Öykü

Aurora’nın Sesi

Müzik hakkında pek bir şey bilmiyorum. Sanırım önemsiz!
Liam Hawken

Bu pazartesi sabahı, şehir gazetelerinin hepsinde aynı şeyler yazıyordu. Şehirde kurulan en eski rock grubu olma özelliği taşıyan Neptune, son üç albümünde inanılması güç bir düşüşteydi. İlk çıkardıkları Passenger albümüyle dünyayı kasıp kavuran grup; son üç albümünde gerek şarkı sözleri, gerekse fazlasıyla duygusuz harmonileriyle eleştirilerin odağı haline gelmişti. Hayranları gün geçtikçe soğuyordu onlardan. Grubun beyni olan Liam Hawken, eskisi gibi şarkı sözü yazamıyordu. Belki de grubun bir süreliğine müziğe ara vermesi iyi olacaktı. Bundan iki yıl önce katıldıkları birçok festival ve kazandıkları ödüller ile yılın en iyi rock grubu seçilmişlerdi. O dönemleri çok iyi bilen hayranları, grubun bir an önce eski heyecanını bulmasını istiyordu.

O sabah Khil Bam Stüdyo’sunda Liam, baterist Victor ve bas gitarist Jayson, grubun geleceği hakkında konuşmak için bir araya gelmişlerdi. İlkokuldan beri birbirlerini tanıyorlardı. Daha o zamanlardan beri tek hayalleri dünyanın en iyi rock grubunu kurmaktı. Ama şimdi, en kötü rock grubu olma yolunda ilerliyorlardı.

“Grubun bir geleceği yok artık,” dedi Jayson. Her zaman ki gibi karamsardı.

“Ben de öyle düşünüyorum,” diyerek Jayson’ı onayladı Victor. “Grup, kredisini doldurdu.”

Deri koltuğuna yayılıp ayaklarını sehpaya uzatan ve arada bir birasını yudumlayan Liam;

“Ben sizin gibi düşünmüyorum,” dedi. “Grup son sözünü söylemedi daha. Hiç vakit kaybetmeden yeni bir albümün hazırlıklarına başlamalıyız. Elimde iş görür şarkılar var. “

Jayson küçümser bakışlarla inceledi arkadaşını.

“Bu sözü en son söylediğin albüm, sadece 489 adet satabilmişti.”

Victor elindeki bagetleri yere fırlattı. Grubun sessiz, sakin üyelerinden biri olduğundan, yaptığı bu hareket Liam ve Jayson’u bir hayli şaşırtmıştı. Arkadaşlarını daha önce hiç öfkeli görmemişlerdi.

“Bu grup için daha fazla baget sallamam. Artık dayanamıyorum; harcadığım onca emeğin boşa gitmesine ve senin o boş sözlerine.”

Liam’ın mavi gözleri şaşkınlıktan kocaman olmuştu.

“Git o zaman,” dedi gayet soğukkanlı bir şekilde. “Git. Grubun sana ihtiyacı yok!” Birasını yudumlarken dudaklarından çenesine yayılan sıvıyı dirseğiyle sildi.

Olan biteni hayretler içerisinde seyreden Jayson, araya girdi.

“En iyi arkadaşını gruptan mı kovuyorsun? Yoldaşını?”

“Gruptan kovmak mı? Kendisi çıkmak istedi, duymadın mı yoksa? Zaten bir işe yaradığı yok. Bir köşede oturup susmaktan başka bir şey bilmiyor. Grup için kaç beste yaptı? Sıfır.

Victor üzerinde grubun ismi yazan t-shirtini çıkarıp Liam’in üzerine doğru fırlattı. Kapıyı gürültüyle çekip odayı terk etti.

“Sana inanamıyorum,” diyen Jayson, kapıya doğru yöneldi.

“Sen de mi gidiyorsun yoksa?” diye sordu Liam. Ama aslında cevabı biliyordu.

Kapı bir öncekine nazaran daha gürültülü bir şekilde kapandığında Liam, odada tek başına kalmıştı. Olan bitenlerden hiçbir şekilde etkilenmemişti. Her zamanki soğukkanlılığını koruyarak birasını yudumladı.

