Öykü

Dişlilerin Arasında

Silindir biçimindeki devasa cisim, Greene-19 model uzay gemisinin fırlatma bölmesinden ateşlendi. Uzun bir süre boş uzayda seyrettikten sonra kahverengi-beyaz lekeli mavi gezegenin atmosferine girdi. Arkasında uzun bir çizgi bırakarak gaz tabakasını kat ettikten sonra uçsuz bucaksız bir su kütlesine daldı. Ardında devasa dalgalar bırakarak mavi derinliklere doğru ilerledi ve çok hücreli hiçbir canlının yaşayamayacağı derinliklerde okyanus tabanına saplandı.

Ve üç boyutlu görüntü burada sona erdi.

“Bu adamlar bu silahları nereden temin ediyorlar, anlayamıyorum,” dedim. Eşkenar üçgen biçimindeki ana masanın A kenarında oturuyordum.

“Sırf kargaşa ortamı yaratmak için bu teröristlere finansman sağlayan gruplar var dostum. Ağır siyaset konuları bunlar,” dedi C kenarındaki Nob. Aramızdaki en tecrübeli muhafızdı. Yine de tüm muhafızların tecrübelerinin bir ortalaması alınıp çan eğrisi haline getirilse, son yüzde yirmilik dilimden kıl payı kurtulurdu.

B kenarındaki Linza sessiz kaldı. Ekibin tek dişi elemanı olduğu halde genelde en az konuşan o olurdu.

“Bu işe hiç bulaşmayacaktık. Şimdi ne yapacağız?” dedim. Cesur davranmadığımı biliyordum, ama çok gençtim. İşe başlayalı üç etsta bile olmamıştı.

“Bir Birlik muhafızısın sen, karışmak zorundasın,” dedi Nob. “Uzun zamandır aranan adamlar bunlar.”

“Peki tamam. Sen daha önce hiç rehine olayı yaşadın mı?”

“Hayır.”

Linza’ya döndüm ama ona sormama gerek yoktu. İkimiz aynı akademiden aynı anda mezun olup muhafız olmuştuk ve baştan beri aynı ekipteydik.

“Neredeyse en tecrübesiz ekibiz ve galaksinin en ıssız yerlerinden birinde bu olay bize denk geliyor. Şansımıza tüküreyim,” dedim.

“Sus artık ya, sızlana sızlana başımı şişirdin,” dedi Linza. Sert konuşmuştu. Zaten genelde az konuşur, sert konuşurdu. “Adamlar koca bir gezegeni rehin aldılar, birazdan şartlarını gönderecekler. Bir yol haritası çizeceğimize senin şikâyetlerini dinliyoruz.”

“Tamam, özür dilerim.”

Özrümün son hecesinde, masanın ortasındaki hologram cihazı, mesaj alındığına dair uyarı sinyali verdi. Nob, önünde beliren “kabul” yazısına dokundu. Masanın ortasındaki görüntü kısmında, yılan figürleriyle kaplı bir taht ile tahtta oturan turuncu giysili bir adam belirdi.

Linza şaşkınlıkla koltuğunda geriye yaslandı: “Dixal değil mi bu?”

“Ta kendisi,” dedi Nob. Sakallarını karıştırdı.

“Yok artık! Niye bizi buluyor böyle şeyler?” diye bağırdım. “Galaksinin en çok aranan adamı, hiçbir desteğimiz yokken karşımıza çıkıyor. Ne bok yiyeceğiz şimdi?”

“Susacak mısın sen artık? Sen de başlat şu mesajı, bakalım ne diyor!” diye kükredi Linza. Nob mesajı başlatınca Dixal konuşmaya başladı.

