Öykü

Kemikler

ilham alınan eser

Brandon Sanderson – Sissoylu

Metnin anlaşılabilmesı için birkaç küçük bilgi:

Sissoylular metal yutarak insanüstü bazı güçler edinirler. Her metalin farklı bir gücü vardır ve bu metaller küçük şişeciklerde saklanarak yutulur. Allomanser, Sissoylu ile aynı manadadır.

Ferusimya ise Allomansi’den biraz farklıdır. Farusimyacılar metalleri yakmak yerine depolama aracı olarak kullanırlar. Her metalin farklı bir gücü ve depolama özelliği vardır. Örneğin bir farusimyacı demirden bir takıya fiziksel ağırlığını, belli zamanını olduğundan daha hafif geçirerek depolayabilir ve bunu istediği zaman daha ağır daha kuvvetli olmak için kullanabilir.

Farusimya ve Allomansi’yi aynı anda kullanabilen insanlar ise çok nadirdirler. Bunlara da çiftsoylu denir.

-Giriş-

Gökten karlar süzülüyordu usulca.

Spook gözlerini yukarıdaki boşluğa dikmişti. Anne ve babasının kavgasından kaçıp kendini çatıya atmıştı yine. Gözleri yıldızlara dikili öylece düşünüyordu. Göğsündeki sıkkınlığı giderir umuduyla buradaydı ama işe yaramıyordu. Bugün en sevdiği karanlık bile bir şekilde onu ürkütüyordu.

Usulca doğruldu ve kalay yakarak çatıdan aşağıya baktı. Mesafe belki yüz metreydi belki de daha az. Kalay duyularını güçlendiriyordu ve gece karanlığında yüz metre ötesini rahatlıkla görmesini sağlıyordu ama bu soğuğu da daha fazla hissetmesi demekti ve içi titredi. Yine de göğsündeki güdüye engel olamayıp kendini çatıdan aşağıya bıraktı.

Rüzgar etrafını sarıp giysilerini çekiştirirken temiz havayı içine çekti Spook. Yüz metre yukardan düşüyordu ve üşüyordu ama yine de tarifsizdi bu his; özgürlüktü bu; ipinden kurtulan bir uçurtmaydı Spook, kafesinden salınmış bir kuştu. Ne zaman kendini boğuluyormuş gibi hissetse yapardı bunu.

Sokak taşlarına çarpmadan evvel demir yaktı ve bir balkon demirini usulca çekerek hızını yavaşlattı. Botları kaldırıma dokunduğunda kalayını söndürdü, etraf tekrar loş bir hal alırken küçük adımlarla yürümeye başladı. Sokaklarda pek bir kimse yoktu ama evlerin pencerelerinden gökyüzüne ışıklar sünüyordu. Yerde iki parmak kar birikmişti ve botlarının altında hışırdıyordu.

Spook ellerini ceketinin cebine katıp yürümeye devam etti. Nereye gittiğinden emin değildi, ayakları götürüyordu onu. Bir köşeyi döndü ve Firari Meydanı’nı karşısında buldu. Meydanın ortasında Ata Vin’in tunçtan heykeli gururlu bir edayla tasvir edilmişti. Üzerine kar yağıyordu. Lord Hükümdarı öldüren kadın, diye düşündü Spook. Ata Vin için böyle söylüyorlardı ama Spook emin değildi. Lord Hükümdar’ın ilk ve en güçlü çiftsoylu olduğu söylenirdi. Ferusimya’yı ve Allomansi’yi aynı anda kullanabilen bir adam. O neredeyse bir ölümsüzdü ve onu bu kadın mı öldürmüştü, bir deri bir kemik bu cılız kadın?

Spook omuz silkti. Meydana birkaç adım daha yaklaşıp etrafa bir göz gezdirdi. Karşıda iki kişi vardı. Kalay yakarak onlara baktı. Biri keldi, Terris’liye benziyordu. Diğeriyse suratını bir başlığın altına gizlemişti. Hararetli bir şeyler konuşuyorlardı ama Spook duyamıyordu. Arkasını dönecekti ki başlıklı olan bir anda ona doğru çevirdi başını. Spook derin bir nefes aldı. Göğsü hızla çarpmaya başladı ve bedenini soğuğun sebep olmadığı bir ürperme sardı. Biri sanki kalbini tutmuş ve öylece sıkıyordu.

Spook korkuyordu; ama bu doğal değildi; karşıdaki adam onu teskin ediyordu. Neden?

Gitmemi istiyor, diye düşündü. Burada olmamdan rahatsız oluyor. Bakırını yaktı ve adamın ezici elinden sıyrıldı. Arkasını döndü, kapüşonunu taktı ve ağır ağır uzaklaştı. Ama itiraf etmeliydi ki merak ediyordu. Bakırını açık bırakarak aynı anda kalay yaktı ve adamlara bir kez daha baktı; hala oradalardı. Cebinden bir sikke çıkardı, usulca yere attı. Ardından onu iterek kendini yakınlardaki bir binanın tepesine fırlattı. Usulca çatıya indiğinde adamlar artık tam karşısındaydı. Tunç yaktı ve adamlardan Allomantik titreşimler aradı; yoktu. Güzel. Çömeldi, kendini yapabildiği kadar küçülttü ve tuncunu söndürüp kalayını harladı. Soğuk bir anda bedenini yaktı. Titredi, iyice büzüldü Spook; bu bir bedeldi ve ödemeliydi. Bedeni soğuktan donuyordu ama yüz metre ilerdeki adamları birkaç metre ötedeymişçesine net görebiliyordu. Kel olan uzundu, bir Terrisli’ye benziyordu, kulaklarında bir çift halka vardı ve burnuyla kaşlarını delip geçen bir sürü hızma suratını kaplıyordu. Yüzü başlığın altındakiyse sıskaydı, bedeni boydan gri bir cübbenin altında gizliydi ve bir çeşit tarikatın üyesi gibi duruyordu. Zor da olsa konuşmalarını da durabiliyordu Spook. İyice dikkat kesildi:

“… emin misin?” diye sordu kel olan.

