Öykü

Korkusuz – Bölüm 1 (The Man Without Fear – Part I)

Not: Aşağıdaki öykü Daredevil isimli ünlü çizgi roman karakterine getirdiğim kendi yorumumdur. Bir baştan yaratmadır. Bu sebeple orijinal olay, içerik ve karakterlerle farklılar gösterebilir.


KORKUSUZ – Bölüm 1 (THE MAN WITHOUT FEAR – Part I)

Adım Matt Murdock;

İrlanda kökenli bir ailenin çocuğu olarak Amerika’da doğdum. Bütün hayatım aynı zamanda doğduğum yer de olan Hell’s Kithcen’da geçti. Cehennem Mutfağı’nda bir meleğin pişmesini bekleyemezsiniz, o yüzden burası çocuklarınıza yumruklarından önce akıllarını kullanmasını öğretmeniz gereken bir yer değildir. Tıpkı bütün hayatını yumruklarıyla kazanan boksör babam “Battling Jack” Murdock gibi. Lakin bu lakabı ringdeki performansıyla mı yoksa küçük yaşlardan beri verdiği hayata kalma mücadelesiyle mi elde etti bilemiyorum. Annem ise ben daha çok küçük yaşlardayken bizi terk edip kendisini bir kiliseye kapattı. Büyük ihtimalle içinde yaşadığı cehennem yüzünden tanrının varlığına dair bir kanıt ihtiyacı hissetmiş olabilir. Zira ben de artık tanrının yüzünü hatırlamak da zorluk çekiyorum.

Ailem diyebileceğim tek kişi olan babama karşı hep büyük bir hayranlık duydum. Belki de bana öğretmenlerimden farklı olarak yumruk atmayı öğretip en sonunda dayak yemekten kurtaran kişi olduğu içindir. Bütün bildiğim boks tekniklerini de ondan öğrendim. Kalemin kılıçtan keskin olduğuna inansam da kılıcını her daim keskin tutmakta da fayda var. Lakin babam o devasa cüssesine karşın ömrü boyunca hep küçük şeylerin parçası oldu. Küçük bir ailenin, küçük hayallerin, küçük maçların, küçük zaferlerin ve daha da küçük bir gelirin. Kendisine ait anlam veremediğim en büyük şey ise buydu. Aslında onda çok büyük bir yeteneğin olduğunu kendi gözlerimle görüyordum. Belki de bulunduğu seviye yüzünden boksa ihanet sayılabilecek türden bir yetenek. Fakat nedense kariyeri boyunca hep orta sıraların adamı oldu ve kimi zamanlar nefesi ucuz şarap kokan serserilere karşı bile kaybettiğine şahit oldum.

Gördünüz mü bilmem, çok ünlü bir iskambil numarası vardır. Karşınızdakine dört kart gösterir ve aralarından bir tanesini seçmesini, fakat seçtiği kartı size söylememesini istersiniz. Daha sonra kartları tekrar gösterir ve karşınızdakine seçtiği kartı bulup çıkardığınızı söylersiniz. Tek bir farkla, bu sefer gösterdiğiniz kartlar bir öncekilerden tamamen farklıdır o kadar. Genellikle de sıradan insanlar bu numarayı yerler, çünkü sahip olduğu karta odaklanmaktan çevresindeki diğer kartlara hiç bakmamışlardır. Dünyadaki zengin ve fakir sayısının oranını açıklayan en basit kural da budur. Söz konusu bin bir güçlük ve on misli fazla yumruk yiyerek elde ettiği küçük dünyası olunca, babamın da sınırlarını neden zorlamadığını sanırım anlayabiliyorum.

Ama 16’ınıza geldiğinizde aklınızdan geçen tek şey hayata gerçekten ne kadar hazır olduğunuz değil dünyayı ele geçirmek için neden 16 yıl bekleme aptallığı gösterdiğinizdir. Yüce İsa’dan öğrendiğim kadarıyla da birileri sizi gütmeye başlamadan önce çoban olmayı öğrenmek gerekiyordu. Aslına bakarsanız kendisinden öğrendiğim tek şey de bu olabilir. Algıda seçicilik dedikleri bu olsa gerek. Anlayacağınız gerçeği yıllardır kendi gözlerimle görüyordum; babam aslında oldukça yetenekliydi ve bunu bütün dünyaya da göstermenin zamanı gelmişti. Tek gereken aynı şeyi babama da hatırlatmaktı o kadar. Sonuçta gerçeği gören gözleriniz yoksa başkalarının yalanlarına da inanmak zorunda kalırsınız.

