Öykü

Klora’nın Kehaneti

Asırlar evvel, daha dünyada büyük okyanuslar ve hatta geniş çöller yokken, dört farklı uygarlık varmış. Birbiriyle neredeyse bitişik kara parçalarında, dört farklı uygarlık yaşarmış dünya üzerinde. Bitişik dediysek, barış falan varmış sanmayın! Aksine, yoğun bir savaş hali hakimmiş dünya üzerinde…

Bu dört uygarlığın ilki Göğel isminde, barışçıl bir uygarlıkmış. Büyükçe totemler yapıp, gökyüzünde olduğuna ve bir gün inip dünyaya barış getireceğine inandıkları tanrılarına taparlarmış. Kadınları avlanıp yemek pişirirken, erkekleri ibadet eder ve sadece kendi topraklarına saldırıldığında savaşırmış.

Diğer uygarlıklardan birisi de Viden adıyla anılan; heybetli savaşçılara sahip ve geçimini dünya üzerinde az olan denizden sağlayan, denizci uygarlıkmış. Barbar korsanları ve ilkel kadınları olmasına rağmen, dönemin en büyük şairleri Viden’den çıkarmış. Bunun sebebi de, uzun süreler deniz seferine çıkan savaşçıların içlerinde yer alan aşk ve özlem hisleriymiş.

Diğer bir uygarlık da Firod adıyla bilinen; ateşi keşfetmiş ve bunu dünyaya tamamen hakim olma dürtüsüyle savaşlarda kullanmaktan geri durmayan, en zalim savaşçı ve devlet adamlarına sahip uygarlıkmış.

İlk yıllarda, sadece üç uygarlık varken sonradan dördüncü bir uygarlık ortaya çıkmış. Bu uygarlık, Viden’den kovulan ve Firod’dan kaçan bir grubun keşfettiği topraklarda can bulmuş. En az Göğel kadar barışçıl ama savaşlarda da en az Viden kadar başarılı bir uygarlık olan bu son uygarlığa da İczub denmiş. Diğer uygarlıklardan daha şanssız olan İczub, yılın dörtte üçünü buzulların hakim sürdüğü bir coğrafyada yer almaktaymış. Haliyle Firod saldırılarına karşı savunma duvarları, Viden saldırılarına karşı da saha avantajları varmış. Uzun süre, hiçbir uygarlıkla savaşmadan yaşamış İczub sakinleri. İşin aslı, savaşmayı gerektirecek bir düzen de yokmuş ya, neyse.

Bir gün, nereden geldiği belli olmayan bir kervana denk gelmiş İczub’un en uç sınırındaki gözcüleri. Hemen krallarına haber salmışlar ve gelen ulağın taşıdığı emir vesilesiyle, kervanı ülke sınırlarının içine almışlar.

Kral, kraliçe ve diğer yöneticiler; kervanın taşıdığı yükü görünce şaşkınlıklarını gizleyememişler. Zira bu kervan, çeşitli efsanelerde yer alan “Kayıp Uygarlık Klora”ya aitmiş. Denirmiş ki; Klora kervanı hangi uygarlığa denk gelirse o uygarlık bir sonraki yüzyılın en büyük savaşçısını çıkarır ve dünyaya hakim olurmuş.

Gelen kervan hiç bilmedikleri ve görmedikleri bir şekilde ilerlemekte olduğundan mütevellit, bunun Klora’ya ait olduğunu ilk bakışta anlayabilmiş İczublular. Tekerlekleri yere değmeyen, iz bırakmayan ve gölgesi olmayan bir kervanmış bu zira. Kervanın öncüsü, sakalları dizine kadar uzanan ve renksiz gözbebekleri olan korkutucu görünümlü bir büyücüymüş. Kamp yapabilecekleri bir yer aradıklarını söyleyerek kendilerine yer verilmesini rica etmiş.

İczub konseyi acilen toplanıp bir fikir teatisi yaptıktan sonra şehir merkezine uzak, uygarlığın en soğuk olan yerini Klora kervanına tahsis etmeye karar vermiş. Bu kararı Klora’nın büyücüsüne ilettikten sonra bir elçi vererek onları kamp alanlarına uğurlamışlar.