* * *

Elinde yirmiye yakın yeni şarkı bulunan Liam, grubun dağıldığını basına duyurmadı. O hafta boyunca kimseyle konuşmadı. Evinde, yeni bestelediği şarkıları prova edip durdu. Bir yandan da ne yapması gerektiğini düşündü. Grubun dağıldığından kimsenin haberi olmadan bir şeyler yapmalıydı.. Eskiden olsa, medya onlarla çok ilgilendiğinden, bütün şehir çoktan haberdar olurdu, grubun dağıldığından. O zamanlardaki gibi popüler olmadığından ve sürekli magazin dergilerine röportaj vermek zorunda kalmadığından, kafası rahattı. En doğru kararı vermesi için gereken huzura sahipti.

Ancak Pazar günü, gruptan ayrılan Victor ve Jayson’ın basının karşısına geçip yeni bir rock grubu kurduklarını duyurduğunu gördü. Birçok insan, bu ikilinin Liam olmadan başarısız olacağını düşünmüştü. Ancak Victor ve Jayson, çıkardıkları ilk single ile “en çok dinlenilenler” listesinde ilk beşe girdi.

Sesine ve bestelerine fazlasıyla güveniyordu, Liam. Arkadaşları olmadan da yola devam edebilirdi. Onlardan daha yetenekli müzisyenler de vardı, bu şehirde. Herkese, bu piyasanın en iyisini gösterecekti. Aslında tek düşündüğü şey; eskisi gibi daha fazla para kazanmaktı. İyi bir pop şarkısı, eğer gençler için yeterince hareketli olursa, milyonlar satabilirdi. Onun elindeki şarkılar ise tam gençlerin duymak istediği türdendi; melodik ve ağlak.

Yeni bir rock grubu için afişler bastırdı. Bunları şehrin en kalabalık noktalarına astı; okullara, kütüphanelere, sokaklardaki duvarlara ve duraklara. Kimseden bir geri dönüş alamadığında çok şaşırdı. Demek ki kimse onunla çalmak istemiyordu. Yeni grubu için üyeleri kendisi bulmak zorundaydı.

İlk hedefi üniversiteli gençlerdi. Evet, tecrübeli sayılmazlardı. Ancak onlardaki başarı hırsı, kimsede yoktu.

Yılbaşından bir gece önce, Neir Bar olarak bilinen yere gitti. Orada amatör rock grupları çalıyordu. İlk tasarısı yetenekli bulduğu tüm gençlere grubundan bahsetmek olacaktı. Ancak bara girdiğinde gençlerden biri hemen tanıdı onu. Omuzlarına dökülen uzun sarı saçları, dalgalı bakan mavi gözleri ve uzun boyuyla genç kızları etkileyebilecek karizmada bir oğlandı. Böyle bir oğlanın grubunda yer aldığını hayal etti. Heyecan vericiydi gerçekten.

“Liam Hawken?” diye sordu genç adam.

“Tam üstüne bastın, evlat. Peki, sen kimsin?”

“Sizin en büyük hayranlarınızdan biriyim, Bay Liam. Adım Zane. Grubunuzun dağıldığını öğrendiğimde çok sevindim; hatta çocuklar gibi koltuklarda zıpladım diyebilirim.”

Bu çok tuhaftı. Grubun dağılmasına bu kadar sevinmesi Liam’ı rahatsız etti. Kaşlarını çatıp;

“S*ktr git başımdan!” diyerek azarladı çocuğu. “Seninle uğraşamayacak kadar meşgulüm.”

“Beni yanlış anladınız,” dedi çocuk, hatasını telafi etmeye çalışarak. “En büyük hayalim grubunuzda yer almaktı. Bu yüzden, yeni bir grup kurmaya karar verdiğinizde çok mutlu oldum; tabii buna sebep olduğu için grubunuzun dağılmasına daha çok sevindim.”

“Seni anlayamadım.”

