Öykü

Guranthir’in Kâbusu

Gecenin tepesinden her ne kadar parlasa da Ay, insanoğlu toprağı, göğü ve doğayı kana bulamaya yeteneklidir her daim. Ve bu da o zamanlardan biridir.

Askerler, ay ışığı dar, ağır akan, eskiden mavi şu an ise oluk oluk akan kandan, alacalı bir renge dönmüş akarsuyun üzerinde parlarken taşıdılar kayıpları.

Gökyüzü susmuş, kederli bir sanatçı gibi izliyordu.

Guranthir, güneyli eski müttefikleri ve yeni düşmanları ile aylardır boğuşma halindeydi. Ancak yalnız kalmıştı. Soylu derebeyleri onu kibirli, yaşlı, sözünde durmayan bir hilekâr olarak görüyordu ve bir an evvel Guranthir’in kellesi koparılmalıydı.

Adamlarını günden güne kaybediyor, kalede erzağı azalıyordu. Emrinde çalışan hizmetkârlar geceleri, gizli geçitlerden kaçarak teker teker onu terk ediyordu.

Guranthir’in karısı göğsüne saplanan bir okla can vermişti. Kızı ise kendini bir mahzene kilitlemiş, günlerdir kendisini babasına göstermemişti.

En küçük aileden, en büyük krallığa kadar, hiç fark etmez, eğer omuzlarınızda bir yük var ve onun altında eziliyorsanız, yaşamak artık size acıdan başka bir şey getirmez.

Guranthir artık taktik, saldırı, savunma hiçbir şey düşünmüyordu. Gündüz düşman taaruzlarında, ön safları uzaktan izliyordu sadece. Tek bir emir bile vermiyordu. Tek beklediği; boynunu kesip havaya uçuracak olan o son kılıç darbesiydi. Ama korkuyordu.

Gerçi o vakit bir türlü gelmiyordu. Komutanı ve eski silah arkadaşı olan Kedettr, kaleyi, komuta ettiği askerleri ve lordunu düşmana bırakmak istemiyor ve cansiperâne savunuyordu. Guranthir’e göre bu, kaçınılmaz sonu ertelemekten başka bir şey değildi.

Düşmanın bile uyuyor olduğu saatlerde, gece ve karanlık en derin anlarını yaşıyorken girdiler rüyalarına… Kara gölgeler…

Dağdan, tepeden, akarsuyun diplerinden, ağaç kovuklarından, yer altından ve üstünden sesler duyuyordu.

Rüyasında, kalesinin kuzey yönüne kalan Follen Dağı’nı gördü. Uzak ve heybetli duruyordu. Eski Dağ… Evet, eskiler ona ‘Eski Dağ’ derdiler. Zaman’la akran, Yeryüzü’nden yaşlıdır, bu dağ.

Eski Dağ’ın tepesinden yuvarlandı. Kıyamet gibi hızlı ve kesin bir düşüş oldu. Ama ölmedi. Ayağa kalktı. Girişi simsiyah bir boyayla boyanmış gibi, karadan daha kara bir karanlıktı önündeki.

Mağara içinden sesler geldi.

Onların sesiydi. Onlar…

Anlamadığı iniltiler ve gürültüler duydu. Tiz çığlıklar ve Ölüm’ün sesi…

Uyandı.

Ertesi gece aynı rüyayı gördü. Sonraki gece ve bir sonrakinde…

Hep aynı rüya…

Ta ki bu geceye kadar… Bu gece içinde yaşama istediği duydu, bu gece içinde ölmek değil, öldürmek, hepsini yakıp yıkmak arzusu, gürül gürül yanan alevler gibi parladı!

Karanlığa emin bir adım attı. Tüm ışıklar söndü.

Mağaranın tepesinde onlar vardı. Esk Dağ’ın altındaki sâkinler…

Binlerceydiler… Bulutlardan dökülen binlerce kara damla gibiydiler. O denli sonsuz…

Karanlık ve kadim yarasalar! Eski Dağ’ın altında bin yıllık uykularındalar.

Korku ile yürürken içinde bir ürperti duydu. Vücudu buz kesti yatağında, açıldı binlerce kızıl göz, bu zamandan ve uzamdan bağımsız yerde. Rüyalar aleminde saatlerce, lâkin gerçekte yalnız birkaç saniye yürüdü mağaranın içinde. Her yer kor ateş misali yanıyordu, sanki cehenneme kadar iniyordu mağara. Rüya artık bir kâbusa döndü.

Birden düze indi. Mağara bitti. Bir şeyden kesin emindi, karşısında gördüğü şey bizim dünyamızdan değildi.

