Öykü

Oray’ın Katmanları

NOT: Okuyacağınız bu öykü DİRİLENLER isimli öykünün devamı niteliğindedir.


Yusuf Hoca ve Hakan günlerdir Oray’a ulaşmak için yollardaydı. Yusuf Hoca o yaşına rağmen herhangi bir yorgunluk ibaresi göstermemişti. Yol boyunca iki Temin hanında konaklamışlardı. Her iki handa da Alahan’ın sıcaklığını bulamamışlardı. Halk genelde erken vakitte uyuyordu Temin topraklarında. Gerçi bu durum onların işine yaramıştı. Onların Karluk devletinden gelen göçebeler oldukları anlaşılırsa başlarına türlü belalar açılırdı.

Bir gece evvel yol üstünde bulunan bir Temin köyüne uğrayıp ihtiyar bir Karluk ajanından Hakan’ın ne olduğunu anlamadığı bir belge aldılar. Hakan bu belgeyi çok merak etti ancak ne olduğunu sormaya çekindi. Alahan’da öğrendiği meziyetlerden biride buydu. Üstüne vazife olmayan işlere karışmamak. Ama saatlerdir konuşmamak şu anda çok canını sıkıyordu.

“hocam ne kadar yolumuz kaldı?”

“şu patikayı aştığımızda Oray’ı ve o meşhur katmanlarını göreceksin evlat.” Dedi Yusuf Hoca.

Oray ve katmanları ilk duyduğu günden beri bu şehri görmeyi hayal ediyordu Hakan. Kast sisteminin doruklarda yaşandığı şehir, kuruluş tarihi yazının icadından çok önce ve kıyametin bile uğramayacağı söylenen şehir. Böyle bilinirdi Karluk topraklarında. Yine de tüm şatafatlı betimlemelere rağmen Karluklar bu şehri bilinen tarih içinde beş kez kuşatmıştı. Beş katmanlı şehre beş kuşatma.

Atlar Hakan bunları düşünürken hızlanmış dik bayırın neredeyse zirvesine ulaşmışlardı. Ve işte tam karşıda düz ovanın ortasındaki inci şehir Oray tüm katmanlarıyla seçiliyordu. Katmanlar birbirinden başı adeta ummana değen surlarla ayrılıyordu. İç içe geçmiş beş surun içinde birbirine bağlı görünen ama Hakan’ın duyduğu kadarıyla birbiriyle alakasız beş küçük şehircik gibiydi ombor dininin ve Temin ırkının başkenti.

“muhtemelen şehrin namını çok duymuşsundur ama birde tam karşımızda dururken benden dinle. Sana yolculuk öncesinde ve yol boyunca bu şehri hiç anlatmadım. Belki fark etmişsindir, bu nedenle hayatımın en sıkıcı yolu oldu, eheeehe.” Dedi Yusuf Hoca. At sırtında uzun süren yolculuklar onu zorluyor olmalıydı ama bozuntuya vermemekte kararlıydı.

“hasta ve halsiz görünmem lehimize bir durum şehre giriş biletimiz bu olacak. Neyse ben sana şehri anlatacaktım. Abartıldığı kadar süslü bir şehir değildir Oray. En dış katmanı görüyor musun?” dedi cevap bile beklemeden devam etti “o katmanda mülteciler ve fakir halk yaşar. Geçerken hissedeceksin zaten rezil bir kokusu vardır o katmanın. Tıpkı çürümeye yüz tutan soğanın dış çeperi gibidir bu halka. Onun içinde şehrin hapishanesini içinde barındıran katman yer alır. Hapse giren bir Teminli onların gözünde mültecilerden daha değerlidir. Bu katmanda yer alan suçlular genelde çok ağır suçlar işlememiştir. Hırsızlık, rüşvet, adam kaçırma, emre itaatsizlik gibi basit suçların cezası bu katmanda yaşanarak çekilir. “

Uzun süredir tepede öylece durduklarını fark eden Yusuf Hoca atını tırıs vaziyette bayır aşağı sallandırdı. Aynı şeyi Hakanda yaptı. Hakanın ona yetişmesini beklemeden sözlerini sürdürdü.

“Daha sonra orta katman gelir. Burada tahmin edeceğin üzere orta gelir düzeyine sahip sıradan halk yaşar. Geneli esnaf, zanaatkâr, çiftçi, muallimlerden oluşur ve Oray’ın hizmetini gören işçi sınıfıdır. Bir iç katmanda ise yardımseverler ve din adamları bulunur. Yardımsever dediğime bakma bir çoğu dış halkanın yanından bile geçmemiş zengin takımıdır. Ha birde bizim işimizi görecek olan Otacılar bu katmanda yaşar. Unutma ben hasta bir itiyarım ve sen Oray’a dedeni şifa bulmaya getiren bir Temin delikanlısısın.”

