Öykü

Dedektif Bey! Kapım Yanlış Yere Açılıyor

Karısının ölümünün üzerinden 2 ay, gizemli kaybolma vakalarının yaşanmaya başlamasının üzerinden 2 hafta geçmişti ve Dedektif Bo henüz iki durumun da üstesinden gelememişti. Merkez Kasabası’ndaki geniş ofisinde oturmuş, önündeki dosyaları incelerken, bir yandan da karısını düşünüyordu. Lavinya’nın ölümü tüm kasabayı çok derinden yaralamıştı. Tartışmasız gezegendeki en güzel ve en nazik kadındı. Sarı bukleli saçları omuzlarında dalgalanırken hızlı adımlarla kasabayı boydan boya yürür, önünden geçtiği her dükkanın sahibini ve kasaba ahalisini o cennetten gelen gülümsemesiyle selamlardı.

Ortağı Roman ona acı haberi verdiğinde, önemli bir iş için şehirdeki polis merkezindeydi. Bir banka soygunu ile ilgili bulguları incelemekteyken telefonu çalmış ve ortağının sesindeki acıyla, eşinin ölümüne irkildiğinden daha fazla rahatsız olmuştu. Hayatında sahip olduğu en değerli şey gitmiş, yerine üzüntüyle sallanan başlar ve baş sağlığı dilekleri gelmişti. O günden beri geçen her dakikayı sayıyor, her saniyenin acısını çekiyordu.

Tekrar dosyalara odaklanarak, kayıp vatandaşlar arasında bir bağ yakalamaya çalıştı. 2 haftadır düzensiz aralıklarla _bazen günde bir kaç kişi, bazen 2-3 günde 1 kişi_ insanlar kayboluyordu ve kasabadaki herkes birbirini az çok tanıdığı için kayıplar arasında özel bir bağ kurmak oldukça zorlaşıyordu. Tek bildiği, kaybolma vakalarının o garip fırtınadan sonra başladığıydı.

2 hafta önce, tüm meteoroloji ekiplerini şaşırtan bir biçimde, baharın ortasında bir fırtına patlak vermişti kasabada. Şehri hiç etkilemeyen bu fırtınada, 1 saat boyunca herkes kapalı alanlara hapsolmuştu. Sonrasında ise fırtına aniden kesilmiş ve hiç yaşanmamışçasına her şey yine durgunlaşmıştı.

Gömleğinin ön cebindeki paketten bir sigara çekip, 2 yıl önceki doğum gününde karısının ona hediye ettiği gümüş çakmağıyla sigarasını yaktı. Çakmaktan çıkan ateşe bir süre bakmaya devam ederek, Lavinya’nın ölümden sonraki akıbetini merak etti. Şüphesiz çoktan Tanrı’nın bahçelerine yerleşmiş ve kendisinin de ona katılmasını bekliyordu. Üzerinde beyaz elbisesi, sarı saçlarını sallayarak bir çiçekten diğerine mutlulukla koşuyor ve özlem içerisinde dünyayı seyrediyor olmalıydı.

Menteşeleri yağlanmadığı için gıcırdayan ofis kapısı, acı bir çığlıkla açılırken gözlerini kısarak kafasını o yöne çevirdi. Roman kapı eşiğinde kapıyı tutmuş, rahatsız bir ifadeyle ve büzülmüş dudaklarla Bo’ya bakıyordu.

“Bu kapıyı yağlamayı düşünüyor muyuz?” diye sordu alay ederek. İçeri girdikten sonra, kapıyı kolundan tutup hafifçe kaldırarak tekrar kapattı. Bu hareketi, rahatsız edici gıcırtıyı bir nebze hafifletmiş gibiydi. Muzaffer bir edayla masasına yönelerek, arabasının anahtarlarını masaya attıktan sonra, paltosunu askıya asmak üzere masanın arkasına yöneldi.

