Öykü

Gerçek Dünya

Havanın mevsim normallerinden daha soğuk olacağını az çok tahmin edip sıkı sıkı giyinse de sonbahar rüzgârı içini ürpertiyordu. Asırlık çınar ağaçları kışa hazırlık için yapraklarını dökerken eğildi ve yere düşen yapraklardan bir kaç tanesini eline aldı. Sonra az ileride bulunan küçük çamlardan da ufak bir dal kopardı ve kokladı. Birden çocukluk yıllarına gitti. Çocuklukta ağaçların yanından geçerken elini attığı ağacın dalı, yaprağı neresi gelirse kopartır sonrada yol boyunca bunu sağa sola atardı. Çamın dalını kopardığı an babasının, oğlum koparma yazık değil mi? onların da canı var dediğini anımsadı. Ne güzel zamanlardı diye geçirdi içinden. Çocukluğundan beri terk edemediği bu huyu yüzünden üniversitede bile akademisyen arkadaşları onunla dalga geçerlerdi. Sonra birden sonbaharın da etkisiyle “62 yaş Hakan” dedi kendi kendine.

Bu gün ülkenin Psikoloji anlamında yetiştirmiş olduğu en iyi üç profesörden birincisi olmasa da en kötü ihtimalle üçüncüsüydü. Türkiye de ve dünyada yayınlanmış yüzlerce makalesi, onlarca kitabı vardı. Halen yazdığı makaleler ve çıkardığı kitaplar kitleler tarafından takip ediliyordu. Yıl içerisinde en az üç beş kez ülkenin en ünlü televizyon kanallarında ki programlara davet ediliyordu. Ama artık eskisi kadar coşkulu ve istekli değildi. Artık hayatı daha durağan yaşamak, herkes gibi olmak istiyordu, yıllardır koşturmaktan bıkmıştı. Doğa bile sonbaharda görevini yapıyor üzerinde ki fazlalıkları atarak kışa hazırlanıyor, oysa ben hala ilkbahar gibi yaşamakta ısrar ediyorum diye kendini kınadı. Eline telefonu aldı ve birazdan burada olması gereken meslektaşı Serdar’ ın numarasını çevirdi.

“Alo”

“Serdar bu gün canım yataktan çıkmak istemiyor. Beni affedin. Malum yaş 62 sende bilirsin ki bu yaşlarda insan macera istemiyor. Siz Suna ile devam edin.”

“Yaşlı bunak dalgamı geçiyorsun sen. Sağına bakar mısın?”

Elinde telefon sağına döndüğünde Serdar’ın gösterişli arazi aracını gördü. Arka koltukta camı açmış olan Suna’ da ona bakıyor ve el sallıyordu. Yakalanmış suç işlemiş çocuklar gibi isteksiz ve mahcup bir halde arabaya doğru ilerlemeye başladı. Şu saatte sokağa inmemiş olsa bu işten yırtabilirdi belki, ama artık böyle bir şansı yoktu.

“Merhaba.”

“Bunak artık bizle kafa buluyorsun sen değil mi? Suna senin için torunlarını bıraksın şu güzelim cumartesi günü, sen hazırlan sokağa çık ve sonra bizi ara neymiş beyefendi af istiyormuş.”

“Tamam, Serdar daha fazlasını beklemiyorum zaten sen kendine bile acımayan bir adamsın ki bana acıyasın, ya da sevgili meslektaşım Suna’ya.”

Sarışın, mavi gözlü bu güzel kadının bu maceraya atılmasının tek nedeni biraz önce telefona çıkıp gelmekten vazgeçtiğini söyleyen Hakan’ dan başkası değildi. Hakan’la Doçent olduktan sonra geldiği ülkenin en büyük üniversitesinde birlikte çalışmaya başlamışlardı. O zamanlar profesör olan Hakan ve Serdar üniversitenin en popüler kişilikleriydi. Onlarla çalışabilmek bütün gençlerin en büyük hedeflerinden biriydi.

Suna’nın eşinden ayrılması ve Hakan’ ın eşinin ölümü sonucu aralarında bir elektriklenme yaşanmıştı. Bazı akşamlar birlikte takılmaya başlamışlardı. Sonrası mı? Sonrası gelmemişti bir türlü. Hakan daha sonra kimsenin nedenini bilmediği bir şekilde kendini geri çekmişti. Ama Suna ona her zaman hayrandı ve hala aşıktı. Bu gün Hakan’ ın son dakika telefonuna alınmıştı.