“Her şey neredeyse tamam,” dedi başlıklı olan. “Sen sözünü tut ve yapman gerekeni-”

“Kandra,” diyerek sözünü kesti kel olan. “Tanıyor musunuz onu? Yani… güvenebileceğimize emin misiniz?”

“Elbette,” dedi başlıklı olan. “Becerikli bir üçüncü nesil. Adı RaafBeen. Lord Hükümdar’ın hizmetinde iki sene geçirmiş. Bedeni tanıyor.”

“Yapması gereken fedakarlığın farkında mı peki?”

Duruşunu dikleştirdi başlıklı olan: “Sen bizi aptal mı sanıyorsun? Her şey hazır dedim. Tek eksik olansa sende. Tabii eğer doğruyu söylüyorsan.”

“Getireceğim,” dedi kel olan. “Yarın. Beni bekleyin.”

Diğeri başıyla onayladı, etrafına bir göz attı ve hiçbir şey söylemeden uzaklaştı.

Spook kalayını söndürdü ve derin bir nefes aldı. Ellerini hohlayıp sırtını duvara dayadı. Duymaması gereken bir şeyi duyduğuna emindi; tehlikeli bir şeyi. Bakırını açık bıraktı ve tekrar meydana baktı. Kel olanı soldaki sokaklardan birine girerken gördü. İstemsizce doğruldu ve çatıdan atladı. Cebinden bir tane daha sikke çıkarıp yere attı ve kendini adama doğru itti. Aynı anda lehim yaktı. Lehim kullananı güçlendirirdi, daha becerikli ve daha dayanıklı olmasını sağlardı. Vücudun direncini artırır ve de denge oranını neredeyse kusursuzlaştırırdı. Spook’a da şuan denge lazımdı. Adamın onu fark etme riskini göze alamazdı ve her adımını dikkatli atmalıydı. Bir pencere camını iterek kendini usulca çatılardan birine bıraktı. Çatıda bir kedi edasıyla yürürken sokak aralarında ilerleyen adamdan gözünü ayırmadı.

Adam birkaç dakikalık bir yürüyüşün ardından döndü. Üç katlı binanın yanında üstü kapalı bir fayton vardı. Faytonun önünde durdu, sürücü minderinde büzülerek oturan arabacıya bir şeyler söyledi. Spook kalay yakmaya, tekrar o soğuğa katlanmaya cesaret edemediği için duyamadı sözleri. Kel adam yürümeye devam etti. Spook demir yakarak metal bir kapıya uzandı ve kendini ileriye taşıdı. Gökten süzülen karlar etrafına düşerken bir sokak arasına indi. Adamla arasına göz kararı altmış adım koydu. Bu yeterliydi. Adam onu fark etse bile Spook herhangi biriydi.

Adam bir Allomanser değil, diye düşündü Spook. Eğer düşündüğü gibi Terris’liyse onlarda bu çok nadir görülürdü. Bir Allomanser olsaydı bile Spook bakırını açık tuttuğu müddetçe onun da bir Allomanser olduğunu anlayamazdı. Tabii göze çarpacak bir şey yapmadığı sürece.

Başı kapüşonun gölgesinde bir müddet daha takip etti adamı. Adam en sonunda binalardan birine girdi ve Spook’un görüş alanından çıktı.

* * *

Spook hızla evlerine dönmüştü. Annesi nasıl titrediğini görünce bir bardak sıcak bitki çayını tutuşturmuştu eline. Islak kıyafetlerini çıkarıp kurularını giydirmişti. Babası ise karşısına almış birkaç azarın ardından bir şişe lehimi dudaklarının arasından dökmüştü ve yakmasını söylemişti.

Spook söze nasıl gireceğini bilmiyordu. En sonunda cesaretini topladı, bir iki öksürükle boğazını temizledi ve “Size bir şey söylemem lazım,” dedi.”

“Neymiş?” dedi babası başını okuduğu kitaptan kaldırarak. Annesi de beklentiyle gözlerini dikti.

“Ben bir şey duydum,” dedi. “Firari Meydanı’nda iki adamın konuşmasını-”

“Gizlice insanları mı dinliyorsun?” diye atıldı Neila. “Sana bunları mı öğrettik yani?”

Alef oğluyla karısının arasına girdi. “Bırak anlatsın,” dedi, “belli ki önemli bir şey.”

Spook yutkundu. Annesi başını çevirdi ve koltuğa çöktü, babası da annesinin yanına.

“Onlar Lord Hükümdar hakkında konuşuyorlardı,” dedi Spook. “Bir kandra bulduklarını söylüyorlardı. Kandranın bir fedakarlık yapacağını, Lord Hükümdar’ın bedenini tanıdığını söylüyorlardı. Kel adam diğerine eksik olan şeyin elinde olduğunu söyledi ve ayrıldılar.”

Alef ve Neila sözleşmiş gibi aynı anda koltuktan kalktılar. Yüzleri endişeyle gerilmişti ve endişenin altına gizlenen korkuyla. “Seni gördüler mi?” dedi annesi.

Hayır, anlamında başını salladı Spook.

“Emin misin,” dedi Alef.

Adamın onu teskin ederek korkutmaya çalıştığını söylemese daha iyiydi. “Eminim,” dedi başını sallayarak. “Aramızda neredeyse yüz metre vardı.”

“Odana git,” dedi Neila.

“Kalsın,” dedi Alef. Spook’un önünde diz çöktü, omuzlarını kavrayıp gözlerine baktı. “Ne duyduysan detaylarıyla anlatmanı istiyorum.”

“Karışmayacaksın,” dedi Neila öne bir adım atarak. “Neyse ne bizi ilgilendirmez. Çocuğumun hayatını riske atmana izin vermem.”

“Eğer tahmin ettiğim şey olursa herkesin hayatı risktedir,” dedi Alef. “İnsanlar bize bu dünyayı bırakabilmek adına canlarını verdi. Gökyüzüne baktığında yıldızları görebiliyorsan Ata’ların sayesindedir. Vin, Kelsier, Elend, Sazed, büyük dedem Spook ve niceleri. Onlara böyle mi teşekkür ediyorsun yani?”

