Öykü

Bizim Şarkımız

İlkbahar gecesinde, Condull Dağı etekleri ve Uyuyan Orman arasında kalmış minik köyün üzerinde, bulutsuz karanlık bir gök, yanında solgun ışıksız bir ay asılı duruyordu. En fazla dört domuzun koşturabileceği kadar büyük olan köy meydanında, iki adam çapraz adımlarla biraz da yılan dansı eşliğinde, eğer bulabilirlerse, evlerine varmak istiyorlardı.

Hanın iki ev yanında, köyün en küçüğü diyebileceğimiz bir evin arka odasında, camın önüne koyduğu yarım mumun ışığında, dışarıyı seyreden iki minik göz vardı. Handan üç yaşlı ve sarhoş adamın hep bir ağızdan söylediği yöresel bir şarkı, ormanı izlerken Sind’lir’in kulaklarını dolduruyordu. Ormanın uçsuz bucaksız yeşili gecenin lacivertine yakışmıştı. Kız içinde dolu dolu bir hevesle dağı, ormanı, akarsuyu, göğü ve ayı seyre dalıyordu. Her gece böyle olurdu. Olmayan bacaklarıyla gidecemeyeceği yerlerde gezdiğini, gökyüzünde uçtuğunu hayal ederdi.

Hastalıklı doğmuştu. Bir hatanın mâhsulu olduğunu babası sürekli yüzüne vurur, annesi ise onu her görüşünde kahrolurdu. O ise kıpırtısız vücuduna rağmen içinde çoşkun bir yürek taşırdı. Kuşları besler, kedilere ekmek atar, köpeklere annesinin önüne bıraktığı yemekten pay verirdi. İnsanlar arasında olmasa da hayvanlar arasında çok meşhurdu.

Uyuyan Orman ne çok uzaktı, ne de dibinde sayılırdı köyün. Önünden küçücük, mavi bir dere akardı. Orman adına yakışır şekilde uyuyordu adetâ. Ay göz alabildiğine uzanıp giden ağaçların tepelerini ışıtıyordu. Sind’lir’in gözü, ormanın yamacındaki gölgelere daldı, bir noktaya takıldı. Gölge kıpırdandı. Sind’lir olduğu yerde kıpırdanmaya çalıştı. Gözlerini ormandaki o noktaya odakladı.

Bir an için bir şey gördü. Biri…

Göğsünün ortasını işaret eden sakalı, kambur beli, kıllı vücuduyla bir adamdı bu. Ormanın kıyısına gelip gölgelerin içinde durdu. Gözleri parlıyordu. Saçları darmadağındı. Sind’lir ile göz göze geldiler. Kız, gözlerini kırptı. O küçük anda yok oldu adam. Sanki bir makine onu süpürüp götürdü.

Sabah köyün marangoz ustasının kendisi için yaptığı tahta tekerli sandalye ile bahçeye çıkıp müptelası olmuş şirin hayvanlara yiyecek verirken, annesi kızdı.

“Önce kendi karnını doyur. Hayvanlar sen olmasan da yemek bulurlar!” dedi kadın.

“Anne. Orman’da hayvanlardan başka kimse var mı?”

“Nasıl?”

“Yani, insanlar… orada yaşayan insanlar var mı?” dedi kız merakla.

“Sind’lir, tabii ki yok.”

“Dün gece, orman kıyısında kıllı, uzun boylu bir adam gördüm,” diye fısıldadı kız. “Gözlerime bakıp kay…”

“Sind’lir! Keçiadam masallarını bırak artık,” dedi kadın. Kızı için endişe ediyordu. “Dedenin anlattığı peri masalları onlar. Gerçek değil.”

“Dedemin anlattığı ‘Nempf ve Cethdos’un hikâyesi gerçek. Tüm yaşlılar anlatıyor. Nempf sakat bir peri kızı, Cethdos ise ona flütüyle şarkılar çalan bir keçiadam. Şarkıları ile onu iyileştirip yıllarca dere, tepe, dağ, bayır boyunca aşklarını yaşamışlar.”

Sind’lir’in gözleri parladı.

“Sen peri kızı değilsin!” dedi annesi kaşlarını çattı.

“Peki, gördüğüm adam neydi o zaman?” diye sordu zar zor.

“Muhtemelen rüya! Çenenle birlikte kapa bu konuyu,” dedi yaşlı kadın.

