Öykü

Kâğıt Adam

Kamyonu dar patikadan yukarı doğru sürdüm. Patika bir yanını koca dağa yaslamış, diğer yanını ise yüzlerce metrelik uçurumdan aşağı sarkıtmıştı. Yağmurlu gecenin patikadan aşağı sürüklediği kahverengi sulu çamur aracın yukarı çıkmasını zorlaştırıyordu. Önümü görmek için çalıştırdığım silecekler yağmurun hızına yetişemeyince tırmanış tam bir işkenceye dönüşmüştü. Yolun dikleştiğini kamyonun zorlanışından hissettim ve gaz pedalına daha sert dokundum. Dokunuşuma cevap veren kamyon boğuk sesini arttırarak yokuşu çıkmaya devam etti.

Geceleri vardiya değiştiren işçileri almak ve kasabaya indirmek için işe alınmıştım. Gün içinde kasabaya mal getirip nakliyeden kazandığım paranın üstüne bu işiten gelen ek gelir de eklenince durumum gayet iyiye gitti doğrusu. Ee “Bu devirde kamyonun varsa ekmeğin de var” derler. Halim vaktim yerinde. Beğenmediğim işte çalışmam. “Kamyon benim değil mi” derim ve çekip giderim bu kasabadan. Bana iş mi yok?

Son zamanlarda bu vardiya değişimleri ilginç olmaya başladı Bir gün sabahın üçünde, öteki gün beşinde arıyorlar evimi. Neymiş; işçileri toplayıp maden ocağına getirmeliymişim. Zaten adamların çalışmaktan canları çıkıyor iki kuruş fazladan para için çektiklerine bak!

İşin aslını kasabaya geldikten birkaç gün sonra öğrendim. Bu madenlerin dibinde bir mahlûk yatıyormuş. Kasabalılar ona Kara Elmas diyor. Madenin içindeki tüneller ise yaratığın kendi için açtığı uzun ince yollar. Kasabalılar derinlere inmek için tünelleri kalaslarla sağlamlaştırıp fenerlerle aydınlatmışlar. Nice gençler solup gitmiş bu derin tünellerin dibinde ama ne çare! Kasabanın verimli toprağı yok ki eksin, bereketli denizi yok ki tutsun. İki kuruş para kazanmak isteyenler geliyor buraya canını hiçe sayarak. Madenin sahibi Kâğıt Adam denilen biri, kimse onu şu ana kadar görmemiş, duymamış. Maden işçilerinin yevmiyelerini o veriyormuş tabi benimkini de.

Kâğıt Adam yıllar önce gelmiş bu kasabaya. Önce kasabadaki herkesin boynuna demire benzer çemberler yerleştirmiş. Kasaba halkı uğraşmış ama kıramamış çemberi. Sonradan çemberin bilindik tüm cevherlerden faklı olarak çaresizlik ve açlıkla güçlendirilmiş olduğunu anlamışlar. Herkesin boynuna çemberi astıktan sonra konuşmuş Kâğıt Adam, Benim için çalışırsanız bu tasmalardan kurtulursunuz, diye. Halk önce direnmiş ama açlık ve yorgunluk halkın direncini kırmış. Bunun üzerine kasabalılar madende çalışmayı kabul etmişler. Yalnız, Kâğıt Adam’ın madeni o kadar tehlikeliymiş ki erkekler; karılarına, analarına ve kız kardeşlerine kıyamamış kendi başlarına çalışmaya başlamışlar tehlikeli tünellerde.

Ah ulan Kâğıt Adam! Sana adam diyen yerin dibine geçsin! Yerin dibine geçsin ki bu dünya bir nebze temizlensin.

Ailelerini evde bırakan erkekler madene gitmişler. Madende aradıkları ise Kara Elmas’ın tünelleri açarken arkasında bıraktığı parçalarıymış. İlk günler oldukça sorunsuz geçmiş, hatta Kara Elmasın döktüğü derisinden kalanları bulmuşlar fakat tüneller derinlere indikçe ve Kâğıt Adam’ın iştahı kabardıkça ölümler baş göstermeye başlamış. Kâğıt, ölümler hiç meydana gelmemiş gibi işine devam etmiş çünkü onun kabaran iştahını doyurmak, nice gençlerin ölümünden bile daha önemliymiş.

Günler böyle sürüp giderken sonunda vardiya gruplarından biri görmüş bu Kara Elması. Büyük bir yılanmış bu mahlûk. Gözleri erimiş altın gibi, siyah göz bebekleri ise mumun titreyen alevini andırıyormuş. Kara Elmasla karşılaşan işçi madene tekrar girmek istememiş ama ne çare! Madene tekrar girmezse Kâğıt Adam yine işçinin ailesine takacakmış çemberleri. Ah ulan ah fakirliğin gözü kör olsun!