“Ben çocuğumun hayatını düşünüyorum,” dedi Neila, gözlerinden ateş püskürüyordu. “Onu öldürterek mi teşekkür edeceksin?”

“Hayır,” dedi Alef karısını baştan aşağı süzerek. “Sadece detayları duymak istiyorum. Onu karıştırmayacağım. Korkma, seni de öyle.”

Neila’nın boğazına bir şey takılmış gibi gözleri büyüdü. “Canın çıksın,” diye bağırdı. “Eğer ona bir şey olursa seni kendi ellerimle öldürürüm.”

“Onu böyle mi önemsiyorsun?” dedi Alef şaşırmış gibi görünerek. “Karşısında bu şekilde konuşarak mı? Artık seni tanıyamıyorum bile.”

Bir müddet sessizlik çöktü odaya. Spook ne yapacağını yahut ne diyeceğini bilemedi. Annesi arkasını döndü ve kapıyı çarparak odadan çıktı.

Omuzuna bir el dokundu. Spook döndüğünde gözlerine uzandı babası, yaşları silip, “Dert etme,” dedi. “Sinirle öyle konuştu. Pişman olup yarın özür dileyecek bak gör.”

Spook yavaşça salladı başını. Alef doğruldu, usulca yürüyüp koltuğa çöktü ve içini çekti: “Şuan daha büyük bir sorunumuz var sanırım.”

Spook yutkundu. Gözlerini babasına dikip, “Beni arkanda bırakamazsın,” dedi. “Onları duyan bendim. Yardım-”

“Hayır,” diyerek sözünü kesti Alef, sesinde katiyetle. “Annen o konuda haklıydı. Yardım etmek istiyorsan bana anlatmalısın.”

Spook karşı çıkmak istedi. Onunla gideceğini söylemek, ısrar etmek, gerekirse gizlice de olsa peşine takılacağını söylemek istedi; hiçbirini söylemedi. Başını öne eğip, “Başka bir şey konuşmadılar,” dedi. “Sadece…”

“Sadece?”

“Ben kel olanı takip ettim. Büyükçe bir eve girdi.”

Alef içini çekti. Bir müddet duvarda asılı halıyı baktı. “Sanırım bana göstermen gerek,” dedi sonra, başını kaldırarak. Eliyle merdivenleri işaret etti. “Üzerini sıkı giyin ve annene görünmeden evden çık. Seni Firari Meydanı’nda bekleyeceğim. Ve asla kalay yakma, dışarısı buz kesiyor. Bu insanı öldürebilir.”

* * *

Spook boynunda atkı, ellerinde çift kat eldivenler, üzerinde birkaç kat giysi ve ayaklarındaki kışlık çoraplarla kendini şişmanlamış gibi hissediyordu. Evden çıkarken annesine yakalanmamıştı fakat yokluğunu fark etmesi çok sürmeyecekti; biliyordu Spook.

Elleri cebinde Firari Meydanı’na adım atıp etrafına baktı. Babasını karşıdaki banka yaslanmış halde buldu. Yanına kadar usulca yürüdü.

Onu fark edince başını kaldırdı Alef. “Annen fark etmedi değil mi?” diye sordu.

Hayır, manasında başını salladı Spook. “Görmedi,” dedi.

Alef, Spook’un yanına sokuldu, eğildi, boynuna uzanıp atkısını burnuna kadar çekiştirdi, ceketinin fermuarını iyice çekip başlığının altındaki bereyi kulaklarına kadar indirdi. Spook boğulacak gibi hissediyordu. “Şimdi hazırız,” dedi. “Yolu göster bakalım.”

Cebinden bir sikke çıkarıp yere attı Spook.

“Hayır hayır,” dedi babası. “Eski yöntemler Spook, sadece yürüyeceğiz. Dikkat çekmemeliyiz.”

Spook içinden ofladı. “Tamam,” dedi ve usul adımlarla yürümeye başladı. Yerdeki kar neredeyse bir karış olmuştu ve halen de yağıyordu. Soğuk olmasa kar güzel şeydi aslında. Ama soğuk hiç hoş değildi.

“Adam nasıl biriydi?” diye sordu babası meydan arkalarında kalırken.

“Sanırım bir Ferusimyacı,” dedi Spook. “Yüzünde bir sürü metal vardı. Başı keldi, boyu uzun, kulakları büyük.”

“Çiftsoylu olma ihtimali var mı sence.”

Olabilir miydi? Ama Spook herhangi bir titreşim almamıştı ondan. Gerçi bakır yakıyor da olabilirdi. “Sanmıyorum,” dedi yine de. “Hiç metal yakmadı.”

“Anladım,” dedi Alef.

Yürüdüler, sokaklar arkalarında kaldı ve sağa döndüklerinde Spook elini kaldırıp evi gösterdi. “Burasıydı,” diye fısıldadı. “Buraya girdiğini gördüm.”

“Emin misin.”

Başıyla onayladı: “Evet.”

“O zaman artık eve dönüyorsun,” dedi Alef. Elini Spook’un omuzuna koyarak: “Birkaç saate ben de dönmüş olurum.”

“Ne yapacaksın,” dedi Spook başını kaldırarak.

“Gerçeği başkana bildireceğim,” dedi Alef, gözleri eve dikiliydi. “Sonra da durumu tartışacağız. Yani oldukça sıkıcı olacak. Evde olman çok daha iyi.”

“Tabii,” dedi Spook. “Zaten odada kapalı duvarları seyretmeye bayılıyorum.”

“Ah bilmez miyim,” dedi Alef. Gülümsedi: “Ben de çok severim.”