Gece olur, evler uyur, köyler uyur, orman uyur. Ama Sind’lir uyumaz. O uyuyan ormanı seyreder, hayallere dalardı.

Yine kıllı adamı gördüğü yerlere ilişti gözü. Birkaç dakikalık seyrin ardından ormanın içinde bir ışık gördü, yanan bir ateş ve zorlukla seçilen gölgeler vardı. Kız gözünü o bölgeden bir an bile ayırmadı. Belki dakika, belki de bir saat geçti. Işığın içinde bir gölge büyüdü. Büyüdükçe ormanın kıyısına geldi, bir şey.

Kambur duruşu, upuzun sakalı ve iri yarı bir keçinin arka ayaklarıyla, ayın ışığı ve ışığın dereden yansımasıyla aydınlanan çimenlerin üzerine bastı birisi. Dağınık saçlarının içinde iki kısa boynuz olan bir keçiadam, bir satir.

Adam flüt çalmaya başladı. Müzik sanki geceyi gündüze çevirdi. Bir meltem esti, Sind’lir’in içi kıpır kıpır oldu. Dans etmek istedi. Gözlerini kapattı.

Açtığında adam pencerenin önündeydi. Şaka kutusundan fırlayan bir palyaço kafası gibi bitiverdi. Kız irkildi. Keçiadam konuşmadan sadece kızın yüzüne baktı. Çalmaya devam etti.

Kızın zihninde hayal canlandı. Küçük bir su kenarında, uzun sarı saçlı, bembeyaz tenli kızlar, mahrem yerleri incecik kürklerle kapalı, suya girip çıkıyorlardı. Birkaç tanesi ellerinde telli minik bir enstruman çalıyor, kalanları ise ağaç kovuklarına yatmış şarkılar söylüyorlar. Kızların yanlarında körpe vücutlu kısacık saçlı erkekler de vardı. Bir kovuktaki kızların arasında yatıyor, onların şarkılarını dinliyordu.

Kızlardan biri Sind’lir’in elinden tutuverdi. İki adım attı. Gözlerine inanamadı. Ayakları onunlaydılar. Yeni doğmuş bebek gibiydi. Yürüyordu. Kızlar gülüştü ve onu aralarına aldılar. Yanaklarından öptüler. Üzerinden, birkaç saka kuşuna yarenlik eden parlak renkli ebabil uçtu, su kenarına kondu. Kediler, köpekler, sincaplar, kelebekler, hepsi su kenarına toplanmıştı. Sind’lir şimdi, koşuyor, olduğu yerde dönüyordu. Yukarıda ay, güneş gibi parlıyordu. Işıl ışıldı. Huzur ve mutluluk hissetti.

Saatler akıp geçti. Sabah oldu.

Yeni doğan sabah, gün ışığını minik eve doldurdu. Sind’lir çoşkuyla uyandı. Hemen ayaklanıp ormana koşmak istedi. Ancak sadece istedi.

Kalkmaya çalıştığı anda göğüs kafesinin üzerine, yere yapıştı. Ayakları eskisi gibi olmuştu.

Rüyadan uyandı. Annesi sese koşup geldi ve Sind’lir’i yerden kaldırdı. Kızın gözleri dolmuştu. Minik bir kuş gibi yüreği atıyordu. Hıçkırıklar içinde kaldı.

“Ne oldu kızım?”

“Ayaklarım vardı, anne. Koştum, kuş oldum uçtum. O… O ellerimden tuttu anne.”

“Kızım, göz bebeğim. Yanlış bir şey yapma. Rüyadır… Bir hayal…” dedi kadın endişeyle.

“Ya gördüğüm şey… Gördüğüm şeyler, anne. Gerçekti,” dedi Sind’lir.

“Peki ya…” diyebildi. Devam etmek, ona yanıldığını söylemek istedi. Ancak… Ancak yıllardır sakat kızını ilk kez mutlu gördü. Konu kapandı.

Gece yine pencere kenarına tünedi. Orman içinde aynı adam belirdi ve benzer bir gece geçti. Onlarca gece böyle geçti. Artık geceleri iple çekmeye başladı. Gündüz uyuyor, kimseyle konuşmuyor, kedileri köpekleri beslemiyordu. Annesinin zorlamalarıyla sadece ölmeyecek kadar yiyordu. Tek yapmak istediği geceyi yaşamaktı. O anların; ayaklarının olduğu, kuş olup uçtuğu, su olup aktığı, zamanların tadını çıkarmaktı.

