Öykü

Fikir Adam

Birinci Kısım

‘Ben merhamet bilmem. Ben zalimlik bilmem. Ben acıyı bilmem. Ben mutluluğu bilmem. Benim varoluşumun tek bir sebebi vardır. O da İntikam.’

 
Tozlu uzun yola baktı. Sarı kumlar dökük yol üzerinde başıboş bir şekilde girdap halinde dönüyordu. İzledi. Ne hissediyordu son zamanlarda? Neydi bu içini burkan umutsuzluk. Kendini ilk kez duyguların etkisi altındayken gözlemliyordu. İlginç bir deneyimdi doğrusu. İlginç neydi? İlginç Fikri uzakta olmamalıydı. Son günlerde hep onu takip ediyordu. Son günler mi demişti? Zaman Fikri de yakınlardaydı o zaman. Zaman fikri önemsizdi. Kendini tarafsız olarak tanımlardı ve şimdiye kadarki tutumlarında da bunun aksini gösteren hiçbir şey yoktu. Ama İlginç tehlikeliydi. Hiçbir zaman taraf tutmamasına rağmen hep tutarsız biri-biri?- olmuştu ve İdrak temkinliydi ona karşı. Temkin? O da mı?…

İdealar dünyasında son zamanlarda biraz karışıktı-Zaman orada olduğunu belli etmeyi severdi ve İdrak bunun Kibir’i yenmiş olmasına bağlıyordu. Zaman Kibirle karşı karşıya gelmiş ve onu yenerek Kibirle bir olmuştu. İdealar dünyasında işler böyle yürürdü. İki fikir karşılaşır ve kazanan diğerini kapsardı. Fikirler ölmezdi. Fikirler hep vardı. Hep olacaklardı. Ama bilinen tarihte Fikirlerin kimlik değiştirdikleri görülmüştür. Kibir Zaman’a yenilmişti. Artık Zaman diye tabir ettikleri Fikre Kibir de eklenmişti. Artık O, fikirler arasında hem Zaman’ı hem de Kibir’i temsil ediyordu. Tehlikeli bir bileşim.

İdrak, Fikirlerin etkisinde kalmayı reddederek kendi iradesini yaydı. Ve çevresindeki fikirler onun kudretini “idrak” etti. İdrak yavaşça fikirlerin etkinliklerini yitirdiklerini hissetti ve tekrar düşünmeye koyuldu. Neydi ona bunu yapan? Neydi ona bunu hissettiren? Neydi bu açlık?

Aslında cevabı biliyordu. Cevap içinde yatıyordu. İçinde. İroniye güldü. Ve anında tekrar setleşerek aradan sızmayı başaran İroni fikrini ezdi. İdrak kudretliydi. Fikirlerin arasında saygındı. Bir yeri vardı ve Doğru’ya yakındı. Paradox’a gittikçe yaklaşıyor, kaosu özümsüyordu. O İdrak’tı. O bilirdi.

Ve idrak görevinin gereği olarak farkındaydı. İdealar Dünyası’na bir “şey” dokunmuştu. Ne olduğunu bilmiyordu. Yeni bir fikir? Olabilirdi. Doğru’nun ne yapacağı belli olmazdı. Ama ne yaparsa yapsın “doğru” olurdu. O yüzden mantıklı düşünmeyi bıraktı.

İdrak Zaman fikrini kabul etti. Geçmişte ne olduğunu ve gelecekte ne olacağını düşünmek istiyordu. İstiyor muydu? Ne zamandır isteklerine cevap veriyordu? Ne zamandır benliğindeki fikir yerine arzuları kontrolü sağlıyordu? Ne zamandır açlığını tatmin etmeye çalışıyordu? Ya da ne zamandır duygu açlığı çekiyordu?

İçindeki ses cevap verdi:

Arzu’yu yendiğinden beri… O artık hem idrak hem de Arzu fikirlerini temsil ediyordu. Ve bir şey arzuluyordu. Adını koyamıyordu. Buna sadece mikrokozmosa dönme isteği diyebilirdi. Özüne dönme. Fikirler nereden gelmişti? İlk kez idrak ettiği şey onu şaşırttı. Vardığı sonuç onu hem ürkütmüş hem de amaçlanma ve hedefine kilitlenme hissi vermişti. Fikirler nereden gelmişti? İnsan…insan?

İdrak tüm fikirler üzerindeki etkisini çekti ve sadece Zaman’a odaklandı. “İlgini çekecek bir teklifim var…”

***

Kalem çevirmek onu hep rahatlatmıştı. Pencereden içeri sızmaya çalışan güneş ışıklarına baktı. Işınların kaynağı olan güneşi, ışıkları takip ederek buldu. Güneş dağların arasında batmak üzereydi ve mavi gökyüzünü kırmızıya boyamıştı.

Morph şimdi şairane bir şeylerin içine doğması gerektiğini biliyordu ama olmuyordu. Onda o ruh yoktu. Güneş diye bir alev topu vardı ve dünya onun etrafında dönüyordu. Buydu işte. Zorlamanın alemi yok.

İfadesiz yüzünü öğretmene çevirdi. Tarih öğretmeni. Kadın sıkıcıydı. Tek söyleyebileceği buydu. Kendi dünyasında anlatıyordu dersi. Ve imkanı yok, kimse o dünyaya giremezdi. O dünya takip edilemez ve ulaşılamazdı. İki taraf da sadece formaliteyi uygulamak için buluşmuştu sınıfta. Öğretmen maaşını alabilmek, öğrenciler de sınıfı geçebilmek için.

Yalan ve çıkar üzerine kurulu bir düzen. Morph buna karşı değildi. O yargılamazdı. Bir sonuca varmazdı. Çünkü çoğu kimsenin aksine o biliyordu ki mantıkla bulacağı her şey çürütülebilir, haklıyı bulma amacıyla ilham aldığı adalet duygusu yalanlanabilirdi. O bir sonuca varmazdı. Sadece gözlemler ve olası sonuçları sıralardı.

Ama morph son günlerde değişmişti. Bunu adeta iliklerinde hissediyordu. Düşünce dünyası yıkılmış ve enkaz farklı bir tarzda yeniden şekillendirilmişti. Hiçbir şey bilmediğini fark etmişti. Ama bilinmeyeni takip edebilecek düzeyde olmasının bilinci onu tatmin ediyordu. Kimi araması gerektiğini biliyordu.

Öncelikle her şey yalandı. Doğru da olabilirdi. Umurunda olmayan bir olasılık. Sadece fenomenler(görünen, duygular aracılığıyla hissedilebilen) dünyasını boş vermesi gerektiğini biliyordu. Bunlar aldatmacaydı. O Doğru’yu bulmalıydı…

Bunu fark ettiği ilk an şok olmuştu. Nasıl bir düşünceydi bu böyle? Dışarıdan birine söylese hiç kimsenin dikkate almayacağını biliyordu ve bu onu daha da tatminkar kılıyordu. Gerçek’e sadece o erebilirdi. Düşüncenin geldiği güne şükrediyordu. İyi ki de futbol maçını sakatlanma bahanesiyle yarıda kesip eve gitmişti. İyi ki de salonda uzanmış ve iyi ki de düşünmüştü.

Adeta mantık katmanında bir açık bulmuştu ve onu istediği biçimde doldurabilirdi. Fikirler. Her şey fikirlerde yatıyordu. Düşünceleri kafasında toparlamaya çalıştı. ‘insanlar hiçbir şey yaratamaz ve örneği olmayan şeyi kullanamaz. Düşünceler… fikirler. Bunların geldiği bir yer, doğruların belirlendiği bir odak noktası olmalı. Bunu numenlerde (duyularımızla ayıramadığımız, mantık sınırları dışındaki öz gerçekler) mi aramalıyım? Evet. Öyleyse mantığı boş vermeliyim. Mantık… ah. Mantık!’