“Hakan kendini çok mu kötü hissettin ki böyle bir şey yaptın, yoksa sen bize bunu yapmazdın.”

Aslında bize derken, bana demek istediğini araçta olan Serdar da anlamıştı ama bunun üzerinde durmadı.

“Bilmiyorum Suna bu gün içimden kendimi dinlemek, sessizliğe kaçmak bir sahilde avare avare gezmek hiç konuşmamak geldi. Sanki bu gün öleceğimde son kez bir başıma dünyaya bakabilme isteğim vardı.”

“Şuna bak adam resmen bunamış ve yaşlandık mı ne diyor, Suna gereken cevabı verir misin lütfen?”

“Bilmem belki de yaşlandık Hakan, ama ne fark eder ki sonuçta gideceğimiz nokta bu değil miydi? Yoksa sende şu ölümsüzlük iksirini bekleyenlerden misin?”

“Asla! Kokuşmuş bir dünyada kendine bile faydası olmayan bir varlık olarak yaşamaktansa, bitkilere gübre, böceklere yiyecek olmak daha çok işime gelir.”

“Ya neden hep ölüm bu gün konumuz. Hadi kesin vızıltıyı bakın şehrin gürültüsünden kurtuluyoruz.”

Birazdan rampa tırmanmaya başladılar. Buralara daha önce gelmemiş olan Suna ve Hakan etrafı dikkatle gözlemliyorlardı.

“Şu renklerin ahengine bak Hakan” diyen Serdar sessizliği bozmuştu. Gerçektende sonbaharla birlikte doğa da bütün renkleri görmek mümkündü.

“Arkadaşlar ben düşündüm de tamam konuştuk bir şeyler ama sanki yanlış yapıyormuşuz gibi geldi bana. Sonuçta zaten var olan bir şeyi kendimizi kanıtlamak için yapmak, sonra bir bireyin yaşamını yönlendirmek, iradesine sahip çıkmak ve onun hayatını çalmak. Çok acımasızca değil mi?”

“Hadi profesör vicdan yapmasan olmaz mı? Sanki birbirimizi ilk kez tanıyoruz. Sen değil misin ölüm kitlelere hükmedebilmeli diyen. Şimdi yaşlandın diye bütün savlarınızdan feragat edebileceğini mi sanıyorsun. Halen istihbarat örgütlerine nasıl ölüm makineleri yetiştirileceği konusunda fikirler üreten ben değildim. ”

Hakan sustu ve Serdar’ a cevap vermedi. Aslında son dediği hususları Hakan ve Serdar dışında kimseler bilmiyordu. Serdar muhtemelen Suna ile Hakan’ ın yakınlaştığı dönemde bu konuyu Suna’ ya açtığını düşünmüştü ama Hakan ketum bir adamdı ve birçok şeyi kendisine saklardı.

Psikoloji alanında kendini çok iyi yetiştirmiş olan Serdar’ ise en aktifleriydi. Asla yerinde oturmaz, sürekli oradan oraya koşturur dururdu. Nerede toplumsal bir olay var Serdar ordaydı. Bazen takılırlardı ona sen ne ara uyuyorsun diye. 60 yaşında ki Serdar halen bekar, gecelerin hızlı playboyu, öğrencileri ile bile çıkmaktan çekinmeyen garip bir adamdı.

“Bu arada Serdar bizi nereye götürüyorsun.”

” Sizi insanlığın başlangıcına götürüyorum sevgili dostlar. Bu gün farklı bir deneyim yaşayacağız.”

“Ben zaten bu Serdar’ın bir şeyler karıştırdığını biliyordum Suna, düşünsene adamın altında son model bir arazi aracı var, dağlarda keçi yetiştirir, evinin bodrumunda karanlıkta köpekler, sıra insanlara geldi. İster misin deneyini bize uygulasın.”

“Neden böyle söylüyorsun sevgili dostum. Bu dünyada kekik kokusu alabileceğin tek yere getirdim seni ve sen hala ukalaca konuşuyorsun.”

Bu arada arabanın yerden yükselmesiyle sarsıldılar.