Lâkin… İçten içten bir karanlık büyüyordu bir yerlerde hissediyordu. Bir diğer yandansa, o saatlerin yaşattığı mutluluktan mahrum olmak istemiyordu.

Gri bir gecede yanan odun alevinin etrafında eğleniyordu, orman halkı. Kızın çoktandır sormak istediği bir şey vardı:

“Sen Cethdos musun?” dedi kız, keçi adama.

“Hayır. Sen, Cethdos’u nereden biliyorsun?”

“Nempf kızını kurtardığı masaldan.”

“Şu masalı diyorsun? Cethdos büyük dedemdir. Benim adım Dethros.”

“Şarkıların çok güzel, Dethros. Sanki büyülü gibi. Onları dinlerken üzerinde hiç koşmadığım ayaklarımı görüyorum, onlar varmış gibi…”

“Karşılaşmamız tesadüf değil, Sind’lir. Kader. Ben Orman’la küçük derenin arasında şarkılar çalmayı seviyorum. Sen ise oralarda koşmayı, uçmayı, suyun içinde umarsızca ıslanmayı hayal ediyorsun…”

“Yine flüt çalar mısın?” dedi kız kalbi kıpır kıpır.

“Flüt değil o, Auloi. Enstrumanımdır. Şimdi, madem söyledin, sana Nempf ve Cethdos’un şarkısını çalacağım.”

Auloi, bir şiir en güzel mısrası gibi dere boyu aktı gitti. Peri kızları, oğlanlar eğlenip dans ettiler. Kız yine ayaklarına kavuştu, üzerlerinde doğruldu. Olduğu yerde bir balerin gibi dönmeye başladı. Dethros ona şarap içirdi. Gözleri kaydı, göğsü doldu, nefessiz kaldı. Dethros onu belinden sardı. Kızın gözleri kapandı. Yüreği sıkıştı. Adam onu dudaklarından öptü.

Ateşi yükseldi, vücudu titredi, sersemledi. Kapalı gözlerine karanlık doldu. Lanet bir alev yandı bağrında. Uyudu. Rüyalar görmeye başladı. Sipsivri boynuzları ve çırılçıplak, yanık vücudu, kızıl gözleriyle bambaşka bir şey gördü. Öldüğünü sandı.

Uyandı. Dışarıda gün doğuyordu. Yatağına tekrar girdi. Şuan yaşadığı gerçek miydi? Artık gerçek ile hayali ayırt edemiyordu. Ağlamaya başladı.

Sesi annesinin yüreğini dağladı. Kızının yanına koşup kan ter içindeki kalmış yüzünü sildi. Ellerinden tutup gözlerine baktı. Hasta olduğunu düşündü. Ardından gelen gecelerde, annesi kızının yanında uyudu. İyileşmesi için elinden geleni yaptı. Aylar sonra, kızının gözlerinde yine ışık ve mutluluk gördü.

“Kızım, sakın kendini o masalın hayaline kaptırma. Aklını yitirirsin,” dedi kadın. Çok mühim bir konuya girmeden önce nasıl hareketler yaparsa vücut, istemsiz, öyle yaptı. “O masalı sana dedem hep değiştirip anlatırdı. Aslında Cethdos’un dileği nempf kızına sahip olmaktı. Ona sahip oldu ve ikisi de sırra kadem bastılar.”

 

“Benden ne istiyorsun, Dethros?” diye sordu kız. Keçiadam ona sırtını döndü, kısa süre bekledi. Kızdan gözlerini sakınarak:

“Sana aşığım. İyi olmanı istiyorum. Auloi sana iyi geliyor. Sen de bana.”

“Burada sonsuza dek yaşayamam. Benim şarkı bir başka yere ait,” dedi kız ama içinden kendi farklı bir cevap verdi. ‘Orman’ın bu bölgesi dışında bana şarkı söylenen birer ya da kimse yok.’

“Adının anlamı ne? Biliyor musun?” dedi keçiadam.

Kız başını iki yana salladı.

“Bizim şarkımız…”

Onlarca gece boyunca, Dethros’un auloisi çaldıkça gözünü onun yanında açtı. Yanında ve kollarındaydı. Adam ona her dokunuşunda, kızın içinde bir yerlerde, bir şey, bir kötülük hissediyordu. İkisi de buna anlam veremiyor, nereye varacağını bilmedikleri aşklarını yaşamayı sürdüryorlardı.