Normal bir insanın on katı uzunluğunda, tek gözlü, de gibi bir yaratık. Karnı diyebileceğimiz bir noktadaki kocaman ağzını açtı ve yarasaların tanrısı nasıl kükrer deseler, işte yanıtı diyeceğiniz şekilde kükredi. Ama ölesiye tiz, öldüresiye ölümcül!

Tanrı Yarasa fısıldamaya başladı. Mağarada uyumakta olan tüm yarasalar, sağa sola uçuştu. Binlerceydiler.

Guranthir korkudan tir tir titredi. Sesi, nefesi kesildi. Ya hemen ölmek ya da uyanmak istedi.

İkisi de olmadı.

‘’Nesin sen?’’ diyebildi.

Onlarca tiz çığlığın içinden iki kelime seçebildi:

‘’Ben açlığım,’’ dedi. Ağzı, dili, kulakları, tek gözü iyice belirginleşti, ‘’Var olan olan her şeyin içinde olanım, Var olan her şeyi yok edenim. Doyum nedir bilmeyenim!’’

‘’Ne istiyorsun?’’ dedi Guranthir titreyerek.

‘’Buraya sen geldin, sen ne istiyorsun, insan?’’

‘’Düşmanlarımı yok etmek. Hepsini katletmek istiyorum,’’ diye bağırdı ‘’tek biri bile sağ kalmasın!’’

‘’Bunun için her şeyi feda etmeye hazır mısın? Ancak kendi kanını ve canını kurban edersen yardım ederim.’’

‘’Ne yapmam lazım?’’ dedi emin bir şekilde.

‘’Savaş bitince buraya, bize geleceksin ve kendini çocuklarıma sunacaksın,’’ dedi Açlık.

 

Sabah düşman zafer şarkıları atarak hucüm etti. Bir grup kale kapısını kütüklerle zorluyordu. Diğerleri sur üstlerinde sağ kalan tek tük askerleri okla indiriyorlardı. Guranthir ve Kedettr iç surlar üzerinde bekliyorlardı.

‘’Bugün sağ çıkamayaacağız, Guranthir!’’ dedi Kedettr, sesinde birkaç saat içinde öldürülecek bir adamın hüznü vardı. ‘’Sizi kaçırmalıyız, sizi ve kızını ele veremeyiz!’’

‘’Hayır, Kedettr. Bekleyeceğiz’’.

Birkaç dakika içinde kale kapısı büyük bir gürültüyle kırıldı. Saniyeler sonra içeri oluk oluk düşman aktı. Kale içi yüzlerce asklerle doldu ve dışarıda daha nicesi içerdeki ganimetler için sabırsızlanıyordu.

Guranthir gökyüzüne baktı. Işıl ışıl, aydınlık gökyüzü ve üç beş minik bulut parçası…

Derken… Bir an hayat durdu.

Gökte kara bulutlar belirdi. Ne gök, ne bulutlar, ne güneş… Ne ışık, ne nefes, ne hayat kaldı.

Kara bulutlar sandıkları yüzbinlerce kan emici yarasaydı ve zafer kutlayan askerlere saldırdılar. Kanlar sel gibi Guran Kalesi’nin içine aktı. Dışarda kalan askerlere, kayalar fırlattılar. Yüzlerce kaya yağdı, Guranthir’in düşmanlarının üstüne. Binlercesi tek vücut gibi yumruk olup ezdiler askerleri… Kanlarını içtiler…

Feryat, figân can verdi tüm düşmanları. Yarasalar, kanlarının son damlasına kadar tükettiler onları. İçleri boşaltılmış torbalar gibi kaldılar toprağın üzerinde. Sonsuz Açlık gelmiş ve hepsini tüketmişti.

Guranthir ve kalesi kurtuldu. Kızı mahzenden çıktı ve yaşamına döndü. Lâkin, Kedettr olanların etkisinden kurtulamadı ve Guranthir’i terk etti.

Şimdi vakit, hesap vaktiydi. Fellon Dağ’ına gitti saatlerce süren arama sonunda mağara girişini buldu ama…

İçeri giremedi. Yine aynı korku onu sardı. Ölüm…

Bir başka gün yine denedi. Giremedi. Yaşama isteği ağır bastı.

Zaman aktı, gitti ve kurtuluşun üzerinden tastamam bir yıl geçti.

Rüyasında yine o gölgeler peyda oldu. Mağaranın içindeydi. Yanında uzun saçlı, güzel biri vardı. Kızı…

Zaman ve mekan unuttu onları. Açlığın dibinde buldular kendilerini. Rüya yine kâbusa döndü.

Ve yarasalar. Dört bir yandan saldırdılar. ‘’Acıyın!’’ diye haykırdı Guranthir.

Ancak duyacak kulaklar yoktu sadece açlık vardı. İniltiler ve çığlıklar doldurdu karanlığı. Tüm anlamsız çığlıklar içinden iki kelime seçebildi:

‘’Hesap vakti.’’

