Öykü

Değişen Tür

ilham alınan yaratık
YELBEGEN

“Yapacak hiçbir şey kalmadı.”

Elindeki tahta çubukla önündeki kumu karıştırıyordu. Kum, toz ve külden başka şeyleri kalmamıştı. Issız bir çölün ortasında bir başına kalmış küçük bir topluluktan ibaretlerdi. Gıda teminiyle ilgili yaşadıkları problemler fiziksel olarak zayıflamalarına yol açsa da, nesilleri tükenmek bilmiyordu. İnsan neslinin tükenmesini bekler miydi? Onlar beklemeye başlamışlardı. Tabii buna itiraz edenler de yok değildi.

“Ne yani, burada durup ölmeyi mi bekleyeceğiz?”

Birbirlerine baktılar. Gerçekten durum bu kadar vahim olabilir miydi? Öylece ölüp gitmek mi, yoksa birbirlerini öldürmek zorunda kalmak mı daha korkunçtu, emin olamadılar. Hiçbiri hayatlarını sürdürürken, kıyamete bu kadar yakın olduklarını düşünmemiş, kimse dünyanın sonunun geldiği post-apokaliptik senaryolardan birinin içinde kendisini bulacağını hayal etmemişti. Önce şaşırdılar; doğal afetlerin ardı ardına gelişi, bitkilerin biçim değiştirip küle dönüşü, hayvanların çeşitli kimyasallarca ölüp gidişi, başlangıçta hepsini sadece şaşırtmaya yetti. Sonralarıysa işler korkunçlaşmaya başladı, insanlar da haliyle korkmaya… Bulabildikleri yegane hayvan cesetleri zehirli olduğu için bunları yiyen insanlarda kısa sürede garip rahatsızlıklar belirdi, bunlar öyle mide bulantısı karın ağrısı değil, basbayağı vücutlarının ve zihinlerinin deformasyonuydu. Hayvanlar leşe dönerken, insanlar ucubeleşiyordu. Normalliğini koruyanlar, değişen yakınlarını öldürmek zorunda kaldılar. Artık herkes eş, dost, kardeş, ana, baba katiline dönüşmüştü. Birisini öldürmek normalleşmişti. Hayatta kalma mücadelesi. İnsan, şimdiye kadar bütün türleri yok etme pahasına ayakta kalabilmişken, gerekirse kendi içindeki hasarlıları da temizleyecekti tabii, bu normaldi.

Topluluk içinde diğerlerine nazaran uzun boylu, kemikli birisi konuşmaya yeltendi. Herkes bir deri bir kemikti ama bu kişi, kemik yapısından ötürü normal gözüküyordu, eski zamanlarda da zayıf bir bedene sahipti belli ki. En az sağlıksız görünen o olduğu için, diğerlerinin arasında sivrilip liderleşmiş olması muhtemeldi. Bilgiççe konuştu, bu ona yakışandı.

“Ölmeyi beklemek sayılır mı bilmem ama iki seçeneğimiz olduğu kesin: Ya durup direneceğiz, ki bunun ne anlama geldiğini biliyorsunuz. Birimiz, diğerleri için… Düşüncesi kötü geliyor, biliyorum ama.”

Cümlesini tamamlayamamıştı. Diğerlerine nazaran güçlü yapısı, liderlik vasfı, ses tonunun kararlılığı bile yamyamlığı açıklamaya kafi gelmiyordu hala. Etraflarındaki kasabalarda yaşananları duyuyor, insanın insanı yediği bir zamanın gelip çattığını biliyorlardı. İnsan öldürmek kadar, sağlıklı –ne kadar mümkünse- cesetleri yemek veya sağlıklı gördükleri insanları yemek için öldürmek de gittikçe normalleşiyordu. Belki Sezin’in cümlesini bitiremeyişi bundandı. En sağlıklı gözükenin kendisi olduğunun farkındaydı. Öldürülecekler listesinde başı çektiğini düşünüp korkmuş olabilirdi. İnsan ölümün eşiğine geldiğinde ve bunun kaçınılmaz son olduğunu her hücresiyle bildiğinde bile, ölümden korkardı.

