Öykü

Ben Bir Korkuluğum

Evet, ben bir korkuluğum, bostan korkuluğu; daha doğrusu korkuluğuydum. Ama fark etmez, ben hala kendimi bir korkuluk olarak görüyorum. Geniş zaman ile geçmiş zaman arasındaki farkı bir tarafa koyalım da hikâyeme geçelim, zira fazla vaktim yok.

Yıllarca işsiz güçsüz gezdikten sonra, amcamın zoruyla “bostan korkuluğu” sınavına başvurdum. Amcamın söylediğine göre, sınav sadece formaliteden ibaretti; mühim olan yüksek yerlerde tanıdıklarının olmasıydı. Allah’a şükür, amcam bana yüksek yerlerden gereken arkayı sağladı. Yazılı sınava girmedim, mülakatta ise sadece adımı soyadımı söyleyip çıktım ve işi kazandım.

Birkaç ay içinde işe başladım. Aldığım maaş düşüktü, sosyal güvencem yoktu; ama işsiz güçsüz kahvelerde sürtmekten iyiydi. En azından aileme yük olmaktan kurtulmuştum. Böylece arkamdan durmadan ettikleri dırdır sona ermiş ve annemin helal süt emmiş kız arayışı başlamıştı.

Bostan korkuluğu olmak nispeten kolaydı: Tek yapmam gereken tarlalara, bostanlara dadanan kargaları korkutup kaçırmaktı. Güzel bir yere kapağı attığımı düşündüm; ama her şey düşündüğüm kadar güllük gülistanlık değilmiş, sonradan öğrendim.

İşteki ilk haftamda sorun falan çıkmadı. Tarlalara saldırmaya çalışan tüm kargaları kolayca kovdum. Mutluydum, en azından bir işe yarıyordum. Topluma bir faydam vardı, az da olsa para da kazanıyordum. Allah’ıma şükretmeliydim, annem babam öyle diyordu.

İkinci hafta tarlada bir şeylerin ters gittiğini fark etmeye başladım. Ben tarlada sadece sabah vardiyalarında çalışıyordum. Geceleri tarla diğer korkuluklarca korunmasına rağmen, sabah işe başladığımda tarlayı talan edilmiş halde buluyordum. O kadar korkuluğun eli armut mu topluyordu? O kadar korkuluk ne işe yarıyordu? Bu işte bir iş olmalıydı.

Bu talanın nedenini deneyimli, üst kademe korkuluklara sorduğumda, artık geceleri de çalışmaya başlamam gerektiğini, böylece burada işlerin nasıl yürüdüğünü öğreneceğimi söylediler. İlk gece vardiyamda işlerin nasıl yürüdüğünü, ne yazık ki kendi gözlerimle gördüm.

Gecenin köründe tarlaya nereden çıktığını anlamadığım kısa, badem tüylü kargalar geldi. Tam ben kargalara saldıracakken, üstlerim beni durdurdu. “Onlar bizden,” dediler. “Onların kanadının bir tüyüne dahi zarar gelirse seni işten atarız. Ayağını denk al, yanlış yapma,” diye de eklediler.

Gözlerimin önünde, kargalar bir yandan korkuluklarla muhabbet ederken, bir yandan da tarlayı talan ediyorlardı. Devletin en verimli tarlalarından biri, kargalar tarafından boşaltılırken, devletin görevlendirdiği korkuluklar kılını kıpırdatmıyor, üstüne üstlük onlara yardım ediyordu.

Ne yapmalıydım? Ne yapabilirdim? Kargalara saldırsam, zar zor sahip olduğum işimden olurdum. Saldırmasam, içim içimi yerdi. O gece kargalara bir şey yapamadım; ama diğer gün hemen “Korkuluk Başkanlığı”na gittim ve tarlada geceleri meydana gelen talanı onlara ayrıntılı bir şekilde anlattım. “Bu talana katiyen göz yumulmamalı. Devletin malına en küçük bir zarar verilmesine izin verilmemeli. Bunun için gerekenin yapılmasını arz ederim efendim,” diyerek konuşmamı bitirdim.

Karşımdaki gölge bıyıklı yetkiliden aldığım cevap şuydu: “Kargalar bizden, yabancı değiller. Bizimkilerdenler. Onlar talan etmez, Allah adına tarladakileri alır, ihtiyaç halindekilere aldıklarını ulaştırırlar. Eğer bu durumdan memnun değilsen, hemen bugün işinden istifa edebilirsin. Yok, bana ne dersen, ki bu senin için daha hayırlı olur, sallarsın başını alırsın maaşını. Anladın mı koçum?”

