Öykü

İç İçe

ilham alınan eser

AYNA İÇİNDE AYNA Bir Labirent

yaratık_banutaylan

UÇSUZ BUCAKSIZ YERLERDEN BİRİNE DÜŞÜNCE DİŞİ ZİLALİ, GÖZGÖZE GELDİ CAM KAPSÜLDEKİYLE. Ayıramıyordu gözlerini ondan. Kavanozdaki yaratığın kocaman renkli gözleri ona bakıyordu. Kitlenmişlerdi. Zilali kendisini uzaklaştırmaya çalıştı ama imkansızdı. “O kadar çok rüya görmeseydim buraya düşmeyecektim!” dedi kendi kendine. Derin bir nefes aldı. Olduğu yerden kıpırdamak istiyordu… istiyordu ama kitlenmişti gözgöze cam kapsüldekiyle. “Bu bir kabus! Kesinlikle bir kabus!” diye düşündü gözlerini ayıramadan kapsüldeki yaratıktan.

Dönmeye başladı yaratığın rengarenk gözleri. Zilali alamıyordu kendini ona bakmaktan. “Bu bir kabus… kesin kabus… bu bir kabus… kesin kabus… bu bu bir ka kabus us s… kesin ka.. kabus…” diye sızlanırken cızırdadı her yer. Cızır cızır cııızzz… cızır cızır cı… titremeye başladı her şey. Cam kapsülün içindeki yaratık kapatınca gözlerini Zilali de kapatmak zorunda kaldı. Cızırtılar daha da yükselmeye başladı, içi gıcıklandı. Açmak istedi, açmak, gözlerini açmak… içi gıcıklanıyordu… dayanılmazdı. Titrerken cızırtıdan her şey açmak istedi gözlerini… açmak istedi ama o isteyince olmuyordu, cam kapsüldeki çok gözlü yaratığın kapalıydı gözleri. “O kadar çok rüya görmeseydim düşmeyecektim buraya… düşmeyecektim… düş… düş…” diye söylenirken kendi kendine, cızırtılar dayanılmaz bir hal almaya başlayınca kendinden geçti.

Gözlerini açtığında sekiz kolu kocaman bir robotun tepesinde dikildiğini gördü ve kafasının içindeki kapsülde çok gözlü yaratık vardı. Ama rengarenk yaratık ona bakmıyordu, uzaklardaki bir şeye takılmıştı gözleri. Birden sımsıkı sardı robot kollarıyla Zilali’yi. İçi iyice sıkıştı… sıkıştı… “Çığlık atsam uyanırım!” diye geçince aklından, açtı ağzını kocaman. Deli gibi bağırmak için açtı ama incecik bir gıcırtı sesinden başka bir şey çıkaramadı. Çığlık atamayan ağzını kapattı. Robot daha da sıktı kollarıyla onu. “O kadar çok rüya görmeseydim buraya düşmeyecektim,” diye düşündü yine. Kapatıp gözlerini başka bir rüyada uyanmak istedi, keyifli bir rüyada. Ve bitince güzel rüyası uyanırdı keyifle. Ama robot giderek daha da çok sıkıyordu kollarıyla, o kadar çok, o kadar çok sıktı ki sonunda kendinden geçti Zilali.

Açtı gözlerini ansızın, cızırtılı seslerle doluydu her yer. Bulanıktı her şey. Netleşmeye başladığında altın, gümüş, bakır rengi bir sürü elektronik alet ve tellerin içinde olduğunu gördü. Aniden kolunun biri uzayıp altın rengi tellerin arasına girdi. Bacaklarını görünce… upuzun kıvrılıp duran bacaklarını, boğulacakmış gibi hissetti kendini. Tam o anda duymaya başladı çok harika sesler. Kendinden geçti. Neredeyse içinde olduğu robotun bir parçası olacaktı. Ruhunun içinden hiç bu kadar harika sesler geçmemişti, daha da derinden dinlemek için kapattı gözlerini.