“Bir şeyler bulabildin mi?” diye sordu Bo karamsar bir ifadeyle. Bir kaç saat önce kasabanın tek alışveriş merkezinin sahibi olan Deli Elmo’dan bir ihbar almışlardı. Depo kapısını açtığında, karşısında Afrikalı yerliler gibi giyinmiş adamların bir ateşin başında oturdukları, bir orman manzarası gördüğünü iddia ediyordu.

“X-Girls dergisinin yeni sayısını buldum. Gerçi bizim Deli, elinde kalan tek sayının, özle promosyon cd’sini çalmış. Ve ısrarla o şekilde geldiğini iddia ediyor.” Yüzüne inanamazmış gibi bir ifade takınarak kafasını olumsuz bir şekilde iki yana salladı. Bo’nun yüzündeki sıkkın ifadeyi görünce sırıtarak ellerini iki yana açtı. “Hiçbir şey bulamadım Bo, üzgünüm. Bizim davamızla yakından uzaktan ilgisi olmamakla birlkte, herhangi bir dava açılmasına gerek olmayan bir durum. Deli Elmo, lakabının hakkını fazlasıyla vermeye devam ediyor.”

“Peki sonuç nedir?” diye sordu Bo ısrarla. Kendisini iyi hissetmediği için Roman’ı tek başına göndermişti. Şimdi ise kendisi de gitmediği için pişmandı.

“Sonuç şu: Deli Elmo, şu zenci bir çalışanı vardı… Neydi ismi?” Hatırlamaya çalışırken deli gibi parmaklarını şıklatıyordu.

“Brown.” diyerek sorusunu cevapladı Bo.

“Heh! Evet o çocuk işte. Çocuğa, rafları doğru dürüst dizmediği için kızdıktan sonra, onunla aynı odada olmaktansa yamyamlarla aynı ormanda yaşamayı yeğleyeceğini söylemiş. Hemen ardından depo kapısını açmış ve karşısında Afrikalı bir yerli kabilesinin üyelerini görmüş. Afrikalılar ona mızraklarını fırlatırken korkup kapıyı kapatmış. Hikayenin sonu.”

Eşek gibi sırıtarak sandalyesine oturup, arkasındaki camı açtı. Odadaki sigara dumanını camdan dışarı doğru kovalar gibi bir hareket yaptıktan sonra, sıkıntılı bir ifadeyle Bo’ya baktı.

“Şu sigarayı ofiste içmesen diyorum.”

“Denerim.” diye cevapladı, Bo. Ve bitmekte olan sigarasını, masanın ucundaki metal küllükte söndürür söndürmez, bir sigara daha yaktı. Lavinya’nın cesedini bulan kişi Roman’dı. Dediğine göre, bir ihtiyacı olup olmadığını sormak için eve uğramış ve Lavinya birden fenalaşarak yere yığılmıştı. Hemen ambulans çağırmış ama henüz sağlık ekipleri oraya varamadan, Lavinya ölmüştü. Doktorlar, kalp krizi teşhisi koymuşlar ve adli tıp da fazla inceleme yapmaya gerek görmeden aynı teşhisi onaylamıştı.

Roman’ı bir süre süzdükten sonra, ilgisini kaybetmiş bir biçimde dosyaları karıştırmaya devam etti. Bir kaç dakika sonra başını elleri arasına alarak masaya dayandı ve boş gözlerini karşısındaki duvara dikti.

“İyi misin, Bo?” diye sordu Roman kaygılı gözlerle.

“İyiyim dostum. Merak etme.” diye soruyu geçiştirdi Bo. Ayağa kalkarak paltosunu aldı ve çıkmaya hazırlandı.

“Onu özlüyorsun değil mi?” diye sordu arkasından Roman.

Bo paltosunu sırtına geçirirken bir anda durdu. Hafifçe kollarını paltosuna yerleştirdikten sonra ağır ağır Roman’a doğru döndü. Başıyla dediğini onaylarken, boş gözlerle yere bakıyordu.

“Ben de özlüyorum.” dedi Roman ve bakışlarını masaya indirerek önündeki bir dosyayı incelemeye başladı. Bo bir süre daha Roman’a baktıktan sonra, şaşkın bir ifadeyle kapıyı açtı ve dışarı çıktı. Artık güzel karısının anılarından başka hiçbir şey olmayan evine gidip, kendini doğruca yatağa bıraktı. Tatsız bir uykuya daldı.

