Öykü

Ölü Aşıklar Gardırobu

“Derdine derman bulunamayan hiçbir hastalık yoktur derler. Semalar gün doğup, asumani bir renge büründüğünde nihayet gökten silinmiştir artık ay ve yıldızlar. Nihayetinde her kara günün ardından bir güneş doğar sonuçta. Bütün güzellikler aydınlanır diğerleri ise karanlığın kayboluşuyla yuvalarına dönerler. Diplere. Çimenlerin daha da altına. Fakat asla en ortaya ulaşamazlar. Orası sıcak ve yakıcıdır. Tenlerinden aşağıya süzülen ter damlacıkları, o cehennem sıcağında insan eti yavaş yavaş pişer ve erirken bir anda kaybolur. Buharlaşır. Ve yere düşme umuduyla umarsız bir bekleyişe girerler. Canlı değillerdir ancak orada yaşayan ölür ve cansızlar hayata başlarlar. Sadece iyi olanlar yeniden yükselip göğe çıkabilirler. Tanrının bahçelerinin ortasına düşerler bir anda.Üstlerine geçirilmiş beyaz ipek bir kıyafet, altın tabaklarda önlerine serili bir ziyafet ve ölümün olmadığı sonsuz bir hayat. Dünya üzerinde yaşayan tüm hastalar burada dermanlarını bulur ve tanrıya şükranlarını sunmak üzere uzun tahta bir köprü üzerinde sıralarını beklerlerdi.  Bunun dışında her iki dünyaya da ait olmayan yaşayanlar ve arada kalanlar var tabi. Araf’ta bekleyenler. Onların üstlerine yıldızlar değil, hiç dinmeyen bir baran yağar. Ahbar çiçekleri burada açmaz, solarlar hemencecik.”

Hıristiyan mezarlığının hemen girişinde duran ahşap kulübenin duvarları yağan sağanak yağmurla ıslanmış, bekçi buzlu camın önünde oturmuş, deri kaplı kitabını okuyordu o sıralar. Kapının hemen sağına konmuş küçük bir masa, ocak, kırık bir kanepe takımı ve ceviz gardırop göze çarpıyordu en başta. Eski ceviz gardırobun kapakları çıkarılmış, içine konan elbiseler özenle katlanmış olmalarına karşın yırtık ve eskiydi. Evin içerisinde eskimemiş olan tek şey adamın karşısında iğne oyası yapmakla uğraşan esmer kadındı. Kadının uzun siyah saçları kadının omuzlarından aşağıya dökülüyordu. Hemen gardırobun yanında duran aynadan bakıldığında kanının saç uçlarındaki kızıllık çok daha canlı görünüyordu. Yağmurun durmasıyla beraber etrafa yayılan kokuyu koklayarak bir an duraksadıktan sonra tekrar uğraştıkları işe döndüler. Mezarlığın üstünden kalkan iç bunaltıcı hava yerini derin bir hüzne, ve yağmur sonrası gelen gözü yaşlı ziyaretçilere bıraktı yerini. Evin içerisindeki sessizlik ilerleyen saatin her saniye çıkarttığı o sinir bozucu tik* tak* sesiyle bölünüyordu. Evin içerisine saniyeler içerisinde oturduğu yerden kalkıp mezarlıkta dolanmaya çıkan adamın kapıyı açışıyla beraber soğuk havayla doldu.İnsanın içini donduran soğuk hava kapı kapanana kadar kadının ciğerlerini yakmıştı bile. Soğuk havayla beraber  içeriye dolan keskin nane kokusu bir kez daha yaktı kadının ciğerlerini. O sırada elindeki torbayı yere bırakmış, camdan beyini seyrediyordu. Adamın aşağıya uzanan yokuşta kayboluşuyla beraber, gardırobun kırık çekmecelerinden birini kendine çekerek içerisindeki deftere uzandı.