Morph istemsizce ve umarsızca ayağa fırladı ve “buldum!” diye bağırdı. Tüm kafalar ona döndü ama morph orada değildi sanki. Gözlerinde değişik bir ışık, bir fark ediş vardı. konuşmaya başladığında sesi titrek ve son derece heyecanlıydı. “eğer her şeyin kaynağını bulmak istiyorsam mantığı egale etmeliyim. Çünkü her şeyin kaynağı mantıktan üstündür ve onu mantığa tabi tutmak, mantığı tanrı saymaktır. Öyleyse mantıkla bulacağım her tanrı tanımı yanlış olacaktır. İsterse iki kere iki, dört kadar mantıklı ve açık olsun yine de yanlıştır. Ama ben bu düşünceyi de mantıkla buldum. Yani biraz önce egale ettiğim fikri yeniden kullandım. Oysaki Doğru’nun mantıkla bulunamayacağını söylemiştim. Ama bu düşünce mantıklıydı. Öyleyse elimize geçen şey bir paradox.” Heyecanlı yüzü çizgilerle kırıştı. Tırnakları kafasını yırtarcasına kaşıdı. Öğrenciler şaşkınlık dolu gözlerle bir öğretmene bir de Morph’a bakıyordu. Öğretmen is en az öğrenciler kadar şaşkın, sadece Morph’a bakıyordu. Morph devam etti. “Paradox… paradox! Evet her şey paradoxtan gelir. Bu düşünceyi de mantıklı diye eleyemem çünkü zaten mantıklı düşüncelerimin gereksizliğini paradoxla sabitlemiştim. Paradox sonsuzdur ve bir eklemek ya da çıkarmak onu değiştirmez. Öyleyse bizim tanrı diye tabir ettiğimiz şey paradoxtur.” Sınıfı adımlamaya başladı. yaklaştığı her öğrenci sanki bir hastalık taşıyormuşçasına ondan kaçınıyordu. Sesli düşünmeye devam etti. “mantığımız paradox’u kavrayamıyor. Buna da, ‘mantıklı buldum’ diye karşı argüman çıkaramam çünkü bunun tanrıyı egale edeceğine dair hiçbir gerekçem yok. Çünkü tanrı-ya da paradox- bu dünyanın mantık kurallarına bağlı değildir. Ayrıca bunda tanrının varlığından değil, etkisinden söz edilebilir. O imkansızı yapabilir… Lanet olsun çok karışık.” Bir süre durdu ve kafasını elleri arasında sakladı. Kafasını kaldırdığında yüzünde bir zafer ifadesi vardı. “Tanrı’nın-paradoxun- etkisi…fikirler. Her şey fikirlerde ve sabitlenmiş mantıkta yatıyor. Doğru…doğru nedir? Neden insanlar fikirleri sadece gözlemlemek yerine ‘doğru’ diye yargıda bulunuyor. Biz doğruyu belirleyemeyiz. Doğru kavramı dış etkenden bağımsız, bizim gibi alt ve mantığa bağımlı bireyler tarafından var olamaz. Bunu sadece üstün bir şey yapabilir. Doğru ondan gelir. Öyleyse o Doğru’dur. Bu Tanrı’nın etkisidir.

Öyleyse Tanrı tanımlanamaz-tanımlanabilir ikileminden paradox ile çıkabiliriz. Ve Tanrının etken olduğuna da etkilerinden yola çıkarak bulabiliriz.”

Sessizlik.

Morph kendine geldi ve sınıftaki herkesin onu dehşet içinde süzdüğünü fark etti. Ne yapmıştı o? Şimdi farkına varmıştı ne yaptığının. Afalladı.

Ve yapabileceği tek şeyi yaparak sınıftan hızlı adımlarla çıktı.

Açık hava iyi gelmişti. Ayağının altındaki yeşil huzuru ve beraberinde berraklığı da getirmişti. Tekrar kendi içine döndü Morph.

Sınıftaki o tuhaf ‘aydınlanma’ da neydi? Düşünceler zihninden şimşek gibi geçti ve acıyla yüzünü buruşturmasına sebep oldu. Bunlar deli saçması değildi. Biliyordu bunu. Bu gerçek karşısında geri kalan her şey o kadar yavan geliyordu ki… ama asıl korkmasına sebep olan düşünceler değil, içeriği ve kendi zihninin tepkisiydi. Tüm düşünceleri özütmüş, adeta onlarla bir olmuştu. Bu düşünceler artık onun varlığının yapıtaşını oluşturuyordu. Düşünceler…artık biliyordu. İdrak onu bulmuştu. Olan şey buydu işte. İdrak kavramı sanki somutlaşıp onunla konuşmuştu. Hafifçe güldü. Ama üzerine düşününce komik olmadığını, hatta dehşet verici bir fikir olduğunu anladı. Çünkü bu fikir son derece mantıklıydı! Yine o ufak aydınlanmalardan birini yaşayacağından korktu. Farkına varış sanki varoluşunun kıyılarında bekliyordu onu. Elini uzatsa yine bir idrak nöbeti başlayacaktı, biliyordu. Tuttu kendini. Tuttu…tuttu. Ama zaman geçtikçe bu iş daha da zorlayıcı olmaya başladı ve artık idrak kafasındaydı.

Beyni yine aynı acı sinyallerini yolladı. Farkına varış kısa sürdü. Çünkü idrak fenomen düzleme gelmişti.

“Selam sana ademoğlu.” Bir adamdı bu. Naif, temiz yüzlü bir adam. Yüzünde açıklık, berraklık, farkına varış ve tüm yolların sonu gizliydi. Ama duygulardan arınmış yüzündeki hafif bir seğirme kendini ele veriyordu. Morph kendini her zaman iyi bir karakter analisti olarak tanımlamıştı ama bu adamı analiz etmekte zorlanıyordu. Neydi bu ifade? Arzu mu? İstek,açlık?

Morph cevap vermedi. İri gözlerle bakmayı sürdürdü.

“konuşmayı kısa keseceğim ademoğlu. Her şeyi yakında anlayacağından emin ol.” Beyaz entarisini üzerinde kaydırdı ve yenlerini düzeltti. “ben İdrak’ım.”

Kulağa ne kadar imkansız gelse de morph şaşırmadı. İçinde bir yerlerde biliyordu bunu. Mantık bunu gerektiriyordu. “biliyorum.”

Adam herhangi bir duygusunu açık etmedi. “biliyorum merak içindesin. Ama o hane içinde yaşadığın aydınlanma ne bir sahtekarın illüzyonu ne de beyninin sana karşı oyunlarıydı. Onlar yalın gerçeklik. Sen ‘aydınlandın’. Tam açıklaması bu olacak sanırım.” Adam yüzünü hafifçe buruşturarak kendiyle ilk defa çelişti. Neredeyse. “mantık kurallarınız o kadar dar ki açıklamak için kelimeleri yetersiz buluyorum. O yüzden aydınlanmak için çabalamalısın. Eğer felsefi olarak bana yaklaşırsan anlayacaksın.”

Morph sadece “evet.” Dedi. Ne saçma cevap. “anlamadığım bir şey var.” Sesi soğuktu ve Morph bundan son derece memnundu. “Sen nesin?”