“Benimle grup kurmak ister misiniz, Bay Liam,” diye sordu çocuk. Bunu söyleyebilmek için günlerce ayna karşısında prova yapmıştı. “Çok iyi solo çalarım. Emin olabilirsiniz. Benden iyis yok.”

Liam gülümsedi.

“Evlat, benim şarkılarımda solo yok. Bu da solo gitariste ihtiyacım olmadığı anlamına geliyor.”

Tam arkasını dönüp gidecekken, pes etmeyen genç adam önüne geçti. Liam’ı ikna edene kadar bırakmaya niyeti yoktu.

“Size eski şöhretinizi geri kazandırabilirim, efendim. Şarkılarınız için solo yazabilirim. Güvenin bana. Herkesin taptığı bir rockstar olabilirsiniz.”

“Ben hiç rockstar olmadım,” diye yanıtladı Liam. “Hep oyuncaktım. İsteğim dışında, sırf patronumu ve hayranlarımı memnun etmek için konserlere çıktım. En neftet ettiğim şey; konserlere çıkmaktır. O kalabalık beni boğuyor.”

“Ama şimdi gerçek bir rockstar olabilirsiniz.”

Liam öfkeden kızarmıştı. Gözleri alev saçıyordu. O soğukkanlılığından eser yoktu, şimdi.

“ Sen nereden çıktın karşıma, be çocuk! Sen…sen beni nasıl rockstar yapacaksın, söyler misin? İlah falan mısın yoksa? Özel güçlerin mi var?”

Aslında Liam, gençten etkilenmişti. Onun gibi hırslı, kararlı ve kendine güvenen birini istiyordu grubunda. Ama yine de çocuğu zorlamakta kararlıydı. Çünkü asıl duymak istediği şeyi hala söylememişti genç adam; övgüyü.

“Siz inanılmaz yetenekli birisiniz,” dedi Zane. İşte beklediği övgü gelmişti. Göğsünü şişirip çocuğun sonraki söyleyeceklerine kulak kabarttı. “Ben de öyleyim,” diye devam edince genç adam, biraz bozulur gibi oldu ama belli etmedi. “Eğer ikimiz birleşirsek çok iyi işler yapabiliriz.”

“Tamam, peki evlat. Sanırım senin gibi kararlı birine ihtiyacım var. Bana telefon numarını ver. Diğer elemanları bulana kadar benden haber bekle. Hafta sonu, şarkıların notaları yollarım sana.”

Gömleğinin cebinden not defterini ve kalemini çıkarıp telefon numarısını yazdı.

“Bay Liam…” Çocuğun sözünü kesti.

“Bana artık bay veya efendim deme. Sadece Liam. Hatta biraz havalı şeyler söyle; mesela ‘Liam kanka n’aber?’ gibisinden.”

“Anladım, efendim. Ah, lanet olsun! Özür dilerim, kanka Liam.”

Yeni bir grup kurmak üzere olduğunu hisseden Liam, bara doğru yöneldiğinde arkasından birinin seslendiğini duyarak durdu. Seslenen yine Zane idi.

“Bıktım artık! Ne var yine?”

“Kanka Liam,” genç adam, bunu her söylediğinde ciddiydi. “grubun için eleman arama. Hepsini buldum ben.”

O sırada kıvır kıvır saçları olan, bıyıklı bir genç adam ve diken şeklinde jölelediği saçlarıyla bir başka bıyıklı adam girdi bara. Zane’i selamlayıp yanlarına geldiler.

“İşte bulduğum elemanlar,” dedi Zane. “Kıvırcık saçlı gençi gösterek; “Bu Adrien. Çok iyi bateri çalar. Diğeri de Larry. Bas gitaristimiz olacak.”

Gençlerin elini sıkarken,” Lanet olsun,” diye düşündü. Yaşananlardan dolayı bir hayli şaşkın olan Liam;

“Bütün bunlar için ne istiyorsun? Bir karşılığı olmalı.”

Zane elini başına götürüp kaşıyarak;

“Sadece grubun isminin Aurora olmasını istiyoruz,” dedi. “Aurora.”

