Öykü

Kya

Çimlerin üstünde, annesi ve onun acısını paylaşan arkadaşları tek bir şey için uğraşıyorlardı; bu bebek hayatta kalmalıydı. Bütün kasaba lanet altında gibiydi. Her doğan bebek ölüydü ve omuzlarında bir mühür taşıyorlardı. Doğa’nın Işığı. Her bebek daha rahme düştüğü an bu güç için sınanırdı. Doğa’nın sınırsız güçünü onun için temsil edecek birine ihtiyacı vardı ve bir temsilci pes edince başka bir temsilci aranır ve her seferde onlarca aile ölü bebeklerini görünce ile cehennem gibi anlar yaşardı. Sadece gücü taşıyabilecek olan bunu sonlandırabilirdi. Ve son ayın son gününde bebeğin çığlıkları gecenin sessizliğini bozdu. Aniden sustu bebek ve haykırma sırası Doğa’ya geldi..

– Hoş geldin Doğa’nın Kızı.. Hoş geldin.. Kya

* * *

İnsan sabah kalkıp yalnız olmadığını fark edince gerçekten korkuyor. Yani buna alışık değilseniz ve gerçek anlamda Doğa’nın bütün sorunlu parçaları sizin peşinizdeyse yalnız olmak sizin için en önemli ihtiyaç oluyor. İster inanın ister inanmayın kimin, kimin tarafında olduğunu anlamak mümkün değil. Yani bir kurbağa bazen bütün gölü zehirleyip hayvanları öldürebiliyor. Bir kelebek sizi tuzağa çekmek için bütün zarafetini kullanabiliyor. Neden olduğunu bilmiyorum, eğer benden gizlemiyorsa annemde bilmiyor. Niye benden gizlesin ki sonuçta ben onun kızıyım, gücünün temsilcisiyim, Dünya üstünde ona karşı olan her şeyi avlıyorum. Son günlerde her şey daha da tuhaf. En yakın kuyuya bile 70 km uzaklıkta, çölün ortasında balık ölüleriyle karşılaşıyorum. Biri tarafından getirilmiş gibi gözükmüyorlar. Daha çok yüzdükleri nehir bir anda kurumuş gibi yan yana yatıyorlar. Yada şuan ki gibi şehrin ortasında bir ceylan olduğu yerden beni gözlüyor. Birkaç örümcek tavandan bana doğru sarkıyor. Bir köpek elimi yalıyor ve türünü seçemediğim bir yarasa tepetaklak beni izliyor. Sanırım gücümü sezdiler ve kaynağını merak ettiler. Ama onlara güvenemem. Yatak kalktım ama benimle birlikle yorgunluğuma isyan eden vücudum hemen tepkisini gösterdi. Dün marketten aldığım elma suyunu kafama diktim, saçımı topladım ve anneme seslendim.