Uzun bir süre Klora kervanı ülkede kalmış. Bu sürede çok şey olmuş, bu yüzden İczublular bir süre sonra Klora’nın varlığını bile unutmuş! Zira büyük bir savaş koptuğu ve Göğel topraklarının Firod tarafından fethedildiği, Firodlu savaşçıların Videnlilerle de savaşa tutuştuğu haberleri İczub topraklarına dek ulaşmış.

Bu kötü ortama rağmen, güzel bir şey de olmuş ve İczub kraliçesi bir çocuk dünyaya getirmiş. Kendi topraklarına kadar gelme ihtimaline mukabil, bir prensin varlığı İczub halkını umut dolu bir geleceğe taşıyormuş. Savaşın hüküm sürdüğü dünyada, prens büyümüş ve on yaşına gelmiş. Prensin onuncu yaş gününde, krallık sarayının ilginç bir ziyaretçisi varmış: Kloralı büyücü.

Kralla baş başa bir görüşme gerçekleştiren büyücü, çıkışta kimseye bir açıklama yapmadan prensi alıp kaldıkları soğuk ve ıssız topraklara götürmüş. İczub topraklarında uzun bir süre, çok uzun bir süre, kimse prensten haber alamamış… Üstelik kral da hiçbir açıklama yapmamış…

* * *

Göğel topraklarında ciddi bir yayılma gerçekleştirmiş olan Viden kralı, Göğel’in din adamlarını büyü yapmaya zorlamış ve bilhassa yeni yetişen genç Göğellileri büyücü olarak yetiştirmişti.

Göğel halkının, Viden hakimiyetindeki onuncu yılında bir gün, en iyi büyücülerden birisi Viden kralının huzuruna çıkmış.

“Değerli kralım…” demiş vızıldayan bir sesle, elleri önünde birleşmiş ve gözleri yere sabitlenmiş bir şekilde.

Viden kralı Umhatur, elini şöyle bir sallamış ve devam etmesini işaret etmiş. Heybetli sakalı ve diğer eliyle tuttuğu büyükçe kılıcıyla gözdağı kavramının vücut bulmuş haliymiş zira.

“Bugün kristal kürede bir şey gördüm… İlginizi çeker diye düşündüm.”

Umhatur, boştaki elini dizinin üstüne koyup daha dikkatli bir şekilde dinlemeye başladı bücür büyücüyü.

“Klora’nın büyücüsü, İczub topraklarında bir savaşçıyı eğitecekmiş ve bu savaşçı tam 5 yıl sonra sizi öldürmek için Viden topraklarına eşi benzeri görülmemiş bir silahla girecekmiş…”

Umhatur sırtını tahtına geri yaslayıp göbeğini sarsa sarsa gülmeye başladı.

“Ne? Bir bastıbacak mı beni öldürecekmiş? Yıkıl karşımdan, sefil!”

Çizim: Volkan Korkmaz
Çizim: Volkan Korkmaz

Kloralı büyücü G-Hel, İczub prensini tam bir savaşçı olarak eğitmeyi başarmıştı. Beş yıl boyunca dünyaya henüz hakim olmamış büyü anlayışını, Videnli savaşçıların asaleti ve Göğelli bilginlerin bilgeliğiyle birleştirmiş ve tam teşekküllü bir savaşçı yaratmıştı. Bir sabah, huzuruna çağırttığı prensi şöyle bir uzaktan süzüp gülümsedi.

“Senin işin tamamdır! Sana bir isim bulmak lazım yalnız… Ne desek?”

Prens, dudağını büküp omzunu silkti.

“Hah, buldum!” dedi kısa bir süre düşündükten sonra. “Senin adın, Kaptan Buzdağı olsun!”

“Kaptan mı? Neyin kaptanı?” diye çocuksu bir merakla sordu omzuna yüklenen kehaneti sırtlamaya çalışan genç prens.