* * *

Eve döndüğünde düşündüğü tek şey Aurora’nın ne demek olduğuydu. İnterneti olmadığından kitaplığındaki kitapları karıştırmaya başladı. Kalın, yeşil kapaklı bir kitapta aradığı bilgiyi buldu; Kutup bölgelerinde gökyüzünde görülen doğal ışımalar.

Daha fazlasını merak edip kitabın diğer sayfalarını karıştırmaya başladı. İki sayfa sonrasında bir resim vardı; ve o resim Liam’ın heyecanlanması için yetmişti. Aurora’nın iç içe geçmiş mavi ve yeşil renklerinin dansı inanılmazdı.Gerçekten, gökyüzünde, binlerce renk dans ediyormuş gibi duruyordu. Daha önce defalarca kez gün batımını izlemişti, Liam. Ama böylesine kalbinde çarpıntıya neden olan bir manzarayla karşılaşmamıştı. Rock grubu için en uygun ismin bu olduğuna emindi artık.

* * *

Yılbaşından iki gün sonra grup, ilk çalışmaları için şehirdeki ucuz stüdyolardan birine geldi. Bundan önce grubun geleceği hakkında konuşmuşlar, yeni bir albüm için hemen çalışmalara başlanacağı yönünde karar almışlardı. Bunun üzerine Liam ve Zane, yeni şarkılar yazmışlar ve böylece ellerindeki alternatiflerin sayısını arttırmışlardı.

O gün stüdyoya geldiklerinde sipariş ettikleri gitarların daha gelmediğini öğrendiler. Şarkıların üzerinden defalarca geçtiler ve bazı bölümleri silip yeniden yazdılar. Ertesi gün tekrar geldiklerinde sipariş ettikleri gitarlar gelmişti. Artık çalışmalara başlayabilirlerdi.

İlk şarkı All For Yourself olacaktı. Liam hariç herkes heyecanlı ve hata yapmaya yatkındı. Ancak defalarca stüdyo ortamında çalan Liam, neredeyse hiç heyecanlı değildi. Tek hissettiği şey; yeni insanlarla çalmanın vermiş olduğu müthiş bir tedirginlikti.

Liam, Telecaster model gitarını amfiye bağladı. Adrien bagetlerini baterinin üzerindeki davullarda gezdirdi.

“Herkes hazır mı?” diye sordu aranjör.

“Daha önce dediğim gibi, çocuklar; heyecanlanacak bir şey yok. İlk çalışta hata yapmanız doğal.”

Aranjör beşten geriye saydı. Adrien oldukça sert bir girdi şarkıya. Ardından Liam’in distortion efekti verdiği gitarı. Heyecanlarına rağmen çok iyi girmişlerdi şarkıya. Ancak bas gitarist ritmi sürekli kaçırıyor, geride kalıyordu.

“Tekrar başlasak iyi olur,” dedi aranjör. “Bir…iki…üç, başla!”

İkinci denemelerinde şarkının ortalarına kadar sorunsuz çaldılar. Tam solo gitarist yeteneğini konuşturmak üzereyken, Adrien’in bagetlerinden biri yarıldı. Adrien’in öfkeyle küfür ettiği duyuldu.

“Sakin ol, adamım,” diyerek onu sakinleştirmeye çalıştı bas gitarist Larry.

Üçüncü denemede şarkı sorunsuz bir şekilde çalındı. Bu ilk şarkıydı. Çalışmaları gereken üç şarkı daha vardı. O günü toplamda beş şarkıyı çalışarak geçirdiler. İşlerini bitirmiş, evlerine dağılmak üzere iken aranjör Mathes, Liam’ı kolundan yakalayıp kulağına şöyle fısıldadı;

“Bu gençleri nereden buldun?”

“Kötü oldukluklarını biliyorum. Ama çok hevesliler,” diye yanıtladı Liam.

“Hayır. İnanılmaz yetenekliler. Daha önce böylesine güzel enstrüman çalan genci bir arada görmemiştim. Bence albüm için elinizi çabuk tutmalısınız.”

Bunun üzerine;

“Sanırım tanrı yolladı,” dedi Liam.