* * *

Alef iki saat evvel kiraladığı faytonun şoförüne ücretini ödeyip Başkan’ın evinin kapısına doğru yürüdü. Tokmağını çarptığı devasa kapı birkaç dakikanın ardından açıldığında hizmetli kıyafetleri içindeki genççe bir kadın kapıda belirdi. Kadın gecenin bu saatinde gelen birine takınılabilecek gayet manidar bir yüz ifadesiyle ona bakınca “Kusura Bakmayın,” dedi Alef. “Çok önemli bir mevzu için başkanla görüşmem gerekiyordu.”

Kadın yan cebine uzandı, küçük bir not defteriyle kurşunkalem çıkarıp “İsminizi söylerseniz yarın saat 11.30 civarı size bir randevu ayarlayabilirim,” dedi ve gülümsedi.

“Maalesef ki mevzu yarına sarkıtılamayacak kadar ciddi,” dedi Alef, bir yandan da pirinç yakarak kadının duygularını bastırmayı, onu teskin etmeyi denedi. “Eğer kendisiyle beş dakikalığına konuşabilseydim…”

“Kendileri müsait değiller,” dedi kadın hiç etkilenmiyor gibi. Elindeki defter ve kalemi cebine geri yerleştirdi. “Eğer konuyu bana söylerseniz sizin için iletebilirim.”

Derin bir nefes aldı Alef. Eski yöntemler, diye düşündü. Hızlı bir hareketle cebindeki altın sikkelerden birini usulca çekip çıkardı. Sikke yere düştü, beton kapı altında tınlayarak sekti ve durdu. Alef hemen eğilip sikkeye uzandı. “Ah,” dedi, “sanırım paranızı düşürdünüz.” Avucundaki sikkeyi ivedi bir hareketle kadının eline tutuşturdu.

Kadın gülümseyip nazik bir tebessüm kondurdu yüzüne. “Sanırım,” dedi, “sizin için bir on dakika ayarlayabilirim.” Alef’i içeri buyur etti. Gayet süslü koridorlardan geçtiler ve büyükçe bir odaya girdiler. Kadın dikdörtgen masanın yanında duran deri kaplama sandalyelerden birini işaret edip “Biraz beklemeniz gerekebilir,” dedi ve odadan çıktı.

Alef daha henüz odayı inceleyememişken genç bir adam girdi içeri. Elinde bir tepsi taşıyordu, tepside de iki fincan. Fincanlardan birinde kahve vardı, diğerini ise görmesine bile gerek olmadan biliyordu Alef; eritilmiş alüminyum. Alüminyum tüm metal stoklarını aynı anda yakar ve kişiyi güçlerinden ederdi. Genç tepsiyi saygıyla uzatırken “Üzerinizde herhangi bir metal şişeciği var mı?” diye sordu.

Alef ceketinin iç cebindeki yedek şişeciği çıkarıp tepsiye bıraktı, ardından da alüminyum fincanını kafasına dikti. Başkan’ın karşısına çıkabilmek için bunu yapması gerekirdi.

Genç, kahve fincanını Alef’in önündeki sehpaya bırakıp odadan ayrıldı.

Başkan neden sonra odaya girdiğinde Alef kahvesini bitirmişti. Adamın üzerinde siyah, ütülü bir takım elbise vardı. Alef ayağa kalktı ve Başkan Viller’ın elini sıktı. Başkan koltuğuna kurulurken “Ben Alef Cladent,” diye söze girdi. “Sizi bu saatte rahatsız ettiğim için üzgünüm ama sebebini duyduğunuzda bana hak vereceğinizden eminim.”

“Dinliyorum,” dedi başkan, masasının altındaki çekmeceden bir pipo çıkarırken. Pipoyu tutuşturdu ve içine çekti.

“Bir konuşmaya şahit oldum,” dedi Alef. “Lord Hükümdar’ın bedenini tanıyan bir kandradan söz ediliyordu. Onun bir fedakarlık yapacağından. Eksik olan bir şeyin de artık ellerinde olduğundan… Sanırım amaçlarını anlamışsınızdır.”

Başkan ağzındaki pipoyu hızla çıkardı ve içine çektiği dumanı öksürerek odaya dağıttı. “Tüm bunları nereden duydunuz?” diye sordu şaşkın bir edayla.

Alef’in beklediği soru bu değildi. “Konuşan iki adamdan,” dedi. “Firari Meydanı’nda.”

Başkan derin bir nefes aldı. Sırtını deri sandalyesine yasladı ve Alef’e baktı: “Bu çok saçma. Bir insanı geri döndürmek imkânsızdır. Konuşmayı doğru anladığınızdan emin misiniz?”

“Elbette ki eminim,” dedi Alef. “Adamlardan birini takip ettim ve evini biliyorum. Eğer gidip onu sorguya çekersek-”

“Hayır hayır,” dedi başkan. “Sivil bir insanın hayatını riske atamam. Önündeki defterlerden birinin boş bir sayfasını açtı ve Alef’in önüne ittirdi. “Adresi yazın,” dedi. “Bununla bizzat kendim ilgileneceğim.” Gömleğinin cebindeki mavi dolma kalemi çıkardı ve Alef’e uzattı.

Alef uzatılan kalemi aldı. “Ben bir sissoyluyum,” dedi. “Sizinle gelirsem işinizi oldukça kolaylaştıracağımdan-”

“Sadece adresi verin,” diyerek sözünü kesti başkan. “Zaten oldukça zahmete katlandınız. Adresi verin ve evinize dönün.”

“Nasıl isterseniz,” dedi Alef. Eğildi, önündeki sayfaya adresi yazdı ve defterle kalemi başkanın önüne bıraktı.

 

Alef başkanın evinden çıkarken yedek metal şişeciğini geri almıştı. Etrafında yükselen apartmanların arasına kar yağarken şişeciği başına dikti ve tüm metal stokları midesinde yeniden belirirken içini çekti. Başkanın konuşmasında ve tavırlarındaki gariplik onu rahatsız ediyordu. Yere değersiz bir sikke bırakıp kendini çatılardan birine kadar yükseltti ve kiremitlerin üzerine indi. Sıcak bacanın yanına yaklaşıp başkanın evini gözlemeye koyuldu. Dakikalar dakikaları kovaladı ama hiçbir hareketlilik olmadı. Yarım saat geçti, ardından da bir yarım saat daha. Ne bir at arabası ne de bir ulak çıktı evden. Başkanın çoktan müdahale etmesi, eve bir ekip göndermesi gerekirdi; hiçbir şey yapmıyordu. Söylediklerine inanmamıştı belki de. Ama… Belki de… Bunu düşünmek bile istemese de başkanın kendisi de işin içinde olabilirdi.

