Öykü

Kristal

Artık her şey hazır sayılırdı. Gruptaki herkesin iniş-çıkış malzemesi tamam gözüküyordu. Birçok okulun mağara araştırma topluluğundan gelen insanlar ve bu işe yıllarını vermiş speleologlarla birlikte ilk defa ineceklerdi bu mağaraya. Mağaranın ağzına yakın kurulan kamplarının tam ortasında yanan ateşten çıkan is gözünü yaşartmıştı. Kamplarda nefret ettiği yegâne şey buydu. O odunun üzerinde pişen çorbanın tadı da bir o kadar güzel oluyordu hâlbuki.

Gruptaki yabancılar çoktan hazırdılar ve sabırsızlanıyorlardı. “Bu Fransızlar hep aceleciler” diye fısıldadı Mert yanındaki Özlem’e. Özlem de onun kadar sevmiyordu o grubu. “What can i do sometimes?” diyerek cevap verdi Özlem. Kıkırdadılar ve Mert niye ondan bu kadar hoşlandığını tekrar hatırladı.

Mağaraya ilk kez girecekleri için yanlarına ne kadar malzeme alacaklarını epey bir düşünmüşlerdi ve ilk 150 metresini inmeye karar vermişlerdi. İpleri de hurçlara dizdikten sonra diğerlerine haber verdi. Artık iniş başlayabilirdi. Hattı kimin kuracağına karar vermek için kura çektiler. Ve şansına çıkan kendi ismiydi. “Korktuğum başıma geldi” diye düşündü Mert. Hattı kurmak epey zahmetli bir işti. Boltları çakmak için uygun taşı bulmak, oraya uygun loopu bırakarak tekrar tekrar bu işlemleri uygulayarak inmek gerçekten de yorucuydu. Ama Mert buna hazırdı. Aylarca spor salonunda arkadaşlarıyla Srt çalışmıştı ve artık bunun meyvesini yiyecekti. Kondisyonu da gayet yerindeydi. Kaçıncı mağarası olduğunu düşünmeye çalıştı. Ama iki elinin parmaklarını geçince artık saymasının gerekli olmadığını öğrenmişti. Bu bir yarış değil, tutkuydu.

“Hazır mıyız gençler?” diye gürledi. Aslında kendini gaza getiriyordu. İlk inen o olacaktı ve ardından 6 kişilik bir ekip de teker teker inecekti. Doğal hatlarını kurduktan sonra ipin bir kısmını aşağı saldı ve desandörüne tam kazık atarak ipe geçti. Sondan ikinci gelecek olan Özlem’e de göz kırptıktan sonra kazığını çözerek inmeye başladı. Yaklaşık 20-25 metre indikten sonra yukardan hiç ışık gelmediğini gördü. İstasyon kurmanın zamanıydı. Boltlarını çakıp ipi de düğümünü atıp geçirdikten sonra yeni hatta geçti ve “İp boş!” diye bağırdı. Yukarıdan “Tamam”a benzer bağırışı işittikten sonra tekrar inmeye başladı. Ne kadar ineceğini bilmediği için yavaş yavaş iniyordu. Yine bir 20-25 metre geçmişti ki yukarıya baktı. Kendinden sonra gelen Murat’ın kafa lambasından çıkan ışığı yakalayabiliyordu gözleri. Sonra tekrar aşağıya baktı ve fark etti ki yaklaşık 10 metre sonra iniş bitiyordu. Tahmininden de kısaydı ilk iniş. “Ama mağaranın ilerisinde daha nice dikey kollar vardır. ” dedi kendi kendine. Yavaş yavaş aşağıya süzüldü ve yere indi. Artık bekleme zamanıydı.

