Öykü

Ölümün Soğuk Nefesi

“Bu yaşam denilen şey gerçekten çok tuhaftı… Bir insanın öleceğini bildiği halde yaşaması kadar tuhaf…”

Kerem Balkan, henüz yirmi yedi yaşında olmasına rağmen, rahat kırk yaşındaki bir adam gibi görünmekteydi. Suratındaki kırışıklıklar ve saçlarındaki beyazlıklar onu bu şekilde göstermeye fazlasıyla yetiyordu.

Dört yıl boyunca birlikte olduğu kız arkadaşının iki yıl önce bir trafik kazası sonucu yaşamını yitirmesi onu çok yıpratmıştı. O zamandan sonra alkol ve sigaraya daha da yüklenmiş, böylelikle de önce saçlarının ağarmasına ve sonrasında yüzünde o iğrenç çizgilerinin belirmesine neden olmuştu…

Son iki yıl onun için monoton ve tatsız geçmişti. Kız arkadaşını kaybedişinin birinci yılına kadar kanayan yarası, ancak birinci yıldan sonra kabuk bağlamaya başladı. Artık en azından kız arkadaşı aklına geldiğinde gözleri dolmuyordu. Ama onu unutamıyordu da…

Bazı geceler rüyalarında görüyordu onu. Beyazlar içerisinde kendisine doğru koşusunu izliyor ama bir türlü sarılamıyordu.

Kız arkadaşını kaybettiği ilk günlerde intiharı da aklından geçirdi Kerem. Ama yapamamıştı işte… Hayat ona daha tatlı gelmişti.

Bundan sonra uzun yıllar boyunca bir kızla birlikte olamayacağını çok iyi biliyordu. Başka bir kızı öpmek, ona sarılmak ve ona “Seni seviyorum.” demek kendisine çok uzak şeylermiş gibi geliyordu. Hatta belki bir daha yaşamının sonuna kadar gerçekleşmeyecek şeyler…

Kerem, özel bir bankada muhasebe müdürü olarak çalışmaktaydı. Hayatının monotonlaşmasına ve tatsızlaşmasına işinin de etkisi büyüktü. Haftanın altı günü, aynı saat dilimlerinde zamanını bu “zaman öldüren makine” olarak adlandırdığı bankada öldürüyor ve daha sonra da hiçbir yere uğramadan doğruca evine gidiyordu.

Aktivite olarak yaptığı tek şey ise haftada bir izlediği futbol maçıydı. Fanatik Galatasaray taraftarı olup takımın hiçbir maçını kaçırmazdı. Özellikle Ali Sami Yen’de oynanan tüm maçlarını izlemeye çalışırdı. İşte bu hafta sonu, Galatasaray-Fenerbahçe maçına gitmek için arkadaşlarıyla sözleşmişti. Bu hafta sonu pazar günü, Galatasaray bayraklarını ve atkılarını alıp Ali Sami Yen’e gideceklerdi…

Dönem dönem yaşamının tek zevki hâline gelen bu futbol maçları dahi sıkıyordu artık onu. Çünkü her hafta aynı geçmekteydi onun için. “Haftanın altı günü işe git gel, haftanın son günü de maça git…”

Çoğu zaman bu “yaşam” adı verilen oyun sahnesinin tatsız ve anlamsız olduğunu düşünürdü. İnsanoğlu yaşama gelir, çilesini çeker ve gideceği yere giderdi. İşte bu durum, onun için sadece bundan ibaretti…

Yine bugün de Kerem için monoton geçen günlerden biriydi.

Günlerden salıydı…

Her zamanki gibi, iş çıkışı hiç oyalanmadan önüne gelen ilk taksiye bindi, sanki onu evde bekleyen birileri varmış gibi…

Anne ve babasının uzun yıllardır şehir dışında yaşam sürüyor olmaları, onun tek başına bir yaşam kurmasına vesile oldu. Artık onun için ailesi kendisiydi…

O gün de onun için diğer gün ve haftalardan farksızdı.

Farklı olan tek şey taksi şoförüydü…

Kerem, taksiye bindiğinden beri şoförün aralıklarla dikiz aynasından kendisine baktığını gözlemledi. Ancak bu bakış normal bir bakış değildi. Sanki ateş topundan oluşmuş iki gözün öfkeli bakışlarla kendisini sarmaya ve esir almaya çalışmasıydı.

“Belki de adamın huyu böyledir. Arabasına binen herkese bu şekilde tuhaf tuhaf bakıyordur…” diye düşündü Kerem. Ancak dakikalar ilerledikçe bu bakışların kendisini daha fazla rahatsız etmeye başladığını fark edecekti. Bir de taksiyle daha önce hiç görmediği yerlerden geçtiklerini…

Bu durumu tam şoföre sormaya karar verdiği anda, arabanın aniden durmasıyla sarsıldı genç adam ve sonrasında da meraklı gözlerini ateş topundan oluşmuş olan şoförün gözlerine yönlendirdi.

Şoförün beklenmedik şekilde konuşması onu fazlasıyla şaşırtacaktı:

“Beyefendi, biliyorum yaptığım büyük bir terbiyesizlik ama bagajımda bana ait eşyalarımın olduğu bir kutu var ve burası da benim evim. Hazır yolumuzun üstündeyken buraya gelip kutuyu evime bırakmayı düşündüm. Bana müsaade edersiniz, değil mi? Merak etmeyin taksimetreyi tekrardan çalıştıracağım, yani sizi ne maddi ne de manevi açıdan sıkıntıda bırakma gibi bir niyetim yok.”

Böyle bir görüntüye sahip bir adamın bu şekilde konuşması muhasebeciyi oldukça etkileyecekti. Bu nedenden dolayı da “Tamam.” anlamında kafasını salladı; ancak hemen sonrasında ise karşısındaki adamın kendisinden bir şey daha isteyecekmiş gibi bir niyetinin olduğunu sezinledi bir anda. Biraz sonra bu sezgisinin yersiz olmadığını anlayacaktı.

“Çok teşekkür ederim beyefendi. Biliyorum, çok şey istiyor gibi olacağım; ancak bagajdaki kutu biraz ağır da… Bana yardım eder misiniz diye soracaktım? Zaten kutuyu götüreceğimiz yer benim evin kömürlüğü… Evden içeri girince bir alt katta… Sizi çok yormayacağım, söz…”

Önce tereddüt ettikten sonra, bu olayın bir an önce bitmesi için; “Tamam ama şunu söyleyeyim; ben bir an önce evime gitmek istiyorum!” dedi ve arabadan indi. Hemen bagajın yanına giden Kerem, bu arada şoförün kendisine yönelik söylediği minnet içerikli sözlerini işitiyordu.

Gerçekten de şoförün dediği gibi, bagajdan kutuyu alıp kömürlüğe götürmek beş dakikayı geçmedi. Şoförün evi müstakil bir ev olmasına rağmen oldukça eskiydi ve kömürlük ise hemen bir alt kattaydı. Evin içinin temiz görünmesine rağmen Kerem; “Bu adam bu evde nasıl yaşıyor?” diye düşünecekti. Bu müstakil ev nedense ona çok soğuk ve ürkütücü gelmişti.

Kömürlük de oldukça temiz ve derli toplu görünüyordu, ancak ellerindeki kutu oldukça büyük ve ağırdı. İçerisindeki eşyaların tıkırtı sesleri rahatlıkla işitilebiliyordu. Ve de şoförün o tiz sesi; “Tamam şuraya bırakabiliriz. Beyefendi size gerçekten çok minnettarım. Bu iyiliğinizin karşılığında size bir şeyler ikram etmemi ister misiniz?”

Bir an önce evine gidip yatmayı düşünen bir kişi için bu soru oldukça anlamsızdı. Ayrıca bu köhne ve ürkütücü yerde de daha fazla durmak istemiyordu genç adam.

“Hayır, teşekkür ederim. Artık bir an önce gitsek iyi olacak.”