İlerleyen günlerde, yine düzensiz kaybolma haberleri gelmeye devam ediyordu. O güne dek toplam 17 kişi kaybolmuştu ve asılsız ihbarlar almaya devam ediyorlardı. İhbarların çoğu, Deli Elmo’nunkilere benziyorlardı. Artık bu ihbarlardan canları sıkılmaya başladığı esnada, polis telsizinden bir anons geldi. Merkez Kasabası’nın tek bankası olan Bank Yeşil’de bir soygun yaşanmıştı ve polisler bankanın etrafını sarmışlardı. Soyguncu veya soyguncuların hala içerde olduğu sanılıyordu. Roman’la aynı anda hiç konuşmadan paltolarına yöneldiler ve kapıyı çekip dışarı çıktılar.

Güzel bir öğle vaktiydi. İlk baharın son günleri olmasına rağmen hava aşırı sıcak değildi ve tatlı bir esinti, var olan sıcaklığı da oldukça hafifletiyordu. Polis barikatının arkasından bankayı seyrediyorlardı. Roman, polis komiserine yanına yaklaşmasını işaret etti.

“İstersen içerideki herifle ufak bir konuşma yapabilirim. En azından ne marka helikopter ve özel araç istediğini öğreniriz. Belki de ona kucak dansı yapmamızı istiyordur ki bunun için gönüllü olacağımı pek sanmıyorum.” dedi ciddiyetle.

Komiser sırıtınca, sigaradan sararmış dişleri ortaya çıktı. Gülümsemesi, zaten ihtiyarlıktan kırışmış olan suratını daha da buruşturuyordu.

“Buna gerek olacağını sanmıyorum evlat. Bu iş bittiğinde eline geçecek olan tek şey iç organları boşaltılmış bir beden ve sunta bir tabut olacak.” Arabaların oluşturduğu barikatın arkasında hafifçe doğrularak bankaya bir göz attı. “Ama illa biri konuşacaksa, bunun Dedektif Bo olmasını tercih ederim. Sen konuştuktan sonra muhtemelen delirip, içerdekilerin götünü mermiyle doldurur.”

Roman gücenmiş bir ifadeyle komisere baktı. “Kalbimi kırdın ihtiyar. Ayrıca dua et, ağzına kırmızı biber sürülecek yaşı geçtin. Yoksa kalan dişlerin de dökülene kadar kafanı biber çuvalına sokardım.”

İhtiyar başını geriye atarak kısa bir kahkaha patlattı. “Yine de bu işi Bo’nun yapması taraftarıyım.” dedikten sonra kafasını Bo’ya çevirdi. “Sen ne dersin Bo?”

Bo sıkıntılı bir ifadeyle bankayı süzmeye devam etti. “Bence konuşacak bir şey yok. İçeri girmeyi öneriyorum.”

“Sen aklını mı kaçırdın, evlat? İçerde 4 banka çalışanı ve en az 3 müşteri var.” Kafasını olumsuz anlamda iki yana sallayan komiser konuşmaya devam etti: “O aptal herifin bir silahı olduğundan bile bahsetmiyorum. Kendinizi kurtarsanız bile, o sivillerden birine bir şey olmasını nasıl önleyeceksiniz?”

“Hatırladığım kadarıyla bu bankanın 2. Katına çıkan bir yangın merdiveni vardı. Ben o merdivenden 2. Katın camlarından birine sıçrayabilirim.” Eliyle yangın merdiveninin olduğu tarafı ve yan taraftaki sıra sıra camları işaret etti. “Ben bunu yaparken, Roman içerdeki herifi oyalayabilir. Adamın tüm dikkati Roman’a yönelmişken…” İki elini birbirine çarparak, kendisine odaklanmış olan 2 adamı yerinden sıçrattı. “Ne dersiniz?”

“Kötü bir plana benziyor. Ben varım.” diyerek onayladı Roman.

