Öykü

Ejder Savaşçısı Hiçkimse

Bir hayli yüksekten düşüyordu adam. Önce vücudunu saran alevleri gördü. Gittikçe artan bir hızı alevleri söndürdü. Yine de nereye düşeceğini bilmeden düşüyordu. Bir kaç saniye sonrasında tekrar yandığını hissetti. Bir acı değildi yaşadığı, bayağı bir sıcaklık her yanını sarmıştı. Düştükçe çevrenin sıcaklığı daha da artıyordu. Alevleri görüyor ama canı yanmıyordu. Hızlandıkça alevlerde büyüyor bir meteor bir göktaşı gibi görünüyordu. Kendini olacaklara bıraktı. O zaman düşme hızının azaldığını düşünmeye başladı. “Bakalım sonu nereye varacak” diye düşünerek kendini saldı.

Çevresinde sesler, tiz bağırışlar, çığlıklar duyduğunda iyice afalladı. Düşmenin oluşturduğu rüzgar nedeniyle gözlerini açamıyordu. Tüm gücünü kullanarak gözlerini araladığında bağırışların nedenini anlamıştı. Kendisine saldırmak için dolanan ejderhalar çevresini sarmıştı adeta. Sayılamayacak kadar çoklardı ve çevresinde daralan daireler çiziyorlardı. Ne yapacağını bilemedi bir an. Elini beline atınca kılıcının yerinde olmadığını hissetti. O an hemen yanı başında kocaman bir baş gördü. Pullar çevrelemişti başın her yanını. Kartal gagasını andıran bir ağız vardı. Başının üzerinde de keskin dikenli çıkıntılar görünüşüne ayrı bir heybet katıyordu. Kendini can havliyle yana atmasaydı, canavarın dişleri, etinin tadına bakacaktı. Kaçtığı yönde de diğeri kadar iri olmasa da koca bir ejder vardı. Kendini köpekbalıklarından kaçmaya çalışan bir minik balık gibi hissetti. Dibe daha derine daldı. Belki zeminde saklanabileceği bir mağara veya bir oyuk bulabilirdi. Birkaç dakika sonrasında çevresinde dönüp duran canavarlardan kaçma konusunda iyice ustalaşmıştı.

Yere indiğinde, kayalıklara doğru koşmaya başladı. Tam arkasında, ilk karşısına çıkan kırmızı ejder vardı. Sırtına kadar vuran bir sıcaklık hemen arkasına düşen ejder alevini hissettirdi kendisine. Kaçtıkça kanat sesleri o kaçtıkça peşinden geliyordu. Nasıl bu kadar hızlı koştuğuna şaşırıyordu ama nedenleri ve niçinleri düşünecek zamanda değildi. Yerden diş gibi yükselen bir kaya gördü ilerisinde. Üç dört metre yüksekliğindeki yekpare kaya kendisini az da olsa koruyabilirdi. Hızla arkasına geçti kayanın. O an arkasındaki kızıl ejderin sesinden başka sesler duydu. Yukarıya kaldırdı kafasını, alevler içindeki gökyüzüne baktı. Yukarılarda sayısız irili ufaklı ejderha dönüp duruyordu. Birden ayaklarının altında yumuşak bir nesnenin varlığını hissetti. Büyücek, bir seccade ölçülerinde bir ipek halıydı. Saniyenin küçük bir kesrinde kafasının içerisinde daha önce duyduğu sesi duydu…

“Al o halıyı ve yere ser” eğildi çabuk hareketlerle halıyı açtı. Işıl ışıl bir ipek halıydı “Otur üzerine.” Başka bir şey duymasına gerek kalmadı Halının üzerine oturur oturmaz halı hızla yerinden fırladı. Aklına masallardaki uçan halı gelmişti. Halının hızından neredeyse düşecekti. Ama görünmeyen kollar kendisini sımsıkı halıya bağlıyordu. Elini halı üzerinde gezdirdiğinde uzun bir dal fark etti. Eline alıp ne olduğunu incelerken dalın ucundan bir alev demeti fışkırdı. Biraz önünde uçan ejderin kalbine gelmişti ışınlar.