Yolcusunun bu sözünden sonra bir anda suratı değişen şoför, onu aniden var gücüyle itmişti. Bu çıkışı beklemediğinden dengesini kaybetmiş ve yere kapaklanmıştı muhasebeci. Hemen ardından tam doğrulmaya çalışacaktı ki kafası ile omzu arasındaki bölgeye sert bir cismin çarptığını sezinledi ve sonra gözlerinin karardığını…

* * *

Kerem gözlerini açtığında saat gecenin on ikisine geliyordu. Ancak bulunduğu yerde saat olmadığından dolayı bunu hiçbir şekilde öğrenemeyecekti.

Gözlerini açtığı anda kendi evinde olmadığını anladı ve biraz hareketlenmek istedi. Ancak eli ve ayağındaki kalın ipler ve de boynundaki kesik yarasının acısı buna izin vermemişti. Boynundaki yara oldukça şiddetli bir şekilde sızlamaktaydı. Adam kendisini etkisiz hâle getirebilmek için uzun bir cam vazoyla kafası ile omzu arasındaki bölgeye var gücüyle vurmuştu. İşte bu lanet olasıca cam kesiği de onun eseriydi…

Elleri ve ayakları da o anda yattığı ranzaya sıkıca bağlıydı. Elleri arkadan bağlandığından dolayı olacak; omuzları ve kolları müthiş bir ağrıyla sızlıyordu.

Ve işin en iğrenç yanı ise çırılçıplak oluşuydu… Sezgilerine göre üzerinde külodundan başka hiçbir şey yoktu…

Elleri arkasında, cenin pozisyonunda yatırılmıştı… Tıpkı avlanmış ve biraz sonra kesilmeyi bekleyen bir hayvan gibi…

Ona göre hiçbir insan böyle bir muameleyi hak etmiyordu. Hem de hiçbir insan…

Tam kafasının üzerinde bulunan ve etrafa az da olsa ışık yayan ampul, sönmeye yüz tutmuş hâliyle kendisini deli ediyordu. Çünkü ampulün yaydığı ışık tuhaf bir nedenden ötürü baş döndürücü ve mide bulandırıcıydı. Ya da o anda ona öyle gelmişti…

Biraz sonra yukarıdan aşağıya doğru inen bir çift ayak sesine kulak verecekti.

Ve bir dakika içerisinde de o ayak seslerini sahibi tıpkı bir gardiyan edasıyla karşısında belirdi.

“Sonunda uyandın demek! İyi öyleyse, cehennemine hoş geldin küçük iblis!”

Adamın söylediklerine önce pek bir anlam veremeyen muhasebeci, adamın elindeki tepsiye dikkat kesildi. Daha sonra da adamın kendisine iyice yaklaştığına…

“Acıkmışsındır diye düşündüm. Şunları ye de kanlan. Ne de olsa sen bana lazımsın!”

Yine kendisine anlamsız gelen bu sözü söyledikten sonra içerisinde zeytin ve peynir tabaklarının ve bir kalıp da ekmeğin bulunduğu tepsiyi önünde bulunan masanın üzerine tıpkı atarcasına bıraktı gardiyan… Tepside eksik olan tek şey suydu…

“Benden ne istiyorsun?”

Sonunda bu soruyu sormayı başardı ve uzun zamandır konuşmamasından dolayı olacak, sesinin çok kısık ve biraz da boğuklaşmış olduğunu hissetti. Ayrıca yutkunurken boğazı da acıyordu…

“Senden ne mi istiyorum! Senden bir sahibin köpeğinden istediği şeyi istiyorum küçük iblis! Çeneni kapatmanı ve de bana itaat etmeni…”

Kerem o anda karşındaki herifin bir deli olduğuna kanaat getirdi. Bu herifi daha önce hiçbir yerde görmediğine adı gibi emindi. Kendisinin çok ünlü ve tanıdık bir insan olmadığını da iyi biliyordu. Kısacası bu herifin hasmı olması neredeyse imkânsızdı…

Ses çıkarmaya yeni alışmaya başlayan o boğuk ve kısık sesiyle; “Ben sana ne yaptım, ha? Söylesene, yardım etmekten başka ne yaptım sana?” diyebildi.

Bir çift ateş topundan oluşan gözlerle, bir süre kendisini süzen adam “Sen sadece bana değil, kalbi temiz olan tüm insanlığa çok şeyler yaptın ve eğer ben engel olmasaydım bu kötülüklerine devam edecektin!” dedi kalın sesiyle…

Az önce bu adamın bir deli olduğunu düşünen genç adam, artık kararını değiştirmişti. Bu herif zırdeli olmalıydı. Önceki yıllarda psikolojik açıdan büyük bir sarsıntı geçirdiği aşikârdı… Kendi kafasında bir şeyler kuruyor ve o kurduğu şeye bağnazca inanıyordu. Ve de kesinlikle o şeyin doğru olduğunu düşünüyordu…

İşte kendisini de bir sebepten dolayı sevmemişti. Kerem, bu sebebi öğrenebilmek için susmayı tercih etti. Çünkü karşısındaki “psikopat” konuşmaya devam edecekti. Artık kendisinin efendisi olan o “psikopat…”

“Sen bir iblissin, anlıyor musun? İçerisinde iblis olan bir yaratıksın. Gözlerinden, konuşmalarından, hâl ve hareketlerinden, kısaca her yerinden anlaşılıyor. Sen insanlığı yok etmeye gelmiş bir iblissin… Sen ne ilksin ne de son… Ama ben yaşadığım sürece, senin gibi iblisleri yok edeceğim, anlıyor musun? Hem de binbir işkenceyle… Yok oluşun, gelişin kadar kolay olmayacak… ‘Beni öldür!’ diye ayaklarıma kapanacaksın, küçük iblis! Ancak ben seni iyi bir iblis olduğunda öldüreceğim… Bundan dolayı da şimdi iyi bir iblis ol ve bana itaat et!”

Muhasebeci, sinirinden bu deli saçması sözlere gülmemek için kendisini zor zapt etmiş ve asıl iblisin karşısındaki bu psikopat olduğunu düşünmüştü. Karşısındaki psikopat yüzündeki derin yarasıyla, gerçekten bir iblisi andırıyordu. Hem de acımasız bir iblisi…

Psikopatın sözlerinden, şu anda kendisine yaptığı şeyleri zamanında başkalarına da yaptığını sezinledi.

“Sen ne ilksin ne de son… Ama ben yaşadığım sürece senin gibi iblisleri yok edeceğim.”

İşte bu düşünceler, genç adamın sinir katsayısını arttırdı ki bu durum sözlerinden fazlasıyla anlaşılacaktı: “Bana bak deli herif! Ben iblis falan değilim… Kendi hâlinde yaşamını sürdürmeye çalışan bir insanım… Anlıyor musun? Hem zaten iblisin kimin içerisinde olduğunu Tanrı’dan başka hiç kimse bilemez. Sen de bilemezsin!”

Kerem, bu sözünü söylemesinin hemen ardından sol yanağının üzerine çok sert bir yumruk yedi.

Yumruğun beklenmedik bir anda atılmasından dolayı olacak, çok canı yanmıştı… Şimdiye kadar kimseden bu şiddette yumruk yediğini hatırlamıyordu.

Yumruğun atılmasından birkaç saniye sonra ağzının içinde bir kan birikintisi olduğunu hissetmiş ve yere doğru tükürmüştü. Yere tükürdüğü kanın içerisinde sol azı dişini de görünce, karşısındaki psikopatın düşündüğünden de güçlü ve acımasız olduğunu anlayacaktı.

Acıdan gözleri nemlenmiş ve bir anda, karşısındaki psikopatın söylediklerine kulak kesilmişti:

“Bana bak küçük iblis, bir daha benim yanımda Tanrı’nın adını ağzına almayacaksın, anladın mı? Yoksa seni öldürmeden önce bütün dişlerini buraya dökerim. Bunu ister misin, ha! Dişleri dökülmüş bir ihtiyar gibi cehenneme gitmek ister misin? Cevap ver!”