Kendini çatıdan aşağı bıraktı ve apartmanların arasında demir ve çelik yakarak ilerledi. Yarım saatin ardından önünde durduğu bina Spook’un gösterdiği evdi. Ahşap cep saati gece 01.08’i gösteriyordu. Evin yalnızca tek bir penceresinde ışık vardı ve o da kısıktı.

Karların arasına bir sikke bıraktı. Çelik yakarak sikkeyi itti ve ışık yansıyan pencereye kadar yükseltti kendini. Kolları iki yanda dengesini sağlayarak havada asılı kaldı ve kalay yakarak tül perdenin ardındaki odaya baktı. Yatakta yüzü Alef’e dönük vaziyette uyuyan kişi, Spook’un tarifine uyan bir adamdı. Kel başı ve yüzündeki bir sürü metaliyle ferusimyacı olduğunu haykırıyordu.

Yatakta yahut odada başka hiç kimse yoktu. Yatağın karşısında üç tablo asılıydı, ikisi altta biri üstte. Alttaki tablolarda Harap ve Muhafaza’nın birer tasviri vardı. Üzerindekinde ise Lord Hükümdar’ın. Yatağın yanına konulmuş sehpanın üzerinde cam bir şarap sürahisi duruyordu ve yanındaki bardak yarısına kadar doluydu. Adam yeni uyumuş olabilirdi. Belki de-

Adam bir anda başını kaldırdı ve Alef’e baktı.

Alef dengesini kaybederek yana kaydı ve altındaki sikkeyi bırakarak karşıdaki duvarların içine gömülü demirlerden en kuvvetlisine yöneltti kendini, sırtı duvara dayalı vaziyette binaya tutundu. Odadaki adam tam karşısında camın önünde duruyordu. Pencereyi açtı ve Alef’in eline ne ara aldığını bilmediği bir cismi hızla fırlattı.

Alef başını hızlı bir refleksle sola çekmeseydi şimdi camdan bir hançer olduğunu bildiği cisim beyine saplanmış olacaktı. Onun yerine duvara çarptı ve parçalanarak karların arasına döküldü.

Adam deneme mahiyetiyle biraz evvel yere bıraktığı sikkeyi çekti ve camdaki adama gönderdi.

Adam sikkeyi iterek daha cama bile varmadan yönünü değiştirdi. Bir çiftsoylu, diye düşündü Alef. Bu kötüydü. Çok kötüydü. Böyle bir dövüşte kazanamazdı.

Alef cebinden bir avuç sikke çıkardı, havaya attı ve hepsini adama doğru ittirdi. Ardından da çelik yakarak odanın iç kapısını çekti. Sikkeler adamın karşı itişiyle etrafa dağılırken Alef dirseğiyle yüzünü koruyarak pencereden içeri daldı.

Pencerenin camları parçalandı ve Alef bir anda kendini odanın zemininde buldu. Aceleyle başını kaldırdığında boynuna cam bir hançer savruluyordu. Sikkelerden hiçbiri adama dokunmamıştı. Alef hızla karyolanın demirlerini çekti ve kendini hançerden esirgedi. Doğruldu ve lehim yakıp enerjisini yeniledi, ardından çeliğini harlayarak tüm gücüyle itti karyolayı.

Karyola olduğu yerde iki ayağı üstüne kalkıp kel adama savruldu.

Adam küfrederek kendini kapının önünden çekti ve karşı duvara atıldı. Karyola, kapıya gümbürtüyle çarpıp parçalanırken “Derdin ne senin,” diye kükredi. Sol elinde başka bir camdan hançer sıkıyordu.

“Ne yapmaya çalıştığınızı biliyorum,” dedi Alef, kendine silah olarak kullanabileceği herhangi bir şey ararken. “Seni neyle kandırdıklarını bilmiyorum ama bunu yapmanıza müsaade-”

Adam güldü. “Kahraman olmaya geldin yani,” diyerek kesti sözünü.

Alef omuz silkti. “Belki olurum,” dedi. “Belki de gerek yoktur. Eksik olan şey her neyse onu bana ver ve buradan gideyim.”

Adam tekrar güldü. “Gerçekten komik adammışsın,” dedi. “Ölmen yazık olacak.” Hançerini kaldırdı ve sıktı. O bunu yaparken Alef adamın vücudunun irileştiğini ve kollarının kaslarla dolduğunu gördü. Yüzü bile gençleşmiş gibi duruyordu. Hançeri sıktı ve Alef’in üzerine yürüdü adam.

Alef tunç yakarak adamın yaktığı metalleri görebilirdi. Hiçbir şey yakmıyordu. Belki de tam bir çiftsoylu değildi. Yalnızca metalleri itebilen bir çeşit sikkeci olabilirdi. Düşünmeyi bıraktı ve lehimini harlayarak başına savrulan hançerin altından eğildi, yumruğunu adamın karın boşluğuna gömdü. Lehimle güçlenen böyle bir darbe normal bir adamı öldürebilirdi. Ama ona etki etmemiş gibiydi. Adam sağ elinin tersini Alef’in suratına indirdi.

Alef savruldu ve halıya düştü. Küfrederek doğrulmaya çalıştı. Adam karnına bir tekme daha savurdu. Alef öksürüp kan tükürdü. Darbenin etkisiyle yaşaran gözleri etrafı bulanık bir kızıla boyadı. Yerde süründü Alef. Yakın mesafeden onunla dövüşemezdi. Bunu anlamıştı.

Adam çok güçlü.