“İşte sana uçan bir nesne ve çevrendeki ejderleri yok edebileceğin bir silah.” Kafasının içindeki sesti konuşan. “Şimdi benim sana ihtiyacım var. Bütün bu yaratıkları yok etmelisin” dedi. Genç adam duvarın üzerinden buraya nasıl geldiğini anlamamıştı ama kendisini var eden zihnin şimdi tamda bu esnada kendisine gereksinimi olduğunu anlamıştı. “Anladım” dedi mırıldanır gibi.

Enerjisi, nereden geldiği belli olmayan ama yaşam enerjisi kadar güçlü silahını kullanmaya başladı. Çevresinde dönüp duran, kanatlarıyla, ağızlarından çıkan alev toplarıyla üzerine üzerine gelen canavarlarla savaşmaya başladı. Bir saati geçen bir süre sürdü savaşı. Yok ettiği her kanatlı yılandan sonra çevresinin sıcaklığı düşüyordu. En son, son vuruşma için kızıl dragonla baş başa kaldılar. Gücünün tükendiğini hissediyordu ama bu son yaratığı yok etmeden ne kendisinin ne de kendisini var edenin rahat etmeyeceğini biliyordu. Elindeki değneği kanatlı varlığa yöneltti. Asanın ucundan fışkıran soğuk beyaz alev kan kırmızı şeffaf deriye çarpınca deri kaskatı olmuştu. Ama o esnada, iri dişlerin arasındaki dipsiz cehennem kuyusundan fışkıran, lal rengindeki diller kendisinin derisini kavurmuştu. Asasını bir kere daha yöneltti. Bir soğuk alevler bir daha çarptı kan kırmızı gövdeye. Bu kere isabetli olmuştu vuruş. Yaratık sendeledi. Hemen ardından gelen ikinci üçüncü vuruşlar kızıl ejderin ağzından yeri göğü inletecek bir bağırışa neden oldu. Ve son vuruş, kalın pulların altındaki kalbi dondurdu. Hayvanın kanat çırpması durdu. Boşluğa düşmeye başladı hızla. Artık çırpınmayan kanatların oluşturduğu girdap neredeyse ipek halısının üzerindeki genç adamı da sürükleyecekti. Savaş kazanılmıştı. Yavaşça süzülen halı yere indiğinde sürücüsü yığılıvermişti öylece yumuşak desenlerle kaplı halının üzerine.

Yoğun bakım ünitesine giren hemşire, yatağın kenarında duran uzun dalı görünce şaşırdı. Böyle steril bir ortama bu uzun ağaç parçası nereden gelmişti. “Allah Allah” dedi kendi kendine. Kabukları soyulmuş, eğri büğrü, neredeyse bir buçuk metre uzunluğundaki bir dal sedyenin hemen yanında duruyordu. Tam görevliyi çağıracaktı ki içeriye yaşlı biri girdi. “Affedersin hanım kızım seccade mi burada unutmuşum” dedi. Nöbetine yeni başlayan hemşire ne olduğunu anlamamıştı ama “Ya baba seni gönderen yazar bozuntusu hiç olmazsa farklı birini gönderseydi ya” dedi.

“Ne yapacaksın, bu satırları kaleme alanın aklına ancak bu kadarı gelmiş olmalı” dedi yaşlı ve ak sakallı adam. Hem değneği hem de hemen yanında duran dürülmüş ipek halıyı aldı ve odadan çıktı…

“Ne garip” dedi yoğun bakım odasından dışarı hemşire kendi kendine. “Uzun zaman yanık tedavisi gördü, tedaviye cevap vermedi. Sonra bir sabah uyandığını fark ettik ama hemen yaşlı bir adam peydahlandı. Neredeyse ben de dedelere ve yeşil sarıklılara inanmaya başlayacağım” Bir an durdu “Üstelik adam, uyanır uyanmaz kağıt kalem istedi” dedi. Hemşirenin bilmediği konuysa, bunun bir ödeşme olduğuydu. Önce adam zihninde birini var etmiş, ardından insafsızca sadece sesini duyan biri olsun diye” diyevar ettiği kahramanı yakmıştı. Ama kendisinin de o kişiyle bir olduğunu bilmeden kendisini de yakmıştı. Ve o birisi, içindeki alevleri söndürmeye yardım etmişti. Haklıydı adam, haklıydı, yazacak çok şeyi vardı…