Ağzında yine kan torbası biriken adam zorlukla.

“Hayır.” diyebildi.

“Ne? Tam olarak duyamadım. Bağırarak söyle! Bağır!”

“Hayır, hayır, hayır!”

Artık konuşmaya mecali kalmayan Kerem, karşısındaki bu pislik herife ileri derecede kin ve nefret besliyordu. Bir anda içi onu öldürme aşkıyla dolmuştu. Ama bu durum elleri ve ayakları bağlı olan bir kişi için gerçekleşmesi imkânsız bir hayaldi…

Kölesini dizginlemiş bir sahip edasıyla tebessüm eden psikopat:

“Aferin küçük iblis… İşte böyle, yola gel… Şimdi sana önündeki yemekleri yedireceğim. Suyunu da yemekten sonra getireceğim.” dedi.

Artık yavaş yavaş kolları ağrımaya ve uyuşmaya başladığından:

“Bana bak! Eğer bu şekilde yatmaya devam edersem kangrenden öleceğim. Daha şimdiden kollarım uyuşmaya başladı bile… Bari şu kolları önden bağla…” diyecekti genç adam.

Bir anda kurbanına şeytani bir gülüş atan psikopat:

“Sen çok akıllısın küçük iblis… Merak etme, sen kangren olmadan öleceksin… Şu tependeki ampulü görüyor musun? Bitmeye yüz tutmuş olan ampul… İşte o ampulün bitmesi, senin ömrünün de bittiği anlamına gelecek… Anlıyor musun? Yani o ampul karardığı anda seni layık olduğun yere göndereceğim küçük iblis.” dedi.

Uyandığından beri bu ampulün ışıklarına deli olan Kerem, ömrünün bu ampulle birlikte son bulacağını düşününce çok tuhaf olmuştu.

İkisi de aynı anda ölecekti…

Yani bu yarı ölmüş ampul kadar ömrü kalmıştı…

Bu ampul gitse gitse iki ya da üç gün daha bu şekilde giderdi.

“O zaman en fazla iki ya da üç günlük ömrüm kaldı.” diye düşündü muhasebeci…

Nefes alarak yaşayacağı iki ya da üç gün…

* * *

Yarım saat içinde gözleri ateş topundan oluşmuş olan psikopat, tepsi içerisindeki yiyecekleri Kerem’e yedirmişti. Genç adam arada sırada boğulma tehlikesi geçirmiş ve ağzındakileri dışarı boşaltma gereksinimi duymuştu.

Ağzında sanki bir kan torbası bulunduğundan, bol bol kanlı zeytin, peynir ve de ekmek yemek zorunda kaldı. Eğer bir mucize olur da yaşama tekrardan dönebilirse bir daha zeytin ve peynir yiyebileceğini hiç zannetmiyordu.

Özellikle de kanlı zeytin ve peynir…

Genç adam biraz sonra gardiyanının elinde tepsiyle, kapıda tekrardan belirdiğini fark etti. Elindeki tepsinin üzerinde içi su dolu iki tane bardak vardı.

Yumruğun etkisiyle dudağının sol alt köşesi iyice şişmiş olan muhasebeci, gözünde de bir bozukluk meydana gelmiş olabileceğini düşünmeye başladı. Galiba bir tane olan su bardağını iki tane olarak görüyordu.

Ancak psikopat, elindeki tepsiyle kendisine doğru yaklaştıkça bu çelişkili görüntü yok olacağına netleşiyordu sanki. Artık tepside bir değil iki bardak olduğundan emindi.

Kerem bu duruma önce bir anlam veremedi… Daha sonra bu psikopatın ikinci su bardağını, patlamış ve bol miktarda kanamış olan yaralı dudağı için getirebileceğini tahmin edecekti.

Ama galiba bu düşünce de saçmaydı…

Biraz sonra bu merakının cevabını karşısındaki psikopatın bizzat kendi dilinden alacaktı…

“Bak ve benim ne kadar iyi bir insan olduğumu gör! Senin gibi insan düşmanı bir iblise bile bakıyorum. Yemeğini bizzat ellerimle yedirdim ve şimdi de suyunu getiriyorum. Eminim bu kadar ilgi ve alakayı şimdiye kadar hiç kimseden görmemişsindir…”

Kerem, karşısındaki psikopatın bu sözünden sonra “Ya, ne demezsin. Ne ilgi alaka ne ilgi alaka!” diye düşünmüş ve o anda gülmemek için kendisini zor zapt etmişti. Ancak gözleri hâlâ içi su dolu o iki bardaktaydı.

Kurbanının bu bakışlarını fark eden psikopat, en sonunda ona bir açıklama yapma gereği duydu kalın ve şeytani bir sesle:

“Şimdi sen bana soracaksın; hadi birinci bardağı anladık da ikinci su bardağı ne iş, diye… Bak, her insan kendi seçimleriyle bir yerlere gelir hayatta. Kimi insanlar yaptıkları güzel seçimler ile güzel yerlere, kimi insanlar da yaptıkları kötü ve hatalı seçimler ile kötü yerlere gelirler. Yani her insan yaşamı boyunca hep seçimlerle karşı karşıya kalır. Ve yaptığı seçimin iyi ya da kötü sonuç verip vermeyeceğini bilemese de bir seçimde bulunur. Ona göre de yücelir ya da yerin dibini boylar, anlıyor musun? Eminim, senin hayatın da yapmak zorunda olduğun seçimlerle ve de bu seçimlerin sonuçlarını gözlemlemekle geçmiştir. İşte, karşına seçim yapman gereken bir durum daha çıktı. Ancak yapacağın bu seçim, senin son seçimin olabilir. Bu iki sudan birinin içinde zehir var. Ve bu zehirli suyu içtiğin takdirde on beş saniye içerisinde tüm organların işlevini kesecek ve öleceksin. Ancak yine de söylediğim gibi… Seçim senin, karar senin kararın… Ben içmek istediğin suyu sana içereceğim. Eğer şansın varsa yaşamaya devam edersin ki matematiksel olarak yaşama şansın yüzde elli… Hadi bakalım, hayatının en önemli seçimini yap…”

Korku ve heyecan duygularının karışımıyla önce bir yutkunan Kerem, artık sonunun geldiğini düşündü. Bu psikopat herif resmen onu öldürecekti.

“Ancak daha ampul sönmedi ki!”

Her ne kadar aklına bu düşünce geldiyse de ölüm korkusu her şeyin önüne geçmişti. Karşısındaki insan ne yaptığını gerçekten bilmeyen, ruh hastası bir yaratıktı. Kendisini öldürmek için bu, yirmi yıl öncesinden kalmış ampulün gidişatına bakacak değildi.

“O zaman sen de o suları içme, anlıyor musun? İkisini de içme!”

Bu düşüncenin de beyhude olduğunu çok iyi biliyordu. Elleri ve ayakları tıpkı bir koyun gibi bağlanmıştı. Bu nedenden dolayı da bir koyun gibi bu duruma boyun eğecekti. Zaten karşı koymaya kalksa, karşısındaki ruh hastasının neler yapabileceği tahmin bile edemezdi.

“Öyle ise sen de hayatının en önemli seçimini yap… Ve buna göre de ya yücel ya da yerin dibine gir!”

“Zaten başka çarem de kalmadı ki…” diye düşündü. Hem, işkence çekerek iki gün sonra öleceğine çok işkence çekmeden şimdi ölmesi daha mantıklıydı.

Her iki durumda da ölmeyecek miydi sanki?

Önce derin bir nefes alan genç adam, ilk olarak psikopatın acımasız gözlerine ve daha sonra da su bardaklarına baktı. Ve son olarak da hayatının seçimini yaptı…

* * *

Kerem, içtiği suyun tadında bir farklılık algılamamıştı. Ancak, ölüm korkusundan dolayı olacak, tıpkı kesilmeyi bekleyen bir kurban gibi ölümünü beklemeye koyulmuştu.