“din adamlarına bize kabul ettirmeye çalıştıkları dinin adıyla Ombor ismiyle hitap ederler. O katmanda bolca Ombor rahibi göreceksin, sakın yanlarından selam vermeden geçme.”

“en iç katman, yani soğanın cücüğünde ise Kral ve onu bağlı birlikler yani Kabadayılar bulunur. Kabadayılar katmanlar arasında geçişi sağlayan kapıların ve tünellerin denetimden sorumludur. Bu katmandan yönetilirler. Katmanların iç huzurunu sağlarlar ve gerektiğinde müdahale ederler. Ayrıca Karluk’a yapılan seferlerin yönetim ve denetiminden sorumludurlar.

Neyse bu kadar çene çaldığım yeter nasıl olsa orada yaşamaya başladığında yeterince yakından tanıyacaksın Oray’ı.”

“yaşamaya başlamak mı ben seninle geri döneceğimi sanıyordum.” dedi Hakan heyecan dolu bir seslenişle.

“ölü diriltmek kadar ölümleri azaltmayı yani Otacılığı öğrenmelisin evlat. Bu nedenle bunca yolu teptim. Seni Oray’ın hatta belki de dünyanın en iyi Otacısına emanet edeceğim.”

Onların konuşması hararet kazanadursun şehrin kapıları önlerinde beliriverdi. Kapının yanında betondan küçük bir kulübe inşa edilmişti. İçeriden zırh kuşanmış bir muhafız çıktı ve onları kapının önünde karşıladı.

“nerden gelirsiniz ve nereye gidersiniz.” Dedi.  Başındaki miğfer ağzı ve burun delikleri hariç yüzünün her yanını örtüyordu. Miğferin göz çukurlarına bile özel bir mercek monte edilmişti. Bu nedenle Hakan adamla ilgili uzun bıyıklar haricinde herhangi bir ayrıntı göremedi.

Yusuf hoca adamın bu sorusu üzerine uzun bir süre öksürdü. Yol boyunca öyle sessiz gelmesine rağmen bu kadar inandırıcı öksürebilmesi Hakan’ı bile hayrete düşürdü. “ileriki köyden geliriz, torunum beni Otacı Durusus’a getirdi. Çok hastayım Kabadayı” dedi öksürüğün üstüne hırıltılı bir sesle. Ardından dün gece köyden aldığı parşömeni Kabadayıya uzattı. Kabadayı parşömene şöyle bir göz attı, altında yer alan mührü tırnağının ucuyla tırtıkladı. Ağzını buruşturdu, dede ve torunu Hakan’a uzunca gelen bir süre süzdü. Biraz bekleyin dedi. O anda Hakan ters giden bir şeyler olduğunu düşünüp Yusuf hocaya baktı. Hoca kaşlarını kaldırıp “sakin ol evlat” der gibi baktı.

Bunun üstüne Hakan kulübenin yarı aralık kapısından içeriyi süzdü. Adam parşömeni masaya bırakmış önündeki deftere bir şeyler not ediyordu. Daha sonra ayağa kalktı ve arkasında bulunan ve duvara sabitlenmiş beş adet bakır kabın önünde durdu. Masadan aldığı demir çubuğu baştan ikinci kaba bir kere dokundurdu.

“Birazdan sizi almaya ikinci katmandan Kabadayılar gelecek” diye bağırdı ve kapıyı sertçe suratlarına kapattı. Kulübe dışarıdan küçük duruyordu ama surun içlerine kadar giren bir genişlik gördüğüne emindi.

“evlat tünellerden geçerken bu kadar meraklı davranma yoksa 4. Halka bizi bekler.” diye kıkırdadı. Yusuf hoca yaşına rağmen çok eğlenceli bir adamdı. Hakan handa yaşadığı süre boyunca onu pek görmemişti. Hakanın tahminlerine göre zamanının çoğu yollarda geçiyordu.

Biraz bekleyince tünelin kapısı açıldı. Az önce çıkan adamın iki kopyası gelip kapının iki yanında onların geçmesini bekledi. Ağızlarını açıp bir kelime dahi etmediler. Hakan Yusuf Hocanın öğütlerine uyarak ağzını açmadı. Tünel şehrin tamamında olduğu gibi yağlı kandillerle aydınlatılıyordu. Kandillerin yanında geçerken gölgeleri tünelin tabanına boylu boyunca uzanıyordu. Tünelin uzunluğundan tahmin edileceği üzere ilk sur bayağı bir kalındı. Oysa dışarıdan öyle gelmemişti gözüne. Diğer kapıya varınca Kabadayılardan biri kapıyı sertçe yumrukladı. Dışarıdaki makaranın sesi işitildi ve kapı yukarı kalkmaya başladı. Hakan dikkat etmemişti ama dış kapıda aynı sistemle çalışıyordu.