Lehimini harlayarak kuvvetini artırdı ve yuvarlandı. Doğruldu sırtını duvara dayadı ve boyutu gitgide irileşen adama baktı. Sonra çeliğini harlayarak odadaki tüm metalleri aynı anda itti; sırtını dayadığı duvardaki tüm metalleri; dolaplardaki çiviler, raptiyeler, odadaki tüm sikkeler ve ufak tefek bir sürü metali tek ve devasa bir patlamayla adama doğru itti.

Adam metalleri karşı bir itişle saptırdı ve etrafa dağıttı. Metaller karşı itiş nedeniyle Alef’in bedeni hariç her yere dağılarak savruldular.

Alef güldü ve adamın tam arkasında duran, tabloları duvara sabitleyen çivilere baktı. Sonra tüm gücüyle kendine doğru çekti çivileri. Metaller titreyerek duvardan söküldü, tablolar yerde parçalara ayrılırken çiviler kel adamın başının arkasına, boynuna ve omuzuna saplandı. Adam ne olduğunu anlamamış gibi arkasını döndü bir anda. Sonra başını yokladı ve yerdeki tablolara baktı. Ardından dizlerinin üstüne düştü. Vücudu usulca ufalıp eski haline dönüyordu; o ölüyordu.

Alef derin bir nefes aldı. Yerdeki cam hançere uzanıp her ihtimale karşı adamın şah damarını kesti. Başı dönüyordu ve karnı ağrıyordu, yediği tekme kaburgalarından birkaçını kırmış olmalıydı. Öksürdü ve lehimini harlayarak halıya çöktü. Bir müddet öylece oturdu. Haklı çıkmıştı. Adam bir Çiftsoylu değildi. Öyle olmuş olsaydı şimdi ölü olan ben olurdum.

Lehimini yanar halde bırakıp doğrulmaya çabaladı. Lehim olmasa ayakta dahi duramazdı. Etrafına ve yerdeki cesede bir kez daha baktı ve işte o zaman ne yapmış olduğunun farkına varabildi. Adamın götüreceği eksik parçanın ne olduğunu bilmiyordu ve artık öğrenmesi imkânsızdı. Adam ölmüştü. Küfrederek dolaplara yürüdü ve hızla boşaltmaya başladı. Giysileri ve kitapları yerlere saçtı; ancak çabası boşunaydı. Eksik parça her şey olabilirdi. Belki de halının üzerine yığılan kitaplardan biriydi. Başını ellerinin arasına aldı kendini düşünmeye zorladı. Spook’un sözlerini anımsamaya ve işin içinden çıkmaya çalıştı.

Kandra, demişti Spook. Lord Hükümdarın bedenini tanıyan. Kandralar kemikleri sindirirdi ve onlardan bir vücut oluştururdu. Ama bu sadece taklitti, görüntüydü. Lord Hükümdar’ın kendisini diriltmezdi. Kandra’nın yapacağı fedakarlık… Bu da ölüm anlamına geliyor olabilirdi ama nasıl? Lord Hükümdar’ın bedenindeyken bir şekilde kendini mi öldürecekti, ya da öldürülecek miydi? Kandra ölürse beden de ölürdü. Ama belki de yeni bir metal keşfetmişlerdi; bedeni hayatta tutan.

Çığlık atmak istedi Alef. Döndü ve kırık pencereye doğru yürüdü. Sokağa baktığında evin girişine toplanmakta olan insanları gördü. Gürültüler…

Adamın götüreceği şey her neyse bir an önce onu bulmalı ve buradan kaçmalıydı. İnzibatlara çoktan haber vermiş olabilirlerdi. Gerçi ne fark ederdi. Başkana aptal gibi gerçek ismini söylemişti. Kendi ellerimle hayatımı mahvettim.

Şimdi kaçarsa nasıl kanıtlayacaklardı ki? Ama kanıta ihtiyaçları mı vardı sanki. Adamın intikamını alırlardı. Ama eğer eksik parçanın yerini onlar da bilmiyorsa Alef, Lord Hükümdar’ın yeniden doğumuna çoktan engel olmuş demekti.

Daha fazla düşünmek ve burada kalıp inzibatlara avlanmak hiçbir şeyi değiştirmeyecekti. Pencereye yürüdü ve evi terk etti.

* * *

Neila saatlerdir bir koltukta oturuyor ve kocasının dönmesini bekliyordu.

Bu bekleyiş zamanla endişeyi getirmişti. Geçen her dakika da kaygısı artırıyor, saatin tik takları beyninin içinde uğulduyordu.

Çayından bir yudum aldı. Duvardaki saate baktı ve ikiye yaklaştığını gördü. Evden gizlice çıkmaya çalışan oğlunu takip etmişti. Babasına evi gösterip geri dönmüştü Spook ama Alef halen ortada yoktu. Alef’i de takip etmeliydim, diye iç geçirdi. Kırk yaşında olmasına rağmen hâlâ en az Spook kadar çocuk.

Ona karşı son zamanlarda soğuk davrandığını biliyordu Neila. Ama her konuşma çabası aralarını biraz daha açmaktan başka bir işe yaramamıştı. Alef bir karara varıyor ve harekete geçiyordu. Düşünmüyor, bana fikrimi bile sormuyor. Bu gün de böyle olmuştu ve kendini tutamamıştı Neila. Ama yine de son sözleri için pişmandı. Ağır konuşmuştu ve bu aldığı tüm nefeslere pişmanlık ekiyordu.

Daha fazla bekleyemeyeceğine kanaat getirip kapının yanında duran vestiyerden paltosunu aldı ve sırtına geçirdi. Başına şapkasını takıp eldivenlerini giydi. Paltosunun cebinden bir metal şişeciği çıkarıp başına dikti ve canlanan rezervleriyle rahatladı.

Kapıyı açtı, dışarıya adımını atar atmaz ise bahçe kapısının gıcırtısını duydu. Sonra da bahçeye sendeleyerek giren birinin siluetini gördü. Gelen… Alef’ti. Hemen yanına koştu ve koluna girdi.