“Bu zehirli suyu içtiğin takdirde on beş saniye içerisinde tüm organların işlevini yitirecek ve dolayısıyla sen de öleceksin.”

Geçen her saniye boyunca bu söz onun beyninin içinde yankılanıyordu.

Ve de geçen her saniye ona bir saatmiş gibi geliyordu…

Alnından ölüm korkusu terleri boşalan adam gözlerini kapattı.

“Hadi artık, şu on beş saniye bir an önce tükensin de ben de nereye gidiyorsam gideyim. Bitsin artık bu işkence!..”

Genç adam yaşamı boyunca kendisini ölüme bu denli hazır hissetmemişti. Daha on saat öncesine kadar ölümü aklına dahi getirmezken bu on beş saniyedir ölümden başka bir şey düşünemez olmuştu.

Bir süre daha gözleri kapalı şekilde ölüme hazırlanırken “Bu lanet olasıca on beş saniye hâlâ dolmadı mı?” diye düşünecekti.

Tamam, zamanın kendisine inat yavaş geçtiğini çok iyi biliyordu. Ancak bu kadar da yavaş geçmesi doğa kurallarına aykırı olmalıydı.

“Buna göre bir süre daha kefeni yırttın.”

Bu düşünceden sonra yavaş yavaş göz kapaklarını açtı ve korku dolu gözleriyle psikopatın gözlerine baktı, “Neden ölmedim?” dercesine… Sanki psikopatın gözleri de “Evet, şimdi ölmedin ama mutlaka öleceksin pis iblis!” der gibi bakmaktaydı kendisine… Hemen sonrasında da gülmeye hazırlanan bir yüz ifadesiyle:

“Sakın ‘Şanslıyım.’ diye düşünme. Su bardaklarının ikisinde de zehir yoktu… Yani bu suları içtiğinde ölmeme ihtimalin matematiksel olarak yüzde yüzdü.” diyecekti…

Birazdan içi öfkeyle dolan Kerem, karşısındaki psikopatın beynini patlatmak için büyük bir istek duyacaktı. Bu psikopat kendisiyle tıpkı bir kedinin bir fareyle oynadığı gibi oynuyordu.

Öfkesini yuttu ve soğuk bir sesle:

“Neden böyle bir şey yaptın?” diye sordu.

O anda kurbanının surat ifadesi çok hoşuna giden psikopat, önce şeytani bir gülüş attı ve sonra da Kerem’in bu sorusuna bir cevap verme gereği duydu.

“Ölüme ne kadar hazır olduğunu görebilmek için yaptım. Cehenneme gitmeye ne kadar hazır olduğunu…

Ama seni ölüme yeterince hazır göremedim. Bence kendini hazırlamaya çalışsan iyi olur. Çünkü bir sonraki defa getireceğim su bardaklarının en az birinde zehir olacak. Bak, eğer dikkat edersen en az birinde diyorum. Böyle bir durumda yaşama ihtimalini düşünebiliyor musun?”

“Buna göre beni zehirle öldürmeyi düşünüyorsun, öyle mi?”

Muhasebeci bu soruyu sorarken şimdiye kadar hiç bu kadar rahat olmadığını fark etmişti. Bu durumda az önceki “şans oyunu”ndan başarıyla çıkmasının da büyük bir etkisi vardı…

“Yo, hayır. Açıkçası seni nasıl öldüreceğime hâlâ tam olarak karar vermiş değilim. Sen sadece şunu bil: Kolay ölmeyeceksin! Bana basit yollarla ölebilmek için yalvaracaksın, anlıyor musun? İşte ben de bu nedenden dolayı senin için güzel bir ölüm yöntemi düşünüyorum. Ama bu söylediğim, senin zehirden ölmeyeceğin anlamına da gelmez küçük iblis!”

Karşısındaki psikopatın kendisini bu denli düşünüyor olması genç adamı çok duygulandıracaktı.

Psikopatın da dediği gibi, şimdiye kadar hiç kimsenin kendisini bu şekilde düşünmediğini sezinledi genç adam…

O anda yine gülmemek için kendini zor tutmuş ve “Keşke ömrümün kalan döneminde de kimse beni bu şekilde düşünmeseydi.” diye geçirmişti aklından.

Bu düşüncelerden sonra kendisini kötü bir rüyanın içerisine hapsolmuş bir esir gibi hissetmişti. Elleri ayakları bağlanmış ve ölümü için saatleri sayan hâlsiz ve bitkin bir esir…

“Keşke bu psikopatın o lanet olasıca arabasına binmeseydim.”

“Ya da keşke onun bana karşı olan o tuhaf bakışlarını fark eder fark etmez o lanet olasıca arabadan aşağıya inseydim.”

“Ya da keşke… Keşke… Keşke…”

Kerem, artık bu “keşke” kelimesinden nefret ediyordu. Bu kelime onun için işe yaramaz ve bozulmuş olan bir çamaşır makinesinden farksızdı.

“Çünkü bu kelime çaresizliğin ve de umutsuzluğun baş sembolüdür.”

Bir insan bir işi başaramadığında ya da bir konuda çaresiz kaldığında bu beş harflik kelimeye sığınmıyor mu?

Sanki ölmüş olan o zamanı geri döndürebilecekmiş gibi…

Ölmüş ve bir daha da yaşanmayacak olan o zamanı…

“Keşke, ‘keşke’ diye bir şey olmasaydı.”

Muhasebeci, nefret etmiş olduğu bu kelimeyi düşünceleri arasına tekrar kattığına inanamadı. Ve bu sefer gerçekten kendisini tutamayıp gülecekti. Kendisine kahkaha gibi gelen bu gülüş şekli, dışarıya bir tebessüm olarak yansıyacaktı.

“Ne oldu küçük iblis? Bakıyorum da artık yüzün gülüyor. Bulunduğun bu duruma çabuk uyum sağladın, aferin!”

Psikopatın bu sözüyle bir anda hayata döndü ve surat ifadesini hemen değiştirdi, genç adam.

“Galiba bu ruh hastasının yanında dura dura ben de deliriyorum.” diye düşündü. Psikopatın o boğuk ve kalın sesi genç adamın bütün düşüncelerini tekrar dağıtacaktı.

“Ceketinin cebinden bir kız resmi çıktı. Kimdi o kız? Yoksa senin dişi iblisin miydi, ha?”

İçi tekrardan öfkeyle dolan muhasebeci kanlı gözleriyle yine psikopatın o umursamaz gözlerine baktı.

Şimdiye kadar kız arkadaşına hiç laf ettirmemişti.

Özellikle de o öldükten sonra…

Ama şimdi bu karşısındaki, daha insan gibi konuşmayı dahi beceremeyen psikopat, hayatında en fazla değer verdiği insana, yani sevdiği kıza laf ediyordu.

“Bana bak, onun hakkında bilip bilmeden konuşma, tamam mı? O senden de benden de daha iyi bir insandı. Hem ayrıca öldü. Anlıyor musun? Ölülerin arkasından konuşulmaz!”

Bu sözü söyledikten sonra ellerinin titrediğini hissedecekti. Oldukça uyuşmuş olan ellerinin titrediğini hissetmek onun için çok farklı bir duyguydu. En azından daha önce böyle bir şey yaşamamıştı…

“Demek öldü, ha? Yani layık olduğu yere gitti… Cehenneme… Yaşam içerisinde seninle birlikte olduğu günlerin acısını çekmeye… Hayatta senin gibi bir iblisle birlikte olmuş bir kıza başka ne denilebilir ki, ha? Öyle birine ‘dişi iblis’ denmez de ne denir? Söylesene bana…”

Kendisine iğrenç gelen bu sesten sonra, önce gözlerini kapayıp derin bir nefes alan Kerem, sakinleşmeye çalıştı. Yoksa burada öfkesinden ölecekti…

Karşısındaki bu ruh hastası psikopatın kendisini delirtmesine izin vermeyecekti. Çünkü bu durum onun işine hiç gelmezdi.