G-Hel, parmağını şıklattıktan sonra üç Kloralı eyerinden çektikleri devasa bir ejderha ile soğuk ormanın içinden çıkıp geldiler. Ejderhanın ağzında bir ağızlık olduğundan mütevellit, ateş çıkarıp ormanı eritmesini engellemişlerdi. Kaptan Buzdağı, şöyle bir gerilese de ejderhanın hayli uysal olduğunu fark edip gülümsedi; içsel bir dürtüyle koşarak ejderhanın sırtına atladı ve eyerin üstüne oturdu.

G-Hel, gülümseyerek Kaptan Buzdağı’nı izlemeye başladı. Huzuruna gelen bir İczubluya şaşkınlıkla bakıp konuşma çabasını bertaraf ettikten sonra Kaptan Buzdağı’na, gideceği toprakları anlatmaya başladı. Nasıl savaşacağını o zaten biliyordu!

Kısa bir süre sonra, vedalaşma faslını es geçmişler ve Kaptan Buzdağı’nı Viden kralıyla savaşa uğurlamışlardı. Kralın, ejderhayı görünce yaşayacağı şaşkınlığı düşünerek gülümseyen G-Hel, huzurunda bekleyen İczublu elçiye döndü ve derdini sordu.

“Kralımız, bugün doğan yeni çocuğu için bir davet veriyor ve sizi de çağırıyor.”

Yeni bir prens mi?

* * *

Uzun yollar, uzun mesafeler geçip gittikten sonra nihayet göğe kadar uzanıyormuşçasına heybetli duran totemlerle süslü Göğel topraklarına varmıştı Kaptan Buzdağı. Kılıcını daha bir sıkı tutmaya, ejderhanın yularına daha bir asılmaya başlamıştı. Ülkenin en yüksek tepesinde duran, şatafatlı konak; Viden kralına aitti. Daha bir hırsla dürtükledi ejderhayı.

Sarayın en tepesinde, dağların ardındaki konağın en üstünde, duruyordu Viden kralı Umhatur. Kendisine yönelen “şey”e bir süre şaşkınlıkla baktıktan sonra gülümsemeye başladı. Bu, yıllar önce bücür büyücünün aptal küresinde gördüğü, duyduğu en saçma kehanetin müsebbibi olmalıydı! Havada süzülen “şey”in üstündeki çocuğu görünce daha bir gülümsedi. Kendisine yönelirken gölge yarattıkları anda huzursuz oldu Umhatur. Kılıcına doğru usulca elini uzattı.

Ejderhanın gırtlağını, büyücü G-Hel’in tarif ettiği gibi hafifçe sıkarak krala yöneltmişti Kaptan Buzdağı. Böyle yaptığında ejderhanın burun deliklerinden ateş çıkacak ve zafer, İczub sakinlerinin olacaktı.

Ancak ateş çıkmadı.

Çünkü doğduğundan beri buzun hüküm sürdüğü İczub topraklarında yetişmiş olan ejderha, nasıl ateş çıkaracağını bilmiyordu. Kaptan Buzdağı, gittikçe yanaştığı Umhatur’a karşı ne yapacağını düşünemeden; vahşi kralın tutup kaldırdığı kılıcıyla önce ejderha ikiye yarıldı, ardından yere düşen Kaptan Buzdağı çarpmanın şiddetiyle hayatını kaybetti.

“Hah!” diye homurdandı Umhatur. “Kloralı büyücünün yetiştireceği savaşçı da bu kadar olur işte!”

Akabinde bağırdı:

“Temizlikçileri çağırın!”

Alper Kaya

1990 yılında Ankara’da doğdu. Orada hiç yaşamadığı hâlde, Ankara’yı çok sevdi. BirGün ve soL’da spor yazıları yazdı. Halen Evrensel’de cumartesi günleri maç yazısı olmayan futbol yazıları yazmaktadır. 2010 yılında Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nden “Yılın Spor Köşe Yazısı Övgü Ödülü”ne layık görüldü.* Yedi romanı yayımlandı, on kolektif kitapta yer aldı. Yazar, kendisi gibi yazar olan eşi Gizem Şimşek Kaya ve beş kedileri ile birlikte İstanbul’da yaşamaktadır.

Klora’nın Kehaneti” için 2 Yorum Var

Bir Yorum Yap

E-posta adresiniz yayımlanmayacaktır.Yıldızlı olan alanların doldurulması zorunludur. *