Duyduğu şiddetli kalp çarpıntısı yüzünden aniden açtı gözlerini. Kıpkırmızı yumuşacık bir yerde buldu kendini, sürekli sarsılan bir yerde. Yavaşlayıp sabit bir ritimde yükselip alçalmaya başladı üzerinde durduğu yer, uçsuz bucaksız kıpkırmızı yer.

“Robotun içine kalp koymuşlar, ben de onun içine düştüm senin gibi,” diye konuştu aniden birisi, gözle görülmeyen birisi.

Tam o an yer sasıldı, kalp daha da hızlı atmaya başladı, Zilali yuvarlandı uzaklara doğru dev gibi kalbin üzerinde. “O kadar çok rüya görmeseydim buraya düşmeyecektim!” diye haykırdı. Ses çıkarabildiğine şaşırdı. Açtı ağzını yeniden, deli gibi kulaklarını çınlatacak bir çığlık atarsa uyanırdı belki ama gıcırtı sesinden başka bir şey çıkmadı ağzından. “O kadar çok rüya görmeeeseydim… burayaaa düşmeyeceeektimmm!” diye haykırdı. Tam o anda görünmeyen ses konuştu yine:

“Yaşadığın dünyadaki en sevdiğin şeyi rüyanda görürsen uyanabilirsin ancak!” dedi.

Kalbin üzerinde sarsılıp dururken başladı düşünmeye Zilali; “Çocukluk oyuncaklarım mı? Şey… en sevdiğim şey… ŞEY! Kalemlerim… Kaktüsüm…” Yok olmuyordu uyanmıyordu. “Tahta bavulum, beyaz masam, mavi çoraplarım, kedimin çıngıraklı oyuncağı, güneş, yıldızlar… yeşil… turuncu…”

VURUNCA GONGU DUVAR SAATİNİN BÜTÜN ACABALARINI TAHTA BAVULUN GİZLİ BÖLMESİNE YERLEŞTİRDİ ADAM. Gelmişti yola çıkma zamanı. Şimdi bütün eşyalarını istemediği halde bırakmak zorundaydı. Yalnızlığı sevmeyen koltuğuna çocukluk arkadaşı bembeyaz oyuncak ayıyı oturttu. “Acaba?” diyemiyordu çünkü hepsi gizli bölmedeydi.

Ne zaman geleceği belli olmayan kıpkırmızı treni beklemeye başladı raylara dikip gözlerini. Şimdilik ondan başka kimse yoktu etrafta. Bu yolculuğa çıkmaya karar vermişti bir kere, geri dönüşü yoktu.

“Belki de tren hiç gelmez bir daha!” dedi kadının biri mırıltıyla.

Ansızın belirmiş gibi duran kadına hiç şaşırmadan baktı adam. Garip aksesuarlı kendinden emin kadın, gülümsermiş gibi bir ifade takındı ve yüzü öylece donup kaldı. Hemen aklına gelen şeyi yapmaya karar verdi adam. Tahta bavulunu yavaşça yere koyup açtı içini ve garip aksesuarlı kadına bir acabasını verdi. Tam o anda raylar titreşmeye başlayınca, trenin uzaktan gelen sesine kendini kaptırdı… kaptırdı kendini adam. Kulaklarda çınlayan düdüğüyle, gıcırdayan tekerlekleriyle durdu tren. Adamın en gizli acabalarından birini aldığını anlayan kadın ise aksesuarlarını ona hediye edip trene arkasını döndü ve hızla uzaklaştı. Ne yapacağını bilemediği garip aksesuarlarla bindi trene adam, acabalarından birini verebilmenin ferahlığıyla.

Kucağında sıkı sıkı tuttuğu bavuluyla sallanarak giderken trende, karşısında oturan on sekiz yaşındaki gence acabalarından birini vermek içinden geldi. Rayların çizgilerinde kaybolmak isteyen gence verdi hemen. Alınca eline acabayı, ölmekten vazgeçti birden, aniden duran trenden iniverdi genç adam; o anda oluvermişti genç adam… adam. Yutuverdi acabayı ve kayboldu ağaçların arasında.