* * *

Liam kaydettikleri tüm şarkıları, bünyesinde çoğunlukla bar gruplarını barındıran Void Records’a yolladı. Yolladığı kayılar o kadar çok beğenildi ki, Void Records patronu hemen o gün içinde bir kontrat teklifinde bulundu.

Grupça Void Records’un sahil manzaralı stüdyosuna gittiler. İçerisi Liam’ın görmeye alışkın olduğu enstrumanlarla doluydu. Birçok rock grubunun resimleri asılmıştı duvara. Geniş odası ve sahil manzarasıyla havadar bir yerdi. Ancak gereksiz hiçbir eşya yoktu. Enstrumanlar, şarkı notalarını andıran duvar motifleri, rock gruplarının resimleri… Aslında hepsi, bir grubu fazlasıyla motive eden şeylerdi.

Void Records patronu bay Smith, misafirlerine sigara uzattı. Bu hoş teklifi sadece Liam kabul etti. Diğerleri sigara içmiyordu. Sahilin tamamını gören bir odaya girdiler. Burası diğer odalara göre biraz daha loştu, sadece dışarıdan gelen ışıkla aydınlanıyordu.

Bay Smith masasına oturdu. Diğerlerine de oturmalarını işaret etti. Sigarasını büyük bir keyifle üfleyerek kontrat kağıdı masanını ortasına doğru sürdü.

“Evet, beyler,” diyerek kalemi uzattı.” size önerdiğimiz kontrat bu. Daha iyisini başka hiçbir yerde bulamazsınız.”

Liam kontrattaki her bir satırı dikkatle okudu. Konserler bölümünü göstererek:

“Sadece büyük şehirlerde konser vermeyi düşünüyoruz.”

Bay Smith öksürükle karışık bir kahkaha attı.

“Büyük şehirlerde mi? Güldürmeyin beni. Bunun için önce ünlü olmalısınız.”

“Olacağız,” zaten diye yanıtladı Zane.

“Kayıtlarınızı dinlediğimde gerçekten çok heyecanlanmıştım. Müthiş şarkılar. Ama müzik piyasası değişiyor. Şarkılarınız eski sayılır, kolay ünlü olacağınızı sanmıyorum.”

Ellerini geçen büyük fırsatı kaçırmak istemeyen Liam, diğer üyelerin onayını almadan kontratı imzaladı. Bay Smith, büyük bir memnuniyetle elini uzattı. Liam uzatılan eli tutmadı.

“Peki, o halde,” diyerek ayağa kalktı. “Sizden müzik piyasasını derinden etkileyecek bir albüm bekliyorum. Bunun için kontrat imzaladık sizinle. Bomba gibi bir albüm olmalı. İhtiyacınız olan her şeyi ayarladım. İki hafta boyunca stüdyo sizin olacak. Albümde size yardımcı olacak ses düzenleyici Tarık Bey ile tanışın. Kendisi Türktür.”

Uzun boylu ve kaslı görünen Tarık, albüm hakkında konuşmak için odasına davet etti, grup üyelerini.

“Albümde kullanılacak enstrumanlar yarın gelir. Eğer klip çekilmesini istiyorsanız en az on iki şarkı kaydetmeniz gerekiyor.”

“Amatör değiliz, biliyoruz,” diye yanıtladı Liam.

“Güzel öyleyse. Yarın tamamen hazır ve enerjik bir şekilde gelmenizi istiyorum.”

* * *

Ertesi gün tüm grup üyeleri, tıpkı Tarık’ın istediği gibi enerjik bir şekilde geldi stüdyoya. Sabah güneşi mükemmel bir şekilde aydınlatıyordu, stüdyonun içini.

Daha önce çalıştıkları ilk beş şarkı kayıt edilecekti bugün. Teknolojinin tüm nimetleri bulunuyordu, bu stüdyoda.

“Şarkılardaki ufak hataları kapatırız, merak etmeyin,” dedi Tarık.