Nihayetinde büyük bir maç öncesi ona bu konuyu açtım ve kusursuz planımdan bahsettim: O dünya şampiyonu olacak, bu cehennemden ise beraber çıkacaktık. Sahip olduğu yetenek sebebiyle aslında çok daha yüksekleri hak ediyordu ve bu şekilde kendisine de ihanet ediyordu. Dolayısıyla bana da ihanet ettiğini söyleyecek cesaretiyse nereden bulduğumu hiç bilmiyorum. Bu cüretkar çıkışıma sadece buruk bir gülümsemeyle karşılık verdi ki umuyorum sebebi planımı komik bulması değildir:

“Pekâlâ, evlat, bu akşam gerçekten görmek istediğin şeyi sana göstereceğim.”

Nitekim öyle de oldu. O akşam iki farklı kişi gördüm. Soyunma odasında bana söz veren kişi babam, ringde fırtına gibi esen ise Battling Jack’ti. Daha önce onlarca kez maçlarını izlemiş olmama rağmen onu yıllar sonra ilk kez böylesine istekli, azimli ve saldırgan görüyordum. Benimle beraber maçı izleyen herkes de çılgına dönmüştü, ne de olsa bu civarlarda maç izleyenler gerçek bir boks maçından ziyade soytarılık izlemeye alışkındı. Ama bu hoş görüntü ne yazık ki fazla uzun sürmedi, çünkü neye uğradığını anlamayan iddialı rakibi daha ikinci raundun başında nakavt olmakta herhangi bir sakınca görmedi. Zira babam öylesine iyi bir çıkarmıştı ki hakem ilk rauntta araya girip maçı bitirmiş olsaydı rakibi kendisine ömür boyu şükran bile duyabilirdi.

Genelde en zor kısmın ilk adımı atmak olduğu söylenir. Çünkü fizikte de olduğu gibi en çok güç gerektiren kısım duran bir cismi harekete geçirmektir. Ama babam da gerçeği görüp ilk adımımızı attığımıza göre bu cehennemden çıkış kapısını bulmak artık pek de zor olmayacaktı. Bundan sonraki maçlarında bu akşamki inancın ve performansın yarısını bile gösterse unvan için bir şansı olabilirdi. Bu hayallerle ve tabi ki kendimle gurur duyarak soyunma odası koridorlarında onu beklemeye başladım. Ama bilmeliydim ki ilk adımınız bu kadar kolaysa ya ödülünüz çok küçüktür, ya da gerçekten ters giden bir şeyler vardır.

Şunu da unutmamak gerekir, bir kapının çıkışı bir başkası için sadece giriş olabilir. Tamamen perspektif meselesi. Bunu ömrüm boyunca unutamayacağım bir şekilde öğrendim. Çünkü soyunma odasından çıkar çıkmaz yanına gelen uğursuz tipli adamlar “Bahis”, “Patron büyük para kaybetti”, “Şikeyi neden bozdun?” gibi şeyler mırıldanıp babamı hemen orada vurdular. Babamın kanlar içerinde yere yığılırken bile 1-2 tanesini yumruklayarak devirmesi lakabının nereden geldiğini de cevaplıyordu. Lakin Battling Jack mücadelesini en sonunda kaybetmiş ve tahminlerimden farklı şekilde olsa da çıkış kapısını bulmuştu. Ben ise yeni ve kapkaranlık bir dünyaya ilk adımlarımı atıyordum.

Bu görüntü karşısında korkup dehşete kapıldığımı ve çılgıncasına oradan kaçtığımı hayal meyal hatırlıyorum. O korkunun vereceği utanç da yıllarca peşimi bırakmayacaktı. Korkunun gözlerimi kör edip, önümdeki cam kapıya bütün hızımla çarptığımı ve kırılan cam parçalarının gözlerime batışını ise daha dün gibi. Çünkü gözlerime saplanan şeyler basit can parçaları değil, yıllardır göremediğim gerçeklerin ta kendisiydi. Böylesi büyük bir yeteneği şike mafyasından başka ne harcayabilirdi? Emin olun gerçeğe toslamanın gerçek anlamda ne kadar acı verici olduğu benden daha iyi bilen birisini kolay kolay bulamazsınız.

Onları kaybetmeden önce gözlerimle görebildiğim son şey babamın ölümü oldu. Sonsuza kadar unutmayacağım tek görüntünün de bu olacağına da adım gibi eminim. Herhalde bundan daha büyük bir lanet de olamaz. Ama ben kör olmamıştım, yalnızca ömrüm boyunca kör olduğumu yeni fark etmiştim o kadar…

Adım Matt Murdock, ben gözlerini kaybetmiş bir adamım;

Çünkü artık onlara ihtiyacım yok…

Emre Sümer

Emre Sümer bendeniz. İzmir doğumluyum, İzmir Atatürk Lisesi’nin ardından Celal Bayar Makine Mühendisliği’ni bitirdim. Video oyunlarını, oyun koleksiyonculuğunu, müzik dinlemeyi, okumayı ve kısa öyküler yazmayı seviyorum. 2009’dan beri Oyungezer dergisinde yazarlık yapmaktayım. Ölümsüz Öyküler’in 2015 yılındaki yarışmasında “Geri Döndü” isimli öykümle üçüncü oldum ve öyküm kitaba basıldı. Fantastik, korku ve bilimkurgu öykülerini seviyorum, favori yazarım ise Edgar Allen Poe.