Sezin’in ne kastettiğini diğerleri tabii ki anlamıştı. Gerçek manasıyla bir hayat feda etmekten bahsediyordu. Henüz onların başına gelmemişti ama etraflarındaki kasabalarda yaşayanları duyuyor, biliyorlardı. Açlık dayanılmazdı. Kıtlık, insanın her şeyi, daha doğrusu herkesi yiyebilecekleri anlamına geliyordu. Bir zamanlar et yememe lüksü olan insanlar insan etiyle beslenir hale gelmişti. Doğadaki her şey yok olurken, insan zarar görmüyordu. Dünyanın sonunu hazırlayan tür, kendi sonunu istese de getirememişti. Belki de insan olmanın lanetiydi bu, insanlığın doğa tarafından cezalandırılmasıydı. Doğa tükeniyor, insana bir çeşit sonsuzluk, hayatta kalması için sonsuza yakın bir kudret bahşederek onu yok olmayı arzu eder hale getiriyordu. İntikamın soğuk yenen yemek olması deyişini düşünen Sezin, soğuk ya da sıcak herhangi bir şeyi yemeye hasretti. Sözlerine devam etti:

“İkinci seçeneği de biliyoruz. Birbirimizi öldürebiliriz. Ya da… topluca intihar ederiz. Önünde sonunda öleceksek, acısız, kestirmeden bir ölümü şahsen tercih ederim. Şu an felakatin kendisi olduk ve artık dayanamıyorum. Hala hayatta olmaya, her şey taşa, küle dönüşürken capcanlı kalmaya dayanamıyorum.”

Hissettikleri tam olarak böyleydi. Kül, toprak ve taş yığınıyla yaşamanın ölümden farkı olmadığını düşünüyordu. Yine de hayatta olmasının nedenini sordu kendisine. Ah! Tabii, ölümün bilinmezliği. Sebep buydu. Ölümü hiçbiri bilemediği için, kolay kolay haydi ölelim, olsun bitsin diyemiyorlardı.

Nicedir sessiz duran, sanki son enerjisini boşa harcamamak için haftalardır konuşmayan Rüzgar, beklemedikleri bir anda konuştu. Neredeyse sesini unutmuşlardı.

“Bir ihtimal daha var, üçüncü bir yol.”

Herkes soru soran gözlerle bakıyordu. Rüzgar derin bir nefes aldı. Enerjisini topladı ve hızla bir cümlede anlattı.

“Yakıntopraklarda hala hayatın devam ettiği bir yerin kaldığı söyleniyor. Orada birileri var. Belki gidip birlikte…”

Birlikte yaşama teklifinin teklifini bile yapamamıştı. Kalabalıktan uğultular yükseldi. Bahsettiği yerin neresi olduğunu herkes anlamıştı. Yakıntopraklar, nam-ı diğer karanlığın ormanı, başka türlerin yaşadığı bir diyardı. Mesafe olarak çok uzak olmadığını sanıyorlardı ama bambaşka bir evren olduğu için ne giden vardı ne gören, gitseler dönemeyeceklerini düşünürlerdi, giden olduysa şimdiye kadar bir daha hiç dönememiş olsa gerekti. Oraya gitmek hiçbiri için ihtimal bile olmamıştı. Rüzgar’ın önerisi bu nedenle epey şaşırtıcıydı. Birkaç sene öncesinin bolluğunda kıtlık çekeceklerini, aç kalıp birbirlerini öldürmek zorunda kalacaklarını deneyimlemek kadar şaşırtıcı…

Çizim: Ömer Tunç
Çizim: Ömer Tunç

Herkes orada yaşayan koca-ruhların tehlikesinden, ışığı yiyip bitirmiş, ormanı kapkaranlık kılmış bir ırkın kendilerini iki lokmada yutup tüketeceğinden bahsedip Rüzgar’ın teklif bile edemediğine karşı çıkarken, bir tek Sezin sessizdi. Onun sessizliği diğerlerinin de dikkatini çekti. Gürültülerin hepsi Sezin’in etrafındaki bir bulutun içerisinde yitip gitti sanki. Sesler Sezin’e yönelip, sessizliğinde tükendi. Koca-ruh denilen, insanların bilmemkaçkatı büyüklüğündeki –kimse görmediği için büyüklüğü kestirilemiyordu- dev yaratıkların içinden çıktığı koyu bulutlar gibi bir bulut vardı sanki etrafında. Ve o buluttan yükselen ses, çoğunluğun fikrini değiştirmeye yetti:

“Gidip birlikte bakmalıyız bence de. Üçüncü bir yol, her zaman aslında istenmeyen iki seçenekten birine mahkum kalmaktan iyidir.”