Tüm hazırlıklar tamamlandıktan sonra, ilk çalışılan şarkılardan biri olan All For Yourself kayıt edildi. Ardından içinde blues tınıları barındıran Whatever şarkısı kaydedildi. İki şarkının kayıtlarında hiçbir sorun çıkmamıştı. Ancak sonrasında, Lonely Rhythm şarkısında, grup üyelerinin bir türlü ritmi tutturamaması üzerine ara verildi. Yaklaşık beş dakikalık aradan sonra şarkı kaydedildi. O günün son şarkısı Devilish Music kaydedildi ve grup üyelerinin stüdyodaki ilk günü sona erdi. Kaydedilen şarkılar, takvimi andıran bir kağıdın üzerinde kırmızı kalemle işaretlendi. Kaydedilmesi gereken beş şarkı daha vardı.

* * *

Ertesi gün punk ağırlık şarkılar çalındı stüdyoda. Bunlardan en ağırı olan ve savaşa karşı duruşu anlatan vurucu sözleriyle albümün favori şarkılarından Endless Voyage kaydedildi. En az bu şarkı kadar sert ve hareketli olan Do You Remember?, ardından da müthiş bir solo ile kulakların pasını silen Admiring My Friend şarkısı kaydedildi.

Kayıtlar Liam ve Zane’in şakalarıyla eğlenceli geçiyordu. Hele Larry’nin annesi ile ilgili anlattığı anılar, grup üyelerini gülme krizlerine sokmaya yetiyordu. Sürekli birlikte vakit geçiriyorlar, birbirlerini daha yakından tanıyorlardı. Aslında birbirlerini tanımamalarına rağmen uyumları mükemmeldi. Gün geçtikçe çok daha iyi çalıyorlardı. Liam, bu grupla hayalini kurduğu her şeye erişeceğine emindi. Victor ve Jayson’dan daha yetenekli arkadaşları olduğunu düşünüyordu.

* * *

Üçüncü gün, grubun ismi de olan Aurora şarkısı kaydedildi. Ardından kemanın da kullanıldığı, akustik gitarlar eşliğinde çalınan Love Me şarkısı. Aslında albüme konulması planlanan şarkıların hepsi hazırdı. Ancak Liam, eski grubu için hazırladığı ve yılın en iyi şarkılarından olacağını düşündüğü Stop Change ve Style For Money şarkılarını da solo olarak çaldı ve söyledi. Böylece albüm için planlanan şarkıların hepsi tamamlanmış oldu. Bundan sonra şarkıların düzenlenmesi ve mixlenmesiydi. Tabii ki, albümdeki şarkıların sırası ve albümün kapağı da vardı daha.

Şarkılar ses mühendisleri tarafından düzenlendikten ve mixerlendikten sonra, sıra şarkıların albümdeki sırasını konuşmaya gelmişti.

“Hareketli bir şarkıyla başlayıp, duygusal bir şarkıyla bitirelim derim,” diyerek bir öneride bulundu Adrien.

“Endless Voyage birinci şarkı olmalı,” dedi Liam. Diğer grup üyeleri de aynı fikirdeydi.

“Ardından All For Yourself ile ve Devilish Music.”

“Dördüncü şarkı Style For Money olabilir,” dedi Tarık. “Albümde farklı şarkıların da olduğunu göstermiş oluruz.”

“Evet, çok iyi olur,” dedi Zane.

Bu şekilde albümdeki şarkıların sıralaması belirlendi. Sıralama şu şekilde olacaktı;

1-Endless Voyage

2- All For Yourself

3- Devilish Music

4- Style For Money

5- Whatever

6- Lonely Rhythm

7-Stop Change

8- Admiring My Friends

9-Love Me

10- Do You Remember?

Albümün adı da Aurora’nın sesi anlamına gelen “Aurora’s Voice” olarak belirlendi. Artık geriye albümün kapağını ayarlamak kalmıştı. Bazı çizerlerle görüşüldü. Aralarından en beğenilen, bir gölün üzerine yansıyan kuzey ışıklarını çizen genç bir sanatçınınki idi.

Albümün çıkması için her şey hazırdı artık. Liam Hawken’in ve Aurora grubunun ünlü olmasına az kalmıştı.