“Neler oluyor Serdar.”

“Yok bir şey sadece yol bitti.”

Gerçektende yol bitmişti ama Serdar’ın arazi aracı yerden epey yüksekti ve bu şekilde dağ, taş demeden ilerliyorlardı. Bir ara çok dik bir rampaya geldiklerinde Suzan korkudan ne yapacağını şaşırdı ve keşke yürüseydik dedi. Ama bu Serdar’ın umurunda bile değildi. Ormanın içinde bir sağa bir sola devam ederken bir süre sonra orman sınırını geçtiler

Serdar arabayı bir kenara çekti ve artık yürüme zamanı dedi. Burası resmen hiç insan uğramamış bir bölgeydi. Orman sınırının epey üstüne çıkmışlardı rakım neredeyse üç binlere dayanmıştı. Esen rüzgârın yanı sıra bir saatlik tırmanış Hakan ve Suna’yı tahminlerinden fazla yormuştu. Allah’tan Serdar hazırlıklıydı da içecek suları atıştıracak bir kaç parçada olsa ekmekleri vardı.

Hakan daha fazla dayanamadı ve “dostum keçi bakmaya mı gidiyoruz deneye mi?”

Serdar sessiz kalmayı tercih etti. Zaten yorulmuş olan ekipte kimsenin ağzını bıçak açmıyordu. İki saatlik yürüyüşün ardından küçük bir mağara girişine geldiler. Girişe göre en fazla iki kişilik küçük bir inden başka bir yer değildi burası.

“Nasıl yani burası mı, bu küçücük yerde mi ölümü yetiştirmeyi planlıyorsun sen? Sonra kış gelince buraya gıda bile getiremezsin Serdar.”

Serdar eliyle Hakan’ a sus işareti yaptıktan sonra mağaraya girdi. Ardından Hakan ve Suna içeri girdiler.

“ Neden burası ölümün yetişmesi için yeterince bakir bir alan değil mi sizce?”

İçerinin yeterince geniş ve büyük olduğunu gören Suna ve Hakan önyargılarının kurbanı olmuşlardı.

“Hayır burada insan yaşayamaz.”

“Neden yaşamasın Hakan ilk insanların ne şartlarda yaşadıklarını bilmiyor muyuz? Hadi onları geç bu günün insanının düşünmesi bile yasak. Ve sen bu şartlarda şu bakir alanda insan yetiştiremeyeceğimizden söz ediyorsun.”

“Serdar sanırım sen çoban bulamadın ve profesyonel bir çobana ihtiyacın olduğu için bu deneyi kullanmak istiyorsun ama bizi neden buralara kadar yordun sevgili dostum?” dedi Hakan.

Mağaranın içinde kahkahalarla güldükten sonra Serdar birden ciddileşerek,

“Peki, biz ölümün niteliklerini konuşalım isterseniz sevgili dostlar.”

İlk söz alan Suna “Bence ölüm acımasız olmalı, bunu bir makine gibi düşünelim mesela, statik olmalı, istekleri olmamalı, ona sadece yiyecek, içecek bir de kadın vermeliyiz, onun dışında bir isteği olmamalı, asosyal olmalı ki işini iyi bir şekilde yapabilsin. Her şeyi madde olarak görebilmeli, onu topluma çıkarttığımızda sadece emirleri yerine getirmeli, onu mağaradan hiç çıkartmamalıyız ve bakıcısı olan kişinin yüzünü dahi görmemeli, aynı zamanda çok az kelime bilmeli ki onunla konuşup kafasını karıştıramasınlar, hatta bu sözcükleri bile biz belirlemeliyiz. Hiç kullanılmayan bir dilde evet, hayır, ekmek, su, kadın diyebilmeli. Sonra ona bütün ateşli ve ateşsiz silahlarla ilgili eğitimler vermeliyiz. Her şartta hayatta kalabilmeli.”

Hakan “Katılmıyorum sana Suna bence ölüm sosyal olmalı, tamam biz onu ilk başta bir mağarada yetiştirelim ki beynini istediğimiz gibi yönlendirebilelim. Belli bir yaşa gelince bütün sosyal ortamlara sokalım ama tek bir şartla beynini biz yönetelim. Ona ne isterse verelim, ama çok iyi bir hatip olsun. İçindekileri kendine saklayabilsin. Kitleleri ardından sürükleyebilsin. Onu mıknatıs gibi yapalım öyle ki gören ona bağlansın.”