“Selamlar ey Birlik Muhafızları. Ya da Birleşik Gezegenler Muhafızları. Hangi tabir daha çok hoşunuza gidiyor? Her neyse… Du-trion bombasının gezegene düşüşünü izlediniz. Eğer isteklerimizi yerine getirmezseniz bu gezegen, üzerindeki tüm canlı varlıklarla beraber yok olur. Aralarında genç ve zeki bir ırk da var. Her neyse, Birleşik Gezegenler’in veritabanında araştırırsanız öğrenirsiniz zaten bunları. Merkez bölgelerden fazla uzak olduğunuzu ve dışarıdan yardım alamayacağınızı biliyoruz. Size bu gezegenin çeyrek günü kadar süre veriyoruz. Kaç ksipeye denk geldiğini yine veritabanından öğrenirsiniz. İsteğimiz basit: Gravitonik yakıt. Elinizde bizi bir süre idare edecek yakıt olduğunu biliyoruz. Onu bize teslim edin, gezegen kurtulsun. En ufak bir saldırıda bulunursanız, tabir-i caizse bir çocuğu öldürmüş olursunuz.”

Mesaj sona erdi. Muhafız gemisinin üç personeli olarak birbirimize baktık. Nob öfkeyle masaya yumruğunu indirip odadan çıktı. Tipik “lanet olsun,” hareketiydi bu. Muhtemelen düşünmek için tuvalete gidecekti.

Linza masanın benim önümde kalan kısmını işaret edip “bak bakalım veritabanına,” dedi. Rütbemiz eşit olduğu halde bana komutanımmış gibi davranıyordu. Çok mu sinir oluyordum? Hayır. Linza yetkin bir muhafız olduğunu verdiği kararlarla defalarca kanıtlamıştı. Açıkçası Nob bile onun yanında kararsız, acemi bir asker gibi görünüyordu.

Ayrıca itiraf edeyim, ben bu kıza fena halde âşıktım.

* * *

“Birleşik Gezegenler’in henüz temasta bulunmadığı, çok genç bir gezegenmiş,” dedim rapor verir gibi. Gözüm masamın üzerindeki ekrandaydı. “Ara sıra gözlemciler gönderiliyormuş ama hiç müdahale edilmemiş. Varlığımızdan haberleri yok.”

“Muhtemelen büyük bir kibir içindedirler,” dedi Linza. “Kendilerini evrendeki tek canlılar sanıyorlardır. Dine yönelmişlerdir. Ölümden sonra yaşam olduğunu falan düşünüyorlardır.”

“Evet, dediğin gibi dinler hâlâ varlığını sürdürüyormuş.”

“O zaman savaşlar da devam ediyordur. Meşru görülen savaşlar daha doğrusu. Bizde olduğu gibi saçma bir terörizm değil.”

“Savaş da var, terörizm de. Ooo, savaşa ayrılan bütçe bilime ayrılan bütçenin çok ötesinde. Bu gezegen iflah olmaz.”

“Birkaç bin etsta önce senin gezegenin de böyleydi canım. Sen onu bırak da bir günleri kaç ksipe, ona bak.”

“Hemen bakıyorum… 95,71 ksipeymiş bir günleri. Dörtte biri 24 desek… Mesaj geleli 2 ksipe geçtiğini düşünürsek 22 ksipe gibi bir zamanımız var.”

“Fazla değilmiş ya. Hemen bir karar vermemiz lazım. Merkezle iletişimimiz de kesik, iş bize kalıyor.”

“Nob ne düşünüyor acaba?”

“Bilmiyorum. Gelmesini bekleyeceğiz mecburen,” diye dudak büktü. Beklemekten nefret ederdi. Kafası harıl harıl çalıştığından durgunluktan hiç hoşlanmazdı.

* * *

“Sence elimizde bu iki seçenekten başka bir şey yok mu?” diyerek sessizliği bozdum. “Yani, ya dediklerini yapıp yakıt vereceğiz ve elimizden kaçacaklar; ya da vermeyip operasyon yapacağız ama şu gezegeni patlatacaklar.”

“Yok gibi görünüyor,” dedi Linza. “Yakıt tankımızı verirsek hemen kaçarlar ve Dixal’ı yakalama fırsatını kaçırırız. Bizden daha hızlı bir gemileri var sonuçta. Operasyon yaparsak kesinlikle ele geçiririz. Bize karşı koyamazlar, çok güçlü silahlarımız var, ama bu esnada gezegeni gözlerini kırpmadan yok ederler. Daha önce de yaptılar, hiç şakaları yok.”