Saatine baktı. Yere indikten sonra tam bir saat geçmişti. Ahmet hattan çıkıp yanına geldi ve bir alüminyum battaniye çıkarıp hurcundan üstüne geçirdi. Boş durmak buz gibi mağara havasında terini soğutup hasta edebilirdi ki bu hipoterm geçirip ölüm ile de sonlanabilirdi. Ahmet de indiğine göre sıra Özlemdeydi. Beşi son inecek iki kişiyi beklerken arkalarından bir hışırtı duydular. Mağara da ilerlemek için ekibin toparlanmasını bekliyorlardı. Herkes birbirine baktı. Murat hemen ayağa kalktı ve sesin geldiği yöne doğru ışığını tuttu. Bu sefer gelen sürünme sesiydi. Grup hemen ayaklandı. Büyük ihtimalle yılandı ve bu bölgedeki yılanlar zehirsiz ve küçük olmalarına rağmen riske girmeye gerek yoktu. Mert hemen Murat’ın yanına giderek ışığını etrafa tutmaya başladı. Anlaşmışlar gibi ikisi de o tarafa doğru yürümeye başladı. Birkaç adım daha attılar ve mağaradaki oluşumların parlaklaştığını gördüler. İkisi göz göze gelerek adımlarını hızlandırdı ve gruptan 70 metre kadar uzaklaştılar. İrice bir kayayı geçtikten sonra grubu gözden kaybettiler. Sonra bir ses daha duydular. Bu seferki çok yakındaydı. Etrafa baktıklarında gözleri yansıyan ışıktan bir anlığına buğulanmıştı. Evet onlar kristaldi! Yansıma gözlerini ne kadar da yaşartsa da bu güzellikten alamıyorlardı kendilerini. Beyazın o saf güzelliği beton gibi sağlam olan o kristalleri o kadar kırılgan gösteriyordu ki… Biraz daha yaklaştı Mert ve tam elini uzatmıştı ki o anda Murat’ın acı haykırışını duydu ve aynı anda sanki birisi ona “Sakın!” diyerek uyarmıştı. Anında Murat’a doğru döndü ve yaklaşık 120cm’lik bir yaratığın (uzuvları insanlarınkine ne kadar benzese de insan değildi, en azından Mert öyle düşünüyordu) elini kanlar içinde Murat’ın karnından çıkardığını gördü. Onlar el olamazdı. Bir el o kadar kolaylıkla karnı delip iç organları yaramazdı. Bu yaratık da neyin nesiydi. “Brozar!” dedi yaratık “ Benim adım Brozar.”. Sanki düşüncelerini duymuştu. “Evet düşüncelerini duyabiliyorum” diyerek cevap verdi tekrar. Mert’in aklı karışmıştı, kendine Brozar diyen bu mahlûkat da neyin nesiydi, insana benziyordu ama olamazdı. Daha önce hiç böyle bir canlıyla karşılaşmamıştı ki kendi dilini de konuşuyordu. Gerçi ağzını açtığını da görmedi. Galiba zihniyle iletişim kuruyordu. Brozar sırıttı. Sanki sırıtırken şeytana benziyordu. Brozar bu sefer dişlerini göstererek gülüyordu.”kahretsin düşünmeyi kesmeliyim!” dedi. Zihninde bir ses yankılandı ”Bunu yapabiliyorsan geri zekâlısın demektir.” .Zihninden geçen her şeyden haberi vardı yaratığın. O anda arkasına döndü Brozar. Yaklaşan ayak seslerinden grubun oraya geldiğini anlamıştı. “Umarım Özlem orda değildir.”diye düşündü ve Brozarın tekrar ona gözlerini kısarak baktığını gördü. Bu sefer sert bir şekilde küfretti Mert. Yaratığa baktığında orda değildi. Hayır…”Kaçın, yaklaşmayın!” diye bağırdı fakat çığlıklar başlamıştı. 5 farklı çığlık saymıştı. Hayır… “Özlem!”. O anda gözleri karardı ve yere düştü.