O ana kadar susan Serdar söze girdi “ben bu konuda korkarım Hakan’ a katılıyorum Suna bence de ölüm sosyal olmalı ki kitleleri yok edebilsin. Ortamı şu gereksizlikten temizleyebilsin. Sonuçta senin ölüm tanımınla sadece binleri ortadan kaldırabiliriz oysa Hakan’ ın ölüm tanımıyla milyonları yok edebiliriz.”

Suzan bu sözlerde ki milyonlar sözüne takıldı.

“Nasıl yani 2. bir Hitler mi yaratacağız? Üstelik burada.”

Neden olmasın diyen Serdar yerinden kalktı ve mağaranın diğer ucunda yerden aldığı bir odun parçasını yaktı ve meşale mağarayı aydınlatmaya başladı

Hakan ve Suna oldukları yerde çakılıp kalmışlar Serdar’a odaklanmışlar bu deli gene ne yapıyor der gibi o tarafa bakıyorlardı. Bir taraftan da bundan sonraki adımı merak ediyorlardı. Serdar eliyle gelmeleri gerektiğini belirtti. Ayağa kalkan Suna, Hakan’ a “sen ki makul bir adamsın neden böyle delice bir oyuna katıldın ki?” dedi.

Hakan aynı suali ona sormak istedi ama olmadı neden burada olduğunu biliyordu. Sonuçta Serdar çılgının tekiydi ve bu gün Psikoloji alanında ülkede söz sahibi olan Suna ve Hakan’ ı yıllar sonra kimseler anımsamayacaktı. Oysa bu deneyi yapmaları halinde dünyada isimleri ölümsüz olacaktı. Belki de Suna inancı gereği ikinci kez dünyaya geldiğinde deneyin dönütlerini bile alacaktı. Bunları düşünerek mağarada ilerlerken çok garip bir şey oldu Serdar’ın uğraştığı duvar birden açıldı ve orası açılır açılmaz mağara girişi kapandı. Açılan kapıdan gelen ışık gözlerini aldı. Tereddütlü bir şekilde ve çaresiz Serdar’ın bulunduğu kısma doğru ilerlemeye başladılar.

Suna” Ne demek bu Serdar sen bizi nereye getirdin?”

Serdar suskun kalmayı tercih etti biraz sonra üç profesör kapçıdan geçerek son derece teknolojik aletlerle donatılmış bir bölmeye geldiler. Burada onları sadece hoş geldiniz diyen kısa boylu, soluk benizli bir adam karşıladı. Sonra Serdar el işareti ile kendisini takip etmelerini istedi. Hep birlikte kontrol odasına geçtiler. Suna ve Hakan etrafı inceliyorlardı. Birazdan soluk benizli adam yeniden yanlarına geldi. Hakan ve Suna’ nın anlamayacağı bir dilde bir kaç kelime bir şeyler söyledikten sonra Serdar’ın cevabının ardından yerlere kadar eğilerek oradan ayrıldı ve bir kaç dakika sonra elinde içecek bir şeylerle geldi ve sonra ortamdan ayrıldı.

Kontrol odasına geldiklerinde burada onlarca dev kamera ve kameralarda daha öne görmedikleri çok farklı görüntüler yer almaktaydı. Hakan ve Suna şok oldular. Ne diyeceklerini bilmiyorlardı. Gözlerini Serdar’ a dikmiş ve sorgular bir şekilde ona bakıyorlardı. Neredelerdi, neler yapıyorlardı.

Birazdan aşağıdaki görüntüleri izlemelerini isteyen serdar bir kaç tuşa dokundu ve sırayla ekranlara bakmaya başladılar. Burada mağaranın en modern bölümlerinden birinde modern anlamda bir süitte mükellef bir sofrada otura şık giyimli bir çift gördüler. Sofrada sadece kuş sütü eksikti.