“Blöf değildir diyorsun.”

“Blöf değil.”

Haklıydı. Galaksi bültenlerini takip eden herkes bunun blöf olmadığını anlardı. Kendilerine “Hürcüler” diyen bu terörist grubun nihai amacı her gezegenin kendisini yönetmesi, Birleşik Gezegenler’in ortadan kalkmasıydı. Bunun için ellerinden geldikçe gezegenler arası savaşlar çıkarmaya, halkın huzurunu bozmaya çalışıyorlardı. Bunun için milyonlarca zeki canlıyı kurban etmişlikleri vardı. Birleşik Gezegenler her ne kadar tüm gücüyle bu teröristlerin kökünü kurutmaya çalışıyorsa da amansız bir hastalık misali herkesin başına bela olmaya devam ediyorlardı.

“İstedikleri yakıtı versek bile gezegeni patlatamazlar mı bunlar?” diye sordum aklıma gelen ani fikirle.

“Yeni mi geldi aklına bu?” diye azarımı da işittim. “Biz yakıt tankını gönderirken, onlardan da ateşleme mekanizmasını bloke eden elektromanyetik dalganın frekans bilgisini öğreneceğiz. Böylece silahı isteseler de ateşleyemeyecekler. Yani öyle bir problem yok, merak etme. Okulda daha ikinci sınıfta öğreniyoruz bunu. O gün derste değil miydin sen?”

O sırada Nob ifadesiz bir suratla içeri girerek beni daha fazla azarlanmaktan kurtarmış oldu. Gri üniformanın, bu göbekli vücuda hiç yakışmadığını düşündüm bir kez daha. Linza bu adama asla âşık olmayacaktı.

İkimizin gözlerinin içine baktı. Masaya oturmadan sordu: “Var mı söyleyecekleriniz?”

Ben daha soruyu algılayamadan Linza atıldı. “Bırakalım gitsinler. Bir gezegeni yok etmeye değmez. Milyarlarca zeki varlık ve aktif bir biyosfer barındıran bir dünyayı gözden çıkaramayız.”

Linza’nın kafasında kararını verip de bana söylememesine biraz kırılsam da durumun vahametiyle üzerinde çok durmadım. “Katılıyorum,” dedim. “Teröristler daha sonra tekrar ele geçirilebilir, ama bunca hayat geri gelmez.”

“Ya geçirilemezse?” diye tersledi Nob hiç beklemediğim bir şekilde. “Ya sonra çok daha fazla zarar verirlerse? Şimdi terörist başını ortadan kaldırma şansımız var. Bir daha olmayabilir. Bir gezegen feda edip diğer binlerce gezegene huzur getirmiş olacağız.”

“Aklını mı kaçırdın sen?” diye ayağa kalktı Linza. “Bir çocuk kadar saf mısın yoksa şu durumun stresinden aklını toparlayamıyor musun? Terörist başını yok edince Hürcüler bir anda ortadan kayıp mı olacak? Nereye gidecek onca Hürcü? Kendilerine yeni bir lider seçip yollarına devam edecekler. Verebileceğimiz küçük bir zarar ihtimali için kimseyi yok edemeyiz. Sen sağlıklı karar veremiyorsun. Bırak bu işi ben halledeyim.”

Nob’un suratında duruma hiç uymayan saçma bir sırıtış belirdi. Linza ise sadece bir nefes alıp makineli tüfek kıvamında konuşmaya devam etti: “Senin önerdiğin şey bir numaralı canlı hakları yasasını çiğniyor Nob. Hiç kimse, hiçbir zaman -başka bir çare varsa- zeki bir canlıya zarar veremez. Biz ise burada milyarlarcasından bahsediyoruz. Birleşik Gezegenler bu kuralın üzerine kurulmuştur.”

“Birleşik Gezegenler’in neyin üzerine kurulduğundan hiç haberin yok güzelim,” dedi Nob ve en beklenmeyen şeyi yaptı. Silahını çıkarıp bize doğrulttu. Ben şaşkın şaşkın donakalmışken Linza kendi silahına uzanmaya çalışıyordu.