“Acabalar çoğalır mı acaba?” diye sormak istedim ben onun yaşadıklarını yazarken ama adam tahta bavulunun gizli bölmesine bakıp, acabalarını bitiremezse dönemeyeceği korkusuna kapılınca, vazgeçip akışa bıraktım kendimi.

Dönemezse evine, koltuğunun ne kadar yalnız kalacağını düşünmeye başladı adam. Sevmezdi koltuğu yalnızlığı. “Ama çocukluk arkadaşım oyuncak ayım oturuyor üzerinde, yetmez mi bir koltuk için acaba?” dediğinde kendi kendine dehşetle kalktı yerinden ve hemen kafasının içine kaçan acabayı çıkartıp tahta bavulun gizli bölmesine yerleştirdi. Ayaktayken çok sarsıldı, tren bozuk rayların üzerinden gidiyordu o sırada. Oturdu koltuğa ve sımsıkı kucakladı tahta bavulunu.

Aniden zaman çok hızlı akmaya başlamıştı sanki, kararan masmavi gökyüzünde yıldızlar her zamankinden daha çok parlıyordu. Sonra bir anda söndü hepsi, güneş doğdu kıpkırmızı gözlerinin içine gire gire. Horozların yüksek sesle öttüğü bir yere geldiklerinde durunca tren, içinden inmek geldi adamın, ne yapacağını bilemediği kadının verdiği garip aksesuarları unutarak, indi trenden.

Etrafta acaba verecek hiç kimse yoktu. Yola koyuldu bu ıssız yerde. Yürüdü… yürüdü… omzuna rengarek kuşların konmaya başladığını farkettiğinde, kocaman bir ağacın önündeydi. Sapsarı yapraklı sürekli renk değiştiren meyvelerle dolu ağacın tepesinde bir ev vardı. Bavulunu yere koyup oturdu üstüne ve seyretmeye başladı, kuşları, dalları, yaprakları, rüzgarı, ağaç evi. Duyduğu sesler o kadar harikaydı ki keyifle uyuyası geldi. Kapanırken gözleri kapısı açıldı ağaç evin, açıldı gıcırdayarak. Fırladı ayağa adam, dikti gözlerini kapıya. Birden bavulunun sarsılmaya başladığını gördü, tahtasından çıkan sesten irkildi, açılacak diye çok korktu ve hemen oturdu üzerine. O sırada ağaç evin tahta merdivenlerinden çoktan inmişti rengarenk saçlı bir kadın ve duruyordu karşısında, kaldırınca kafasını adam gördü onu.

Kadının uçuşan elbisesinin kumaşları, adamın etrafını sarıyordu. Kucaklayıp tahta bavulunu kalktı ayağa, kendini kaybolacakmış gibi hissetti kadının içinde. Bir anda kapıldığı duygunun heyecanıyla uzattıverdi tahta bavulunu kadına. Yavaşça aldı kadın, içi acabalarla dolu bavulu, sapından nazikçe tutarak döndü arkasını adama gitmek için uzaklara. O anda gördü kadının yavaş yavaş büyüyen kanatlarını. Bembeyaz ve kocamandılar. Ağaç evin damından uçup gitti bembeyaz kanatlı kadın, içinde acabalar olan tahta bavulla.

O kadar çok uzağa uçup gitmişti ki kendini başka bir gezegende buldu; sapsarı yumuşacık bir gezegende. Sürekli uzayan garip şekilli mosmor dal gibi şeylerin yanından geçerken, karşısına çıkan tek gözlü şekilsiz canlı ona benzemeye başlayınca, elindeki bavulu çabucak açtı ve içinden bir acaba alıp hemen kapattı. Sessizce karşısında duran benzerine uzattı. O da alıp acabayı içine soktu ve dönüşürken eski haline uzaklaşıp gitti.