Tünelden ilk katmana adım attıklarında Yusuf Hocanın bahsettiği kokuyu tüm varlığıyla hissetti. Aslında kapıya yaklaşırken daha ben buradayım demişti ama katmanın içi bir başkaydı. Ayrıca katmanın içinde her yerde sinekler uçuşuyordu. Hakan dikkat çekmemek için etrafına çok fazla bakınmadı. Beşinci katmanın iç suruna varmak bu koku ve sineklerle epey zor geldi Hakana. Yusuf Hoca ise halinden memnun görünüyordu. Kim bilir kaçıncı gelişiydi Oray’a.

Yolun ortasında bir dilenci sokulmaya çalıştı. Üst yanı çıplaktı altına ise ince, yırtık pırtık bir şort giymişti. Teni güneşi kavurucu sıcağından nasibini fazlasıyla almış görünüyordu. Yaşını tahmin etmek o haldeki biri için neredeyse imkânsızdı. Yanlarına sokulmaya çalıştığını fark eden Kabadayılardan biri öne atıldı. Kemerinde taşıdığı kamçıyı sıkıca kavrayıp adamın geldiği yöne savurdu. Adamın hayalleri kabadayıyı görür görmez solmuştu.

“hocam yardım etmeyecek miyiz?” diye sordu Hakan. Bu soruyu duyan diğer Kabadayı “evlat acıma yoksa acınacak hale düşersin dedi.”

“evet, hem hangi birine yetişeceksin” dedi Yusuf Hoca. Hakan o zaman beşinci halkanın görünen kısmına bakmaya cüret etti. Tamamı kerpiçten inşa edilmiş tek katlı evler yolun sağı ve soluna gelişigüzel bir şekilde serpiştirilmişti. Sokak denebilecek bir oluşumdan söz etmek bu durumda imkânsızdı. Evlerin önleri çöp götürüyordu.

“görünen kısımda kerpiç evler var ancak arka kısımda insanlar çadırlarda kalıyor. Bana kalırsa şehre alınmamalılar biz kabadayılara bir sürü iş çıkarıyorlar.” dedi yanlarındaki kabadayı.

“Gaddar adam” diye düşündü Hakan, “bu insanlar sefalet içinde yaşarken kendisi bolluk içinde olduğunun farkında bile değil.”

Mülteci yanlarına yaklaşamadan yolun sonuna vardılar. Sonra bir öncekine benzeyen tünelden geçip dördüncü katmana çıktılar. Bu katmanda yolun sağ ve solu surla örülüydü. Tünelin girişine benzer bir kapı sağ surun ortasında mahkumları içeride tutuyordu. Kapının yanında giriştekine benzer bir kulübe vardı. Hakan bir an kulübenin çatısında birini gördüğünü sandı. Sonra bir hayal olabileceğini düşündü. Bu katmanın tek iyi yanı iğrenç koku hissedilir düzeyde azalmıştı. Sonra bir tünelden daha geçip orta katmana ulaştılar.

Orta katman mimari olarak incelendiğinde bir düzen barındırıyordu. Yoldan göründüğü kadarıyla iki, üç katlı beton evler tek sıra halinde katman boyunca tek sıra halinde uzayıp gidiyordu. Sokaklar geniş ve bakımlı sayılırdı. Katmanın suyu iç halkadan özel bir sistemle karşılanıyordu. Hapishaneye yakın surun altında ise atık su tahliyesi gerçekleştiriliyor olmalıydı. Bu katmanda onlara en yakın konumdaki insan evinin önüne oturmuş sabahın serinliğiyle uykusunu açan bir ihtiyardı. Başka insanlar daha uzakta ve hareket halindeydi.

Sonraki tüneli aşıp dördüncü katmana ulaştıklarında kapıda onları sarışın, otuzunda bir adam karşıladı.

“işte Oray’ın en iyi otacısı Durusus” dedi Yusuf Hoca.

Oray’ın Katmanları” için 2 Yorum Var

  1. Oluşturduğunuz evren oldukça ilgimi çekiyor doğrusu, Dirilenler’den bu yana oldukça zaman geçmişti; Hakanı tekrar görmek güzel. Önümüzdeki temanın piksel oluşu en iyi ihtimalle bir ay bekleyeceğimiz anlamına geliyor sanırım. Öyküde yer alan detaylar; kafanızda daha fazlası olduğunu işaret ediyor sanki, umarım Hakan’ın daha uzun bir öyküsüyle tekrar buluşuruz. Esen kalın.

  2. yorum için teşekkürler. ilk defa önceki bir hikayemi devam ettirdim. kısa sürede ve hızlıca yazdım. piksel teması bu hikayenin devamı olmaz gibi duruyor ama ilerde bir gün Hakan’ın maceralarını görürüz belki. beğenmene sevindim ilerleyen sayılarda görüşmek üzere.

Sefa Tursun için Yorum Yap Yanıtı iptal et

E-posta adresiniz yayımlanmayacaktır.Yıldızlı olan alanların doldurulması zorunludur. *