“Kaldır elini Linza. Karşı koymaya kalkma.”

“Ne şimdi bu? Ne yapmaya çalışıyorsun?”

Nob’un sırıtışı iyice rahatsız edici olmaya başlamıştı. “Bir şey yapmaya çalışmıyorum güzelim. Sadece o çok sevdiğin Birlik’in verdiği görevi icra ediyorum. Bu gezegene ihtiyacı var. Etrafta sizin gibi canlıseverler olduğu için rahat rahat ihtiyaçlarını alamıyor. Maalesef böyle yollara başvurması gerekiyor.”

“Sen de onlardansın,” dedim teröristleri kastederek. Aslında içimden söylediğimi sanıyordum ama sesim dışarı kaçmıştı.

“Ben onlardan değilim,” diye cevap verdi, “onlar bizden.”

* * *

“Ne oldu şimdi? Hiçbir şey anlamadım ben,” dedim. Linza’nın odasında kilitliydik. Disk şeklindeki Singh-701 model muhafız aracımızın, komuta bölümü hariç dört odasından biriydi burası. Üçü muhafızlara aitken, daha büyük olan diğer oda mahkûmların taşınması için ayrılmıştı.

“Rehin tutuluyoruz,” dedi Linza, “olan bu.”

Yatağında uzanmış, ellerini başının arkasında kavuşturmuştu. Bense odadaki tek koltukta oturmaktaydım. Buraya kimsenin girmesine izin vermediğinden tek koltuk olması gayet mantıklıydı. Şimdi onun odasında olmaktan keyif almak isterdim, ama özgürlüğü kısıtlanmış bir adamın cinsellikten bile zevk alacağını sanmıyordum.

“Onlar bizden derken o teröristlerin aslında Birleşik Gezegenler’in adamları olduğunu mu söylüyordu?”

“Sayılır,” dedi Linza. Bu kez azarlamamıştı. “Bu, öyle basit bir düşmanlık değil. Birlik, varlığını devam ettirmek için bir amaca, bir düşmana, nasıl desem, herkesin ulaşmak için birleşeceği bir hedefe ihtiyaç duyuyor. Artık dış düşman diye bir şey olmadığı için iç düşmana ihtiyacı var. Onu da kendisi var ediyor. Sıradan halk Hürcüler’den nefret ettikçe Birlik’e bağlanıyor. Teröristlerin yok edilmesi için Birlik’in varlığına ihtiyaç duyuyorlar.”

“Bu açıdan hiç bakmamıştım. Birlik’in gerçekten böyle bir oyuna ihtiyacı var mı?”

“Birbirini ezeli rakip olarak gören iki spor takımı düşün. Biri yoksa diğerinin varlığı bir anlam ifade etmez. Birbirleriyle çekiştikçe daha çok taraftar kazanıyorlar, kazandıkları taraftarlar birbirleriyle ne kadar itişip kakışırsa takımlar daha çok kazanıyor. Bir taraf tribünleri daha çok doldurunca, diğer taraf daha da çok doldurmak istiyor.”

“Anlıyorum, Hürcüler olmadan Birlik, Birlik olmadan Hürcüler olmaz.”

“Aynen öyle. O yüzden teröristler de Birleşik Gezegenler’i yıkmak istemiyorlar aslında. Ara sıra hareketlenen olaylar, bir o tarafa bir bu tarafa değişen dengeler işlerine geliyor. Şeye benziyor… Zamanla değişen manyetik alanın elektrik alan doğurması, zamanla değişen elektrik alanın da manyetik alan doğurması ve bu sayede elektromanyetik dalgaların ilerleyebilmesi gibi bir şey… Anlatabildim mi?”

Başımı salladım, çok iyi anlıyordum; ama bu anlayış büyük bir rahatsızlık yaratmıştı bende. Hep güvendiğin birinin sana ihanet etmesi gibi bir histi. Karısının onu aldattığını fark eden adamın o an nasıl duygular çörekleniyorsa yüreğine, işte öyle bir şey içimi acıtıyordu.