Başka bir ekranda çalışan insanlar gördüler. Bu insanlar mağaranın en derinlerinde maden gibi bir yerde çalışmaktaydılar. Elleri yüzleri kirden pastan gözükmeyecek haldeydi. Bu insanların yanına birazdan az önce ki sofrada oturan adam geldi. Koşar adım ona yaklaştılar ve önünde saygıyla eğildiler. Onun verdiği ekmekleri birbirlerine saldırarak yemeye başladılar. Sonra adamın bir hareketiyle itaatkâr bir şekilde yerlerine döndüler ve çalışmaya devam ettiler.

Başka bir ekranda modern bir masanın etrafına toplanmış ve konuşan modern giyimli kadınlar ve erkekler gördüler. Bunlar bir süre konuştuktan sonra kavga etmeye başladılar. Biraz sonra masadan kalkınca hep birlikte yemeğe geçtiler, yemekte espriler havalarda uçuşuyordu ve sanki az önce birbirlerini yiyen insanlar onlar değildi.

Başka bir ekrana geçtiklerinde mağara içinde düzenlenmiş bir okul gördüler. Burada bir öğretmen çıktı ve öğrencilere çalışmayı, dürüstlüğü, bağlılığı anlatıyordu.

Diğer ekrana geçtiklerinde daha modern bir binada bir öğretmen ve daha şık kıyafetli çocuklar gördüler. Burada yönetim, insan ilişkileri ve psikoloji konusunda bir şeyler anlatılıyordu.

Bir başka ekrana geçtiklerinde istediği her şeyi sınırsız elde eden çocukları gördüler, başka bir ekranda ise bunun tam tersi yiyecek ekmek bulamayan çocuklar vardı. Bu şekilde onlarca görüntü izletti onlara Serdar.

“Nasıl buldunuz sevgili dostlar dünya mı?”dediğinde,

“Ben bunu yaptığına inanamıyorum Serdar, ben bir anne ve torun sahibi olarak bu kadar insanı burada denek olarak kullanmanı, onların iradesine hükmetmeni hiç etik bulmadım. Hiç birinin özgür iradesi yok ve sen nasıl istersen öyle hareket ediyorlar. Bunu Müslümanlar, Katolikler hatta Protestanlar bile kabul etmez. Bilim için yaptığın çalışmalara saygım sonsuz, ama burası beni gerçekten çok şaşırttı ve insanlığımdan utandırdı. Burada ki insanların özel hayatları bile yok.”

Serdar Suna’ nın söylemlerini sessiz bir şekilde dinledikten sonra, ya sen Hakan dedi.

“Bence de insancıl değil ki, bizim gibi ömrünün sonu yaklaşan insanlar için insanlık suçundan başka bir şey değil bu. Ben de maalesef Suna’ya katılıyorum. Her ne kadar deneyine destek vereceğimi söylesem de bunları gördükten sonra bu fikrimden vazgeçtim. Böyle bir suça ortak olamam. Bu kadarı beni aşar.”

“Peki, sevgili dostlar haklısınız belki de, bir tarafta çalışan ve bir ekmeği ödül olarak gören insanlar, diğer tarafta her istediğini elde eden insanlar, peki yaşadığınız dünyanın bu mağaradan bir farkı olduğunu mu sanıyorsunuz? Sizin yaşadığınız dünyada da bir ekmek için çalışan insanlar yok mu? Birbiri ile ekranlar karşısında tartışan sonra çıkarları birleşince mutlu bir halde sohbet eden yöneticiler yok mu? Yâda yeni doğan çocukların doğdukları bölgelere göre sınıflara ayrıldığı bir yalan mı? Sokak çocuklarının kendi tercihleri mi sizce sokakta kalmak?”

“Buranın en önemli özelliği nedir biliyor musunuz? Biz burada sınıfların birbirini görmesine izin vermiyoruz. Sadece bebeklikte yapılan zekâ testlerine göre sınıflandırıyoruz. Sonrasında herkes sadece kendi yaşadığı alanın dünya olduğunu sanıyor ve herkes kendi tanrısına iman ediyor.”

“Sonra özel hayat dediğin nedir Suna her yerde adım adım izleniyorsun. Düşünsene sokaklarda mobeseler, evde bilgisayar ve güvenlik kameraları, okulda güvenlik kameraları, özel hayat dediğin sadece cinselliğin paylaşıldığı özel alanlar mı sence. Sen ki çok iyi bir psikolog olarak özel hayatın olduğunu düşünecek kadar saf mısın?