Yine birkaç itiraz yükseldi. Herkesin aynı anda aynı fikrin bulutuna kapılması mümkün değildi.

“Neyle karşılaşacağımızı bilmiyoruz ki! O şeyler, o garip, korkunç yaratıklar… hepimizi birden yutabilir.”

Konuşan kişinin korkusu sesinden anlaşılıyordu. Sesiyle yayılan korku birkaç kişiyi daha esir aldı ama Sezin’in kararını, Rüzgar’ın aldığı onaydan duyduğu memnuniyeti etkilemedi.

“Burada kalsak er ya da geç tükeneceğiz.”

“Gidip şansımızı deneyeme değer.”

Gittiler. Geride kalanlar ölümü göze alarak yaşadığı topraklardan vazgeçmezken, gidenler göze aldıkları yok olma tehlikesinin yanında yeni bir umut taşıyorlardı. Karanlık, ıssız, bilinmeyen diyara varana kadar yürüdüler.

Geldikleri yerde toz, toprak ve kül bile yoktu. Bir hiçliğin ortasındaydılar. Kimi şimdiden pişmandı, kimi yanacak bir ışık, duyulacak bir ses arıyordu. Umut, her şeyi yaratma kudretine sahipti. Kudret, çok geçmeden vücut buldu. Önce karanlığın içinde şimşek çaktı, derken göğün sesi etraflarını sardı, sonraki adımı bilmeseler de sezdiler, bulutlarda beliren suretler yaklaşmaya başladı. Yaklaştıkça büyüyen, büyüdükçe korku salan yaratıklar çok geçmeden yanlarında cismen belirdiğinde, artık teklif fikrinin sahibi Rüzgar bile korkudan titriyordu.

“Koca-ruhlar…”

Ağızlardan çıkan bundan ibaretti. Korkunun kaynağı bu devasa koca-ruhların heybeti miydi, canlılığı mı bilinmez… ama hepsinin emin olduğu tek şey dehşet verici olanın güzelliğiydi. Korktukları kadar etkilenmişlerdi ve bir adım sonra ne olacağının merakı, kısa sürede bütün duygu ve düşüncelerinin önüne geçti. Bir adım sonrası karşılarındaki devasa yaratıktan çıkan sesin duyulması oldu.

“Küçük insanlar gelmiş. Neden? Sürüldünüz mü yoksa?”

Anladıkları bir dilde, basit cümleler duymak kısa bir rahatlama hissi yaratsa da, sürülmek ifadesi kafalarını karıştırmıştı. Ne kastettiğini anlamaları zaman aldı. Rüzgar buraya gelmelerinin kendi tercihleri olduğunu açıklamaya çalışırken, Sezin daha dürüst davranmayı seçti:

“Geldik çünkü yaşayabileceğimiz bir yer kalmadı. Belki sizinle birlikte olursak…”

Koca yaratıklardan kendilerine en yakın olanın kahkahası karanlık ormanın içinde yankılandı; öyle güçlü ve yoğun bir sesti ki, aynı zamanda ışıklı bir görüntüye ve temasa da dönüştü. Rüzgar beş duyusuyla birden hissettiği bu yaratığın karşısında iyice ufalmış, kendi önerisinden pişmanlık duymaya başlamıştı. Koca-ruh ise küçük-insanlarla adeta dalgasını geçiyordu.

“Bizimle birlikte olmak! İstediğiniz bu demek. Ama geç kaldınız. Bizimle birlikte olmak için önce kendinize saygınız olmalıydı. Artık çok geç… Burada ancak bizim parçamız olabilirsiniz.”

İnsan türünün en korkağı atladı:

“Olur. Aynı şey değil mi? Sizden bir parça oluruz işte. Başka türlü yaşama ihtimalimiz yok ki zaten.”

Bulutlar dağıldı, yaratıklar yok olup gitti bu söz üzerine. Koca karanlığın içinde bir grup insan kalakaldılar. Şimdi ne yapacaklarını sordular birbirlerine. Cevap yoktu. Bilinmezliğin korkusu, ölüm ve yaşamın ötesinde, tam da bedenlerinin çevresindeydi.

“Türünüze saygı derken, ne demek istedi sizce?”

Soruyu soran Rüzgar’dı. Cevabı biliyordu aslında ve korkusunun asıl kaynağı olan cevabı ikinci bir kişiden duymamak tek arzusuydu.

“Biz birbirimizi tükettik.”

“Zorunda kaldık.”