“Anne? Kahvaltımı yalnız başıma yapmama izin vermezsin değil mi?” Odanın arka tarafında serin rüzgarlar esti ve Doğa bana seslendi. “Akşamları abur cubur yerine yemek alırsan sabahları benim yardımıma ihtiyaç duymazsın” dedi Doğa. “Oh! Hayır seni kahvaltım için çağırmadım. Benim zaten yemeğim var, orda torbanın içinde. Böğürtlen birazda yaban çileği.”dedim. Kahkahası gerçekten sihir gibiydi. Annemi sevmemin nedenlerini sayamam bile. Ama hangisi favorin derseniz cevabı biliyorum. Neşesi ! Güneş doğarken cıvıldayan kuşları düşünün ve kendinize bunu nerden öğrendiklerini sorun. Annem ne durumda olursanız olun moralinizi düzeltebilir. Onu grubun neşe kaynağı, en sıcakkanlısı olarak düşünebilirsiniz. Bende grubun geri kalanı olarak sakin sessiz kızı oynuyorum. Yanına gidip ona sarıldım ve kulağına fısıldadım. “Yinede yaptığın o keklerden olsa hayır demem” dedim. Tekrar odayı neşeye boğdu. Bu arada odadaki canlı sayısı git gide artıyordu. Nasıl o kadar hayvanın odaya sığdığını bana sormayın ama etraf kelimenin gerçek anlamıyla hayvanat bahçesine dönmüştü. Bu kadar hayvan şehirde ne arıyordu? Tamam, yılan yada goril besleyen insanlar var biliyorum ama bir zebrayı kim ne yapsın ki ? Annem odaya bir tepsi kek getirdi. Bana soran gözlerle bakıp ekledi. “Eğer yemeye hemen başlamazsan dostlarım sana tek bir kırıntı bile bırakmayacak.” . Hemen ağzıma bir dilim kek tıktım ve gülümsedim. Annem iç geçirip ilgisini hayvanlara yöneltti. Bende itiraz edercesine inledim. Annem bana dönüp “O kekleri bitirebilmen için birinin onları oyalaması gerek” dedi. Kekimi etraftaki kekik kokusunu içime çeke çeke yedim. Annem eskiden beri benimle konuşmak istediğini bana böyle anlatırdı. Keklerimi bitirince böğürtlen ve çileklerime yöneldim. Annemde hayvanlarıyla ilgileniyordu. Sonunda odada yiyebilecek hiçbir şey kalmadığında, midemde olsa dahi onları alacak yer olmadığını anlayıp anneme döndüm.

“Senin için ne yapabilirim, Doğa?” dedim. “Kızıldeniz taraflarına gitmeni istiyorum, Musa denizi ikiye ayırdığından beri gerçekleşen en garip olaylar yaşanıyor. Senin o balık ölümleri bunun yanında devede kulak kalır.” Dedi Doğa. “En fazla ne olabilir ki?” dedim. “Durgun bir iç denizde neden bir anda dev girdaplar ve benim yaratmadığım hortumlar ortaya çıkar?” dedi Doğa. “En iyi tahminim ani ısı değişimi. Belki çok güçlü bir şey etraftaki manyetik dengeyi bozmuş olabilir. Buda direk magmayı etkiler, deniz bir anda ısınır, ve eğlence başlar.” dedim. “Girdabın merkezinde bir şey var daha yakından bakmak isterdim ama felaket etraftaki tüm hayatı alt üst etti artık oranın bir parçası değilim.” Dedi Doğa. “Bende istenmediğim yerlere girme hobisi olan bir kız olarak balıklama girdaba atlayacağım.” dedim. Bir anne olarak beni oraya göndermek istemediği açıkça ortadaydı. Orada beni koruyamazdı veya beni izleyemezdi. Ama benim görevim bu! Annemin diyarında benim yapıp onun yapamayacağı hiçbir şey yok. Bende ona onun gücünün ötesinde tekrar dengeyi sağlaması için yardım ediyorum. “Gel de seni oraya götüreyim.” Dedi Doğa. “Olmaz, beni son ışınladığında 1 hafta tuvalete gidemedim, ben uçakla giderim .” dedim. Kahkahası tekrar odayı doldurdu ve ekledi. “Özür dilerim senin bir bedenin olduğunu hep unutuyorum.”