Hem de hiç…

Bir süre sessizlikten sonra su bardaklarının bulunduğu tepsiyi alan psikopat, bitmeye yüz tutmuş olan ampulle birlikte esirini yalnız bırakmıştı.

Kerem’in ömrü kadar gücü kalmış olan ampulle…

* * *

Genç adam rüyasında yine kız arkadaşı Sevil’i görecekti…

Ortam puslu ve karanlıktı.

Önce karanlığın içerisinde kaybolmuş, biraz sonra da karşıdan beyaz bir siluetin kendisine doğru koştuğunu fark etmişti. Alışkın olduğundan dolayı karşıdan gelen siluetin Sevil olduğunu hemen anlayacaktı.

“Gelecek ama yine sarılmayacak. Ona yine sarılamayacağım.”

Bu düşünce Kerem’in aklında dönüp durmaktaydı. Yine sevdiği kıza sarılmadan uyanacağını düşünüyordu.

Ama bu sefer öyle olmayacaktı…

Sevil ona ilk defa, hiç bırakmamacasına sarılmıştı…

Bu duruma önce anlam verememiş ve “Galiba ben de öldüm.” diye düşünmüştü: “O psikopat herif sonunda beni öldürdü!”

“Artık kavuştuk değil mi sevgilim? Artık bu işkence bitti.”

Bu sözü büyük bir özlem içerisinde söylediğini fark edecekti. Gerçekten de sevdiği kızı çok özlemişti. Bunu ona sarılınca daha da iyi anladı.

Sevdiği kız ona rüyasında ilk defa bir şeyler de söyleyecekti…

“Hayır, sevgilim. Henüz kavuşamadık. Senin buraya gelmene daha çok var… Sen ölmedin ve de ölmeyeceksin! Senin dünyada yiyeceğin yemeğin ve de içeceğin suyun daha var. Bu yüzden, sakın kimsenin seni öldürmesine izin verme… Benim için… Aşkımız için… Şunu hiçbir zaman unutma, sevgilim: Kurtuluş, senin iki elinin arasında…

Seni çok seviyorum…”

Kerem, Sevil’in sesinin daha farklı olmasına rağmen söylediği her şeyi çok iyi anlamıştı. Özellikle ona sarıldıktan sonra, ondan ayrılmak istemediğini düşünecekti.

Ancak biraz sonra sevdiği kız kollarından arasında yok olmuş ve yine her zaman olduğu gibi yalnız kalmıştı…

Her zaman olduğu gibi…

“Lütfen gitme sevgilim. Beni yalnız bırakma… Beni bu psikopat herifin ellerine bırakma!”

Genç adam gözlerini açtığında ömrü bitmek üzere olan ampulün loş ışıklarıyla göz göze geldi. Önce nerede olduğunu anlayamamış, çevresine bakınmış ve sonrasında çaresiz kafasını yine yattığı yatağın yastığına gömmüştü.

Uyandığında alnında akan terlerin gözünden akan yaşlara karıştığını hiç anlayamayacaktı bile.

* * *

Kerem, önce görmüş olduğu rüyaya bir anlam verememişti.

İlk defa, sevdiği kız rüyasında kendisine sarılmıştı…

Ve de söylediği o sözler…

“Kimsenin seni öldürmesine izin verme… Benim için… Aşkımız için… Şunu unutma… Kurtuluş, senin iki elinin arasında…”

Muhasebeci bu rüyadan sonra yaşamda kalmayı daha çok istediğini düşünecekti. Ancak bu “küçük cehennem”den nasıl kurtulabilirdi?

Kendisini kurbanlık koyuna benzeten bu psikopat herifin ölüm saçan ellerinden nasıl kaçabilirdi?

Nasıl kurtulacağını bilemiyordu. Ancak en azından direnecekti…

Sevdiği kız için…

“Kurtuluş, iki elinin arasında…”

Kız arkadaşı bu cümleyle ona ne anlatmak istemişti?

“Saçmalama Kerem, bu sadece bir rüyaydı. Ve…”

Kerem’in bu düşüncesini yarıda bırakan tepesinin üzerindeki, bitmeye yüz tutmuş olan ampul oldu. Önce çıkardığı cızırtı sesiyle genç adamın yeterince dikkatini çekmeyi başaran ampul bir anda, sönüp tekrardan yanacaktı.

Korkudan dili damağına yapışan genç adam büyük bir dikkatle tepesindeki yaşlı ampulü süzüyordu.

“Bitme, lanet olasıca şey, bitme…”

Muhasebeci ampulün çıkardığı cızırtı sesini kesmesi ve tekrardan normal yaşamına geri dönmesiyle büyük bir rahatlık duyacaktı.

Ömrünün bu ihtiyar ampule bağlı olduğuna hâlâ inanamıyordu.

Bir anda saatin kaç olduğunu merak etmiş ve çevresine bakınmaya başlamıştı. Ancak kum saatinden başka, zaman kavramını taşıyan herhangi bir şey göremeyecekti çevresinde. Oldukça uzun zamandır orada olduğu anlaşılan kum saati şu anda karşısındaki masanın üzerinden kendisine bakmaktaydı.

“Lanet olsun… Daha saatin kaç olduğunu bile öğrenemiyorum…”

Bu düşüncenin haricinde, daha gece mi yoksa gündüz mü olduğunu dahi anlayamıyordu. Çünkü bu “küçük cehennem”in içerisinde dışarı açılan tek bir pencere dahi bulunmamaktaydı. Zifiri karanlık olan bu lanet olasıca odayı, sadece bu tepesindeki ihtiyar ampul aydınlatıyordu.

Yine içi öfkeyle dolan adam elindeki ve ayağındaki, kalın olduğunu düşündüğü iplerden kurtulamayacağını bildiği hâlde sıyrılmak için kendisini var gücüyle sarsmıştı. Doğal olarak kendisiyle birlikte yattığı bu eski püskü yatak da sarsılacak ve de azımsanamayacak derecede ses çıkaracaktı.

“Psikopat bu sesi duyacak ve de ampulün bitmesini beklemeden gelip senin o kafanı koparacak.”

Bu düşünce onun az da olsa durulmasına neden oldu.

Bir anda nefes nefese kaldığını hisseden Kerem, sol elinde müthiş bir kesik acısı duydu. Buna önce bir anlam verememiş, ancak biraz düşününce gözlerinin önünde ellerinin olduğu tarafta kesici bir cismin olabileceği ihtimali canlanmıştı.

“Eğer böyle bir şey varsa bu benim kurtuluşum olur.”

Bu düşünce beyninin içinde tepesindeki bu ihtiyar ampulden daha etkili bir şekilde parlayacaktı.

Şimdi ise vücudunu mümkün olabildiğince doğrultmaya çalışmış ve sızlayan eliyle bu kesici cismi aramaya koyulmuştu.

Bir süre el kararınca çevresini keşfetmeye çaba gösterdi, ancak önce bir şey elde edemedi. Tam umutsuzluğa kapıldığı anda eline sert bir cismin temas ettiğini hissedecekti. Ellerini bu cismin üzerinde gezdirdikten sonra ise ancak tek bir şeyin farkına varabildi. O da bu cismin kesici olabilme ihtimalinin yüksek oluşuydu. Çünkü az önce kesilen elinin şimdi kanamaya başladığını hissetmişti.

“Hadi güzel cisim… Elimi kestiğin gibi şu lanet olasıca ipi de kes…”

Kerem bu cismin yatağın kırılmış sert bir ucu olabileceğini düşündü. Bu kırılmış uç, yılların da etkisiyle bir bıçak kadar keskin olabilirdi…

Ama bu durumun şu anda bir önemi yoktu. Bu cismin sadece kesici olması onun için yeterli olacaktı…

“Kurtuluş, senin iki elinin arasında…”

Genç adam rüyasında kendisine bu sözü fısıldayan Sevil’i daha da çok sevdiğini düşündü.

