaşamadığımız ayrı bir düzen. Örneğin L.Guin bunu herkesi bir bilimsel alanda bir de sahada çalıştıran bir düzen kurmuştu. Böyle bir düzen yani alışagelmediğimiz bu ada için sanki daha iyi mi olurdu? Bunlar benim düşüncelerim tabii. Kurgu sizin. altın ve gümüşlerin sandalyelere bağlanarak tartışması çok güzeldi bence. Zekice. Breips’i de sevmiştim, bütün olarak bu öykünüzü de sevdim. Çok daha farklı açılımlara gidermiş gibi düşünüyorum kaleminizi. Ellerinize yüreğinize sağlık.

    1. Merhaba, güzel yorumunuz için teşekkür ederim. Önemli noktaya değindiniz. Bilim eşitsizliğe neden olmuyor, buna sebep olan her zaman olduğu gibi insanın kendisi oluyor. Bilim, insanın gelişmesi ve gerçeklere ulaşması için kullanılan bir araç. Şunu anladım ki böyle geniş bir konuyu iki veya üç öyküyle aktarmak mümkün olmayacak. Bunu dikkate alacağım. Toplum yapısı dahil her şeyi kurguladım fakat çıkartmak zorunda kaldım. Hazırladığım notun küçük bir kısmını buraya aktarıyorum.

      Genetik Ada’nın Toplum ve İnsan Yapısı:
      Temelleri atılırken insanın zihinsel ve bedensel olarak özgür olması amaçlandı. Robot yapma teknolojileri vardı fakat kendilerinden önceki toplumlar robotlarla bir birlerine fütursuzca saldırıp, dünyayı yok etmenin eşiğine getirmişlerdi. Bu nedenle robot üretilmedi. Ada halkı on bin yıl boyunca barış ve huzur içinde yönetildi. Savaşma geni yok edilip, insan ömrü biraz da olsa iyileştirildikten sonra, insan genleriyle oynanmaması için yasaklayıcı tedbirler getirildi. Daha sonra büyük tartışmalar sonucunda, toplumu daha iyi hale getirmek amacıyla, kuruluş zamanında yapılan genetik çalışmalara yeniden başlandı. (Bu tarih on beş bininci yıla denk gelmektedir.)

      Ada halkı, zaman içinde her şeyin altın ırkın daha iyi şartlarda yaşaması için yapıldığını düşünmeye başladı, yani genetik kodları değiştirilen insanların efendisi olduklarını iddia etmeye başladılar. Ve böylece kölelik sistemini kurdular. Alive’ye kadar Gümüş Irk’ı zihinsel olarak kontrol etmeyi dahi düşünmediler, çünkü sayıları kontrol altında tutulmuştu. Farkında olmadıkları bir şey oldu; Gümüş Irk gizlice kendi üzerinde deneyler yapıp, doğal yollardan üremeyi başardı ve böylece sayıları gittikçe arttı.

      Mesaj uzun bir öyküye dönüşmesin diye burada kesiyorum. 🙂 Gelecek seçkilerde görüşmek dileğiyle…
      Not: Bu benim için iyi bir deneyim oldu. Böylece geniş bir konuyu iki veya üç öyküyle anlatamayacağımı anlamış oldum. 🙂

  9. Merhaba tekrardan;
    Yazdığınız toplum ve insan yapısındaki kurgu sorularımın yanıtı oldu bir yerde. Bunu öyküde-ya da belki dediğiniz gibi romanda- görmek iyi olurdu sanki. Sonraki öykülerde görüşmek dileğiyle…

    1. Tekrar Merhaba, acemi bir yazarın (ben) roman yazmaya çalıştığını fark ettim. 🙂 o ay için öykü yazmak daha mantıklı olacak. Tecrübe etmiş oldum.

  10. Öykülemeniz oldukça güzel. Cümleler akıcı, okurken hiç takılmadım. Fakat diyaloglarınızın öykünün ağırlığını yeterince taşımadığını düşünüyorum.