* * *

Ortadoğu özelliklede Mısır büyük oranda boş ıssız araziden oluşur. Bunun güzel yanı kendime yalnız kalabileceğim güzel bir yer bulabilecek olmam. Doğa’nın kızı olarak çölü ortadan tamamen kaldırmam benim için hiçte zor değil. Ama annemin bunu iyi karşılayacağını hiç sanmıyorum. Doğal dengenin korunması için çöllerin varlığının gerekli olduğunu söyler sürekli. Bunu şöyle düşünün birileri zirveye çıkabilmişse diğerleri o tırmansın diye basamak olmuşlardır. Çöllerde basamaklardan birisi. En az canlı çeşitliliğine sahip olma rekoru için tundralar ile yarışıyor olabilirler ama eğer bu sonsuz arazinin üstünde bulutlar gezseydi yağmur ormanları asla oluşamazdı. Bir çeşit fedakarlık. Bende çölün fedakarlığına saygımın bir göstergesi olarak hiçbir şey yapmadım. En ufak kuyu bile açmadım. Sadece su bulana kadar yürüdüm. Ve aradığımı en sonunda buldum. Silas Kütüphanesi. İnsanların yazıyı bulmasından önce bile burada bilgiler depolanırdı. İlk resmi kim yaptı? İlk balığı kim pişirdi? Habil ile Kabil’in arasına giren şeytanın adı ne? Hepsi burada kütüphanenin içinde benim veya kardeşlerimin onlara ihtiyaç duymasını bekliyor. Bilgilere ulaşmak gerçektende eğlencelidir, bir kumtaşı mağarasından geniş yeraltı bir gölüne ulaşırsınız. Tek yapmanız gereken göldeki yansımanıza soruyu sormak, göl size cevabı verir. İtiraf etmeliyim, kütüphaneyi ilk kullanışımda göl bana cevap verdiğinde mağaranın tavanına kadar zıplamıştım. Bilgilerin hepsi Doğa’nın kendisinden gelir; yani burada onun bilmediği bir şeyi bulamazdım ama işime yarayacak birkaç şey bulabilirdim. Göle eğilip klasik sorumla başladım. “Sence güzel miyim?” dedim. “Doğa’nın Işığını taşıyorsun sence güzel olmama şansın var mı?” dedi yansımam. İşte bir itiraf daha; bunu her duyduğumda 14 yaşında bir kız gibi saçımla oynuyorum. Hey! Burada 24 yaşında olup hala 19 gibi gösteren bir kızdan bahsediyoruz. Göle teşekkür ettikten sonra devam ettim. “Musa’nın denizi yardığı doğrultu ile girdap veya hortumlardan çakışan var mı?”dedim. Yanıt hiçte beklediğim gibi değildi. “Hayır, yakınından bile geçmiyorlar.” dedi. “Girdaplara ısı değişikliği mi sebep oldu?” dedim. “Isı değişikliği oldu ama bu kadar kapsamlı bir felaket için yeterli düzeyde değil.” dedi. “Sence sorun ne olabilir.” dedim. Cevap vermedi. Bende boynumda taşıdığım küçük şişeye gölün suyundan doldurdum. Şişe bir nevi benim kişisel red bullumdu. Doğa’nın sahip olduğu her şey üstünde gücüm olsa da yaşamın kaynağı su ile farklı bir ilişkim var. Artık yüzme zamanım gelmişti, bende hemen yola koyuldum. Biliyorum yüzüp doğrudan bir girdabın içine dalmak yapılacaklar listenizin sonunda bile yer almaz ama bunu yapmam gerekiyor. Aslında mide bulantısı dışında o kadar da kötü olacağını zannetmiyorum; tabi kemikleriniz karbon fiber kadar sağlamsa ve deriniz elmas tarafından bile kesilemiyorsa. Yinede bu havanın inanılmaz soğuk olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Hey! Ben denize girince yüzmem bile. Gerçekten ısınmaya