Birkaç gün sonra, sessizliğin ortasında, yemyeşil çayırların üzerinde oturan genç adam kafasını boşluğa, engin maviliğe kaldırarak sordu “Sence ejderhalarla yapılan savaş yeterince inandırıcı oldu mu? Olmadıysa başka neler bekliyor beni.” Cevap kafasının içindeydi “Sen şimdilik rahatına bak” bu defa da kimselerin dikkatini çekemezsek, başka bir şeyler düşüneceğiz elbet”

“Sizden bir tek şey istiyorum” dedi. Bir adım olsun; benden söz ederken hiç kimsemişim gibi söz etmeyin Bir an bir sessizlik oldu. Ardından ses tekrar duyuldu

“Tamam, haklısın, artık senin bir adın var. “Hiçkimse” Ejder Savaşçısı Hiçkimse”

Cevdet Denizaltı

Ben Cevdet Denizaltı; tercih ettiğim şekilde olursa Aziz Hayri. İzmir’de Eşrefpaşa’da doğdum. Önce Çınarlı Endüstri Meslek Lisesini sonra Erkek Sanat Yüksek Öğretmen Okulunu bitirdim. Makine Teknolojisi bölümü öğretmeni olarak görev yapıyorum. Okumayı, araştırmayı, yazmayı seviyorum. Tür ayrımı yapmam, bilimkurgu, fantastik kurgu ve tarihi romanlar favorim. Poe ve Tolkien hayranıyım.

Ejder Savaşçısı Hiçkimse” için 2 Yorum Var

  1. Selamlar,

    Yorumuma, haddim olmadan sitem ederek başlayacağım. “Ejder Savaşçısı Hiçkimse” seçkideki 19. öykünüz. Her ne kadar hepimiz amatör yazarlar da olsak bir şeyler bilerek yazıyoruz. Öykünüzde birkaç tane -de bağlacı yanlışlığı gördüm, bazı yerlerde -ki klavye hatalarını pek önemsemesem de-bitişik yazılmış sözcükler gördüm -bunungibi-

    Şu cümleye benzer birden fazla cümle vardı: “Gittikçe artan bir hızı alevleri söndürdü.” gereksiz yere çok fazla ‘bir’ kullanmışsınız, böyle olunca okuma hızını oldukça sekteye uğratıyor. Öykü yazmakla ilgili okuduğum ve şimdi nerede yayımlanıp kim tarafından yazıldığını hatırlamadığım bir yazıda “Öykülerinizde olabildiğince az ‘bir’ yazın” diyordu.

    Bazı cümlelerinizin anlam bütünlüğü yok, en azından ben kavrayamadım. “Ya baba seni gönderen yazar bozuntusu hiç olmazsa farklı birini gönderseydi ya” gibi. Bu cümlede, yazarın ‘ak saçlı, asalı klasik bir tip çizmesine serzenişte mi bulunuyor, yoksa ak saçlı dedeyi daha önce göndermiş de bu defa başkasını göndermesini mi istemiş pek anlayamadım.

    Ayrıca noktalamalarda da bayağı eksiklikleriniz var, öyküyü bitirdikten sonra paragraf paragraf inceleyerek hatalarınızı gözden geçirmenizi öneririm, gerekirse yakınlarınıza okutarak göremediğiniz hataları size göstermesini isteyebilirsiniz.

    Bundan başka, öykünün genel itibariyle kurgusallığını beğendim. Amatör bir yazarın yazması gerektiği gibi, mütevazı, kendisiyle hafif dalga geçen, hoş bir dil. Sadece bize biraz “neden ve ne için” sorularının cevapları da verilseydi daha güzel olurdu gibime geldi.

    Ellerinize sağlık.

  2. Biraz geçte olsa yazdıklarınızın farkına vardım. Tüm eleştirilerinize katılıyorum özellikle de Türkçeyi kullanma konusunda söylediklerinize. Ki eki de bağlacı bu konuda en çok yanlış yaptıklarımdan. Bu tür yanlış alışkanlıklardan kurtulmaya çalışıyorum ama takdir edersiniz ki bu zaman alıyor. Bu hatalar biraz da dikkatin yanlış yönlenmesinden kaynaklanıyor. Yani dikkatimi öykünün bütünlüğüne harcadığımdan daha az önemli olarak gördüğüm noktalama işaretleri ve imla kuralları geride kalıyor. Bir de tavsiyenize uyup daha az bir yazmaya çalışacağım.

Bir Yorum Yap

E-posta adresiniz yayımlanmayacaktır.Yıldızlı olan alanların doldurulması zorunludur. *