    “Ardanos yine dalıp gitmişsin, nasılsın dostum?”
    “Nasıl olsun, her zamanki gibi kardeşim. Geçmişe dalıp gittim.”
    Yeni bir dünya yaratmışsınız, fakat içine çukur mahalle kahvesindeki adamları koymuşsunuz gibi. Diyaloglarda özellikle kelime tekrarları (dalıp gitmek) göze batar. Başka bir yol da eğer Ardanos cevap vermek yerine yüzüne zoraki bir tebessüm yerleştirseydi, diyalog bu pinpon etkisinden kurtulmuş olacak, hem de Ardanosa bir gizem, bir kişilik kazandıracaktır.

    “Evet, biraz daha sağa ve yukarı, yukarı.” Cümlesi harika bir anlatım, bir ayrıntı sunarken, hemen üzerindeki diyalog üstüne durulmamış gibi.

    Sayın başkanım, biz ki Altın nesiliz, şu ana kadar yaptığımız çalışmaların meyvesini, şaşırmadan tam doğrulukla yaptık. Her zamanki gibi, test etmeye lüzum olmadığını siz de biliyorsunuz.” dedi.
    Burada sanki hikayenin bir ayrıntısına işaret edecekmişsiniz diye deneyi test etmediğin açıkça ortada. Kısa sürede yazdığımız öyküler, bazen yaratıcılığımızı zorlar. Fakat burada fazla kolaya kaçmış gibi gözüküyor. Ayrıca, bilimin ziyade cehaletin kibri olmalı gibi. Fakat illaki bilimi katmak niyetiniz varsa, bilimin bir kısmını veya yönetici koltuğunu adres verebilirsiniz. Aksi halde propagandaya kaçabilir diye düşünülebilir.

    Diyaloglar haricinde ise anlatımınız oldukça hoşuma gitti. Özellikler olayları anlatırken geçen zaman sahne sahne önümde canlandı. Sanki bilmediğiniz yemeğin bir resmini görmüşsünüz de, içindekileri bilmeden kendince bir tarif hazırlamışsınız. Yani orijinal bir anlatım sunduğunuzu ima etmek istiyorum. Rahat okunan, kendini tekrar etmeyen, orijinal…

    Ayrıca temaları birbirine birleştirmeye çalışmanız yorucu olmalı. Her ne kadar bunu takdir etsem de, gelişmek adına size bağımsız hikayeler yazmanızı önereceğim. Şahsen benim aklımda önceki öykülerinden sadece birkaç ayrıntı kaldı, diğer okuyucularından daha farklı bir konumda olabileceğini sanmıyorum. E şimdi dönüp eski öykülerinizi tekrar okuyamayacağıma göre ve ilerideki bıraktığınız boşlukları dolduramayacağıma göre zorlanacağım.

    Anlatım gücünüze dayalı kısa öyküleriniz okuyana zevk vereceğini düşünüyorum. Elinize sağlık. Gelecek seçkide görüşmek dileğiyle.

    1. Merhaba, değerli yorumunuz ve eleştiriniz için teşekkür ederim. Diyaloglar konusunda haklısınız daha özenli daha dikkatli davranmam gerektiğini anladım. Bilimi araç olarak kullanıp toplum ne kadar ilerlese de insanın hala cahil olduğunu aktarmaya çalıştım fakat tam başaramadığımı anladım. Biraz daha özen ve dikkat lazım.

      Seçkideki temaları bir birine bağlamak oldukça yorucu ve zahmetli oluyor. Konu bütünlüğünü tam oturtmak da ayrı bir zahmet. Teşekkür ederim.

      Gelecek seçkilerde daha iyi öykülerle karşılaşmak dileğiyle…

  11. Merhabalar,
    Öncelikle öykünüzü beğendiğimi belirteyim, elinize sağlık. Fakat naçizane takıldığım bir kaç durum var, belirtmek isterim. Öykünün başında, ikinci paragrafta öykünün içerisinde bir çatışma olacağı belliydi ama sanki bu çatışmada herkes halinden memnun olacak gibi algıladım. Yani bir zıtlıktan bahsedeceksiniz ama ırklar bu zıtlıktan şikayet etmeyecek gibi… “Savaşma isteğine neden olan genin yok edilmesi” beni buna itti. Fakat okudukça Altın Irk ile Gümüş Irk arasında net bir çatışma oldu. Sonraki paragrafta da “Huzur ücra bir köşeye çekildi” denilince iyice kaos ortamı olacağını çıkardım. İlk başta “savaşma geni” denilince benim aklıma her türlü çatışma geldi. Orada bir çelişki oluştu kafamda.