“ben bir Fikir’im.” Morph boş boş bakınca devam etti. “insanlar yaradılışları ve mantıkları açısından bir şeyi öğrenmeden bilemezler. Örneğin senin renkleri bilebilmen için görerek öğrenmen gerekir. Müziği bilmen için duyarak öğrenmen gerekir. Ve fikirleri bilmen için de var olan fikirleri aklınla keşfetmen gerekir.” Morph suratını buruşturdu ama adam sonsuz bir sabırla anlatmaya devam etti. “siz insanlar ‘eksiksiniz’. İşte burada biz devreye giriyoruz. Paradox ya da bir diğer deyişle ‘Doğru’ veya sizin zihninizdeki Tanrı, mantık ağlarını var etti. Aslında var etti yanlış bir kelime olur çünkü var edici onun bünyesini açıklamaz. Onun bünyesi var mıdır… Neyse. Şunu bil, bu evrenin mantığıyla bunu kavrayamazsın. En nihayetinde bilmelisin ki biz numen olan fikirler siz fenomen olan insanlara malzemeyiz. Tüm fikirler bizden gelir ve bu fikirlerin gerçek anlamda var olduğu bir düzlem bulunur. Aslında bunu insanların daha önce fark edememesi garip. Gerçi Platon adındaki bir adam zamanında idealar Dünyası’na fikirleriyle dokunmuştu ama kimsenin tam anlamıyla idrak ettiği söylenemez.” Biraz durup kelime oyununa güldü. “tüm fikirler diyorum evlat. Sosyalizm, kapitalizm, iyilik, kötülük, zaman, hırs, açgözlülük, öfke, hayal, merhamet ve fikirler arasında tanrısal güce sahip İyilik bile… aklına ne geliyorsa. Hepsinin idealar dünyasında bir karşılığı var ve insanlar muktedir oldukça onlara hizmet ediyoruz.”

“sen bir fikirsen nasıl bu düzlemde somut bir şekilde durabiliyorsun?”

“ah. Aslında bu düzlemde bulunmuyorum. Senin kafanda bir fikirim. Bir adamın fikri. Anladın mı? Sen beni şu an sembolize ediyorsun. Bu gördüğün et ve kemik senin fikir ve hayal gücün ama ‘benim’ temsil ettiklerim gerçek.”

Morph cevap veremedi. “neden beni aydınlattın?”

İdrak nadir duygu fırtınalarını yüzüne hafifçe yansıttı. Herhangi biri bunu fark edemezdi ama Morph usta bir analistti. “amacım beni ilgilendirir. Çeşitli amaç sonuç bağıntıları sonucunda sende karar kılındı ve sen de üzerine düşen rolü oynayıp oynamamakta özgürsün. Ama şunu söylememe izin ver. Sen güçle ve düşünceyle donatıldın. Aydınlatıldın. Fikirleri etkin altına alabilirsin Morph. Buna muktedirsin. İnsanların düşündüğü fikirler idealar dünyasındakilerin sadece güçsüz birer yansımasıdır. Ama sen Morph, sen onları özgün halleriyle madde düzleme çağırabilir ve onları kontrolün altına alabilirsin, eğer yeterince iraden varsa. Duygular. İrade ve aktive enerjisi duygularda yatar, unutma. Büyük bir duygu yoğunluğunda gelecektir aydınlanma.” Biraz durdu ve ellerini ovuşturarak devam etti. “bu süreç isteyen bir durum. Güçlerinin kullanman yani. Bu herhangi bir olayla aktive olabilir. Ya da süreç içinde kendi kendine de gelişebilir. Buna hazırlıklı ol ve fikirlerden korkma. Sen onların değil, onlar senin düşüncelerin olsun. Bundan sonrası zaman evlat. Sadece zaman.”

İdrak’la yaklaşık beş dakika boyuca birbirlerine sessizce bakarak beklediler. Morph ilk kez sabırsızlanmaya başladığında içinde kıpırtı başladı. İdrak’ın o aşina duygusu beynini ve tüm vücudunu kapladı.

İdrak memnuniyetle gülümsedi. “işte başlıyor.” Morph’a bir adım daha yaklaştı. “gün geçtikçe zamanın da yardımıyla ‘idrak’ edeceksin. Sadece tetikleyici bir olaya ihtiyacın var. Unutma evlat, kontrolü hep elinde tut. Fikirlere sıkı tutun ve yönlendir.” Aniden kayboldu ve Morph güneşi tekrar üzerinde hissetti.

Sonraki günler bir şey olmadı. Sadece okul müdürü öfkeyle annesini telefonda arayıp, eğer tekrar böyle bir vaka olursa okuldan uzaklaştırılacağını belirtti. Annesi doğuştan uzlaşmacıydı ve müdürü bir süre sonra yumuşatıp Morph adına özürlerini iletti. Kısa süre sonra adam rahatsız ettiği için özür dileyerek telefonu kapattı.

Okulda arkadaşı önceden beri yoktu. 17 senelik hayatı boyunca hiç olup olmadığını düşündü. Hep kendiyle olmuştu. Diğerlerini kendi dünyasına kabul etmemiş ve orada kendini büyütmüştü.

Ama en azından önceden kimse ona bakmıyor, işaret parmaklarıyla kendisini teşhir etmiyordu. Şimdi olan buydu. Hayatında ilk kez popüler olmuştu ama bunun pek de iyi anlamda olduğu söylenemezdi.

Tabiki de Morph bunları düşünmüyordu o sıralarda. Hala birkaç gün önceki garip olay kafasından çıkmamıştı. Aydınlanmanın etkisi kaybolmamış, bilakis Morph düşünceyi geliştirmişti. Korkmuştu. Korkuyordu. Ama içindeki hatırı azımsanamayacak bir kısım muzaffer hissediyordu. Kendini her sırra muvaffak olmuş görüyordu. Yüksek bir ihtimalle öyleydi de. Varoluşun sırlarını çözememişti elbetteki. Çözemeyeceğini biliyordu. Ama varoluşun izlerini bulduğunu biliyordu. Tanrının geçtiği yolu izliyordu. Nereden gittiğini biliyordu. Ve bu durum onu sonsuz derecede tatmin ediyordu, her ne kadar hiçbir zaman o yoldan gidemeyecek olsa da.

İlk olay İdrakla iletişime geçtiğinden bir hafta sonra başladı. Okuldan eve dönüyordu. Metroya binebilirdi ama yeraltında kelimenin tam anlamıyla boğulmuştu ve açık havada yürümeye karar vermişti. Hava fena değildi ve montunun olmamasını sorun etmiyordu. Yürüdükçe keyfi yerine geldi.

Eve yaklaştığında bir kadın çığlığı kulaklarını doldurdu. Morph başkasının sorunlarına bulaşmak ve hiçbir olaya karışmak istemiyordu. Ama kafası istemsizce havaya kalktı ve sesin kaynağını aradı. İki evin arasında kalan boşlukta üç siluet fark etti. Duvara yaslanan ve korkuya geri çekilmeye çalışan siluet, bir kadındı büyük olasılıkla. Diğerlerinin cüsselerine bakarak erkek olduklarına karar verdi Morph. Bir tanesinin elinde bıçak vardı ve kadına tehditkarca sallıyordu. Kadın yine hafiften bir çığlık koyuverdi. Arkadaki adam önündeki bıçaklı olanı uyardı ve bıçaklı adam boş elini kadının ağzına bastırdı. Bıçağı da mesajı iyi iletebilmek için kadının gözüne yaklaştırdı.

Morph hemen kafasını indirdi ve yürümeye başladı. İki adım sonra durdu. Duruşuna sebep olan duygu ne merhamet ne de korkuydu. Böyle duygular onun hayatına etki etmez ve benliğine uğramanda giderlerdi. O bu duygulara aşina değildi.

Durmasına sebep olan şey şaşkınlık ve saf,katıksız dehşet duygularıydı. Güneş ışıklarının kısa bir süre için vurduğu yüzü düşündü. Sarı saçlı, mavi gözlü, hafiften kırışmaya başlamış, yüksek elmacık kemikli bir yüz…

“anne” diye fısıldadı sadece. Tek omzuna astığı çantasını yere attı ve dehşet içinde bağırarak annesine koşmaya başladı. “anne!”

Kadın yüzünü oğluna çevirdi ve gözleri korkuyla kısıldı. Arkadaki adam küfretti ve öndekini kolunu çekti sabırsızca. Hareketlerinden adamı gitmeye ikna etmeye çalıştığını anladı Morph. Beyninin hala mantıklı davranan ufak bir kısmı bu durumu umutla karşıladı. Hızını artırarak aradaki mesafeyi daha büyük adımlarla geçmeye başladı. Artık çok yaklaşmıştı. Öyleki adamların seslerini duyuyordu. Bıçaklı adam konuştu. “Olmaz. Yüzümüzü gördü…”

“HAYIR!”