Birlikte eve girdiler kocasını koltuğa oturttu Neila. Sonra onun kanlı ellerine ve kıyafetlerine baktı. “Alef,” dedi korkuyla kısılmış bir sesle. “Neler oldu böyle?”

“Seni dinlemeliydim,” dedi Alef kederle, başını iki yana sallayarak.

“Spook’u takip ettim,” dedi Neila. “Başkana söyleyip dönmen gerekiyordu. Neler oldu?”

Alef başını kaldırıp şaşkın bir edayla ona baktı. Sonra gözlerini taban tahtalarına dikti: “Başkan da onlardan biri,” dedi. “Lord Hükümdar’ı geri getirmeye çalışanlardan.”

Neila gözlerini kıstı: “Emin misin?”

“Evet,” dedi Alef. “Ve ben eksik parçayı bulursam bunu engelleyebileceğimi düşündüm. Ama evdeki adam beni gördü ve saldırdı. Onu… öldürmek zorunda kaldım.”

“Ne yaptın,” dedi Neila hızla ayağa kalkarak. “Eğer dediğin gibi başkan da işin içindeyse ilmiği boynuna kendi ellerinle geçirdin demektir. Bana başkana adını vermediğini söyle.”

“Tabii ki verdim,” dedi ALef. “Nereden bilebilirdim ki?”

Neila derin bir nefes aldı ve kocasına baktı. “Burada kalamayız,” dedi. “Kaçmalıyız. Bizi yaşatmayacaklar.”

“Spook’u al ve şehir dışındaki Yedikent oteline gidin,” dedi Alef. “Ben eksik olan parçayı-”

“Hiçbir yere gitmiyorum,” dedi Spook. Neila başını çevirdi ve merdivenin başında duran oğlunu gördü. Sırtında bir çanta vardı ve üzerinde de kalın giysiler. Neden pijama giymiyordu?

Alef doğruldu. “İşler beklediğimiz gibi gitmedi,” dedi. “Ben parçayı bulmak zorundayım… Sizinle bir hafta içinde buluşacağım, söz veriyorum.”

“Hayır!” dedi Spook inatla. “Beraber gidiyoruz.” Sırt çantasını çıkardı ve babasının önüne attı.

“Bu da ne?” dedi Alef.

Neila çantaya uzandı, yerden aldı ve fermuarını açtı. Sonra çantayı aldığı hızla geri attı. İçinde kuru kemikler vardı. İnsan kemikleri. “Bunlar da ne Spook,” diye sordu korkuyla kısılmış bir sesle.

“Kemikler,” dedi Spook gülümseyerek. “Lord Hükümdar’ın kemikleri. Eksik olan parça.”

“Nasıl?” dedi Alef.

Spook omuz silkti. “Kel adamı takip ettiğim zaman evine girmeden önce bir arabacıyla konuştuğunu görmüştüm. Gizlice arabaya girdim ve ufak bir sandığın içinde buldum bunları.”

Osman Eliuz

Yazım sanatının her türünü okuyor, deniyorum. Hangi tür olursa olsun gerçeğin kıyısında gezen anlatıları seviyorum. Üslubum genel olarak karaktere yaslanır. Olaydan öte hikaye ediş ilgimi çeker. Sanırım bendeki sıradan bir öyküde renk bulma çabası, yahut ona bir renk uydurma çabası. Yazmanın yakamı bırakmayacağı besbelli, o açıdan direnmeye lüzum görmüyorum.

Kemikler” için 10 Yorum Var

  1. Merhaba,
    Öyküyü çok beğendiğimi belirtmek isterim. Bunda orijinal temanın da payı var tabi ki ama büyük oranda güzel anlatımınız beni etkiledi. Metinler tam olması gerektiği gibi ne uzun ne kısa, kelimeler yerli yerinde, betimlemeler ve duygular en doğru şekilde verilmiş. Kelime sınırından mıdır bilmiyorum, erken gelen son olmasaydı yüz sayfa daha okuyabilirdim.
    Elinize sağlık.

    1. Merhabalar. Öncelikle zamanınıza ve güzel yorumunuza teşekkürler. Öykümü beğenmenize sevindim. Son okumalarda gözümden kaçan birkaç kusur olmuş bu arada; özür diliyorum herkesten. Orijinallik Brandon Sanderson’dan kaynaklanıyor sanırım 🙂 Adam yaratıcılıkta çığır açıyor resmen; Fırtınaışığı Arşivi ile Sissoylu serisini tavsiye ediyorum herkese.
      ”Erken gelen son,” demişsiniz; çok haklısınız. Yukarıdaki öykü dört bin kelime civarında. Spook için yeni bir bölümle bitirmeyi planlıyordum ama o şekliyle finali göremeyecektim. En azından beş bin kelime içerisinde. Bu sebepten yukarıdaki şekilde son bulmasını uygun buldum.
      Daha iyilerinde görüşebilme umuduyla…

  2. İyi günler yeni seçki yayınlandığında ilk sizin öykünüze baktım, umarım okuduğum bir seridir dedim ama malesef değilmiş. Sonra okuyacağım kitaplar listemde de yoktu. (seriyi biliyorum ama listeme almamışım 🙂 ) bu yüzden acaba öyküyü okusam mı ne de olsa listemde yok dedim. Sonra sizin sevdiğiniz ve hatırladığım kadarıyla sizi öykü yazmaya iten bu seriyi listeme almamak ayıp olur diye düşündüm. Şu an hala kararsızım diyebilirim , nedense seri beni kendine çekmiyor 😀 ne dersiniz okuyayım mı öykünüzü fazla spoiler yer miyim ?