ihtiyacım var. Sanırım girdabın içi yeteri kadar hareketli olur en azından bunu yapan her neyse onu koruyan birkaç kişi olduğunu umuyorum. Köpüren suyu gördüğümde bile en ufak hareket yoktu. İçeri doğru dalarken su adete benden kaçıyordu, tek damla bile bana değmek istemedi. Suyun nesi vardı böyle asla bana böyle davranmazdı. Derine indikçe her şey daha da garipleşti. Merkezde gördüğüm şey beni bile korkuttu. Bir plankton doğal olan hiçbir şekilde o kadar büyüyemezdi. Gerçi etraftaki tek normal şey bendim. Planktonun başının üstünde siyahlar içinde bir delikanlı belirdi ve benim tam önüme atladı. “Ne bekliyorsun bana bir şeyler fırlatsana.” dedi yabancı. Utanarak söylüyorum bunu benim düşünememiş olmam tamamen çocuğun çekiciliğinden kaynaklanıyor. Madem suyun ortasındaydık bende çocuğu Doğa’nın öfkesiyle tanıştırayım dedim. Günün beklide zilyonuncu garipliği olarak su çağrıma cevap vermedi. Etrafımdaki her şey bana düşman olmuş gibiydi. Şişeyi kullanmayı düşündüm ama onu bunun için harcayamazdım.Bende çareyi cebimdeki hançerimi çekmekte buldum. “Bugün seninle dövüşmeyeceğim küçük kız. Belki de bu sorularına cevap olur.” dedi ve bana küçük bir cep aynası fırlattı. “Annene söyle Uriel artık onun dostu değil.” . Tek yapabildiğim arkasından bakabilmek oldu. Yabancı duman olup yok oldu. Bende elimdeki minik aynayı biraz inceledikten sonra kapattım. Kapatmamla beraber plankton öldü girdap yavaşladı ve su tekrar benimle bir bütün oldu. Anormallikler tek tek kayboldu ve her şey olması gerektiği gibi bir hal aldı. Neredeyse her şey. Bütün hayat en son parçasına kadar yok olmuştu. Burayı tekrar Doğa’ya kazandırmalıydım. İşe etrafa yosunlar dikmekle başladım. Birkaç düzine yosun ve biraz balıktan sonra benim işim bitti ve devreye annemin sihri girdi. Eminim çevre oluştuğu kadar hızlı yıkılmamıştı. Yinede daha her şey bitmedi. Bu sefer dalga sesleri ile asla duymak istemeyeceğiniz kadar sert bir kekik kokusu beni karşıladı. “Elindeki o şeyi hemen diyarımdan çıkar Kya !” dedi Doğa. “Bunun ne olduğunu açıklayana kadar saklamayı tercih ederim.” dedim. Tamam annelere karşı gelmeyin, özellikle anneniz tek düşüncesi ile sizi bütün Dünya ile birlikle toza çevirebilecek güce sahipse. Denizin yüzlerce metre altında yer sarsılmaya, etrafta sayısız hortum oluşmaya başladı. Manyetik patlamalar her yerimi sardı ve o karmaşanın içinde görebildiğim tek şey altımdaki kayaların radyoaktifleşip güneş kadar ışık vermesi oldu. Eğer annemin gücü içimde olmasa kesinlikle nükleer santrallere yüzyıllarca yetecek kadar radyoaktiviteye sahip olurdum. Çevredeki yaşam var olduğu hızda yok oldu. Asla annemin olduğuna inanmayacağım bir ses “Seni uyarıyorum Kya o şeyi hemen yok et!” dedi. Annelere karşı gelinmez değil mi? Aynayı parçalara ayırdığımda öfkesi yavaş yavaş azaldı ve hayat tekrar oluşmaya başladı. Annemin olduğu tarafa bakamıyordum bile. Sesim bir fısıltı gibi çıktı. “O aynada ne vardı ki kızına ve dostlarına bunları yapabildin?”dedim. Derin bir