Öndeki adamın bıçağı annesinin heyecanla inip kalkan göğsüne gömüldü. Bu kısacık an Morph’a yavaş çekimde olmuş gibi gelmişti. Adamın bıçağı indirirken kat ettiği her santim beynine zaman kavramını alaşağı edip, saatlere yayılarak işliyordu. Bıçağın ucundaki koyu kandan bir damla 3 saatte düştü yere. Adamın bıçağı ceketinin cebine saklaması ve arkadaşının omzuna vurarak harekete geçirip, arka sokaklara kaçmaları ise günler sürmüştü.

Morph adamları takip etmedi. Hızı yavaşça azaldı ve annesinin yanına geldiğinde durdu. Vücudu tam olarak annesine dönük değildi. Gözlerinin kenarından bakıyordu yere düşmüş yığına. Göğsünden hala kan boşalan kadın daha o yanına gelmeden ölmüştü bile. Elleri serbestçe iki yanına düşmüş, göğsünün üzerinde dolanan sarı buklelerinin ucu kanla kaplanmıştı. En sevdiği mavi elbisesi korkunç görünüyordu.

‘Kan çok insafsız.’ Morph’un aklından geçen ilk düşünce buydu. Annesinin özene bezene diktiği ve her türlü dış etkilerden koruduğu mavi elbise, kendini bilmez kan sürüsü tarafından saniyeler içinde harap olmuştu. Morph sırtını annesinin hizasında ve karşısındaki duvara dayadı ve yavaşça kendini yere bıraktı. Annesinin gözleri hala açıktı ama içlerinde yaşam kıvılcımı yoktu. Hiç yanmayacaktı.

Morph yerden bir taş aldı ve elinin tersiyle sektirmeye başladı. üç kere sektirebildi. Sonra taş düştü. Tekrar aldı ve tekrar sektirdi. Bu böyle devam etti.

Artık havanın soğumaya başladığını düşündüğünde etraf kapkaranlık olmuştu. Halbuki maddi dünyaya dair hatırladığı son izlenime göre zaman şu an öğleni biraz geçmiş olmalıydı. Zaman ona oyun mu oynuyordu?

Oynasın.

Telefonunu çıkardı ve ambulansı aradı. “burada yardıma ihtiyacım var.” Üstü dudağını kaşıdı. “yolda bir ceset buldum…”

***

Doluydu. Hırsla, intikamla doluydu. Taşarcasına, boğulurcasına doluydu. Duyguyla yüklüydü. Ne demişti İdrak, ‘duygular. İrade ve aktive enerjisi duygularda yatar, unutma.’

Ne yapmalıydı şimdi? Ona ne olacaktı? Annesinin olmadığı bir hayat düşünemiyordu. Babası zaten o küçükken ölmüştü. Annesi onun tek varlığı, nesnesiydi. Bu dünyada bağlı olduğu tek şey.

‘neden ağlamıyorum?’ bu soru onu tatmin etmedi. ‘lanet olsun… neden en azından üzülmüyorum?’

Yoktu. Merhamet, hüzün, özlem yoktu. Korku yoktu, vicdan yoktu. Sadece vahşetin alevlerinden yükselen ve ancak tanımlayabileceği bir duygu vardı: İntikam…

İntikam gözlerini dağlamış, kalbini askıya almıştı. Mantığı alevler içerisinde yanıyor, ölümcül duygu onu kendine çalışması için zorluyordu. Düşünemiyordu. İçi tam anlamıyla yanıyordu. Öfkesi kendini korkuttu, ama korkmasına daha da öfkelendi ve öfkesi intikam ateşini harladı. İntikam. Dillendirebildiği ve tek anlam yükleyebildiği kelime…hayır kelime değil kavram, buydu. İntikam. Odak noktasıydı o. Yaşamın merkezi. Evrenin kuralları oradan konulmuştu ve o duygunun merkezinde Tanrı’nın çekimini hissediyordu.

Işık gözlerini kamaştırmaya başladığında anladı ne olduğunu. Önceki belirtiler; beynindeki acı sinyalleri ve ateş, intikamın salvosu içinde yolunu bulamamış ve mantığa uğramadan işlevini görüp sönmüştü. Ama gözlerindeki ışık aydınlanmanın habercisiydi. İdrak yakınlarda değildi. O olduğu zamanki huzurlu vakıf oluştan eser yoktu. İdrak duyguları paylaşır, sırları ortaya çıkarırdı. Berraktı o.

Oysaki bu duyguyu ilk kez deneyimliyordu. Oluşum aşamaları farklıydı bir kere. Bu duygu İdrak’ın aksine kaos doluydu. Morph’un düşündükçe midesi kalkıyordu. Duyguları ve deneyimleri paylaşmak yerine, itiraz kabul etmeksizin merkezine, benliğine çekiyordu insanı. Bu bir aydınlanmaydı. Kesindi bu. Ama daha önce geçirdiği aydınlanmalara benzemiyordu. Ve içinde bir yerlerde eğer bu aydınlanmaya uğrarsa eski benliğine sahip olamayacağını biliyordu. Aydınlanma sırasında bir şey bırakacaktı benliğinden, ya da bir şeyler katılacaktı ona. Bu belirsizdi ama olacağı kesindi.

Aydınlanma başladı. Aydınlanma süreci vaat ettikleri ile uyuşuyordu. Morph takip edemedi. Etmedi. Kontrol etmeye çalışmadı. Sadece duygularında bir çıkış yolu buldu ve bıraktı duyguları içinden akıp gitsin.

Öyle yaptılar. Zaman geçtikçe Morph hafiflediğini hissetti. Zamanın farkındaydı, ki bu iyi bir şeydi. Zira hala kuralların işlediğinin bir göstergesiydi bu. Yaşıyordu.

Aydınlanma başladığı hızla bitti. Morph gözlerini hafifçe araladı ve göz kapaklarından içeri giren ışığı bir süre reddetse de en sonuna içeri kabul etti. Yerde olduğunun ayrımına o zaman vardı. Başı fena halde zonkluyordu. Ama o kadar rahattı ki! Duygularından arınmıştı. Evet. Olan şey tam olarak buydu işte. İntikama dair hiçbir şey hissetmiyordu. Hafiflemişti. İçini her nasılsa aydınlanma sırasında boşaltmıştı. İlk tahmin ettiği şey gerçek olmuş, benliğinin parçasını, vermekten son derece memnun olduğu büyük bir parçasını vermişti. İntikam hissi bitmiş, fakat buna bağlı olarak hüzün ve acı dönmüştü. Ama nasıl?

Morph odanın diğer ucuna baktı ve neden olduğunu anladı.

Dudakları titreyerek, cevabını bilse de soruyu sordu. “Kimsin sen?”

Aynadaki yansıması kadar kendisine benzeyen adam cevap verdi. “Ben İntikam’ım.”

***

Morph karşısındaki ‘kendi’ne baktı. Düşünceleri hızlı şoklar halinde aklından geçip gidiyor, ne yaptığına dair bir iz bile bırakmadan kayboluyordu. Sakin olmaya zorladı kendini. Fiziksel dünyaya odaklanmaya çalıştı ve nesneleri inceledi.

Ev aynıydı. Halının konumu, televizyonun yeri, kotluların birbiriyle yaptığı açı… her şey aynıydı.

Daha sonra karşısındaki adamı inceledi.

Kendisi gibiydi işte. Aynı kahverengi saçlar, aynı çıkık elmacık kemikleri, aynı karakteristik burun. Yüzündeki hemen her şey aynıydı… gözleri hariç. Mavi gözlerin yapısı ve rengi bire birdi. Ama içlerindeki ifade onları en farklı kişiden bile farklı kılıyordu. Morph biliyordu ki dışarıdan herhangi birine bu adama benzediğinden fazla benziyordu.

Adamın gözlerinde intikamdan başka bir şey yoktu.