“Ne haliniz varsa görün, akılsız herifler. Ama içeridekilerin kılına bile zarar gelirse, başınıza ciddi belalar açarım.” Uyaran bakışlarla dedektiflere bakan komiser, söylediklerini dramatize etmek istermiş gibi baş parmağını gırtlağına sürttü.

Planlandığı gibi, Bo binanın arka tarafında kaybolduktan sonra, Roman gırtlağını temizleyerek ayağa kalktı. Ellerini başının üzerinde kaldırarak yavaş yavaş bankaya doğru yürümeye başladı.

“Selam kovboy! Gördüğün gibi silahsızım, ama inanmıyorsan donuma kadar da soyunabilirim. Kıllıyımdır ve göz zevkine ciddi anlamda hasar verebilirim. Senin tercihin!” diye bağırarak binaya doğru ufak adımlarla yaklaşmaya başladı.

Bankanın üst katındaki pencerelerden biri açıldı ve dışarı uzanan silahlı bir el havaya 2 el ateş etti. Barikatın arkasındakiler yere yatarken, Roman da istemsizce iki büklüm oldu. Tekrar ellerini havaya kaldırarak doğrulduğunda, camın arkasında duran genç bir adam gördü. Adam başarısız soygun planı yüzünden çok sinirliydi ve bir yandan da çok korkmuştu.

“Sakin ol, dostum. Dediğim gibi silahım yok. Sadece kiminle konuştuğunu rahat rahat görebilesin diye öne çıktım.” Ellerini, silah tutmadığını daha iyi görebilsin diye havada salladı. “O alarm tuşuna basmalarına izin vermemeliydin, dostum. Bir banka soygununun en önemli noktası, aptal veznedarların o tuşa basmasına izin vermemektir.”

“Kes sesini! Bana işimi mi öğretiyorsun?” diye cevap verdi soyguncu. Paniklemiş ifadesinin yerini, hayret ve kızgınlık almıştı.

“Kesinlikle öyle bir niyetim yok. Zaten artık çok geç. Sonuçta yakayı ele verdin sayılır. Ama hala bir kurtulma şansın var.” Bir yandan sakin kalmaya çalışan Roman, bir yandan da Bo’nun neler karıştırdığını merak ederek durdu.

“Neymiş peki o?” diye sordu soyguncu.

Bu soru, Roman’ı duraklattı. Bunu hiç düşünmediğini fark etti. Ona teslim olmasını söylerse, adam muhtemelen daha çok kızacaktı. Gerçekleştiremeyeceği vaatler verirse, adamı beklentiye sokardı ve adam daha dikkatli davranabilirdi. Adamın panik halini devam ettirmesi gerektiğine karar vererek bir adım daha attı. O adımı tamamlayamadan adam havaya bir el daha ateş etti.

“Yaklaşma, salak herif! Bir adım daha atarsan önce seni, sonra içerideki bu korkakları gebertirim.” İçeriden belli belirsiz çığlıklar ve ağlama sesleri geliyordu.

“Kurşunlarını böyle ziyan etmemelisin.” diye tavsiye etti ona Roman. “Bak, eğer içeri gelmeme izin verirsen, seninle daha rahat konuşuruz. Güneş beynime geçecekmiş gibi hissediyorum.”

“Sakın kıpırdama! Hiçbir yere gelemezsin, pislik!” dediği anda bir silah sesi duyuldu ve adam camın önünden kayboldu. İçeriden çığlıklar yükselirken bir kaç el daha silah sesi geldi. Bir kaç saniye sonunda, bankanın kapısı sert bir biçimde açıldı ve soyguncu kan içindeki omzunu tutarak binanın yanındaki sokağa doğru koşarak binadan çıktı. Hemen arkasından elinde silahıyla Bo’nun çıktığını gören Roman, belindeki silahını çekip kovalamayaca katıldı. Soyguncu önce bir sola, sonra da bir sağa saparak, kasabanın iç kesimlerine doğru kaçmaya devam ediyordu. Kısa sürede Bo’ya yetişen Roman, soyguncuyu işaret etti.