Güneş yine doğdu Guran Kalesi’ne. Ancak bir daha ne gören ne duyan oldu, Lord Guranthir’i ve güzel kızını.

Derler ki Eski Dağ’ın altına hapsolmuştur ruhları. Hesap vaktinde sonsuz ızdırap ile…

-SON-

Erdoğan Küçükçelik

1987'de İstanbul'da doğdum. Küçükken harçlıklarımı çocuk dergilerine ve çizgi romanlara yatırdım. Okumak benim için hayal dünyalarına dalıp gerçek dünyanın sıkıcılığından kurtulmak demekti. Sonra, elektriğin kesik olduğu bir gece, Harry Potter ve Felsefe Taşı'nı, tüplü ışığın ve soba alevinin aydınlattığı bir odada okumamla fantastik dünyalara elimi kaptırdım ve bir daha kurtulamadım (istemedim de). Hâlâ çevrem bu yaşta böyle şeyler okunur mu? diye sordukça üzülüyorum ama kendim için değil fantastik okumaktan mahrum kalanlar için...

Guranthir’in Kâbusu” için 17 Yorum Var

  1. Merhaba,
    Güzel bir öyküydü. Kullandığınız altlık çok büyük oranda hoşuma giden ve okuduğum şeye objektif yaklaşamayacak kadar bağlanmamı sağlayan bir süreç başlatıyor. Dolayısı ile de beğendiğimi ifade etmeliyim. Ancak yine de söylemek istediğim bir şey var. Bazı cümleler üzerinde düşünülerek yazıldığı görüntüsünü verebiliyorken, bazıları aceleye gelmiş gibi. Naçizane yorumum budur. Öykülerinizin devamını dilerim.

    1. Merhaba Cem Bey,
      Bu ilk öykü denemem Seçki’de Ben daha çok uzun hikâyeler üzerine çalışıyorum bu yüzden öyküyü kısa tutmak telaşı ile bazı cümleler dediğiniz gibi oldu. Beğeniniz ve eleştiriniz için teşekkür ederim.

  2. Hikayedeki metafor kullanımlarını çok beğendim. Ben bir dilbilgisi hafiyesi olarak yazım kurallarına ve imlaya çok dikkat ederim. Bu öyküde de bazı imla hataları olmuş. Biraz daha dikkat etmek lazım. Öyküyü çok beğendim. Eğlenceli bir üslubunuz ve mizahi bir diliniz var. Yazın hayatınızda başarılar diliyorum.

    1. Merhaba,
      Harf eksiği var iki yerde evet ama imla hatası dikkatimi çekmedi. Beğeni için teşekkür ederim.

  3. Merhabalar ve hoş geldiniz seçkiye. Öykünüz gayet güzeldi, atmosferiyle, diliyle ve yazımıyla beğendiğim bir çalışma oldu. Çok fazla paragrafa bölünmüştü ama, sanırım yazımdaki şiirselliği görüntüye de yansıtmak istediniz. Kendi öykülerime benzettim biraz öykünüzü. Ben olsam daha detaylı işler ve tasvirlere, betimlemelere ve karakterin içsel çatışmalarına daha çok yer verirdim, detaylı bir seyir sunmaya çalışırdım; ama ziyanı yok. Zaten siz de yukarıda kısa tutmaya çalıştığınızı söylemişsiniz. Gelecek seçkilerde de görüşebilmeyi umuyorum. Ellerinize sağlık.

    1. Merhaba Osman Bey,
      Beğendiğiniz için teşekkür ederim. Dediğiniz gibi kısa, çabucak okunup biten ve okuyucuyu kendine bağlayan bir şeyler yazmayı denedim. Bundan sonra her ay öyküde yer alma isteğindeyim. Sizi ve öykülerimiz benzer ise sizi artık daha özenli takip edeceğim. İyi günler, iyi okumalar dilerim.

    1. Merhaba Umut Bey. Teşekkür ederim. Beğeniniz mutlu etti. Sizlere de iyi okumalar.

  4. Merhabalar,

    Güzel ve farklı bir öyküydü. Paragrafları kullanışınız zarifti. Alışılmadık tarzda öyküler görmek hoşuma gider. Kelime seçiminiz özellikle dikkatimi çekti, kurduğunuz tümceler de bir o kadar uyumlu.

    Elinize sağlık.

  5. Kurgusu ve dilin kullanım şekliyle gayet güzel bir öykü olmuş. Elinize sağlık.
    Öykülerinizin devamını merakla bekliyorum.

Bir Yorum Yap

E-posta adresiniz yayımlanmayacaktır.Yıldızlı olan alanların doldurulması zorunludur. *