* * *

Albümün yayınlanmasında bir gün önce Liam, stüdyoda kaydettiklerini dinliyordu.

“Çok iyi bir iş başardızın, bence albüm yılın bombası olacak,” dedi Bay Smith. Yanındaki Tarık da onayladı. Liam kulaklığını çıkarıp albümün kopyasını inceledi.

“Bundan kaç tane bastınız?”

“Yaklaşık 30 bin kadar,” diye yanıtladı Tarık. “Yaptığımız reklamlar sayesinde tüm kopyaların gün içinde tükenmesini bekliyoruz. Bunun için her an bir 30 bin daha basabiliriz.”

“Umarım Bro grubunu –yani Victor ve Jayson’un grubu- alt etmeyi başarırız,”dedi Liam.

“Sanırım eski arkadaşlarına karşı garezin var?”

Liam gülümseyerek cevap verdi.

“Hayır. Sadece onlardandan daha yetenekliyim.”

Paltosunu üstüne geçirdikten sonra şapkasını ve eldivenlerini giydi. Hava akşamları soğuk oluyordu. Karnının zil çaldığını hissettiğinden en yakın çin lokantasına gidecekti.

Stüdyo kapısından çıktığında kalabalık şehir halkının arasında buldu kendini. İş yerinden çıkan birçok insan evine gitmek için telaşlı davranıyordu. Kuş bakışı bakıldığında kargaşa içinde kaçışan karıncıları andırıyorlardı.

Liam, yanıbaşından gürültülü bir şekilde akan trafiği izledi. Bir an uzaklara dalıp gitmişti ki, kulağının dibinde gümleyen patlama sesiyle kendine geldi. İnsanlar korkuyla kaçışıyordu. Ama o kıpırdayamıyordu. Midesinde bir yanma hissetti. Acı vericiydi. Bir patlama sesi daha. İki el ateş edilmişti.

Tak, tak!

Liam, zamanın durduğunu, renklerin karardığını görüyordu. Herkes durmuş, tüm renkler solmuştu sanki. Dizlerinin üzerine düştü. Elini midesine götürdüğünde kırmızı bir şey bulaştı, parmaklarına. Yapışkan bir şeydi. Liam tanıyordu bunu. Kan. Zorlukla nefes alıp verirken, aklına kaydettiği şarkıların sözleri geldi. Onları mırıldanmaya başladı. Endless Voyage şarkısında dediği gibi;

Sonsuz bir yolculuğa çıkıyorum.

Meleklerin kanatlarında.

Beni bekleyen yeni dünyaya gidiyorum

Her şeyin sonsuz olduğu, o yere.

Aurora’nın Sesi” için 1 Yorum Var

  1. Merhaba.

    Öyküyü beğenerek okudum. Fakat beğenmemde bir rock ve metal müzik hayranı olmamın büyük etkisi var tabi. Öykünün sıradan fakat hoş bir konusu olmasına rağmen, bir anlamda başladığı gibi bitiyor hikâye, tam da okuyucunun tahminleri doğrultusunda ilerliyor. Olaylar biraz farklı şekilde ilerleyip, daha beklenmedik noktalara ulaşsaydı, bu sayede öyküye daha fazla bir renklilik katabilirdi.

    Ayrıca üslubunuzu beğendiğimi belirteyim. Seçki temasını ise konuyla çok güzel bağlamışsınız. Bir de sadece bitiş bölümünde şarkı sözünü kullanmışsınız, keşke öykü içerisine de birazcık serpiştirmiş olsaydınız, bayağı tatlı olurdu.

    Merak ettim de şarkı sözlerine nasıl karar verdiniz, özel bir anlamı var mıdır ki acaba.

    Öyküyü okumaya başlamadan önce Your Hand In Mine (Explosions in the Sky) adlı şarkıyı açtım. Evet, bu şarkıyla öykünün etkisi bir kat daha arttı, duyurulur.

    Sonuç olarak gayet keyif aldım öyküden. Tebrik ederim.

Bir Yorum Yap

E-posta adresiniz yayımlanmayacaktır.Yıldızlı olan alanların doldurulması zorunludur. *