“Eğer sağdaki sokağa saparsa, canına okuruz. Orası çıkmaz sokak.” dedi nefes nefese.

Ve dediği gibi oldu. Soyguncu sağdaki sokağa sapıp sonuna kadar koştuktan sonra,

Çöp bidonlarının arkasına saklanıp kendisine nişan almış olan dedektifleri gördü. Yüzünde çaresiz bir ifadeyle sağa sola bakınırken, bir kapı gördü. Ve kapıya koştu.

“Aptal herif. Orası Merkez Kasabı’nın buzhanesi. Tek çıkışı, şu an açmaya çalıştığı kapı.” dedi Roman sırıtarak. Kendisine hayretle bakan Bo’yu görünce, kollarını iki yana açtı. “Ne? Buzhane’de seks fantezisi olan bir kadınla tanışmıştım.”

Kapıyı açmayı başaran çaresiz soyguncu, karşısındaki manzarayı görünce donup kaldı. Onu seyretmekte olan dedektifler silahlarını doğrultarak çöp bidonlarının arkasından çıktılar ve adama yöneldiler.

“Silahını bırakmanı tavsiye ederim. Kaçacak yerin kalmadı.” diye seslendi Bo.

Adam bir an onu duymamış gibi, açtığı kapıdan içeri bakmaya devam etti. Ardından dedektiflere dönüp sırıtarak kapıdan içeri girdi. Bo ve Roman hemen arkasından koştular. Kapıyı açıp adamın arkasından içeri girdiklerinde, adamı hiçbir yerde bulamadılar.

Günlerce süren dosya işleri ve şehirden gelen özel ajanlara verdikleri ifadelerden sonra, dava onların elinden alınıp, şehirdeki başka bir ekibe verildi. Olayda hiç can kaybı olmamış ve Bo’nun ateş açmasından sonra yaralanan hırsız, kasalardan boşalttığı paraları bankada bırakarak kaçmak zorunda kalmıştı. Ama adamın yakalanamamış olması, şöhretlerine leke sürmüştü.

Bo, evinin sessiz salonunda oturmuş, kadehine doldurduğu viskiden ilk yudumu almıştı ki, içine ölen karısının hasreti doldu. Viskisini buzlu içmek istediğine karar vererek mutfak kapısına yönelirken, karısının yanında olmayı ne kadar istediğini düşündü. Mutfak kapısını açtığı an, başka bir şey istemiş olmayı diledi. Karşısındaki manzarayı tarif etmek mümkün görünmüyordu.

Açılan kapının arkasında, evinin küçük mutfağı yerine koca bir mağara vardı. Dev mağaranın kırmızı duvarları, rengini içeride öbek öbek yanan ateşlerden alıyordu. Ateşten kızmış olan kayalar etrafa serpilmişti ve havada asılı duran bir duman vardı. Sanki sonsuzluğa uzanıyormuş gibi derin olan mağaradan sıcak bir hava dalgası üstüne doğru gelince bir adım geriledi. Ama gerilemesine asıl sebep, üzerinden dumanlar tüten bir kayanın üzerinde çırıl çıplak oturan Lavinya’ydı. Elindeki viski şişesine bakıp, kafasını tekrar karşıdaki manzaraya çevirdi. Daha 2 yudum bile içmediği için, bu bir sarhoşluk halisülasyonu olamazdı. Hayalgücünün etkisi olması da zordu çünkü ateş gibi yanıyor ve oluk oluk terliyordu. Karşısında yanan cehennem ateşini fazlasıyla hissediyordu.

Kayanın üzerindeki çıplak kadın, kafasını kaldırınca Bo’yu gördü. Yüzünden bir an hayret ifadesi geçtiyse bile hemen kayboldu. Yerini boş ve ifadesiz bir surat aldı. Kadın kayanın üzerinden kalkarak, Bo’ya doğru yürümeye başladı. Biçimsiz adımlar atıyor ve her adımda sanki 2-3 adım atmış gibi hızlı yaklaşıyordu. Lavinya kapı ağzına gelene kadar Bo yerinden kıpırdayamadı. Kadın artık eşiğe gelmişti.