Özellikle de şimdi…

“Kurtulacağım sevgilim… Hem senin için hem de aşkımız için…”

* * *

Kerem, bir saatten beridir iki elini birbirine siyam ikizi gibi bağlayan kalın ipi arkasındaki, o ne olduğu belirsiz kesici cisme sürtüyordu.

Kolları aşırı derecede uyuşmuş olduğundan bu işi yaparken kolları ve omuzlarında müthiş bir acı ve hafiften karıncalanma hissediyordu. Ancak bu acı “küçük cehennem”den kurtulma pahasına değerdi…

Hem de fazlasıyla…

Elleri çok sıkı bağlanmış olduğundan psikopatın ellerine gemici düğümü attığını düşünecekti genç adam… Çünkü ipin içinde ellerini bir milimetre dahi hareket ettiremiyordu. Ayrıca ipin kalın ve sağlam oluşu da bu işin bir cabasıydı…

Ancak arkasındaki cisim ya da artık her neyse, bu kalın ve sağlam ipin direncini kırmaya başlamıştı.

“Bu da bir şeydir. Belki şu ihtiyar ampul sönene kadar bu kalın iplerden kurtulabilirim. Yani, umarım…”

Bu düşünce, onun için gerçekleşmeyi bekleyen güzel bir hayaldi… Bunu kendisi de çok iyi biliyordu…

“Evet, doğru… Bu bir hayal olabilir ancak imkânsız değil, öyle değil mi?”

Biraz sonra kömürlüğün kapı tarafından yine ayak sesleri duyulacaktı…

“Gelecek zamanı buldu, ruh hastası herif!”

Kerem, hemen yataktaki ilk pozisyonu aldı ve de efendisini beklemeye koyuldu. O psikopat herife hiçbir şey sezdirmemesi gerekiyordu. Yoksa bu durum onun sonu olabilirdi…

Kapı açıldıktan sonra iri cüssesi görünen psikopat:

“Günaydın küçük iblis… Bugün nasılsın bakalım?” dedi. Psikopatın bu sözünden sabah olduğu anlaşılıyordu.

“Bu ‘küçük cehennem’de ilk sabah…”

Muhasebeci, kendisine doğru yaklaşan psikopatın şüpheli ifadeyle ayaklarına doğru baktığını fark etti.

“Acaba ne yapmaya çalıştığımı anladı mı? Eğer anladıysa, bu herif hakiki bir iblistir!”

Beynindeki tüm hücrelere hükmeden bu düşünce onun hafiften terlemesine sebebiyet verecekti.

“Senin, biraz ayak tırnakların uzamış gibi… İblissin diye bakımsız olmaya hakkın yok, haksız mıyım?”

Kerem, biraz düşününce ayak tırnaklarını en son yaklaşık iki buçuk-üç hafta önce kestiğini hatırlamıştı. Yani uzamış olmaları gayet normaldi. Ancak bu psikopat herifin kendisinin ayak tırnaklarıyla bu denli ilgilenmesine o anda bir anlam verememişti.

“Bak, ben sana şimdi bir iyilik yapacağım ve de senin bu iğrenç ayaklarının bazı gereksiz uzantılarını kısaltacağım. Bu iyiliğime ‘hayır’ demezsin herhalde, değil mi?”

Bu sözünden sonra kömürlükteki eski bir çekmeceden neredeyse paslı denilebilecek bir kerpeten çıkartan psikopat, acımasız gözlerle avına bakıyordu.

Sonunda durumunun farkına varan kurban zorunlu olarak acınma sözlerine başvurmaya karar verecekti hiçbir işe yaramayacağını bildiği hâlde…

“Bana bak, bunu sakın yapma. Beni direkt öldür ama bana bunu yapma!”

Sanki bu sözünden sonra psikopatın o acımasız gözleri yine gülmeye başlayacaktı.

“Sana kolay ölemeyeceğini söylemiştim küçük iblis. Korkma, o pis canını çok yakmayacağım. Sana sadece ölümün soğuk nefesini aldıracağım…”

Bu sözden on beş saniye sonra yeterince korkunç ve ürkütücü görünen müstakil evin içerisinden müthiş bir bağırtı sesi duyulacaktı.

Ancak bu sesi, evin dışındaki kuşlardan ve de böceklerden başka hiçbir canlı işitmemişti…

Hem de hiçbir canlı…

* * *

Ampulün cızırtı sesi Kerem’in yine gözlerini açmasına sebep oldu.

Kendisine ne olduğunu önce anlayamamış, ayağındaki o müthiş acıyı hissedince hatırlamıştı.

O psikopat herif, ayak tırnaklarını paslı bir kerpetenle teker teker yontmuştu. Hem de hiç acımadan…

Ve o da bu acıya dayanamayıp bayılmıştı.

Genç adam kendisini bir anda uyuşturulmadan ameliyat edilmiş bir hastaya benzetecekti…

“Ne kadar ilkel bir ameliyat şekli…”

Biraz doğrulup ayaklarına baktığında sadece sol ayağının baş ve orta parmağındaki tırnaklarının koparıldığını anlamıştı. Oysaki acı çektiği anlarda o psikopatın tüm ayak tırnaklarını kopardığını sanmıştı.

Psikopat, koparmış olduğu tırnakların parmaklarına Kerem’in olduğu yerden iğrenç görünen yara bantları yapıştırmıştı. Kanıyla iç içe geçmiş olan yara bantları, bu kan gölünün içerisinde neredeyse yok olmuştu.

Karşı masanın üzerinde duran su bardağından o psikopat herifin operasyonu tamamladıktan sonra kendisine bir ağrı kesici içirdiğini düşündü muhasebeci.

Ancak bu ağrı kesiciye rağmen ayağında müthiş bir sancı hissetmekteydi

“İki tırnağı paslı bir kerpetenle çekilmiş ve de şişerek kütük gibi olmuş bir ayaktan da farklı bir tepki gelmesi beklenemezdi herhalde.”

Kafasını tekrardan yastığına gömdükten sonra üşümeye başladığını hissedecekti. Bu üşüme hissi biraz sonra yerini titreme nöbetlerine bıraktı.

Gözlerinden akan yaşlarla tir tir titreyen genç adam uzaktan, soğuk bir kış gecesinde cezalandırılmak için evden atılmış bir kedi yavrusuna benziyordu o anda…

Zayıf ve çaresiz bir kedi yavrusu…

Kerem’in bu şekilde üşümesinin sebebi ne kömürlüğün soğuk oluşu ne de kendisinim çıplak oluşuydu…

Onu üşüten ölümün soğuk nefesiydi…

Ölümün soğuk ve acımasız nefesi…

“Ben buradan kurtulamayacağım. O psikopatın da dediği gibi, ölümün soğuk nefesi beni içine alacak…

Artık bana o monoton ve sıkıcı gelen hiçbir şeyi yapamayacağım. Maça gidemeyeceğim, televizyon izleyemeyeceğim, bankaya gidemeyeceğim, anne ve babamı bir daha göremeyeceğim, yemek yiyemeyeceğim, su içemeyeceğim ve de her şeyden önemlisi artık hiçbir şey düşünemeyeceğim…

Çünkü ölümün soğuk nefesi beni içine alacak…”

Kerem, yaşamı boyunca bu şekilde bir ölümle karşılaşabileceğini hiç tahmin etmiyordu. O hep, saçlarının beyazlayacağı, yüzünün kırışacağı ve de çekilmez, huysuz bir ihtiyar olduğu zamanları göreceğini düşünüyordu.

Hem de ölümün soğuk nefesinin kız arkadaşını genç yaşta almasına rağmen…

Bu hayat gerçekten çok tuhaftı.

Bir insanın, öleceğini bildiği hâlde yaşaması kadar tuhaf…

“Ölümün soğuk nefesi…”

“Ölümün soğ…”

Kerem bu düşünceler diyarından çıkıp rüyalar diyarına dalmıştı.