“Burada dönen oyunu da anladım galiba,” dedim. “Birleşik Gezegenler’in bu gezegendeki bir şeye ihtiyacı var, ama onu alabilmek için halkı buradaki canlıları yok etmeye ikna etmesi imkânsız. Bir numaralı canlı hakları yasasını en sert şekilde çiğnemek olur çünkü bu. O yüzden bunu teröristler yapmış gibi gösterecekler. Gerçi milyonlarca boş gezegen varken neden buraya ihtiyaç duyduklarını da anlamış değilim.”

“Vardır mutlaka bir açıklaması,” dedi. “Su buharı gerekiyordur mesela. Öyle kolay bulunan bir şey değil. Büyük bir kısmı sudan oluşan bir dünya sonuçta.”

“Bu durumda, plana göre biz teröristleri ele geçirecektik, onlar da gezegeni patlatmış olacaktı. Birlik, zaten yok olmuş bir gezegenden istediğini rahat rahat alacaktı. Ayrıca teröristler bir kez daha nefret malzemesi haline gelecekti. Bir gezegene karşılık, terörist başının ele geçirilmesi kamuoyunda yoğun tepki olmasını engelleyecekti. Senin de dediğin gibi yeni bir lider seçip yoluna devam edecekti Hürcüler. Nob, bizi teröristleri yakalama konusunda ikna etmeye çalışacaktı ama sen çok kararlı durunca son çare, bizi rehin aldı.”

“Aynen öyle, kelimesi kelimesine,” dedi. “Biz de engel olmaktan çıktığımıza göre plan aynen işleyecek.” Belki de ilk kez Linza’dan böyle net bir onay alıyordum.

“Ama en temizi bizi öldürmesi olmaz mıydı? Eve döndüğümüzde her şeyi anlatma ihtimalimiz var.”

“Öldürecek zaten. Sadece her şeyin plana uygun şekilde sonuçlanmasını bekliyor. Kimse birbirine güvenmiyor bu âlemde. Nob, Birlik’e de Hürcüler’e de tam olarak güvenemiyor. Bir şeyler yanlış giderse bizi sonradan kullanabileceğini düşünüyor.”

“O zaman nasıl böyle sakin kalabiliyorsun?” diye ayağa fırladım. Ölümün bu kadar yakın ve kesin olması bana dayanılmaz gelirken onun tepkisizliği hayret vericiydi.

Yatağında doğrulup oturur vaziyete geldi ve gözlerimin derinliklerine baktı. “Bak sana bir şey anlatayım. Durum kafanda daha da netleşsin. Birlik ve Hürcüler’in içinde olan insanların çoğunun, hatta neredeyse hiçbirinin bu oyunlardan haberi yoktur. Ezeli rakip iki takım örneğindeki oyuncuların, taraftarların hatta çoğu yöneticinin de rakip takımı hayatta tutmak gibi bir derdi olmadığı gibi. Hemen hemen herkes oyunda bir piyondur. Bazıları -senin, benim veya Nob gibi- durumu kavrar ama hiçbir şey değiştiremez. Bu danışıklı dövüş sonsuza kadar sürmeye meyillidir.”

Başımı salladım, işin nereye varacağını merak ediyordum. Linza derin bir nefes alıp devam etti: “Dixal son zamanlara kadar bu oyunu bilen ve kurallara göre oynayan bir Hürcü’ydü. Birlik de uzun süre onun liderliğini destekledi. Ama son zamanlarda bazı çatışmalar oldu. Birlik de onu indirmeye karar verdi. Bugün oynanan oyunun bir yönü de bu. Dixal’ın bugün yakalanacağını bilmemesi, yakıtı alıp kaçacağını sanması gerekiyordu ama içerideki adamları, bu bilgiyi sızdırdı. Dixal da bu oyunu bozmak için harekete geçmiş durumda.”

“Sen nereden biliyorsun ki bunları?”

“Ben de onlardanım.”

“Onlardan?”

“İçerideki Hürcüler’den.”