Tuza Bulanmış Eski Defterler

İçeriye dolan nane kokusunun üzerine bir de kapak açılınca odaya yayılan o tuzlu koku yayılınca kadının genzi iyice yandı. Midesinin bulanmasına sebebiyet veren bu iğrenç kokuya aldırmadan az önce sayfalarını çevirmeye başladığı deftere uzandı. İlk sayfada karalanmış birkaç satır okunamayacak kadar silikleşmişti. Geri kalan sayfalarda öylesine boş ve beyaz sayfalardı işte. Arka kapağa iliştirilmiş birkaç not kağıdını uzun parmaklarıyla kavrayarak okumaya koyuldu.

“20 Nisan 1989…” Duraksayıp hemen sol tarafta duran takvime baktı. Yirmi sene geçmişti üstünden. Eskimiş eşyaların yanında pek belli olmasa bile kırık aynası doğruladı yaşlandığını. Ancak hiç yaşayamamış, acı çekmemiş, aldatılmamıştı. Aşık bile olmamıştı hatta. Ailesi aşk mektuplarını bulup şömineye attıkları gün bu kırık gardırobu taşıyıp, kısa süre evvel tanıştığı bu adamın yanına gelmişti. Tüm bunları düşünürken burnuna gelen ağır koku uyanıp devam etmesini söyledi ona.

“Uzun zamandır gözlerinizden mahrum bıraktınız beni. Pencerede göremiyorum üç gündür….” Kadın durmuş olan yağmura karşın gözlerinden damlaların süzülmesine izin verdi. Omuzlarına gerdiği kül rengi bürüncüğünü düzelterek saatlerdir sehpanın üzerinde duran çay fincanını ağzına götürdü. Adamın onu götürdüğü doktorları anımsadı bir an. Beyaz flöresan lambalar, siyah önlük ve ardı ardına gelen sorular… Adamı bile hatırlıyordu. Tıpkı sevdalısı gibiydi o da. Asla gözlerinden başka bir yere çevirmiyordu kendininkileri. Ama anlamsız geliyordu tüm bunlar yine de. Tek anlamlı gelen defterin arkasından çıkan gazete küpürleriydi. En önde bir intihar haberi; Paris’te, kendini asmış bir adamı anlatıyor. Arkasından kaybolan bir kadın, Anabella. Kısa bir süre sonraysa nehirde bulunan cesedi. Adaşıydı hem de. Bir an duraksayıp yine aynasına döndü yüzünü. Kadına da benziyordu epey belirgin yüz hatları. Kaçıncı olduğunu sayamadan içine girdiği karmaşaya daldı yine. Etraf kararmış, saatin tik* tak* sesleri kaybolmuş, duyulmaz olmuştu.

Ölü Aşıklar Gardırobu

Etraf insanı ürküten bir sessizliğe gömüldüğünde kadın yalnız girdiği dünyayı inceliyordu. Yeşil gözleri karanlığın içerisinde etrafındakileri seçemiyor fakat elleriyle dokunduğunda yün yüzeyleri hissedebiliyordu. Önünü kapatan kapağı her iteleyişinde hafif bir ışık içeriyi aydınlatıyor ve başını döndüğü tarafta uzun etekleri seçmesini sağlıyordu. Eğer diğer kapakta hafifçe itelenirse uzun kürk paltolarda görülüyordu hemen üst rafta. Bir dolaptı burası. Küçük kulübelerindeki ceviz gardırobun aksine bu naftalin kokuyordu. Huzurluydu. Sadece kendisi gibi atılan birkaç adım sesi geliyordu kulağına. İki sevgilinin bilinmeden atılan adımları. Ölü aşıklar gardırobunun ağır kapakları bir asma kilitle kapatılmıştı. Açlık veya susuzluktan ölmeyeceklerdi fakat naftalin kokusu şimdiden onları etkilemiş, yalnızlık güçsüzleşen bedenlerini sarmaya başlamıştı bile.