Ancak uyandığında gördüğü bu rüyaların hiçbirini hatırlamayacaktı…

* * *

Kerem gözlerini açtığında yine o ihtiyar ampulün loş ışıklarıyla karşı karşıya kalmıştı…

Bir anda “Acaba kaç saat uyudum?” diye geçirdi aklından… O anda beyninin ve de vücudundaki tüm kemiklerinin dinlendiğini hissetmesi, oldukça fazla süre uyuduğuna işaret olacaktı.

Uyumaması gerektiği kadar fazla…

İçtiği ilaç…

O psikopat herif kendisine her ne içirdiyse, içtiği o ilaçlar sersemleştirmişti. İlaçların içinde aşırı derecede uyuşturucu madde olduğu aşikârdı. Şimdi bunu daha iyi anlıyordu.

Sol ayağındaki müthiş sancı da yerini ince bir sızıya bırakmıştı.

Bu da iyi bir durum sayılabilirdi…

Biraz sonra üşüme nöbetlerinin de son bulduğunu anlayacaktı.

“Artık kendini toplamalısın, Kerem. Ölecek dahi olsan mücadele ederek, öl…”

“Kurtuluş, senin iki elinin arasında…”

Bu düşüncelerle kendisini yeterince motive etmeyi başaracak ve çalışmalarına devam edecekti.

“Zaten yeterince zaman kaybettim.” diye düşündü. Ve sonra da tepesindeki ihtiyar ampule bir bakış attı… Ampulün ışıkları gittikçe kararıyordu. Kerem saatlerdir burada, bu loş ışığın altında olduğundan gözleri bu ihtiyar ampulün ışıklarını tartan bir tartı hâline gelmişti sanki…

“Bu ampul yirmi dört saat içinde söner.”

Kendisini daha da motive etmek isteyen genç adam için bu düşünce karamsarlıktan ziyade, iyimser bir düşünce olarak kabul edilebilirdi. Çünkü gerçekten de tepesindeki o ihtiyar ampul ölmek üzereydi. Artık son direnişini sergiliyordu.

Tıpkı kendisi gibi…

“Hadi be ihtiyar ampul! Giderayak bana bir iyilik et ve ben şu elimdeki ipi kesene kadar sönme… Ne olur bana bu iyiliği yap…”

Bir yandan gözleri sürekli ampule giderken, bir yandan da kollarını birbirine bağlayan o kalın ipliği arkasındaki o ne olduğu belirsiz kesici cisme sürtüyordu.

Artık neredeyse kollarını hissetmiyor ve var gücüyle, kolundaki ipleri alt etmeye çalışıyordu.

Biraz sonra cızırtı sesleriyle yüreği yine ağzına gelecek olan Kerem, gözlerini tepesindeki ampule dikecekti. İkinci kalp krizini geçiren ampul ise sönüp tekrardan yanmıştı… Yani ikinci kalp krizinden de sağ çıkabildi.

Sanki bu ampul de Kerem’in bu “küçük cehennem”den kurtulmasını istiyordu.

Ve de bu uğurda elinden geleni yapmaya çalışacaktı…

Genç adam, eğer bu illet yerden sağ çıkabilir ve de fırsat bulabilirse tepesindeki ihtiyar ampulle, arkasındaki o ne olduğu belirsiz cismi alıp evine götürecek ve onları ömrünün sonuna kadar saklayacaktı…

Ne de olsa öyle bir durumda onlar onun yaşam parçacıkları olacaklardı…

Bu düşüncelerinden sıyrıldıktan sonra yine var gücüyle işine asıldı genç adam…

Her geçen dakika iki kolunun arasında oluşan aralık, Kerem’e çok uzun bir tünelin en uzak noktasındaki çıkış kapısından sızan bir aydınlık gibi geliyordu. Çünkü her geçen an o kapıya doğru ilerliyordu Kerem… Çıkışa doğru ilerliyordu…

Ve de ilerlemeye devam edecekti…

Her ne pahasına olursa olsun…

* * *

Toros YILMAZER, nam-ı değer psikopat, bir kurbanını daha -kendi deyimiyle- cehenneme göndermeden önce günahlarının affolunması için Tanrı’ya dua ediyordu.

“Tanrım, siz benim şimdiye kadar olan günahlarımı bağışlayın. Şüphesiz ki siz günahları bağışlayan ve duaları kabul edensiniz.

Biraz sonra huzurunuza bir iblisin daha çıkmasına vesile olacağım… Tıpkı diğerlerine vesile olduğum gibi…

Siz benim bundan sonra işleyeceğim günahlarımı da bağışlayın… Âmin…”

Toros YILMAZER, işleyeceği cinayetten önce son duasını bu şekilde tamamladı.

Şimdiye kadar kaç kişiyi öldürdüğünü kendisinden ve de Tanrı’dan başka hiç kimse bilmiyordu.

Ve bilemeyecekti de…

Ancak bu işi yapmadan önce hep bu duayı söylerdi. Duasını eder ve de cinayetini işlerdi…

Bu durum onun için artık sıradan bir şeydi…

Tıpkı bir insanın günlük yemek yemesi veya su içmesi gibi bir şey…

Çünkü eğer bunu yapmazsa bir gasp sırasında öldürülmüş olan babasının kendisine kızacağını düşünürdü.

İblisler tarafından öldürüldüğünü düşündüğü babası…

Hayatta babasından başka kimsesi olmayan Toros YILMAZER, babasının gaspçılar tarafından öldürülmesi sonucu kısa süreliğine psikolojik tedavi görmüştü. Bu tedaviden sonra kendisini iyice dine veren psikopatın kafasında bu “iblis” saplantısı oluşmuştu. Ona göre, babasını öldüren gaspçılar birer insan kılığına girmiş iblislerdi. Ve de iblis kılığına girmiş bu insanlar her yerdeydi. Belki bir simitçi, belki bir şoför, belki de çocuk balonları satan bir baloncu…

Toros YILMAZER’e göre iblis kılığına girmiş bu insanlar, kendilerini bakışlarıyla belli ediyorlardı. Onların bakışları sanki kendisine “Ben bir iblisim!” diyordu.

“İnsanlara zulmeden bir iblis!”

Ve yine ona göre bu tür insanların yaşamaya hakkı yoktu…

İşte yaşamaya hakkı olmayan ve iblis kılığına girmiş bu insanlardan biri de Kerem’di.

İnsanlara kendini bankacı gibi gösteren, kendi hâlinde bir iblis…

Toros YILMAZER, şimdi de bu iblisi imha etmek için kömürlüğe iniyordu.

Kararını vermişti…

Onu boğarak öldürecekti.

Kömürlüğün kapısına ulaştığında ihtiyar ampulün artık söndüğünü fark etti…

Bu durum onun için şaşırtıcı sayılmazdı…

Hem de hiç…

Elinde eski usul gaz lambası olan psikopat, kendisini bekleyen kurbanlık hayvanı kesmek için içeriye girdi.

Kömürlüğün içi zifiri karanlıktı…

Orayı aydınlatan sadece psikopatın elindeki gaz lambasıydı…

İki üç adım daha atan psikopat bir anda donup kalacaktı…

“Kurbanlık koyun kaçmıştı.”

Yatakta o kalın iplerden başka hiçbir şey yoktu. Biraz sonra, arkasından yükselen tiz bir sese kulak kabartacaktı psikopat…

“Elveda küçük iblis!”

Bu sesle irkilen psikopat arkasını dönemeden kafasına müthiş bir darbe yemişti.

Ve hemen ardından da arkasında bir siluet belirecekti…

* * *

“İşte, sonunda layığını buldun küçük iblis !”

Bu sözü söyleyen Kerem BALKAN, şimdiye kadar hiç bu kadar gururlandığını hatırlamıyordu. Belki de hayatının en büyük başarısını elde etmişti.

Kendisini iblis yerine koyan asıl iblisi etkisiz hâle getirmişti… Şimdi ise, yerde boylu boyuna yatan psikopatın kafasından kan akıyordu.

“E, her şey karşılıklı…” diye geçirdi aklından: “Dün bana, bugün sana, öyle değil mi?”