“Tamam, Serdar haklı olabilirsin ama neden?” dedi Hakan.

Bu soruya cevap vermeyen Serdar “Bakın en özelini en sona sakladım.” dedi ve başka bir ekran açtı. Hakan ile Suna oraya kilitlendiler.

Ekranda çırılçıplak bir adam, bir yanında akrepler, bir yanında yılanlar vardı ama o onların varlığını umursamıyordu bile. Birazdan acıkınca bir kaç akrep ve yılan öldürdü afiyetle yedi. Sonra içeri çırılçıplak güzel bir kadın salındı. İçeride ki adam acımasızca kadına saldırdı. Kadın neye uğradığını şaşırdı ama sesini çıkaramadı. Adam hoyrat ve kaba bir şekilde kadının göğüslerini kanayıncaya kadar ısırdı. O kadar hissiz ve acımasızdı ki bir hayvanın hayvana saldırmasından farkı yoktu. Suna gördükleri karşısında baygınlık geçirecekti. Hakan daha fazla dayanamadı ve görüntüyü değiştirtti.

Bir sonra ki görüntüde başkanın en yakınlarında ki adamlardan birini gördüler. Gördükleri adam halen başkanın yardımcılığını yapan Başkan yardımcısı Serhat’tan başkası değildi.

Hakan “Sanırım bu kadar yeter Serdar sen ölümü üretmişsin zaten bizden istediğin nedir?” dedi. Birazdan ölüm kabininden çıkartıldı. Serdar yanlarından kalktı ve onlar izlerken ölümün yanına vardı. Ölüm onun önünde saygıyla eğildi. Sonra ölüme bir kaç kelime söyledi ve Başkan’ın yardımcısı ile birlikte mağaranın üzerinde bulunan dağdan bir helikopterle gönderdi. İlginç olan Başkan yardımcısı da Serdar’ ın önünde saygıyla eğildi.

Serdar’ ı sabırsızlıkla bekleyen Suna,

“Nereye gönderdin sen ölümü?”

Serdar sessiz kalmayı tercih etti. Birlikte yemek yemeyi öneren Serdar’ ın teklifini kabul etmediler. Buradan bir an önce gitmeleri gerektiğini söylediler. Bu durumda Serdar,

“Yapmayın arkadaşlar bu halde sizi geri göndermeyeceğimin farkındasınızdır sanırım.”

Bu sözler onları hayal kırıklığına uğrattı. Ne yapacaklarını bilemediler. Karşılarından zeki ve insan psikolojisi konusunda uzman bir kişilik vardı ve ona karşı direnmeleri mümkün gözükmüyordu. Sonra daha düne kadar kimsenin hayatı üçünün de umurunda değildi. Burada masum suçsuz bir bebeğin hayatını kendi egoları için yönlendirmek çok basit bir olguydu. O kadar küçük bir bebeğe bile acımayan bu insanların hayatı da Serdar’ ın umurunda olmayacaktı.

Serdar yabancı istihbarat örgütlerinin desteğiyle burada küçük bir dünya kurmuştu. Aslında ne dağlarda keçileri ne de karanlıkta yetişen köpekleri vardı. Onun keçileri bu küçük dünyada yaşayan deney insanlarından başkası değildi. Köpekleri ise buraya getirilmek üzere çok küçük yaşlarda kaçırılmış bebeklerin sesini gizlemek için kullanıyordu.

“Bakın sevgili meslektaşlar bence sizde bu dünyada ki diğer bütün umursamaz insanlar gibi ölümü hak ediyorsunuz. Ölüm bazen nimettir. Sırça köşklerde oturup ahkâm kesmekle ne insan psikolojisi düzelmekte, ne de sorunlar çözülebilmekte. Oysa biz burada ki küçük dünyamızda insanlığı bu doğal kast sisteminden kurtarmanın yollarını arıyoruz.”

Suna ve Hakan bu garip teklifi mecburen kabul ettiler ve burada olmalarının sebebi olan deneye onay verdiklerinden dolayı kendilerinden ve insanlıklarından utandılar. Oysa Serdar haklıydı insanlar normal dünyada da aynı şartlarda yaşamıyor muydu?

Bir Yorum Yap

E-posta adresiniz yayımlanmayacaktır.Yıldızlı olan alanların doldurulması zorunludur. *