Sind’lir, annesinin sonu gelmeyen soruları ve merakına dayanmayıp olanları anlattı. Annesi Detros’un bir orman cini olduğunu ve ona zarar vereceğini söyledi. Kadın korktu. Kızın odasını değiştirip pencerelerini kalın odunlarla, kocasına kapattırdı. Başında bekleyip uyumaması için elinden geleni yaptı. Ancak bir sonuç vermedi. Keçiadam yine gece ay tepede ışıdığı anda, kızın yanında belirdi.

Su kenarında ona sarıldı, öptü. Kız titremeye başladı. Rengi soluklaştı. Kalbi durdu duracaktı. Dünya gözlerinin önünden silinyordu, yavaş yavaş… Neler oluyordu?

Aniden göğsü parçalanacak gibi oldu. Sind’lir’in içinden bir yaratık, bir şeytan çıktı. Dethros onu ilk öptüğünde gördüğü şeytan. Dethros da onu ilk kez gördü. Şeytan keçiadama dönüp: “Bu kadının ruhu benim, herbir parçası bana ait. Onu artık, anlamsız şarkılarınla uyutamazsın! O, ölecek!” Şeytanın sesi beyninin içinden, toprağın kökünden ve yanan kızıl alevlerin arasında geliyordu.

“Hayır! O yaşayacak!” diye haykırdı, Dethros. Sivri boynuzlı, iri, kan kırmızı teniyle ölümün ta kendisi olan varlığa saldırdı. Saatlerce boğuştular. Gün döndü, sabah bir sonraki geceyi takip etti. Keçiadam son bir hançer darbesiyle, şeytanı ağır yaraladı. Canavarın haykırış ve acı feryatları tüm ormanı kapladı. Ancak, hiçbir kulak duymadı bu sesi. Yalnız Dethros ve kız. Dethros kıza baktı. Tükenmiş vücuduyla ona gitmek için kıpırdandı. Canavarın, can havliyle onu son bir darbeyle ölümcül şekilde yaralayacağını düşünmemişti. Canı, bedenini terk etmek üzereyken kızın yanına ulaştı. Kızın elini tuttu. Bu kez kötülük hissetmiyordu.

Adam, kanından birkaç damla döktü kızın bacaklarına, kanı gözyaşlarıyla karıştırdı. Auloiyi eline aldı. Yeniden doğuşu müjdeleyen bir şarkı mırıldandı. Gökyüzüne yağan kum taneleri gibi yok oldu, Dethros.

Kız uyandı. Yeniden bir sabaha. Başında annesi, huysuz babası ve bir devacı vardı. İçinde mutluluk hissetti. Su kenarındaki gibi bir huzur… Üzerinden battaniyeyi attı. Ayağa kalktı.

Yeni doğmuş gibiydi. Dethros onu iyi etmiş ve canını ortaya koyarak ayaklarını ona geri vermişti.

“Mucize! Mucize!” diye bağırdı devacı.

Annesi ve babası sevince boğuldu.

Sind’lir ağladı ama mutluluktan mı kederden mi bilinmez. Yürüyerek dereyi geçti ve Uyuyan Orman’a girdi. Islıkla bir şarkı çalındı tüm orman ve köy sakinlerinin kulağına. Bu Sind’lir’in şarkısıydı. Bu ‘Onların Şarkısı’ydı.

-SON-

Erdoğan Küçükçelik

1987'de İstanbul'da doğdum. Küçükken harçlıklarımı çocuk dergilerine ve çizgi romanlara yatırdım. Okumak benim için hayal dünyalarına dalıp gerçek dünyanın sıkıcılığından kurtulmak demekti. Sonra, elektriğin kesik olduğu bir gece, Harry Potter ve Felsefe Taşı'nı, tüplü ışığın ve soba alevinin aydınlattığı bir odada okumamla fantastik dünyalara elimi kaptırdım ve bir daha kurtulamadım (istemedim de). Hâlâ çevrem bu yaşta böyle şeyler okunur mu? diye sordukça üzülüyorum ama kendim için değil fantastik okumaktan mahrum kalanlar için...