“Nasılsın Bo?” diye sordu aynı ifadesiz suratla.

“İyiyim, Lavinya. Ama bu sen misin?” Gözlerinde ki hayreti saklamaya çalışmadan kadına bakıyordu. “Yani gerçekten sen misin?”

Kadın, anlayamıyormuş gibi başını hafifçe yana eğdi. Sarı saçları kulak hizasına kadar yanmıştı ve garip görünüyordu. Yüzünde ve vücudunda sayısız yanık izi ve yaralar vardı. Tüm güzelliği, korkunç bir biçimde bozulmuştu. Sürekli gülümseyen dudakları, kıpırtısızdı.

“Elbette benim, kocacığım. Benimle olmayı ne kadar çok istiyordun da, bu kapı cehenneme açıldı?” diye sordu. Yüzünden bir an memnuniyet ifadesi geçmiş, sonrasında yine o boş ifadeye dönüşmüştü.

“Ben… Bu… Nasıl yaptığımı bilmiyorum? ‘Keşke yanında olsam’ diyordum ve kapıyı açtığımda cehennemdeydim. Senin burada ne işin var? Neden cennette ya da iyi kalpli insanlar nerede olmalıysa orada değilsin?” diye sordu Bo.

“Çünkü ben iyi kalpli bir insan değilim. Şu an bile, benim hala masum ve sana aşık bir kadın olduğumu sanıyorsun. Hatta öyle sandığın için, bir kapı açmayı başarıyor ve cehenneme geliyorsun. Ama ben çürüğüm.” dedi kendini onaylamaz bir biçimde kafasını iki yana sallayarak.

“Sen neden bahsediyorsun, Lavinya? Sen zaten masumsun. Ve bana aşık olmanla ilgili söylediklerin… Ne demek istiyorsun?” Bo kollarını iki yana açmış, bir zamanlar Lavinya olan bu çirkin kadına bakıyordu.

“Demek hala bilmiyorsun.” Lavinya bakışlarını yere çevirdi. Sanki söyleyecek olduğu şeyden dolayı utanıyor gibiydi, ama ifadesi bunu ele vermiyordu. “Seni çok uzun zamandır ortağın Roman’la aldatıyordum Bo. Çünkü ona aşık oldum.”

Bo’nun yüzünde hiçbir tepki göremeyince konuşmaya devam etti: “Bu yasak bir aşktı. Çünkü ben evli bir kadındım ve kocamın en yakın arkadaşıyla seks yapıyordum. Ve bundan öyle zevk alıyordum ki, sana bunu söyleyip seninle boşanırsak aynı zevki alamayacağımdan korkmaya başlamıştım. Yasak bir aşk kadar zevk vermeyebilirdi, yeni bir ilişki.”

Bo, kapıyı kadının suratına çaptı. Ve arkasını dönüp evden çıktı. Demek ki insanlar, bir yerde olmayı gerçekten çok isterlerse, ilk açtıkları kapı onları oraya götürüyordu. Deli Elmo, yamyamların yanında olmayı tercih ettiği gibi, açtığı kapı onu Afrika’ya götürmeyi teklif etmişti. Muhtemelen kovaladıkları hırsız, güvenli bir yerde olmayı istemiş ve açtığı buzhanenin kapısından artık her neresiyse oraya kaçmıştı. Aldıkları sayısız ihbarda da buna benzer durumlar vardı. Bu tür bir şeyin nasıl olabileceğini aklı almıyordu, ama gerçekliğini inkar edemezdi. Yol boyunca yürüyerek kasaba dışına çıktı. Ve öğle saatlerine kadar kasabaya geri dönmedi.

Roman sabah ofise geldiğinde Bo’yu göremeyince şaşırmıştı. Genelde ortağı hep ondan önce gelir ve Roman kapıyı açtığında onu bir duman topluluğu karşılardı. Ofis hala sigara kokuyordu ama en azından duman yoktu. Masasında oturmuş Lavinya’yı düşünürken yine kalbini mutsuzluk kaplamıştı. Aniden kapı açıldığında, çıkan gıcırtı ve metalin metale sürtme sesi yüzünden tüm organları adeta yer değiştirdi. İsyan eder bir biçimde kapıya döndüğünde, eşikte duran Bo’yu gördü.