Şimdi bazılarınız “Bu kadar laf ettin adama niye hala yanında çalışıyorsun?” diye soracak. Başında da söyledim beğenmediğim işte çalışmam diye. Burada çalışmamın nedeni beğendiğimden değil elbet. İşin gerçeklerini öğrendikçe Kâğıt Adam’dan aldığım yevmiyeyi işçilere vermeye başladım. O kadar ucuza çalışmaları canımı yakıyor doğrusu. Kimisi oturduğu yerden kazanır tonlarcasını kimisi de tonlarca çalışır evine götürmek için azını.

İşçilerin hepsini tanırım, adını bilmediğimin simasını bilirim. Sıcak bir gülümsemeyi çok görmezler bana, ben de aynı şekilde karşılarım hepsini her vardiyada. İşte şimdi tekrar vardiya değişimine doğru gidiyorum. Yanımda oturan iki işçi var. Gözleri uykusuzluktan kızarmış, görmesem de biliyorum. Kamyonun kasası ise iki düzine işçi oturuyor. Madene her giren kişiye karşın başkası çıkıyor dışarıya ama bugün farklı çünkü Kara Elmas görünmüş yine tünellerin derinliklerinde. Kâğıt Adam madencilerin hepsini tünellerin içinde istiyor.

***

Yağmurun küçük çaptaki bir nehre dönüştürdüğü patikanın sonuna gelince durdum ve kamyonu çalışır halde bırakıp kendimi araçtan dışarı saldım. Kamyonun yuvarlak farlarından çıkan sarı ışık, madenin ağzında duran birkaç işçinin ellerini gözlerine siper etmesine neden oldu.

Bağcıklarını iyice sıktığım uzun botuma güvenerek işçilere doğru ilerledim. Çamurla karışık yoğun akıntıya karşı koymak biraz zor olsa da kısa mesafeyi aşıp madenin ağzına ulaştım. İşçiler ocağın girişini su baskınına karşı kum torbalarıyla dolduruyordular. Yine o sıcak gülümsemelerinden biriyle beni karşıladılar. Bende onları aynı şekilde selamladım ve bir torbanın ucundan tuttum.

Benimle beraber gelen işçiler dizilen kum torbalarının üstünden geçip madene girerken, korkunç bir ses yağmurlu havanın gürültüsünü boğdu. Ses madenlerden geliyordu. İnsan çığlığıyla karışık, korkunç bir kükreme. “Kara Elmas” diye fısıldadı yanımdaki işçi ve maden girişine doğru koştu. Onu son anda tutmasaydım girişi kapatan büyük kayaların altında ezilecekti. İçeri girmekte olan vardiya ve yanımdaki iki işçi dışında tüm madenciler yıkılan ocağın içinde kalmıştılar.

***

Kasabada olanları unutmaya çalıştım; herkes gibi. Yaşananlardan sonra kasabayı terk etmek için yollara koyuldum. Ben “özgürüm” ve şimdi hayatımı kazanmak için daha faklı yerlere doğru gidiyorum. Biz insanlar özgür gibi görünüyor olabiliriz ama aslen değiliz.

Boynuna bağlı olan ipin uzunluğu kadar özgürdür insanlar, içinde sıkışıp kaldığı dört duvarda gezebileceği ya da mayınlı bir arazide koşup ilerleyebileceği kadar. Madendeki işçiler mayınlı tarladaki biri kadar özgürdüler. Her sinsi mayın kanı beş para etmez biri, her adım ise hangi sinsiye kurban olacağını bilmeyen başka biri.

Ve bizler dostlarım dört bir yanımızı çevreleyen duvarlar arasında sıkışmışız. Duvarların çok büyük olduğundan dert yanıyoruz kendimizin ufak olduğundan bihaber ve özgürüz diyoruz kendimize, yanı başımızdakilere yardım eli uzatamazken.

Sefa Tursun

Kâğıt Adam” için 6 Yorum Var

  1. Çok keyifli bir hikayeydi. Okurken yüzümde ufak bir gülümseme vardı, gerçekten. Sanırım samimi bir dil ve anlatım buna sebep oldu. Tebrikler.

Sefa Tursun için Yorum Yap Yanıtı iptal et

E-posta adresiniz yayımlanmayacaktır.Yıldızlı olan alanların doldurulması zorunludur. *