* * *

Karısının kocasını aldatması gibi bir histen mi bahsetmiştim ben az önce? Linza’nın bir Hürcü olduğunu duyduğum anki hissim onun yedi katı kadardı. Bir teröristin odasındaydım, bir teröristin mesai arkadaşıydım, bir teröriste âşıktım. Günlük hayatımızda teröristlere karşı öyle doldurulmuştum ki, onların normal varlıklar olmadıklarını düşünür olmuştum. Ama okul zamanlarından beri yan yanaymışım işte. Onlar da benim gibiymiş.

“İşte bu yüzden bu kadar sakinim,” dedi, “Dixal durumun farkında ve o gezegeni patlatmayacak.”

Anlamsız anlamsız baktım. Gezegen mezegen pek umurumda değildi o an. Bu odanın dışındaki hiçbir şey anlamlı gelmiyordu. Evren buradan ibaretti. Hem ihanete uğramış gibi, hem büyük bir sır öğrenmiş gibi, hem de… sözcüklere dökülemeyecek şeyler hissediyordum.

“Nob’un bize söyledikleri kayıt altına alındı ve şu an Hürcüler’in haberleşme sistemlerinde geziniyor. Kısa bir süre sonra Birlik’in yüksek yöneticilerinin eline geçecek. Nob’un bizi yok etmesine gerek kalmayacak. Dixal’ın söylediği çeyrek gün süre, bizim kurtulacağımız süreydi aslında. O gezegenin patlayacağı süre değil.

* * *

Süre dolana kadar odada sessizce bekledik. Sustum. Linza konuşsa da ben sustum. Sadece düşündüm. Çok hızlı çalışmadığını bilmediğim kafamı sonuna kadar zorlayarak düşündüm. O andan itibaren neler olacağını az buçuk kestirdim. Ve beklediğime çok yakın şeyler oldu.

Nob hiçbir şey söylemeden bizi odadan çıkardı. Silahı yoktu. Yüzü asık ve bembeyazdı. Birlik’e ne söyleyeceğini, kendini nasıl savunacağını düşünüyordu muhtemelen.

Üçgen biçimindeki ana masaya gittik ve oturduk. Teröristler, daha doğrusu Hürcüler’in Greene-19 model uzay gemileri ortadan kaybolmuştu. Yakıt falan almadan.

Aşağıda mavi mavi parıldayan, canlılıkla kaynaşan gezegen, varlığının tehdit altında olduğunun farkına bile varmadan rehinelikten kurtulmuştu. Merkeze geri döndük. Olay hiçbir zaman basına yansımadı. Hürcüler isteseler Birleşik Gezegenler’i derinden sarsabilirlerdi ama yapmadılar. Yapmayacaklarını biliyordum.

Nob’a gizlice görevden el çektirildi. Sağlık sorunları sebebiyle muhafızlıktan ayrılmış gibi görünüyor. Ben aynı uzay aracıyla, işime devam ediyorum. Bana kimse bulaşmadı, pek umurlarında olmadım. Ama gizliden gizliye takip ediliyor olabilirim tabii.

Linza ise… Gitti. Tek kelime. Tek, basit ve umutsuz bir kelime… Gitti! Kendi isteğiyle başka bir birime tayinini istedi. Birleşik Gezegenler’in yağlı dişlileri, bu ayrılık talebini memnuniyetle kabul edip onu derhal çok uzak bir görev yerine gönderdi.

Bütün bunları kelimesi kelimesine aktardım ve hiçbir yerde durumu saptırmadım. Belki bu yazının yayılması bir şekilde engellenecek ama ben elimden geleni yaptığıma inanıyorum. Elveda herkese. Şu an itibariyle ölüm emrimi imzalamış bulunuyorum. Sistemin çarklarına bir deli cesaretiyle atlamakta olduğumun farkındayım.

Son sözcüğüm sen ol istiyorum: Elveda Linza.

SON

Gökcan Şahin

Hem hayalperest, hem sayısalcı bir kafayla dünyaya geldim; hem mühendis hem yazar oldum. Başta bilimkurgu ve fantastik kurgu türlerinde olmak üzere pek çok öyküm, çeşitli edebiyat ortamlarında yayınlandı, ödüller aldı. Bir yandan mesleğimi yaparken bir yandan da yazmaya, hayal kurmaya ve yaratmaya devam ediyorum.