Yüzünde ciddi bir ifade vardı. Ama artık rahatlamış bir adamın ifadesiydi. Hüzünlü ama rahatlamış bir adam. Onda ki bu değişiklik hakkında bir yorum yapmaya hazırlanırken, Bo konuşmaya başlamıştı bile.

“Onun yanında olmak ister misin?”

“Kimin yanında?” diye sordu hayretler içerisinde Roman.

“Lavinya’nın yanında.” dedi sabırsızca Bo.

Gözleri irileşen Roman, silahını çekip Bo’ya doğrulttu. “Sakın bir yanlış yapayım deme, dostum.” Silahı elinde, kımıldamadan ve umursamazca bekleyen Bo’yu süzerek ayağa kalktı. “Nasıl olduysa, aramızdaki ilişkiyi öğrendiğini varsayıyorum. Çılgınca bir şey yapmaya kalkmamanı tavsiye ederim. Onu seviyorum.”

Bo elini umursamazca salladı. “Seni öldürmeye niyetim yok. Kendisi cehennemde. Onun yanında olmayı gerçekten çok istiyorsan, bu isteğini kafanda tekrarlayarak şu kapıyı aç ve defol git burdan.” dedi ve paltosunu çıkartıp masasına oturdu.

Roman bir süre ayakta dikilerek, ağzı açık Bo’yu seyretti. Bir şeyler söyleyecek oldu ama, kafasında bağlantıyı kurmuş gibi olunca vazgeçti. “Demek ki, kaybolmalar böyle gerçekleşiyormuş, ha?”

“Evet.” diyerek onu onaylayan Bo, kafasını önündeki kağıtlardan kaldırarak Roman’a baktı. “Şimdi çeneni kapat. Bir şey okumaya çalışıyorum.”

Roman başıyla onayladıktan sonra, Bo kafasını tekrar kağıtlara çevirdi. Roman ofisin kapısına doğru kararlı adımlarla yürüyüp, kapıyı açtı. Kapı açılır açılmaz içeriyi bir sıcak hava dalgası ve buhar kapladı. Roman kapının karşısında, aşık olduğu kadını görebiliyordu. Bo’ya son bir kez baktığında, onun kağıtları okumakta olduğunu ve kendisiyle ilgilenmediğini gördü. Hüzünlü bir ifadeyle, kapıdan geçti. Ve kapı kapandı.

Sonraki yıllar, Bo için çok zor geçti. Başarısız bir evlilik denemesi ve alkol problemleri yüzünden yıllarını kaybetti. Defalarca kendini güzel yerlerde hayal ederek, farklı kapıları açtı. Her defasında, kapının arkasında ne bulması gerekiyorsa, onu buldu. Mutfak kapısının arkasında mutfak, kiler kapısının arkasında yığılmış eşyalar, Elmo’nun depo kapısının arkasında yığılı koliler… Cehenneme giderek, karısını Roman’ın elinden almaya karar verdiği gün, silahını kafasına dayadı. Tutukluk yapan silah patlamayınca, ilaç içerek intihar etmeyi denedi. Yuttuğu haplar vitamin hapı olduğu için, midesi bozuldu ve günlerce ishal vaziyette gezdi.

Çok uzun ve sıkıcı bir hayat yaşayıp öldüğünde, kendisini cennette buldu. Ama mutluluğu asla bulamadı.

Dedektif Bey! Kapım Yanlış Yere Açılıyor” için 4 Yorum Var

  1. Öncelikle elinize sağlık. Kurgusu ve anlatım tarzıyla bütünleşmiş bir yazı olmuş. Hikayeniz zaten iyiydi ama daha iyi nasıl olabilirdi sorusunu kendime sorup bir yorum yapacağım. Sakın kötü yorum yapıyorum sanmayın.