İnsanlar nesillerinin tükenmeyişlerine rağmen birbirlerine verdikleri zarar veya etrafa verdikleri zarara rağmen hala hayatta kalışları, yaşamın bir şans mı yoksa zorunluluk mu olduğu üzerine tartışmalarını sürdüredursunlar, karanlığın derinliklerinden gelen toz bulutları onları sırayla içine almaya başladı. Karanlığa doğru çekilip bedenleri dağılan insanlar, başka bir türe dönüşürken büyük mutluluk duyuyorlardı. Hala bilinci açık olanlardan Rüzgar, başka türlü bir yaşama ihtimaline tutunmanın hazzıyla arkadaşlarını seyrederken sıranın kendisine gelmesini bekliyor, buluta karışıp evrenin döngüsünde kendine yer bulduğu sanrısı içindeki bir başkası koca-ruhun parçasına dönüşerek ilk defa ruhunu duyumsadığını, varlığının anlam kazandığını düşünüyordu.

Evrenin son insanları ortadan kalktığında koca-ruhların en güleç yüzlülerinden Yele, kollarını kavuşturup karanlığa doğru bakarak konuştu.

“Bir türün daha eriyip bizimle vücut bulmasını sağladık. Bir kez daha güç kazandı.”

Bunu söylerken hem onun, hem etrafındaki binlerce koca-ruhun hacimleri büyüyüp havayı sarıyordu. Sarmallar halinde yükselen ve birbirine karışan ruhlar, ormanın koyu karanlığını insan suretinde devasa bir buluta dönüştü. Ve bulut dağıldı. Dağılan her bir parça daha küçük yeni bir türün ilk örnekleriydi. Evrenin döngüsünde bir aşama daha tamamlanmış, insan ırkının yerini başkası almıştı. Toz ve külle beslenen yeni canlı türü havada uçarak insan yapımı şehirlere doğru ilerlemeye başladı. Bir yandan aralarında konuşuyorlardı.

“Haydi, yapacak çok işimiz var.”

Ömer Tunç

1979 yılında İzmir’de doğdum. İzmir Anadolu Güzel Sanatlar Lisesi’ni bitirdikten sonra Marmara üniversitesi Atatürk eğitim fakültesinde Resim eğitimi aldım. Birçok mizah dergisinde karikatüristlik yaptım. (Hıbır, Solak, Soytarı, Atom, Lağım dergileri) Değişik yayınevlerine çocuk kitabı resimleme, grafik ajanslarına storyboard işi yaptıktan sonra İzmir’e döndüm. Şu an Çiğli belediyesinde grafiker olarak çalışmaktayım.

Seran Demiral

Fantastik kurgu türünde yayımlanan iki romanımın ardından çocuklar ve gençler için yazmaya başladım ve şimdilik Filozof Çocuklar Kulübü serisi ile Parmak Uçları çıktı ortaya, 2015’te yayımlanan Hayat Üretim Merkezi ise bilimkurgu türündeki ilk çalışmam oldu. Yeni romanlar yazmaya, distopik evrenler yaratmaya, çocukların dünyasına dalmaya devam ediyorum.

Değişen Tür” için 4 Yorum Var

  1. Merhaba, fantastik bir film izliyormuş gibi okudum öykünüzü. Güzeldi, Yelbegen hakkında biraz daha bilgi olabilirdi ne kadarı kurgu ne kadarı yaratığın efsanevi özelliği tam oturtamadım ama sürükleyici bir öyküydü. Kaleminize kuvvet.

  2. Hikayeniz çok hoşuma gitti. İnsanların hataları, sebep oldukları, sonunda tercih edilen yol çarpıcı şekilde anlatılmış. Daha uzun olsaydı bile memnuniyetle okurdum. Ellerinize sağlık.

  3. Cok sürükleyici ve (bence) gerçekçi bir öykü kaleme almissiniz. Cok begendim.

    Bu arada çizim de öykünün kasvetine uyum saglayan ve oldukca hosuma giden bir görsel olmus, cizerin de eline saglik 🙂

    Sevgiler,

  4. Yorumlarınız için teşekkür ederim, beğenmenize çok sevindim!
    Sevgili İpek, evet ben de görseli düşündüğüm atmosfere oldukça yakın ve elbette çok çok başarılı buldum! 😉 Sağ olasın.

Bir Yorum Yap

E-posta adresiniz yayımlanmayacaktır.Yıldızlı olan alanların doldurulması zorunludur. *