Dişlilerin Arasında” için 8 Yorum Var

  1. Öykü bitince hissettiğim en önemli şey; uzun bir romanın başından kalkıyormuşum duygusu oldu! Şimdi bir kez daha düşünüyorum da, oturup üzerinde çalışılsa çok iyi bir bilimkurgu romanı çıkarmış. Uzun süredir okuduğum en sağlam bilimkurgu öykülerinden biri oldu. Göndermelerin ve satır aralarındaki verdiğin bilgiler de ayrı bir takdiri hak ediyor. Bunun için sonsuz teşekkürler! Kalemine sağlık…

    1. Motivasyon takviyesi yapan yorumun için teşekkür ediyorum Hakan. 🙂 Aslında şu an üzerinde çalıştığım romanın bu öyküye benzeyen tarafları var. Belki dediğin “çok iyi bilimkurgu romanı” o olur. 😛

  2. Yine tek kelimeden başlayarak akıp giden ve okuyucuyu bir an bile sıkmayan çok başarılı bir öykü. Kurgunun sadeliği ve içerikle olan uyumu okunabilirliği üst düzeye getiren en önemli etken olmuş. Her zaman ilgimi çeken bilimkurgu ögelerinin politik bir kurguyla harmanlanması da öykünün ana dinamiği sanırım.

    Yalnız benim için bu kadar açık politik alegoriler rahatsızlık kaynağı oluyor genelde. Öykünün edebi bir metin değil de hiciv amacıyla yazıldığı hissine kapılıyorum. Böyle kendi aramızda sohbet ederken yaptığımız benzetmelerden öykü çıkmış gibi oluyor. Belki de sevdiğin tarz budur ve onun için böyle yazıyorsundur ancak ben yine de belirtmek ihtiyacı hissettim 🙂

    Ellerine sağlık.

    1. Aslında her öykümde bu tarz politik içerik yoktur; ama seçkilere gönderdiğim iki öykü de şans eseri o tarzda oldu. Aklımdaki bazı toplumsal veya politik konulardaki soru işaretlerini öykülerimde konu etmeyi seviyorum galiba. Bu tarzdan hoşlanmıyor olabilirsin, bunu belirtmiş olman da gayet doğaldır. 🙂 Öykümü okuduğun, yorumladığın ve başarılı bulduğun için teşekkürler. 🙂

  3. Gözden kaçmaması gereken, sade ve güçlü bir öyküydü. Eleştiri dozu benim hoşuma gitti, başarılıydı. Eline sağlık Gökcan, ne yazsan okunuyor. Nasıl iş çözemedim vallahi. 🙂

    1. Nasıl anlatıldığına değil anlatılan şeye odaklı bir tarzla, kendimi de okuru da bunaltmadan, eğlenerek ve zevk alarak yazıyorum. 🙂 Başka da çözülmesi gereken bi şey yok zaten. Sağ olasın yorum için. 😉

  4. Senden uzun şeyler okumak daha iyi oluyor, şimdi bunu anladım. Bu öykü daha uzun olsa da sıkılmazdım herhalde. Ve böyle siyasi eleştirilerin bir bilimkurgu öyküsünde verildiğine ilk kez tanık oldum, sanırım cahilliğimden, pek bilimkurgu okuyan biri değilimdir. 🙂

    Öykünün anlatıcısının hafiften salaklığı, dünyanın genel haline yapılan kısa bir yorum ve eleştiri yönü, bunlar öyküye edebi değer katan şeylerdi bence. Tebrikler…

    1. Evet, aslında bu öykü daha uzun anlatılmayı hak ediyordu ve kurgu itibariyle en sevdiğim öykülerimdendir. Belki ileride bir gün novella haline getiririm. Yorumun için teşekkürler Gurur. 🙂

Bir Yorum Yap

E-posta adresiniz yayımlanmayacaktır.Yıldızlı olan alanların doldurulması zorunludur. *