Korkusuz – Bölüm 1 (The Man Without Fear – Part I)” için 8 Yorum Var

  1. Daredevil hakkında herhangi bir bilgim olmamasına rağmen keyifle okudum, öyküde sürekli geçen aforizmik cümleler öyküye çizgi roman tadı katmış, sanırım bir giriş öyküsü bu, devamını merakla bekliyorum, eline sağlık.

  2. Güzel yorumun için çok çok teşekkür ederim. Amacımı zaten kendin havada kapmışsın 🙂 çok uzun zamandır planladığım 6 bölümlük bir re-boot hikayesi bu. Ama öyküler birbirlerine bağlı olacak kı özellikle kafamda tasarladığım finalin etkileyici olacağına inanıyorum. Devam bölümünde de görüşmek üzere 🙂

  3. Birader çok başarılı bi giriş olmuş çok beğendim. Ama hikayenin 6 bölüm sürecek olmasına da üzüldüm. Diğer bölümleri belki daha uzun tutarsın da biz de burda keyif komasına gireriz 😀

  4. Sıkı bir çizgi roman müptelası olarak çok rahatlıkla söyleyebilirim harkulade bir giriş olmuş … Ne yalan söyleyeyim bir Christopher Nolan öyküsü tadı almadım desem yalan olur, hele ki Batman&Robin, Cat Woman gibi çizgi roman derlemelerini gördükten sonra…
    Ellerine sağlık müthiş bir yazı olmuş…

  5. Bir başlangıç hikayesi olarak, bir kişilik bölünmesinin şartlarını taşıyor-taşıyacağını vaadediyor öykü: Bir, sağlam bir travmatik bir an. İki, karakterin o ana kadar sahip olduğu değerlerinin paramparça olması. Üç, o andan önceki değerlerinin, geliştireceği bir sonrakine karşıt yönler içermesi.

    İlkinden başlarsak… Babasının ölümü: İşin içinde boks dünyasındaki yolsuzluklar, rüşvet ve yozlaşma, mafya kontrolünün bir sonucu olarak babasının ölümüne tanık olması gerçekten travmatik bir an. Matt’in de iki yönden kendisini dahil etmesini gerektirecek bir an bu, babasıyla maçtan önce yaptığı konuşma, ve maçtan sonra kendi korkusu yüzünden kör olmasıyla sonuçlanan olay. Şu haliyle, kurgu olarak çok sağlam ve üzerine yazılacak bir yapı oluşmuş bile.

    Özgün haliyle başlangıç hikayesinin gevşek zeminlerde hareket ettiği bir karakter Daredevil. “Kör bir adamı kurtarmaya çalışırken üzerine radyoaktif bir şey düştü ve kör olup duyuları arttı” gibi temelsiz ve psikolojik çözümlemeden uzak, fakir ve mantıksız bir girişi çöpe atıp tamamıyla yeni ve cesur bir altyapı oluşturuyor burada Emre. Karaktere farklı bir açıdan yaklaşıyor ve sonraki bölümlerde karakterin motivasyonunu alacağı travmayla giriş yapıyor. Diğer bölümlerde daha çok zenginleştirilmiş Matt monologları ve olayların betimlemeleriyle devamını heyecanla bekliyorum.

  6. Daredevil aslında çok güzel bir hikayeye sahip ancak aynı zamanda hakkında çok fazla şey de bilmediğim bir karakter. Anahatlarıyla ucundan kıyısından biliyorum diyelim sadece.

    Bence çok güzel bir yazı olmuş. Hikayeyi ele alış şeklin, yazım dilin kuvvetli ve oldukça keyifli. İnsan okurken zerre sıkılmıyor, hatta daha da olsun, lütfen hemen bitmesin diye dua ediyor içinden 🙂

    Devamını sabırsızlıkla bekliyorum. Tahminim bizi hayal kırıklığına uğratmayacağın ve çok çok iyi bir seri çıkaracağın yönünde. Tebrikler ve de kolay gelsin :))

  7. Güzel yorumlarınız ve önerileriniz için teker teker hepinize çok teşekkür ederim. Zira yazmaya devam etmek konusunda da önemli derecede itekleyici bir güç verdiler. Öykünün ilerleyen kısımlarında hepsini dikkate alacağıma emin olabilirsiniz. Umarım devamını gelecek aya da yetiştirebilirim 🙂

Mümin Can için Yorum Yap Yanıtı iptal et

E-posta adresiniz yayımlanmayacaktır.Yıldızlı olan alanların doldurulması zorunludur. *