    Olayın ilk başlarında ‘kasaba’ kelimesini kullanmışsınız ve hemen ardından banka soygunundan vs bahsetmişsiniz. İlk 3-4 paragrafı bu bilgiler ışığında western bir havada okudum. Sonra telefon çaldı ve bir an duraksadım. Eh yine eski ama 1900 lerdir diye düşündüm ama tam bunu düşünrüken sonra araba geldi. Yani kısaca başlarda bir zaman karmaşası yaşadım. Tarih belirtmeniz Bo nun okuduğu gazetede tarihe dikkat etmesi gibi küçük bir ayrıntı ile zamanı belirtirseniz bu duraksama ortadan kalkabilir. Ya da kasaba kelimesinden kurtularak 🙂

    İkinci olarak başarısız geçen kovalamacanın ardından evine giden Bo’nun kapıların sırrını çok çabuk ve yersiz keşfettiğini düşünüyorum. Mesela belgelere gömülüp defalarca bu konuyu takıntı edip sonra bulabilirdi ama onun yerine başarısız geçen bir kovalamacadan sonra eşine kapı açılıyor orası biraz zayıf geldi.

    Dediğim gibi bunlar biraz küçük ayrıntılar. Hikayenizin kurgusu da anlatılışı da iyiydi ben sadece mükemmel olması adına yorumumu yaptım. Ellerinize sağlık sabahımı güzel geçirmemi sağlayan bir hikayeyedi.

    1. Yorumların için teşekkür ederim.
      Kasaba kavramı sadece ellilerde kullanılan bir kavram değildi tabi ki. Amerika’da ve Avrupa’nın pek çok yerinde hala kasabalar var ve medeniyetin getirdiği tüm nimetler de haliyle bu kasabalarda var. Tarih falan vermeye gerek görmedim pek o yüzden. Hikaye zaten bir noktada insanı aşağı yukarı bir tarih tahmin etmeye zorluyor.
      Hikayenin sonuyla ilgili görüşlerine de kısmen katılıyorum. Uzatmaya gerek görmedim, böyle daha uygun geldi nedense.

      Tekrardan güzel yorumun ve eleştirilerin için teşekkürler.

  2. Selamlar dekadans,

    Biraz geç bir yorum olacak, umarım kusura bakmazsın. Son iki aydır seçkiye ve içindeki cevherlere yeterince vakit ayıramıyorum maalesef.

    Hikayene gelecek olursak yer yer ufak tefek aksaklıklara denk gelsem de keyifle okuduğum bir maceraydı. Her nedense Roman ile Lavinya’nın ilişkisini baştan itibaren sezinledim fakat bu hikayeyi okurken aldığım zevki baltalamadı. Banka soygunu sahnesi, Roman’ın oradaki esprileri ve Lavinya’nın yürüyüşünü betimlediğin kısımlar en çok sevdiğim yerler oldu.

    İlk kurulan diyaloglarda ufak tefek aksamalar yaşadım. Sanki doğru yerde doğru sözleri sarf etmiyorlarmış gibiydi. Neyse ki sonradan bu problemi aştım/aştın. Bir de Bo’nun karısı hakkındaki gerçeği öğrendikten sonra kapıyı çarpmaktan daha fazlasını yapmasını beklerdim. Ama olmadı. Bunların dışında gözüme çarpan aksilik yoktu.

    Keyif veren hikayen için bir kez daha teşekkürler…

    1. Selam İhsan,
      Öncelikle güzel yorumların için teşekkür ederim. Olayı yazarken kurguladığım için bazı aksaklıklar olmuş evet. Hazır bir konu başlığı üzerinden hikaye kurgulamakta sıkıntı yaşadığımı farkettim. Kendimi nedense çok özgür hissetmiyorum. Bu aksaklıkların bir nedeni de bu sanırım. Zamanla aşarım diye tahmin ediyorum.

dekadans için Yorum Yap Yanıtı iptal et

E-posta adresiniz yayımlanmayacaktır.Yıldızlı olan alanların doldurulması zorunludur. *