Yürümeye devam ederken yumuşacık sapsarı yerde kadın, “Bavuldaki acabalar yüzünden mi? Yoksa kocaman bembeyaz kanatlarım olduğundan mı taa buralara kadar uçtum acaba?” dediğinde kendi kendine, farketti ki bavulun içindeki acabalardan biri, kafasının içine kaçmıştı. Azıcık açıp hemen kapatsan bile, acabalar her yerden hızla kaçıp bir zihnin içine girmeyi başarırlar. Tam da bunu anladığında kadın, turuncu şekilsiz bir şeyin önünde belirdiğini gördü. Tahta bavulu koydu yere. İki tane kapalı göz belirginleşmeye başladı turuncu şeyin içinden, sonra bir kafa, sonra da bir adam… kucağında oyuncak ayısıyla turuncu koltukta oturan bir adam, tutuyordu sımsıkı çocukluk arkadaşı oyuncak ayısını. Koltuğun kolları adamı sarmaya başladığında, kadının şaşkınlıktan kanatları içine kaçtı ve birden ağaç evini özledi. Tahta bavulu adamın kucağına koymak geldi içinden. gizli bölmeye nazikçe yerleştirdi kafasının içinden çıkarttığı acabayı ve hemen koydu tahta bavulu adamın kucağına.

Vurunca gongu duvar saatinin uyandı adam. Gelmişti yola çıkma zamanı. “Acaba?” diyemiyordu çünkü hepsi gizli bölmedeydi.

GÖRDÜĞÜNDE DURGUN SUDA KENDİNİ, YIKATMAK İSTEDİ BEYNİNİ. Masmavi sudaki aksinde, içinden yansıyan bazı şeyleri sevmemişti genç adam.

“Acaba nereden bulabilirim bir beyin yıkama makinesi?” diye düşünerek bakarken sudaki görüntüsüne, denizden fırladı bir uçan balık. Dönmeye başladı başının etrafında, konuşuyordu uçarken havada:

“Ancak olduğu gibi kabul edersen şimdi her şeyi…” diyordu harika renkli kanatlı balık.

“Olduğu gibi… olduğu gibi kabul edersen her şeyi… şimdi her şeyi…” diye diye uçarken, sallayınca kafasını genç adam, balık kayboldu bulutların arasında.

Konuşan uçan balığın söyledikleri derinden çınlarken kulaklarında, o yine gördü sudaki aksinde içinden yansıyan sevmediği şeyleri.

“Yıkatsam beynimi boşaltırsam içini ve en sevdiğim şeylerle doldurtsam,” diye düşünürken o, turkuvaza dönüşen denizin içinden fırladı daha büyük, daha parlak, daha fantastik bir uçan balık. Genç adamın başının etrafında uçarken başladı konuşmaya:

“Ancak olduğu gibi her şeyi… şimdi her şeyi olduğu gibi kabul…” derken uçan balık, salladı yine kafasını genç adam, uçup gitti bulutların arasına büyük parlak fantastik balık.

Yaklaştı iyice suya doğru genç adam, kafasında çınlayan seslere anlam veremeyerek, baktı yine sudaki yüzüne, oturdu kıyıya, daldı seyretmeye kendini. “En iyisi… en iyisi ben yapayım bir beyin yıkama makinesi, evet evet, yapabilirim! İstediğim gibi yıkarım beynimi, yeni bir isim de koyarım kendime, başlarım yepyeni bir hayata keyifle,” diye düşünürken o, denizden parıldayarak çıktı dokuz tane uçan balık, başladılar etrafında uçmaya ve konuşmaya:

“Her şeyi olduğu gibi kabul edersen… şimdi her şeyi… her şeyi… her şeyi…” derken konuşan kanatlı balıklar, genç adam denize doğru eğildi ve kafasını sokup çıkarttı suları sıçrata sıçrata.

“Geçmedi kafamın içinde çınlayan sesler, anlamıyorum ki neden? Kafamı suya sokmak da işe yaramadı,” dedi kendi kendine bakarken sudaki aksine.

Batan güneşin ışıkları parıldarken gökyüzünde, suyun üzerinde içinden yansıyan şeylere dalmış bakarken genç adam, rengarenk ışıltılı yüzlerce uçan balık fırladı denizin derinliğinden. Başladılar uçmaya etrafında ve konuşmaya:

“Sevebilirsen her şeyi olduğu gibi…Sev sevebilirsen her şeyi… olduğu gibi her şeyi sev… şimdi olduğu gibi sev…”

Kafasının içinde çınlayanlara anlam veremiyordu ve başladı söylenmeye:

“Dayanılmaz sesler bunlar! Ah! Yine başladı işte! Sanki her an anlayacakmışım gibi bir duyguya kapılıyorum ama neden anlayamıyorum? Sanki birileri mırıldanıyormuş gibi. Nedir bu çınlayanlar? Ne? Neee… ni na no nuuu…” derken bir anda daldı denizin içine balık adamlar gibi.