Ben ne yaptım? Ne yapabilirdim? Elimden ne gelirdi? Salladım başımı, aldım maaşımı. Maaş da maaş olsa, açlık sınırının altında yaşamak zorunda kalıyordum. Halime şükretmeliydim, sokakta benim yerime bu işte seve seve çalışacak bir yığın işsiz vardı. Müdürüm öyle diyordu. İki yıl boyunca orada çalıştım ve üç maymunun her birini layıkıyla oynadım. Benim memurum işini bilirdi ne de olsa. Gerçi memur bile değildim, sözleşmeli kadroydum ya neyse. Sonra ne mi oldu? Tarla kâr yapmadığı için özelleştirildi, bize de kapı gözüktü. Üç kuruş maaştan da olduk, gıkımız çıkmadı.

Aylarca işsiz kaldım, depresyona girdim. En sonunda dayanamadım, bu dünyadan kendi isteğimle ayrıldım. Tabii, doğal olarak cehenneme gittim. Şimdi ne mi yapıyorum? Tarlaları talan edenlerin, talan edenlere göz yumanların, beni bu hale düşürenlerin buraya, cehenneme gelmesini ve cezalarını çekmelerini bekliyorum.

Ama kaç on yıl geçti, onlardan cehenneme ne gelen var ne giden. Acaba diyorum, bu adamlar burada da yine numara mı çektiler? İşin içine kendi adamlarını mı soktular? Belli olmaz, her şey beklenir onlardan. Bakalım, elimden beklemekten başka bir şey gelmiyor. Ne demiş atalarımız: “Bekleyen derviş, muradına ermiş.” Gerçi bazıları “Bekleyen derviş bekleye bekleye gebermiş,” de diyorlar; ya neyse, o versiyonunu unutalım.

Ama aslında ne olmalı, biliyor musunuz? Bu hainlerin cezası diğer dünyaya bırakılmamalı. Onlar cezalarını bu dünyada çekmeliler, başka yerde değil. Onlardan yaptıklarının hesabını sorabilmeliyiz. Onlara gereken cezayı biz, kendimiz verebilmeliyiz.

Sizden, bu yazıyı okuyanlardan bunu istiyorum, son isteğim budur.

Ruhşen Doğan Nar

1988, İzmir doğumlu. Dokuz Eylül Üniversitesi’nde Mütercim-Tercümanlık okudu. İngilizce öğretmenliği yapmakta. 2016 Şerzan Kurt Öykü Ödüllerinde Türkçe Öykü dalında ödüle layık görüldü. Bilimkurgu öykülerinden oluşan ilk kitabı "İçimdeki Robot", Yitik Ülke Yayınları'ndan 2019 yılında çıktı. İthaki Yayınları’nın “Yeryüzü Müzesi” ve Yitik Ülke Yayınları’nın “Mutsuz Aşk Vardır” derlemelerinde öyküleriyle yer aldı. «Uyan!» adlı bilimkurgu fankiti, Fanzin Apartmanı tarafından basıldı. Çeşitli dergi ve fanzinlerde öyküleri yayımlandı.

Ben Bir Korkuluğum” için 10 Yorum Var

  1. Korkuluğun yapılan yolsuzluklara ve daha genel bir anlamıyla “kötülüklere” karşı hareketsiz kaldığı için korkuluk olduğu bir öykü olmuş. Sembolik bir anlatımın altında farklı şeyler yatıyor. Asıl konuyu biraz gizliden vermeyi her yazar yapamaz, sen başarmışsın.

    Mesajı sade, kendisi güzel bir öykü. Tebrikler.

    1. Teşekkür ederim. Geçen gün bir internet sitesinde şu haberle karşılaştım:

      http://www.odditycentral.com/funny/university-graduate-lands-job-as-human-scarecrow.html

      Haberde İngiltere’de korkuluk olarak çalışan bir üniversite mezunundan bahsediliyor. Tarla sahibi çok memnunmuş insan korkuluktan; çünkü normal korkuluklar kekliklere karşı bir işe yaramıyormuş. Korkuluk olarak çalışan genç de mutluymuş, sandalyesinde oturarak hem para kazanıyormuş hem de kitap okuyup ukelele çalıyormuş.

        1. Araştırma yapmadım, o haberle öyküm burada yayınlandıktan sonra tesadüfen karşılaştım ve güzel bir sürpriz oldu. 🙂

Bir Yorum Yap

E-posta adresiniz yayımlanmayacaktır.Yıldızlı olan alanların doldurulması zorunludur. *