    Tartışma için sandalyeye bağlanmak ve ÖİG üyelerinin hapse atılması kısımlarını pek sevemedim ben. İlk başta dediğim gibi savaşma geni yok edilen bir toplum var, neden tartışırken bağlanmaya ihtiyaç duyuluyor, ya da hapishaneye ihtiyaç duyuluyor, oturmadı. O çelişki giderilmiş olsa da on binlerce yıl geçmiş, hapsetmenin ve sandalyeye bağlanmanın daha fantastik nesnelerle yapılmasını beklerdim. Mesela tartışma esnasında ışından bir cam Ardanos ile Altu’yu ayırabilirdi, tartışma esnasında birbirlerine saldırmaya çalışırken bu cama takılabilirlerdi ya da hapishane için ÖİG üyeleri yerden çıkan bir cam fanusa hapsedilebilirdi, bu cam fanus içine aldığı bölümü sanki yok gibi gösterebilirdi. Yani fanusun boyutu ne kadar büyük olursa olsun arkası ile önü arasında mesafe yokmuş gibi… Yani tabii sizin öykünüz ama fantastik ögeler kullanmışsınız bunlar gibi şeyler de bekledim.

    Diyaloglara ben de takıldım, öykü anlatımıyla örtüşmemiş gibi.

    Bunlar benim için olumsuz yanlar, umarım yanlış anlamazsınız, gelişmemiz adına yazıyorum. En başta belirttiğim gibi öykünüzü genel itibariyle beğendim, anlatımı güzel. Değişik bir dünya kurmuşsunuz, okuyucuyu içine alan bir dünya. Tebrik ederim.

    Ayrıca “Seni tüm çıplaklığınla görüyoruz” deyimini çok beğendiğimi söylemeliyim. Geçen seçkide de Deniz Eksilen’in öyküsünde “ihtiyarağlatan” kelimesi vardı. Bence Türkçemiz için çok güzel adımlar bunlar.

    Tekrar elinize sağlık, gelecek seçkilerde görüşmek dileğiyle.

    1. Merhaba, yorumunuz, beğeniniz ve eleştiriniz için teşekkür ederim. Yanlış anlamadım bilakis çok mutlu oldum, hatalarımı görerek neler yapabileceğimi, hangi eksiklerimi giderebileceğimi öğrenmek benim için çok iyi oluyor. Kapalı bir toplumun aynı zamanda kültürüne de bağlı olacağını düşünerek, sandalyeye bağlanma olayını ekledim. Tabi sizin önerinizi de beğendim. Hapis konusuna dikkat çekmeniz iyi oldu. Eklemeyi unutuğum bir şey daha; Her ihtimale karşı oynan genlerde bir hata oluşursa, savaş geni tekrar bir şekilde yada başka bir gen mutasyona uğrayıp, savaşma geni yerine geçebilme ihtimaline karşı, hapishaneler hala kullanılıyordu. Gördüğümüz gibi geniş bir konuyu birkaça öyküyle aktarmaya çalışınca böyle hatalar oluyor. Bu konuyu kesip roman sayfaları arasına sığdırmak daha mantıklı olacak gibi. Gelecek seçkilerde daha güzel özenli ve iyi öykülerle karşılaşmak dileğiyle…

  12. Merhaba, öykümü okuyup yorum yazan arkadaşlara çok teşekkür ediyorum. Gelecek seçkilerde görüşmek dileğiyle. Yeni yılınız kutlu olsun.

Cebir için Yorum Yap Yanıtı iptal et

E-posta adresiniz yayımlanmayacaktır.Yıldızlı olan alanların doldurulması zorunludur. *