Bizim Şarkımız” için 10 Yorum Var

  1. Öykü akıcıydı ve güzel bir öyküydü bazı yerlerde küçük hatalar yapılmış ama pek göze çarpmıyor, bunlar dışında öykünün fantastik anlatımı hoştu tek kötü yanı olaylar çok hızlı geçmiş gibi geldi bana , bence öykü biraz daha uzatılabilirdi. bunlar haricinde okurken zevk aldığım bir öykü oldu gelecek seçkilerde görüşmek dileğiyle, kaleminize kuvvet…

    1. Merhaba Muhammed bey,
      Beğendiğiniz için teşekkürler. Öykü son güne kaldı, bu yüzden bazı harf hataları var. Öyküleri çok uzun tutmak istemediğimden bazı geçişler hızlı oldu. Bu eleştiriyi geçen ay da aldım. Bir sonraki ay daha uzun bir öykü yazmayı deneyeceğim. Öneri için sağ olun. Başka seçkilerde görüşmek üzere.

  2. Merhabalar. Yorumunuza yanıt vermeden evvel öykünüzü okumak istedim ve gerçekten de benziyordu öykülerimiz. İki zıt yansıma gibiydi. Benzer bir hayal gücüne sahibiz anladığım kadarıyla. Sizin adımlarınız daha yumuşak belki. Marangozun yaptığı tekerlekli sandalye bile aynıydı 🙂 Sizinki masal tadındaydı bir de, görsellik harikaydı, çok güzel işlemişsiniz konuyu, akıcıydı da. Bunlara ek Keçiadam Tekeadam mı olsaydı, dedim; bu biraz horoza tavuk demek gibi. Bir de Sind’lir in yaşı konusunda karmaşa yaşadım, ilk başta küçük bir kız olarak hayal etmiştim, sonra emin olamadım. Ayrıca Sayın Muhammed’in de dediği gibi sonlara doğru biraz hızlandırılmış havası vardı, son güne kaldığını söylediğiniz için (bu sanırım tamamlamak son güne kaldı anlamına geliyor?) anlayabiliyorum, Şeytan’la Satir’in savaşını izlemek isterdim ama. Sonunu güzel düşünmüşsünüz, mutlu son aynı zamanda değil de; farklı bir etki vermiş çok beğendim. Ellerinize, kaleminize sağlık. Umarım gelecek seçkilerde de görüşürüz.

    1. Yorumun için teşekkür ederim, Osman. Öncelikle içinde adam kelimesi olduğundan, keçi ya da teke ayrımına girmedim. Bir de kızın yaşını özellikle yazmadım okura bıraktım ama metinde anlaşılır diye düşündüm. Öykü yazarken kısa olsun, çabuk bağlansın gibi bir takıntım var sanırım. Onu gözden geçireceğim. Bu yorumların; beğeni ve eleştirilerin amacı bu zaten: Eksikleri görmek. Sizler sayesinde daha iyi yazma yolunda ilerlemek istiyorum. Seçki’de tekrar görüşmek üzere 🙂

  3. Yukarıda arkadaşların da belirttiği gibi olay akışı biraz hızlı olmuş olsa da güne bu güzel öyküyü okuyarak başladığım için yüzümde ayrı bir gülümseme oluştu. Kalemine ve yüreğine sağlık.

    1. Beğenmenize çok sevindim, Kasım. Ben öyküde kısa, insanı içine alıp götüren, kolay okunan bir şeyler yazmayı tercih ediyorum. Bundan sonraki öykülerde daha uzun tutacağım. Daha iyi öykülerde görüşmek üzere.

  4. Merhaba. Çok hoş bir öyküydü. Ellerine sağlık. Üslubun da ayrı güzeldi. Beni söyleyebileceğim tek detay “Sanki bir makine onu süpürüp götürdü.” cümlesi olacak. Bunun yerine başka bir tümce konulabilirdi zannımca. “Makine” kelimesi bu öykünün yapısıyla uyuşmamış gibi 🙂 Tekrar eline sağlık. Görüşmek üzere 🙂

  5. Merhaba Umut,
    Yorumun için teşekkür ederim. Makine kelimesi konusunda haklısın ama sonradan çıkarmak istemediğim bir benzetme olduğundan çıkarmadım. Eleştirin ve beğenin için teşekkür ederim. Çok daha iyi öykülerde görüşmek üzere 🙂

  6. Çok beğendim. Fantastik edebiyatta çok iyi yerlere geleceğinizden eminim. Daha güzel öykülerinizi okumak dileğiyle 🙂

Erdoğan Küçükçelik için Yorum Yap Yanıtı iptal et

E-posta adresiniz yayımlanmayacaktır.Yıldızlı olan alanların doldurulması zorunludur. *