Morph biraz düşününce bir kişinin gözlerinde intikamı nasıl görebildiğini merak etti. Daha önce farklı adam ve kadınların gözlerinde çeşitli ifadeler görmüştü. Öfke görmüştü, zeka görmüştü, hayranlık görmüştü, kıskançlık görmüştü, korku görmüştü… ama ilk kez birinin gözlerinde İntikam’ı tanımlıyordu. Sorunun kendisinde olmadığını, balıkların suda yaşadığı bilgisi kadar iyi biliyordu. Sorun adamdı. Adamın kokusu bile intikamı çağrıştırıyor, bakışları intikam vaat ediyordu. Kendininkine eş ses tellerinden çıkan aynı sesi bile o kadar farklıydı ki. Adamın sesindeki intikam duygusu başka hiçbir izlenime yer bırakmıyordu.

Doğru tanım buydu. Adam söylemişti işte.

O İntikam’dı.

“Beni çağıran sen misin, Ademoğlu?”

Morph tekdüze bir sesle cevap verdi. “evet.” Artık emindi. Artık ne annesinin acısı ne de dünyanın mantığında açılan gedik onu rahatsız ediyordu. Gülümsedi. Gülümsemesi tatminle parıldıyordu. “Başardım.” Dişlerini göstererek açıkça güldü. “İdealar Dünyası’ndan bir fikir çağırdım!”

“beni kontrol edebilir misin, Ademoğlu? Buna gücün yeter mi?” diye sordu soğuk ses.

Morph çenesini kaldırdı. Gözlerinde mutlak bir hakimiyet vardı. “evet.”

İntikam’ın yüzünde beliren gülümseme çöldeki şelale kadar aykırıydı. “güzel.”

***

“iki tane adam. Biri uzun diğeri daha kısa. Siyah ceket giyiyorlardı. Bir tanesinin kanlı bir gömleği olması muhtemel çünkü kanla kaplanmış bıçağı koynuna saklayıp kaçtı.”

İntikam soğuk gözlerinde ifade olmadan baktı. “tariflere ihtiyacım yok Ademoğlu. Onların nerede olduğunu uzuvlarımın konumu kadar kesin olarak biliyorum. Unuttun mu? Onların yarattığı intikam duygusuyla çağırdın beni. Kısmen onlara da bağlıyım.” Morph’un gözleri kısıldı. Bunun üzerine İntikam yine o yakışıksız gülümsemelerinden birini bağışladı. “merak etme. Onların emri altında değilim. Ben senin fikrinim. Ben senim. Ve onlar benim elimde ölecekler. Senin elinde. İntikam gerçekleşecek. Bu yüzden buradayım değil mi?”

Morph kafasını yavaşça aşağı yukarı salladı. “kuşkum yok.” Pencereye doğru yürüdü ve batmak üzere olan güneşin son ışık tutamlarını yakaladı. “ne zaman olacak bu?”

İntikam duygudan yoksun, ya da sadece intikam hariç diğer tüm duygulardan yoksun sesiyle cevap verdi. “Ne zaman istersen.”

Morph bir süre cevap vermedi. Son birkaç gündür başından geçen olayları düşündü. Acı istemiyordu. Acının anısı yine içini yakmaya başlamıştı. Bu kesinlikle çekindiği bir şeydi. Bunu İntikam’a da belirti. “Acı duymak istemiyorum. Tekrar o dipsiz çukura düşmek, bir aydınlanma uğruna dahi olsa vücudumun iradem altından çıkmasını istemiyorum. Kontrol istiyorum. Yalnızlık, boşluk istiyorum. Eğer biri bunları işgal ederse ölecek. Senin,benim, bizim elimizle.” İntikamla göz teması kurdu. Zordu ama gözlerini kaçırmadan İntikam’a bakmayı başarabildi. “ Ve senin buraya gelme sebebin, annemin katilleri… adamlar bu gün ölecek.”

İntikam başını aşağı yukarı salladı. “Ölecekler öyleyse.” Morph’la olan göz kontağını korudu. “Ölmeden önce duymalarını istediğin bir şey var mı?”

Morph tekrar pencereye döndü. “Hayır. Sadece öldür. Vahşice. Acı duysunlar. Acı duymalarını istiyorum. Ama hemen ölmesinler. Kendi ölümlerinin farkında olarak gebersinler.” Dişlerini sıkarak kendine hakim oldu. Birkaç kez sertçe nefes alarak solunumunu düzene soktu. “Sadece öldür. Bu kadarı kafi.”

“Pekala.” Tam kapıdan çıkacaktı ki son bir şey eklemek üzere döndü. “Benim görüşümün farkında olacaksın. Her zaman kafanda bir yerlerde, bir fikir, açığa çıkarılmayı bekleyen bir düşünce olacağım. Sana bağlıyım. Bunun anlamı, istersen benim gözümden olayları görebilirsin. İstersen onları beraber öldürebiliriz. Veya benim Fikir’imi görmezden gelerek hayatına devam edebilirsin. Bu sana kalmış.”

Morph cevap veremeden odadan çıktı.

***

Zihinleri birdi. Duyguları-ya da duygusu mu demeliydi, çünkü tek bir duygu vardı; İntikam- birdi. Amaçları birdi. Morph İntikam’dı. Ama İntikam kendinden ödün vermemişti. İkisinin bileşiminden elde edilen şey yine intikamdı. Arada bir şey değil.

Fikir oluşturulurken insan etkendir ve fikir ona göre şekillenir. Ama fikir artık ortaya çıktıktan ve olgunlaştıktan sonra insan ona uymaya ve doğrularını ona endekslemeye başlar. Yakın ve uzak tarihte de böyle vuku bulmuştur olaylar hep. Fikir üretilmiş, fikri yaratan ona şekil vermiş ve karakter kazandırmıştır. Fikir onu yaratan akıldan bağımsız olduğunda, ters şekilde fikir insanları şekillendirmeye başlamış, her toplumdan onlardan habersizce bünyesine bir şeyler atmış, adeta bilinçli bir varlık gibi büyüyüp zamanı geldiğinde sönmüştür.

Savaşlar fikirler uğruna çıkmıştır. Barışlar, ateşkesler fikirlerin uğruna yapılmıştır. Dünya fikirlerin etrafında şekillenmiştir. Fikirler çatışınca insanlar da çatışmış, fikirler uyuşunca insanlar kardeş olmuştur. Fikirler dünyanın mutlak hakimi olmuştur.

Ta ki insan bunu fark edene kadar. İşte o zaman hakim fikrin ölümü gerekir. İşte insan o zaman karşıt fikri oluşturulur. Eski fikir yeni fikirle çatışır. Eski fikir yenilir ve yeni fikir dünyayı kendi çevresinde şekillendirir, bir gün yeni bir fikrin de kendisini alt edeceğini bilerek…

***

Olaylar çabuk gelişti. İntikam adamlara bağlıydı gerçekten de. Onları hemen buldu. Kırık dökük bir çatısı olan bir evdeydi adamlar. Onların kardeş olduklarını o zaman anladı Morph. Evin içinden gülme sesleri ve bir bebeğin ince mırıltıları geliyordu. İntikam kapıyı çaldı. Şen şakrak bir kadın açtı kapıyı.

“Kime bakmıştınız?”

İntikam kadını elinin tersiyle duvara yapıştırıp içeri girdi. “İşim senle değil. Eğer karışmazsan yaşarsın.” Salona yürüdü.

İçeriden kaba bir erkek sesi “Kimmiş hayatım?” diye sordu. Morph sesi tanıdı. Annesini öldüren adam.

İntikam-Morph- içeri girince adamların gözleri fal taşı gibi oldu. Uzun olan adam-kucağında bir bebek vardı- “sen…sen o çocuksun. Kadının çocuğu.”

İntikam sadece “Neden?” diye sordu ilgiden bağımsız bir sesle.