DOĞUM GÜNLERİNİ HEP DENİZİN DERİNLİKLERİNDE KUTLARDI. Çünki o suda doğmuştu ve bu doğum gününde bir sürpriz bekliyordu onu.

Tam o anda, doğduğu anda dalardı hep denize, uçan balıklarla yüzer yüzer kendinden geçerdi. Balık adam kıyafetiyle duruyordu yine o kıyıda ve en sevdiği şarkıyı mırıldanarak bekliyordu zamanın gelmesini. Tutkusuydu müzik, sürekli içinde notalar uçuşurdu. Vücudunun her yeri müzik aletleri, notalar, şarkı sözleri, uçan balıklar, deniz kızları ve derinliklerdeki sevdiği her şeyin dövmesiyle kaplıydı. Ve şimdi yine hazırdı içindeki ve dışındaki her şeyle.

Tam zamanı geldiğinde, kafasında çınlarken sesler dalıverdi suya, köpükler su damlacıkları uçuştu havalarda. Zaman… derinlik sarhoşluğu… her şey ama her şey tek bir sesin içinde kayboldu yine, hep aynı duyguyla doğduğu anı yaşıyordu. Bir anlığına gözlerini kapatıp açtı, masmavi denizin sesi kulaklarından geçip giderken balık adam kıyafetinden sıyrıldığını gördü, her doğum gününde olurdu böyle, şaşırmadı. Hep orada yaşıyormuşcasına yüzüyordu, daldı daha da derinlere. Dövmeleri parladı uzaktan gelen ışıkta, yaşama sevinciyle balık gibi yüzdü oraya doğru.

Yeni doğmuş deniz kızları karşıladılar onu. Muhteşem gülücükleriyle kollarının arasından geçtiler. Binlerce uçan balık kapladı her yeri, alıp götürdüler onu anemonlardan bir tahtın üzerine. O anda başlamıştı doğum günü, etrafı denizaltı insanları, yunuslar ve fantastik yüzlerce balıkla doldu. Işıklar yine yeni hayatında hiç görmediği kadar harikaydı, şimdiye kadar duymadığı güzellikte müzikler ve seslerle doluydu her yer. Müthiş elektirik kıvılcımları sırtından akarak bütün vücudunu kapladı, yeryüzündeyken de çok etkilendiği bir müzik dinlediğinde hep böyle olurdu. Her seferinde sonsuza kadar burada kalma duygusuna kapılıyordu ve işte bu sefer onu bir sürpriz bekliyordu. Şimdiye kadar hiç duymadığı bir ses konuştu:

“Artık bizimle yaşama şansın var, kendi bedenini terk edip. Yeryüzünde yaşamak isteyen biri var aramızda, onun ruhu senin bedenine girecek eğer istersen. Ruhlar arası bedensel değişim. Artık bizimle yaşama şansın var, istersen. Ama içine gireceğin bedenin senin olmadığını hatırlayarak yaşamak zorundasın ve onunla doğmadığını bilerek. Sihrimiz bu kadar!”

Doğum günü olan adam baktı dövmeli vücuduna, yeryüzündekinden daha fantastik göründü gözüne bir an. Şimdiye kadar ki yaşamını terk edip, içinden doğduğu anneyi bilip, onu yeryüzünde bırakıp, yalnızca rüyalarında ve doğum gününde gördüğü, bu fantastik dünyada yaşamak için hayatını terk edip… terk edip. Hiç tanımadığı bir bedende yaşamak ister miydi? Derin derin düşüncelere daldı…

Bir Yorum Yap

E-posta adresiniz yayımlanmayacaktır.Yıldızlı olan alanların doldurulması zorunludur. *