Ölü Aşıklar Gardırobu” için 11 Yorum Var

  1. Kurgunuzu çok beğendim. Bazı kelimeleri yinelemişsiniz cümlelerinizde, dikkatsizliğinizden kaynaklanıyor sanırım. Sonlara doğru da yazmaktan sıkılmışsınız gibi hissettim. Hikayenizin sonunu da hikayenizin bütününü saran bu güzel betimlemelerinizle süslemeye devam edebilirdiniz. Demem o ki; bu kadar çabuk ve kısa bir sonu yakıştıramadım.
    Tebrikler…

    1. Size bu konuda tamamıyla hak veriyorum. Nedenini bilmediğim bir sebepten hikayeyi hemen bitirme hevesindeydim. Tema belirlendiği gün içinde yazıp bitirmeyi denedim hatta. Ve aynı arzuyla hemen gönderdim. Değerli eleştriniz için çok teşekkür ediyorum.

  2. Güzel bir hikaye. Anlatım akıcı ve betimlemelerin oldukça güzel. İnsanın gözünde canlanmama olasılığı yok. Ayrıca kurgu da çok güzel bence. Kusursuz demek çok mükemmelleştirir fakat kusursuza yakın demek doğrudur sanırım. Başarılar…

    1. Değerli yorumunuz için teşekkürler. Açıkçası bu hikayemin yayınlanmasını dahi umut etmiyordum. Bir daha ki seçkilerde “kusursuz” a en yakın yere ulaşmaya çalışacağım.

  3. Aşırı betimlemeler biraz ağır geldi sanırım çünkü iki kere okumam gerekti. Anlatımınız çok iyi, kelimeleri gerçekten güzel seçiyorsunuz. Deneyiminiz dikkat çekici ama Menekşe’nin de dediği gibi başlarda kelimelerin tekrar edilmesi göze çarpıyor.

    Kurgu ve konu olarak bakarsak biraz sönük geldi. Kurgu yok zaten sadece konu var. Yinede dediğim gibi yazım tarzını takdire şayan. Ellerinize sağlık.

    1. Yorumunuz için teşekkürler. Dediğim gibi nedense acele ettim bu seçki için hikaye yazmakta. O yüzden kontrol dahi etmeden gönderdim. Kurgu yönümün zayıflığını hep söylerim. İlk hikaye yazma çalışmalarına başladığım günden beri betimleme üzerinde durmamın cefasını çekiyorum diyelim.

  4. Gerçekten hayran kalarak okudum, devamını bekliyorum. Kusursuza daha yakın olmanız dileğim ile. Uzun zamandır hikayeleri okuyorum, lakin sizin betimlemelerinize ve anlatıma kattığınız olguya bayıldı. Yeni hikayelerinizi merakla bekliyorum. Ellerinize sağlık.

  5. Öykünüzü okuduktan sonra diğer arkadaşların yorumlarına da bir göz attım. Az çok ben de aynı görüşteyim: Yazı diliniz, kaleminiz sağlam, özellikle öykünün başlangıcı etkileyici; ancak kurgu eksikliği var, özellikle öykünün sonu hızla bitmiş, aklıma nedense bir gecede yapılan gecekondular geldi, öykü de bir anda pılını pırtını toplayıp gidiyor sanki.

    Bu güzel dil, iyi bir kurguyla bütünleşirse, ortaya çıkan öyküler tadından yenmez. 🙂

    1. Yorumunuz için çok teşekkür ederim. Evet yukarıda da söylediğim gibi niyeyse hemen bitirmek istedim öyküyü. Kurgu yönümü geliştirmeye uğraşıyorum ancak başından biraz ilgisiz kaldığı için şidmi çok daha zor oluyor geliştirmek.

  6. Kaleminiz gerçekten çok güçlü. Betimlemelerinize bayıldım. Özellikle baştaki öbür dünyayla ilgili olan kısım. Kurgu eksikliği var. Ama üslup çok başarılı. Başlar çok akıcı, sanırım sonlara doğru yazmaktan sıkılmışsınız. Daha başarılı eserler yazacağınıza inanıyorum. Yazılarınızın devamını görmek dileğiyle.

    1. Övgünüz için çok teşekkür ediyorum. Kurgu konusundaki eksikliğim dediğiniz gibi açıkça ortada. Bunu geliştirerek sizlere daha iyi hikayeler sunarım umuyorum yakın zamanda.

Phoibos için Yorum Yap Yanıtı iptal et

E-posta adresiniz yayımlanmayacaktır.Yıldızlı olan alanların doldurulması zorunludur. *