Kısa olan adam ayağa kalktı. Temkinliydi. Yakınlarda bir silah olduğunu iç güdüsel olarak anladı İntikam. Kısa olan adamsa İntikam’ın mükemmel sezgilerinden habersiz, hala onu aldatmaya çalışıyordu. Zaman kazanmak için konuştu. “Paraya ihtiyacımız vardı evlat. Herkesin paraya ihtiyacı vardır, ha? Kişisel bir şey değildi. Annen de parayı vermek istemedi. İnan bana buna mecbur kalmak beni çok üzdü.” Boynunu ileri uzatarak kapıyı görmeye çalıştı. “Yanında polis falan getirmedin, ha?”

İntikam harekete geçti.

Morph kendi vücuduna-aslında elbetteki vücut kendine ait değildi, ama zihni o bedendeydi ve bir aşinalık hissi barındırıyordu- şaştı. İntikam öyle hızlı hareket etti ki, daha kısa adam bıçağını çıkaramadan sağ eliyle adamın bileğini tuttu ve diğer eliyle bıçağı kaptı. Şaşkınlıkla bir inilti dahi koyamadan pürüzsüz bıçakla adamın boğazını kesti. Boynundan kan boşalan adam yere düştü. İntikam hala koltukta oturmakta olan uzun adama döndü.

“dur…dur. Bebek…onun babasıyım. Babasız büyümesini istemi-“ bıçak bebeğin üzerinden aşırdı ve adamın savunmasız göğsüne indi. Kalp kasları yırtıldı ve adam saniyeler içinde öldü.

“Hayır!” kadın ayılmıştı ve şimdi içerideki manzarayı görmüştü. Dehşetle açılan gözlerinde bir çok ifade vardı. En ağırı ise inkardı. “hayır…” diye fısıldadı. “ne yaptın sen?” gözlerindeki ifade isterik bir hal aldı ve çığlıklar atarak İntikam’a doğru koşmaya başladı. “Katil!”

Kadın İntikam’a bir tokat savurmak üzere ellerini açtı. Ama İntikam iki kere uyarmazdı. İlk ikazı basitti. Bana dokunmazsan ölmezsin. Kadın anlamamıştı. Öyleyse kadın ölecekti.

İntikam kanlı bıçağı elinde ustaca döndürdü ve ölümcül bir hızla kadının boğazına sapladı. Tam nefes borusunun üzerine. Kadın bir süre anlamsız homurtular çıkardı ve bir kan denizinin içine düştü.

Bebek çığlık çığlığa ağlıyordu. ‘bebeği öldürmek merhametlice olurdu’ diye aklından bir düşünce geçti Morph’un. Ama İntikam’ın cevabı basitti. ‘Ben merhamet bilmem. Ben zalimlik bilmem. Ben acıyı bilmem. Ben mutluluğu bilmem. Benim varoluşumun tek bir sebebi vardır. O da İntikam.’

Morph salt anlayışı tattı. İlk kez bu kadar net bir şekilde İntikam’ın yapısını kavradı. O bir fikirdi, bir insan değil. Bu kadar basitti işte. Aralarında bir fark vardı ve o fark tüm farkların toplamına eşitti.

O bir Fikir’di.

***

Son olayın üzerinden bir hafta kadar geçmişti. O gün okul rutinini bozmayarak sıkıcıydı. Tek eğlencesi öğrencilerin davranışlarından psikolojik çıkarımlar yapmaktı. Gözlemlemek. İşi buydu. Tek bir bakışta hangi kızın hangi erkekten hoşlandığını, hangi öğrencinin hangi sınavdan kaç aldığını, hangi çocuğun dün gece ailesiyle tartıştığını anlayabilirdi. Bir yetenekti bu. Çoğu zaman işine yaramayan bir yetenek. Öyle ki müdür ona doğru hızlı adımlarla burnunu şişire şişire yürüyerek gelirken ters bir şey olduğunu anladı ama bunu düzeltecek malzeme yoktu elinde. Anlamakla kaldı.

“Morph odama gel.” Sesini zor sakin tuttuğu belliydi. Morph çaresiz, odaya doğru yürümeye başladı.

Müdür masasının tepesinde sabırsızca bekliyordu. “Efendim?”

“öğrencilerden biri konuştu. Yakalandın.”

“anlamadım.” Gerçekten anlamamıştı. Hani diğerleri tarafından sevilmezdi de, bu kadar kızılacak bir şeyin sebebi olan dedikoduya mahal verecek bir şey yaptığını da hatırlamıyordu.

“Okula uyuşturucu soktuğunu öğrendik… Sus-“ Morph ağzını açınca hemen müdahale etmişti.” Sakın itiraz etme. Bu iddiayı yaklaşık yirmi kişi destekledi. Hermen başta olmak üzere hepsi nasıl okula uyuşturucu soktuğunu anlattı. Onlara satmak istemişsin, almayacaklarını söyleyince de tehdit etmişsin.” Ayağa kalkarak heyula gibi tepesinde dikildi. “Annen öldü, anlıyorum evlat. Ama bu şartlar altın daha fazla okulda tutamam seni. Bu günden itibaren süresiz olarak okuldan uzaklaştırılacaksın.”

“Ama efendim-“

“Kapa çeneni ve işi burada bırakıp polisi de bu olaya muhatap etmediğime şükret. Şimdi defol. Ve bir daha da okulun çevresinde dolaşma.”

Morph kanın beynine sıçradığını hissetti resmen. Kendini sessiz bir şekilde odadan çıkmaya zorladı ama eklemeden terk edemedi odayı. “Büyük bir hata yapıyorsunuz. Ve yemin ederim ki bu hatanız karşılıksız kalmayacak.”

Kapıyı kapattı. Müdür bir şeyler bağırıyordu. ‘sen beni tehdit edemezsin’ tarzında şeylerdir herhalde, diye bir düşünce geçti Morph’un aklından.

Sınıfta çantasını toplayıp okulun bahçesine çıktı ve çıkış kapısına doğru yürümeye başladı. Öfkeden kuduruyordu. Öfkesini saçması gerekiyordu. Yoksa ölecekti. Kelimenin tam anlamıyla. Dışarıdan en kadar saçma gözükse de, eğer öfkesini dışarı yansıtmazsa kendisine bir şey olacağını düşünüyordu. Bahçede bir grup öğrenci toplanmış kendi aralarında kıs kıs gülüyorlardı. Morph Hermen’i tanıdı. Ölümcül bakışlarını üzerine dikmekle yetindi ve yanından geçti. Eşek şakası. Okulun en popüler çocuğu Hermen okul başladığından beri ona düşmandı. Nedenini hiç anlayamamıştı Morph ama Hermen’in ondan ölesiye nefret ettiğini biliyordu. Bir kez onu arkasından konuşurken yakalamıştı. Kızın biri ona neden Morph’tan haz etmediğini sormuştu. Hermen de ‘Tam olarak açıklayamıyorum ama o çocukta garip bir şey var. O yanımdayken kendimi çıplak hissediyorum. Bana baktığında hiçbir sırrımı ondan saklayamayacağımı düşünüyorum. Ben ne yaparsam yapayım hep benden bir adım önde sanki…’ Piç kurusu. Kendi kuruntuları yüzünden şimdi Morph okuldan atılıyordu. Hermen’in her sırrını bildiği de yalan değildi aslında…

Hermen arkasından seslendi. “Nedenini merak etmiyor musun?”

Morph ilk kez gelecek hayali kurarak hafifçe gülümsedi. “Sebebini yakın zamanda doğru kişiye açıklayacaksın, şüphen olmasın.” Hermen’in güleç suratı asıldı ve gergin olmadığını göstermek için başarısız bir kahkaha girişiminde bulunarak tekrar arkadaşlarının yanına döndü.