    1. İyi günler. Evet benim çok sevdiğim serilerden biridir ve okumanızı tavsiye ediyorum. Fakat sevmeye de bilirsiniz zira fantastik bir seri ama alışılagelmişin dışında bir ortamı ve havası var. Eğer ki seriyi okumayacaksanız öyküyü okumanızda sakınca yok. Ama eğer ki okuyacağım diyorsanız ilk kitabın finaliyle ilgili bilgi veriyor öykü. Şöyle bir şey aslında. Zaten finali kitabın başlangıcından beri bekliyorsunuz ilk kitapta, bu hedefleri bir nevi. Ama bunun nasıl gerçekleştiği mevzusu kitabın sonunu harika hale getiren. Nasıl olduğu hakkında bir spoiler içermiyor yukarıdaki öykü. İsim hafızanız da aşırı kuvvetli değilse sıkıntı olmayacaktır. Yani tercih sizin 🙂

  3. Merhaba Osman.
    Güzel bir öykü kaleme almışsın. Çıkış noktanı da ayrıca beğendim. Öykünün içindeki bilgi kırıntılarını da güzel yedirmişsin. Yani seriyi bilmeme rağmen bu bilgi kırıntıları hiç de sıkmadı beni. Bu mevzunun üstesinden ustaca gelmişsin.Sıkıntı duyduğum konulardan biri -ki bu tamamen benim gıcıklığımdır- seçtiğin isim oldu. Spook. Biliyorum orjinalinde öyle ancak ilk iki kitabın çevirmeni öyle güzel kotarmıştı ki işini, Dikiz ismi daha bir yakışıklı durmuştu. Toruna isim olarak Spook yerine Dikiz’i kullansaydın keşke 🙂
    Sıkıntı duyduğum ikinci kısım ise final oldu. Çocuğun bir anda -spoiler olmasın- çantayla gelmesi. Finali sanki havada bırakmış. Hikayeyi güzel işlemişsin. Ama sanki final bu güzel hikayede bir çentik yaratmış.
    Sıkılmadan okuduğum bir seriden sıkılmadan okuduğum bir öykü çıkarmışsın. Ellerine sağlık. 🙂

    1. Merhaba Umut.
      Seriyi okumayanların da anlayabilmesi açısından birazcık bilgi verdim lakin çaktırmamaya çalıştım. Sanderson da ara ara yapıyor zaten çok fazla farklı güç olduğu için, hatırlatma amacıyla.
      Spook’un ismi konusunda şöyle söyleyeyim: Dikiz aslen isim değil lakap olduğu için Spook ismi daha mantıklı durdu. Zira çocuğuna ismini veren bir insanın gözünden baktığımda örneğin dedesinin lakabı Kulaksız olsun; çocuğa Kulaksız ismi verilmezdi 🙂 Yine de tamam, itiraf ediyorum ben de Dikiz’i daha çok seviyordum seride. Spook’u görünce afallamıştım. Belki de Dikiz’i kullanmalıydım bilmiyorum 🙂
      Finalin ise Sayın Burak için açıklamıştım sebebini. Büyük oranda öyle.
      Öyküme ayırdığın zaman ve güzel yorumun için teşekkür ediyorum. Daha iyilerinde görüşebilme umuduyla.

  4. Osman merhaba,

    Son derece güzel bir öykü kaleme almışsın, eline sağlık. Başım ağrıyordu ve şöyle bi’ bakınayım dedim ne var ne yok, zaten ilk cümleyi okur okumaz eserinin içinde buldum kendimi. Akıcılık, tasvirler, diyaloglar, her şey yerli yerinde. Biçimsel olarak muhtelif hatalar mevcut ki bunları sırf lâf olsun diye söylüyorum yoksa yorumum fazla övücü duracak ^^

    “Spook içinden ofladı. “Tamam,” dedi ve usul adımlarla yürümeye başladı. Yerdeki kar neredeyse bir karış olmuştu ve halen de yağıyordu. Soğuk olmasa kar güzel şeydi aslında. Ama soğuk hiç hoş değildi.”

    Biçim değil sadece güzel olan, içerik de öyle ki biliyorsun fantastik eserlere hafiften mesafeli olduğumu. Ne güzeldir ki senin de içinde bulunduğun belli yazarlarda bu mesafeyi unutuyorum.

    Fazla uzatmayayım. Beklentileri karşılayan, okuması hoş, akıcı bir öykü yazmışsın. Tekrardan görüşmek umuduyla ^^

    1. Merhabalar. Zamanınıza ve değerli yorumunuza teşekkür ediyorum. Evet, biçimsel hatalar var dediğiniz gibi. Yapmamam gereken amatörce kusurlar bunlar. Nasıl olduysa tekrar okumasında da gözümden kaçmışlar. Öyküyü son günlere bırakmamalı, birkaç gün dinlendirip tekrar üzerinden geçmeliydim. Hatırlatma için teşekkür ediyorum.
      Fantastik edebiyatla aranızdaki buzları nispeten de olsa eritebiliyorsak ne mutlu.
      Daha iyilerinde görüşebilmeyi umut ediyorum.

  5. Merhaba,
    Artık kemikleşmiş bir üslubunuz ve öyküleme tekniğiniz var. Yani yazarını görmesem de tahmin edebiliyorum 🙂
    Öyküye esin kaynağı olan eseri okumadım ama başta verdiğiniz kısa bilgiyle öykünün atmosferine kolayca adapte oldum. Öykü her zamanki gibi güzeldi, akıcıydı, temiz yazılmıştı.
    Finalin biraz çabuk geldiği konusunda hemfikirim yorum yazan diğer yazarlarla. Ama bu öykünün güzelliğine sekte vuracak kadar mühim bir eksiklik değildi.
    Kaleminize kuvvet.

    1. Merhabalar. Öyküme vakit ayırdığınız ve güzel yorumunuz için teşekkürler.
      Finalin çabuk gelmesi konusu son derece doğru. Yine de beğendiyseniz zamanınıza değdiyse öykü amacına ulaşmıştır.
      ”…yazarını görmesem de tahmin edebiliyorum,” demişsiniz; ayrıca teşekkürler 🙂
      Ve hepimizin kalemine kuvvet. Daha iyilerinde görüşebilme umuduyla.

Burak Yüksel için Yorum Yap Yanıtı iptal et

E-posta adresiniz yayımlanmayacaktır.Yıldızlı olan alanların doldurulması zorunludur. *