nefes aldı ve sinirini üstünden atmaya çalıştı. “Tanrı katından bir mühür üstüne kazınmıştı. Beni uzak tutmak için bizzat Tanrı tarafından yaratıldı. Olaylara karışmamam gerekiyorsa çizilir. Onun olduğu ortamda istenmiyorum demektir. Bugüne kadar sadece iki kere kullandılar. Nuh Tufanı’nda ve Lut Kavminde. Neden Lut Gölü’nü bunca zamandır düzeltmedim sanıyorsun? Mühür hala gölün dibinde bir yerlerde.” dedi. “Neden Tanrı sadece iki kere kullandığı bir mührü bir cep aynasının üstüne oysun ki?”dedim. “Hayır mührü aynaya yerleştiren Tanrı değildi. Onun mutlak hakimiyetine karşı gelip yanında duramazdım. Daha güçsüz bir yaratık tarafından kazınmış olmalı.”dedi Doğa. “Acaba Uriel denen her kimse, onun bir ilgisi olabilir mi?”dedim. “Uriel benim dostumdur. Tanrı’nın meleklerinde birisi. Yıkımlar konusunda cennetin uzmanı diyebiliriz. Kaybolan kasabalar, Mahşerin dört atlısı, Leviathan hep onun fikirleridir. Ayrıca onun adını bu konuya neden karıştırdın?”dedi annem. “Orada girdabın tam ortasında dev bir planktona binen bir çocuk vardı yanıma gelip Uriel’in artık dostu olmadığını söyledi.”dedim. “Çocuk dediğin kişinin bir 1.90 boyunda siyahlar içinde 25 yaşında bir genç olma şansı var mı?”dedi Doğa. Doğa’nın pek çok meziyeti vardır ama akıl okuma bunlardan birisi değil. O çocuğu kesinlikle tanıyordu ve bana bunu kesinlikle anlatacaktı. “Sanırım bana anlatman gereken şeyler var ANNE!”dedim. Aklı Uriel gibi sorunlarda olmasa gülümseyebilirdi bile. Ruhsuz bir sesle devam etti. “Onun adı Tonraq. Çok eski bir dostum. Onun beni aradığını biliyordum. Yanılmıyorsam benden 2 milyon yıl küçük ama yeryüzündeki en yaşlı ruhlardan birisi. Hilekar diye anılır ve pek çok mitolojide adı geçer. Loki, Prometheus, Trickster gibi. Sanırım beni uyarmak istedi ama aynayı neden açtığını bilmiyorum.” dedi karamsar bakışları ile. Tonraq ! Bu ismi aklıma kazıdım. Kesinlikle bir dahaki sefere Silas’a onun hakkında sorular soracaktım. Sonra başka bir şeyi gözden kaçırdığımı fark ettim. Annemin bir dostu neden üzerinde annemi engelleyen bir mühür bulunan bir ayna taşısın? Ayna ne işe yarıyor ? Annem böyle kek yapmayı nereden öğrendi? Özür dilerim fazla gittim. “Anne bu ayna ne işe yarıyor?” dedim. “Sıradan bir ayna sadece üstünde mühür var ve dengeleri tersine çevirmesi için büyülenmiş. Girdabın ortasında güçlerini kullanamadın değil mi? Düşündükçe bu tür büyülerin Tonraq’ın tarzına daha uygun buluyorum ama dediğin gibi Uriel artık düşmanımsa o felaketler onun içinde bir lunaparktan farksız. Bir şeyler yapmadan önce Tonraq’ı bir yerlerde sıkıştırmam gerek.” dedi annem. Havadaki kekik kokusunun artık duyulmaması bana konuşmanın bittiğini müjdeledi.Ben derin bir nefes alırken oda ortalıktan kayboldu. Kafam allak bullak olmuştu. Bir melek neden anneme düşmandı? Yada düşman olan Tonraq’tı ve annem ile Uriel’in arasını mı açmaya çalışıyordu? Her şeyden önemlisi küçük bir cep aynası bile bu kadar tehlikeli olabiliyorken ben daha ne kadar dikkatli olabilirdim?