* * *

Gözlerini açtı. Bir anlığına nerde olduğunu çözemedi sonra yerde yatan Özlem’i görünce her şeyi hatırladı. Hemen etrafına baktı fakat sadece ikisi vardı. Ve kristaller… O güzel kristaller… Ayağa kalktı, ayaklarının bağlı olmamasına şaşırdı ama bunu düşünmeden hızlıca Özlem’in yanına gitti. Nefes alıyordu. Hemen uyandırmaya çalıştı ama tanıdık bir ses “sakın” dedi usulca. Arkasına döndüğünde Brozar’ı göreceğinden emin olan Mert bu sefer 70-80 yaşlarında sakalları göbeğine kadar gelen uzunca bir adamı görünce sıçradı. “Şekil değiştirmek epey yorucu ama buna değiyor hele ki bu bedendeyken” diyerek konuştu bu sefer yaşlı adam. Etraf turuncumsu bir ışıkla aydınlanıyordu. Yerdeki muma benzer cisimlerden çıkan ışık kristallerin yansımasıyla sanki güneşe bakıyormuş hissi verdiriyordu. “Bu kristalleri almanıza izin vereceğimi mi sandınız?” dedi Brozar. Mert amaçlarının o olmadığını açıklamak için ağzını tam açacaktı ki “artık yapacak bir şey yok” dedi tekrar Brozar. “Burayı bir kez öğrendiniz. Yukarıdakilerin de öğrenmesini hiç istemem, yine burayı taşımak zorunda bıraktınız beni.” Sanki evrenin işleyişini bozacakmış gibi anlatıyordu. “Aslında öyle, evren değil ama bu dünyanın dönmesini sağlayan şey bu kristallerdir.” dedi Brozar. Mert bu duyduklarına çok şaşırmıştı, tekrar Özlem’e döndü. Kalp atışını duyabiliyordu, yani hala yaşıyordu. Fakat daha ne kadar sürecekti. Yüzünde şefkatli bir tebessüm bulunmasına rağmen öyle olmadığını bildiği Brozar’a döndü. Parmağını şaklattı ve Özlem’in gözleri açıldı. “Niye hala hayatta olduğunuzu merak ediyorsunuzdur. Görüyorsunuz yaşlandım –şu anda kaç yaşında göründüğüme bakma, asırlardır buradayım- ve yerime birinin geçmesinin zamanı geldi, ikinizden birine görevimi devredeceğim fakat bunun kim olduğunu siz seçeceksiniz, yalnız bir hayat var önünüzde, ikinizden biri ölecek ve diğeri yerimi dolduracak. Şimdi biraz düşünün ve karar verin. Ha bir de yukarıdaki arkadaşlarınız artık burada değiller. Bu da ben olmanın bir avantajı.” göz kırptı ve ”Neyse…Şimdi karar verin.” diyerek uzaklaştı…

Kristal” için 2 Yorum Var

  1. Giriş kısmıyla birlikte kendimi sanki ekipten biriymiş gibi hissettim. Aslında çok güzel bir konu bulduğunuzu belirtmek isterim ama neden bir çırpıda bitirdiğinizi anlayamadım. Sanki bir an önce olsun bitsin gibi bir hava verdi bana. Bir kaç paragraf daha güzel olabilirdi. Biraz daha heyecan katılsa etkileyiciliği artabilirdi. Bu arada Brozar ismini çok beğendim. Yine de en sevdiğiniz yemekten bir kaşık alırsınız da bırakmak zorunda kalırsınız ya o anda içiniz gider. Öyle bir tat verdi bana.

    1. Yorumunuz için çok teşekkür ederim. İlk defa bu kadar uzun bir yazı yazmıştım. Çabuk bitirmemin nedeni ise aslında konuyu tam oturtamamamdan kaynaklı. Belirli bir son düşünmemiştim başlarken. Bundan sonrakilerde umarım konuyu zihnimde pişirip yazmaya başlarım. Tekrar teşekkürler.

Bir Yorum Yap

E-posta adresiniz yayımlanmayacaktır.Yıldızlı olan alanların doldurulması zorunludur. *