Genç adam, bağlandığı o iğrenç yataktan yaklaşık olarak bir saat önce kurtulmuştu. O bir saatlik dilim içerisinde de elbiselerini giydi ve o psikopatı nasıl etkisiz hâle getirebileceğini düşündü.

Ve sonunda da bulmuştu…

Arkasındaki, o ne olduğu belirsiz cisim, tahmin ettiği üzere yatağın kırılmış ve yılların etkisiyle keskinleşmiş bir ucuydu. Ancak bu cisim, onun düşündüğünün aksine oldukça uzun ve kalın bir yapıydı. Cismi zorlukla kırarak oradan çıkarmayı başarmış ve böylelikle psikopatı kendi silahıyla vurabileceğini düşünmüştü. Ve öyle de yapacaktı… Muhasebecinin psikopatın kafasına vurduğu sert cisim, bir saat önce kendi yaşamını kurtaran o keskin cismin ta kendisiydi.

Böylelikle bu cisim onun için ayrı bir anlam daha kazanmış oluyordu.

Sol ayağının üzerine basamadığından kömürlükte bulduğu uzun bir sopayı baston niyetine kullanmaktaydı.

Kendisini hayata döndüren kahraman cisim ve ampulü bir poşete koymuş ve çevresine bakınmaya başlamıştı.

Pantolonunun cebinde bulunan cep telefonu, şimdi parçalar hâlinde yattığı yatağın altından kendisine bakıyordu. Bu psikopat herif, iletişimi kesmek amacıyla henüz yeni aldığı cep telefonunu parça pençik etmişti.

Önce kömürlüğün içerisinde ne yapacağını bilemedi, bir iki adım atmayı denedi ancak sol ayağını psikopatla taşıdığı sandığa çarptı. Çarpmanın etkisiyle sol ayağında aşırı derecede sızı hisseden Kerem “Lanet olsun!” diye haykıracak ve de sağ ayağıyla bu sandığa var gücüyle vuracaktı.

Biraz sakinleştikten sonra da sandığa alıcı gözüyle bakmaya koyulmuştu genç adam. “Bu sandığın içerisinde ne olabilirdi acaba?”

Kerem, bu sorunun cevabını alabilmek için sandığın kilidini elindeki sopayla bir hamlede kırdı. Ve sonrasında sandığın kapağını açtığında gözlerine inanamayacaktı.

Gözlerinin önünde bir sandık dolusu dinamit ve de onların arasında bir kutu barut vardı…

“Herhalde beni öldürdükten sonra bu virane evi patlatacaktı…” diye düşündü genç adam. Ve biraz sonra da aklına müthiş olduğunu düşündüğü bir fikir gelecekti.

“Peki, öyleyse ben de psikopatın hayalini gerçekleştirmesine yardımcı olayım.”

Boğuklaşmış sesiyle bu sözü söyleyen Kerem, yerde yatan psikopata baktığında ona hiç acımadığını hissetmişti.

Hem de hiç…

* * *

Kerem, evden çıktıktan sonra yüz-yüz elli metre ilerleyerek caddenin ucuna vardı ve oraya kadar döke saça getirmiş olduğu barut kutusunu tüketti. Biraz sonra, diğer elindeki poşet ve baston olarak kullandığı sopayla bir taksi çevirmiş ve bu seferki taksi şoförünün de bir psikopat çıkmaması için içinden dua etmişti.

Arabanın arka tarafına oturdu ve taksi şoförüne: “Şey, affedersiniz… Camı açıp bir tane sigara yaksam rahatsız olmazsınız değil mi?” dedi.

Bu durumu büyük bir olgunlukla karşılayan taksi şoförü:

“Hayır, lütfen siz rahatınıza bakın, ben de kullanıyorum. Rahatsız olmam yani…” diyecekti.

Bunu duyduğuna çok memnun olan muhasebeci, cebinden çıkardığı kibrit kutusuyla önce sigarasını yaktı ve sonra da yanan kibrit çöpünü söndürmeden taksiden dışarıya attı, dökmüş olduğu barut tozlarına doğru… Ve sonrasında da taksi şoförüne:

“Gidebiliriz.” dedi.

Takside açık camdan dışarı bakıp, sigarasını büyük bir keyifle içen Kerem:

“Bir de ateşle barut yan yana gelmez demişler. Ateşle barutun yan yana gelmesi her zaman da kötü bir durum doğurmazmış demek ki.” diye düşünecekti…

Ve biraz sonra da uzaklardan gelen patlama sesiyle birlikte, Kerem’in yüzünde oldukça sıcak bir tebessüm oluşacaktı…

* * *

Tarih: 23.11.2008

(Herhangi bir yerel gazeteden alıntı…)

KAN DONDURAN İNTİHAR!

Dün, gece saatlerinde, Beykoz semtinde, adının Toros YILMAZER olduğu anlaşılan bir ruh hastasının kendisiyle birlikte, babasından kalan müstakil evi havaya uçurduğu öğrenilmiştir. Babasının ölümünden sonra psikolojik bunalıma giren şahsın, bu kan dondurucu intiharı planladığı söylenmektedir. Onu gıyaben de olsa tanıyan kişilerin söylediklerine göre, yaşamını uzun zamandır tek başına sürdüren Toros YILMAZER’in böyle bir çılgınlık yapması normal bir davranış…

* * *

Kerem, pazar günü sol ayağındaki sargıya ve de doktorunun ikazına rağmen Galatasaray-Fenerbahçe derbisini izlemeye gitmişti. Ancak, ayağına zarar gelebileceğini düşündüğünden maçı Ali Sami Yen’de değil, kahvede izledi. Böylesi onun için çok daha sağlıklı olacaktı…

Tek başına gittiği derbi maçında tuttuğu takımın 1-0 mağlup olmasına rağmen, içerisinde tam olarak nedenini kestiremediği bir mutluluk hissedecekti.

Elbette bu mutluluk Galatasaray’ın mağlubiyetinden kaynaklanmıyordu…

“Ölümün soğuk nefesi!”

Evet, işte bu üç kelime…

Daha bir hafta öncesine kadar hayattan hiçbir tat alamayan genç adam, bugün görebildiğine, duyabildiğine ve de her şeyden tat alabildiğine şükrediyordu…

“Demek ki bir insanın tekrardan hayata dönebilmesi için böyle bir macera yaşaması gerekiyormuş.” diye düşünecekti tebessüm ederek…

Biraz sonra da böyle bir maceranın düşmanının dahi başına gelmemesi için Tanrı’ya dua edecekti. Çünkü onun yaşadıklarını hiçbir insanoğlu hak etmiyordu ona göre…

Hem de hiçbir insanoğlu…

Hayatını kurtaran “o kahraman cisim ve de ihtiyar ampulü” evinin en güzel yerine koymuştu planladığı gibi.

Bu cisimler artık onun gerçekten yaşam parçacıklarıydı…

Biraz sonra cebinden sevgilisinin resmini çıkarttı ve resme bakıp:

“Teşekkür ederim sevgilim.” Dedi genç adam. Bu sözü söyledikten sonra gözünden akan yaşları hiç fark etmeyecekti bile…

Zaten eğer fark etseydi de bu yaşlara “hüzün” değil, “mutluluk” gözyaşı derdi Kerem BALKAN…

Sevgilisinin armağan ettiği “mutluluk” gözyaşları…

Şu anda bir çay bahçesinde, sıcak çayını da yudumlayarak elinde sevgilisinin fotoğrafı ile birlikte denize doğru bakmaktaydı.

Sevgilisiyle birlikte belki de onlarca kez geldiği çay bahçesinde…

Mevsim kış olduğu hâlde hava oldukça güzel sayılırdı…

En azından çok soğuk yoktu…

Özellikle de “Ölümün Soğuk Nefesi” kadar…

Bir Yorum Yap

E-posta adresiniz yayımlanmayacaktır.Yıldızlı olan alanların doldurulması zorunludur. *