Kya” için 9 Yorum Var

  1. Merhabalar!
    Kullandığınız akıcı dil, güçlü kurgunuz ve karakterlerin hepsi çok güzeldi!
    Ellerinize sağlık.

    1. Teşekkür ederim. Yorumunuzu duyana kadar acaba güzel olmadı mı diye hep tereddüt ettim içime su serptiniz.

  2. Acaba birileri hikayemi okuyabilir mi ? Hikayemin kimseye ulaşadığını görmek çok can sıkıcı. Altınbukle’ye okuduğu için teşekkür ederim.

    1. Peki siz kaç hikaye okuyup yorumladınız? Seçkide 14 hikaye var, şimdilik sadece 6 tanesine yorum yapılmış ve bunlardan biri sizinki, bu gayet iyi bir şey. Ayrıca seçki yayımlanalı daha 3-4 gün oldu, insanlara biraz zaman verin. Yorum yapılmadığı da okunmadığı anlamına gelmiyor.

      Hikayenize gelirsek, buraya koyduğunuza göre her türlü eleştiriye açık olduğunuzu varsayarak başlıyorum. Umarım alınmazsınız.

      İlk paragrafta “güçünü” diye bir kelime var. Burada “ç” harfi yanına ünlü ile başlayan bir ek aldığında yumuşar. Yani “gücünü” olmalı. Yine ilk paragrafta şöyle bir şey geçiyor: “her seferde onlarca aile ölü bebeklerini görünce ile cehennem gibi anlar yaşardı.” Burada “ile”nin vazifesi ne anlayamadım.

      Yazının devamında dahi anlamındaki “de”nin yazımında hatalar var. Ayrı yazılır biliyorsunuz, “annemde” değil “annem de” olacak. Bunun gibi ayrı yazılması gereken ama bitişik yazılan çok “de” bağlacı var yazınızda. Yine kullandığınız “yada” bağlacı “ya da” şeklinde yazılmalı.

      “geniş yeraltı bir gölüne ulaşırsınız” gibi bir cümle var, bence bu “geniş bir yeraltı gölüne ulaşırsınız” olsa daha anlaşılır olur.

      Bir de son bir eleştirim var. O da diyaloglar konusunda. Sizin yaptığınız:

      “…” dedim. “…” dedi annem. “…” dedim. “…”dedi Doğa.

      Bu hem hiçbir satır arası olmadığı için göz yoruyor hem de sürekli dedi dedi dedi geçiyor. Diyaloglarda satır atlarsanız okuması daha kolay olur. Bir de sürekli dedi demenize gerek yok. Diyalog için açıklamaları da tırnaktan önce de kullanabilirsiniz. Mesela “Annem ‘…’ dedi.” gibi…

      Aslında yazdıklarınızı paylaşmadan önce okursanız bu bahsettiğim hataların yüzde seksenini düzeltebilirsiniz. Görünce “Bunu mu takmış” demeyin. Okurken gerçekten hızı kesiyor ve gözü yoruyor ufak hatalar bile. Bunlar dışında diliniz akıcı, fikriniz orijinal. Ellerinize sağlık.

      1. Ben 3 sene önceki hikayemi saymazsak yeniyim yorum yapmak bana düşmez şuan ama her gün sırasıyla 1 hikaye okuyorum günümü renklendirmek adına güzel oluyor. Ayrıca o hataları düzelttiğime eminim sanırsam word dosyasını kapatırken kaydetmemişim

  3. Merhaba hikayenizi çok beğendim gerçekten. Diliniz çok akıcı ve kurgunuz çok güzel. Yalnız sanki tam sonlanamamış gibi, daha doğrusu bitmemiş gibi. Devam edecek mi acaba?

    Başarılarınızın devamını dilerim ellerinize sağlık.

    1. Tabiki bu bir seri. Hikayeyi gönderirken yönetimden hikayenin adını Doğa’nın Işığı – I koymalarını istemiştim ama dikkatlerini çekmedi heralde. Amacım insanlara bildiklerimi anlatmak bununda en eğlencili yolunu bu olarak gördüm. Okuduğunuz ve yorum girdiğiniz için teşekkür ederim hikayeye girilen son yorumun Galaxie ile olan tatsız konuşmalarımız olması canımı sıkıyordu. Bir dahaki hikayemde yorumunuzu dört gözle bekliyorum 😀

      1. Tatsız değil yahu, yanlış anladıysanız üzüldüm gerçekten 🙂 Ben sadece eleştirerek yardımcı olmaya çalıştım… Seçkide yeni olduğunuz için hemen yanıt bekliyor olmanız normal ama dediğim gibi biraz bekleyince yorumlar geliyor zaten. Bir bakarsınız birkaç ay sonra gelir, olabilir yani… 🙂

        1. Apaçık belli ki yanlış anlamışım ama insan üstünden defalarca geçtiği şeyler yüzünden eleştirilince kendine durup düşünmek için zaman ayırmıyor. Umarım başka yorumlarda alırım her yorum bende daha çok yazma isteği uyandırıyor

Galaxie için Yorum Yap Yanıtı iptal et

E-posta adresiniz yayımlanmayacaktır.Yıldızlı olan alanların doldurulması zorunludur. *