Hermen’in cenazesinde herkes onun bir hafta öncesinden öldüğü güne kadar, sanki hep biri onu takip ediyormuş gibi gergin olduğunu söyleyecekti…

***

Malum olanı uzatmaya gerek yok. Aralarında müdüründe bulunduğu otuza yakın kişi İntikam tarafından katledildi. Polis tarafından incelenen bu olayda birbiriyle bağlantılı bu kadar kişinin (hepsi aynı okuldaydı) hangi ortak sebeple geçmişlerinin birleştiğini bulmak zor olmadı. Hemen tüm birimler en büyük şüpheli-aynı zamanda uyuşturucudan da aranıyordu- Morph’un peşine düştü. Ama çocuk etrafta değildi. Yer yarılmıştı da içine girmişti sanki.

***

Morph dehşet içindeydi. Nasıl bu duruma gelmişti? Neler yaşamıştı son zamanlarda böyle? Rüya olmalıydı. Değil miydi? Rüya olsundu. Annesi neredeydi? Ölmüştü! Annesi ölmüştü!

Bunun idrakına yeni vardığını fark etti Morph ve ağlamaya başladı. “Tanrım! Al canımı! Al!” elleri şişene kadar yeri yumrukladı. Kanlı ellerini üzerine sildi ve terk edilmiş apartmanın bodrum katından dışarı açılan pencereye yürüdü. Ay ışığı. Çok parlaktı. Ayın ışığından korktu. Işığın, onun kirli ruhunu ortaya çıkaracağını düşünüyordu. Kimse görmemeliydi onun içini. Kimseye güvenemezdi. Sadece kendisi.

Ama artık ondan da şüphelenmeye başlamıştı. Kendisinden! Tüm hayatı boyunca tek dayanak noktası olan benliğinden! Morph kafasını duvarlara vurmak istiyordu ama henüz bile bile ölüme gidecek kadar körelmemişti duyuları. Hala farkındaydı. Beynindeki o kaşıntı hala onun buralarda bir yerde olduğunu söylüyordu.

Morph dışarı çıkmaya korkar olmuştu. Polis yüzünden değil. Öfkesi yüzünden. Öfkelenmekten korkuyordu. Çünkü biliyordu ki eğer öfkelenirse birileri ölecekti. Ne kadar kolay! Eğer öfkelenirse insanlar ölüyordu. Tek tek kazanılmış deneyimler yok oluyordu. Sırf o öfkelendi diye. Artık buna bir son vermeliydi.

İntikam’ı çağırdı. İntikam her zaman ki gibi çağrısına uydu. Morph kısa ve özdü. “Bunu durdurmanı istiyorum.”

“Neyi?”

“İntikam almayı.”

İntikam bir süre tepki vermedi. “Bu nefes almamayı istemek kadar saçma. Benim yaşam gayem bu. Ben İntikam’ım.”

“İnan bana zerre kadar umurumda değil. Hemen bu işi bırakacaksın. İntikam yok. Anladın mı? İntikam yok. Terk et bu dünyayı, idealara dön, doğruna dön, cehenneme git! Lanet olası, git buradan!”

“Ah… ama yanılıyorsun. Ben ideaları hiç terk etmedim, Morph. Biz fikirler siz insanlar gibi mantığın kanunlarına uymak zorunda değiliz. ‘Ben’ uymak zorundayım ama İdealar Dünyası’ndaki Fikrim aynı anda birden çok yerde bulunabilir.

Ve tekrar ediyorum. Bu benim yaşam amacım. Eğer intikam almazsam, ben olmam. Anladın mı?”

“Daha fazla intikam almayacaksın.”

“Biliyorsun ki alacağım.”

“Düşmanım mı olmak istiyorsun, İntikam?” soğuk bir sesle sordu Morph.

“Öyle bir amacım olmadığı gibi, kaçınmak için de yapacağım bir şey yok.”

İntikam sözünü bitirir bitirmez, Morph kolunun yeninde sakladığı bıçağı açığa çıkardı ve beceriksizce İntikam’a savurdu. İntikam kolayca Morph’un bileğini yakaladı ve bükerek bıçağın bir tangırtıyla yere düşmesini sağladı. Bıçak yere düşünce bir yumrukla Morph’u yere serdi. “Haddini aştın ademoğlu. Bil ki İntikam alınacak ve sen de artık benim hedefimsin. Bir seferliğine kendim için intikam alacağım.” Morph’un ölümcül olduğunu bildiği yumruğunu kaldırdı. Ama harekete geçmedi. Bir süre sonra “Eğer seni hemen şimdi öldürürsem, adil bir dövüşte ölmüş olursun. Ve bunun adı da intikam olmaz.” Yumruğunu indirdi ve ışık hızıyla gözden kayboldu. Geriye sadece Morph’un zihninde yankılanan soğuk sesler kalmıştı: “İntikamım için bekle.”

***

Morph umutsuzdu. Tamamen dibe batmıştı. Kudretli düşmanlar edinmiş ve hayata karşı büyük kayıplar vermişti. Annesi…annesini aklından çıkardı. Bu onu zayıf düşürmekten başka bir işe yaramazdı. Odaklanmalıydı.

Morph ölmemeye ve İntikam’ı bu dünyadan sürmeye karar verdi. Ama nasıl? Eğer hemen bir çaresini bulmazsa İntikam’ın onu öldüreceğini biliyordu. Kısa bir zamanı vardı. Hala zamanı olduğunu biliyordu çünkü intikamla hala zihin bağları vardı. İntikam’ın hedefi şu anda başka birisiydi. Adını hatırlamadığı birinin intikamı peşindeydi. Morph böyle bir canavarı nasıl dünyaya getirdiğine hayret etti. Nasıl bu kadar aptal olabilmişti? Nasıl bu kadar kibirli olabilmişti? Ama her şeye rağmen kendini affetmeye hazırdı. Tek yapması gereken ölmemekti…

Bir fikre karşı nasıl savaşabilirdi? Morph kafasını yumrukladı, saçını başını yoldu. Nasıl? Bir fikre karşı nasıl…

Bir süre durdu ve düşünceyi tarttı. Daha önce neden düşünememiş olduğunu fark edince şaşırdı. Oysa o kadar göz önündeydi ki. İdrak. Yine mi onunla irtibattaydı? Evet…kafasının içi anlamlandıramadığı seslerle doldu. Bir sürü vızıltı. Binlerce ağızdan çıkan fısıltı. Bir süre sonra Morph onların tek bir şey söylediğini duydu. Aynı kavram farklı zihinlerce zikrediliyordu. Kavradı. Ve artık onun da zihni fısıldıyor, zihinler denizinde kendine bir yol çiziyordu. Kavram. Ona yardım edecekti.

Morph’un zihni huşu içinde haykırdı: “Şövalye.”

***

İntikam sarışın kadını izliyordu. Kadının güzel olup olmadığını bilmiyordu, çünkü insan ölçütlerinden anlamazdı. Ama her geçenin gözlerinin kenarıyla kadını süzdüğünü görünce güzel olması gerektiğinde karar kıldı.

Ne garip yaratıklardı insanlar. Güzel, iyi, kötü, İntikam, cesaret…. Sayamayacağı kadar çok fikri barındırıyorlardı küçücük varlıklarında. Sabit değildiler. Sürekli değişiyorlardı. Değişim Fikri’nin dünyada ne kadar etken olduğunu ilk kez kavradı. ’Değişim’ idealarda çok az görünürdü. Her zaman tek başına dolaşırdı. Nedenini hep merak etmişti İntikam. Artık anlıyordu. Burada ona daha fazla yayılma imkanı vardı. İnsanların değişme iç güdüsü, değişimi kendine çağırıyor, onlara hizmet etmeye zorluyordu. Hatta dünyada değişim hakkında ünlü bir söz bile söylenmişti: “Değişmeyen tek şey değişimin kendisidir.”

İntikam zihninin çok az bir kısmını bu tür düşüncelere ayırmıştı. Büyük bir kısmı ise dikkatle önünde salına salına yürüyen kadındaydı. İntikam güneşe baktı.

Zamanı gelmişti.

Kadın tenha bir sokağa dalınca hızlandı. Ölçülü ve dengeleri adımları kadınla arasındaki uzaklığı anında yarıya indirdi. Bir süre sonra o mesafenin de yarısı kalmıştı. İstese intikamını kadın daha ne olduğunu anlamadan alabilirdi. Ama bilerek ayakları yere vurdu.

Kadın hemen döndü. İntikam’ın (tabi o sadece 17-18 yaşlarında bir genç görüyordu) kendisine dik dik baktığını görünce irkildi. “bir şey mi vardı?”

İntikam sadece “neden?” diye sordu.

Kadın suratını buruşturdu. “ne neden?”

“neden kocanı aldattın?”

Kadının ağzı şaşkınlıkla açıldı. “sen…kim…nasıl… sen kimsin?”

“ben İntikam’ım.”

Kadın yine suratını buruşturdu. Duruşundaki dengesizlik aşikardı. İntikam üflese düşecekti. “deli misin be adam? Git buradan, yoksa yemine derim öyle bir çığlık atarım ki, tüm semt buraya toplanır.”

İntikam zayıflığı görünce anlardı. Kadının sesindeki hafif titrekliği sezdi ve anında hareke geçti. Bıçağını sağ elinden sol eline attı ve aralarındaki kısa mesafeyi gözle görülemeyecek bir hızla kat etti.

Ama tam kadına bıçağı saplayacakken iki şey birden hissetti. İlki bir süredir zihninin arkasında kendini belli etmeyen kaşıntıydı. İntikam yakınlarda eski bir dostunun olduğunu anladı. Ama buna pek önem vermedi. Çünkü ikinci hissettiği şey daha da tanıdıktı. Uzun bir zaman ve mekana yayılmış ilişkinin hatırası doldurdu içini.

İntikam madde düzleme küfretti. Çünkü duygular ve fikirler o kadar karışıktı ki, benliğine sızan farklı bir fikri hissediyordu: Korku. Varoluşunun ezelinden beri ilk kez korkuyordu İntikam. Ve bu hiç hoş bir his değildi.

Saldırısını geri çekti ve arkasını da kollayarak savunma pozisyonu aldı. Kadınsa hiçbir şeyin farkında değildi. Sadece karşısındaki genç adamın bıçak çektiğini fark etmişti ve bir çığlık koyuverdi. Ama bir süre sonra korkusu dindi. Korku yerini öyle güzel bir huzura ve güvene bıraktı ki huşu içinde iç geçirdi. Sırf o değil, İntikam da etkilenmişti bu yeni akımdan. Ama ters yönde. Bu çok kötü bir şeye işaretti onun için. Hemen kaçabileceği olasılıkları değerlendirdi. Fıldır fıldır gözleri ara sokağı araştırıyor en kısa boşluğu bulmaya çalışıyordu. Hemen birkaç metre ötesinde, duvarların arasındaki bir insanın geçebileceği genişlikteki deliği fark etti. Gözleri telaşla son kez arkasına baktı ve çatlağa doğru koşmaya başladı. Ama koşusu kısa sürdü. Bir an sonra kendiliğinden durdu.

Yenilmişti.

Karşısında yakışıklı bir yüze sahip-evet,İntikam bile bunun farkındaydı-geniş omuzlu, uzun boylu ve zırhlı bir adam duruyordu. Yüzü kendisini yüzüne eşti ama çok daha değişikti. Dikkatli bakan biri yüz hatlarının ve gözle saç renginin aynı olduğunu söyleyebilirdi ama kimse onların ilk bakışta yüzlerinin eş olduğunu anlayamazdı.

Adam konuştu.

Elleri kılıcının kabzasındaydı ve Sesi öyle güven verici ve güçlü çıkıyordu ki, İntikam sadece ses tonundan karşısındaki adamın amacını anlayabilirdi. Derin ve bariton sesi çok yüksek değildi ama dünyanın karşısındaki bir ülkedeki bir adamın bile dikkatle dinlerse sesi duyabileceğini hissetti. Kelimeler varlığından bir şeyleri kopararak adlı ondan.

“ Ben, İyilik’in şampiyonu, Masumların koruyucusu, Tanrı’nın kılıcı, Şövalye’yim. İntikam; Seni tüm iyilik fikirlerinin verdiği hakla yargılıyorum ve suçlu buluyorum. Buraya adaleti sağlamak için gönderildim. İstersen diz çök ve kaderini şerefli bir şekilde kabullen ya da dövüşmeye hazırlan.” Kılıcını kınından büyük bir şangırtıyla çekti. “Öyle ya da böyle, Adalet sağlanacak.”

***

Morph da huşu içinde titredi. Olayı yakındaki bir binanın çatısından izlemesine rağmen İyilik Fikir’inin gücü onu olduğu yere mıhlamıştı. Adam karşılığı İyilik olan her şeyi temsil ediyordu. Gururlu ve karakteristik yüzünde kötülere ölüm, iyilere ise sonsuz bir merhamet vardı. Çelik zırhı gün ışığında parlıyor, uzun kılıcı azametine azamet katıyordu.

Fikir öylesine güçlüydü ki Morph’un beyni iyilik dışında bir şey düşünemiyordu. Zaten onu seçmesinin sebebi de kudretiydi. İntikam’ı yenebilecek bir Fikir’e ihtiyacı vardı ve tam zamanında İdrak’ın sözünü hatırladı: “…fikirler arasında bir Tanrı olan İyilik…” Bir diğer Tanrının da kötülük olduğunu tahmin etmişti Morph. Ve intikam da Kötülük’ün bir alt fikri olduğu için elindeki tek seçenek olan İyilik’i çağırmıştı madde düzleme.

Şövalye’nin derin sesi tekrar ona ulaştı. Bu kez yanındaki sarışın kadına hitap ediyordu. Kadının önünde hafifçe eğildi ve “Leydim, birazdan burada işler kızışacak. Sizi bu olaya şahitlik etmek zorunda olduğum gerçeği beni kahrediyor. Ama Kötülük dünyada dolaştıkça huzur bulamayacağım. O yüzden size tüm taziyelerimi sunar ve tekrar affınıza sığınırım.” Dramatik konuşmasını bitirdi ve kılıcıyla İntikam’a selam verip ona doğru kararlı adımlarla yürümeye başladı.

İntikam ise hala bir kaçış yolu arıyordu ama o da biliyordu ki İyilik’ten kaçış yoktu. Bir tanrıdan kaçamazdı. O yüzden kendini Şövalye’nin önüne attı ve “sizden af diliyorum Şövalye.” Dedi. “sonsuz merhametinizden bana da bir pay var mı?”

Şövalye’nin yüzü yumuşamadı. Aksine daha da sertleşti. “ bende kötülüğün döllerine karşı merhamet yoktur, İntikam. Bilmez misin bunu?”

İntikam dişlerini sıktı. Son ve umutsuz bir deneme yaparak bıçağını Şövalyenin suratına fırlattı. Fakat Şövalye’nin elleri hızla hareket etti ve kılıcının düz tarafıyla bıçağı sektirdi. “yine şerefsizliği seçtin ve zaten mecbur olan adaleti daha da mecbur kıldın.” Kılıcıyla adamı son kez selamladı ve hücum etti.

İntikam çok hızlıydı. İç güdüleri ve çevikliği yetişkin bir insanı onun yanında bebek kadar aciz bırakıyordu. Aynı zamanda kuvvetliydi de. Morph onun çıplak elle demiri bükebileceğinden emindi. Gözleri avını deler, manevi olarak hasara uğratırdı. Elleri ve hızı ise avını ölüme kavuştururdu.

Ama İntikam bir insanın yanında ne ise, Şövalye İntikam’ın yanında on beteriydi. İntikam kendini savunamadı bile. Şövalye mükemmel bir hız ve dengeyle saldırdı. İntikam ilk saldırıyı karşılamak için elini kaldırdı ama bir an sonra bir daha saldırı karşılayacak bir eli kalmayacaktı.

Daha kaybolan elin acısına varamadan uzun kılıç imkansız bir açıyla döndü ve İntikam’ın boynunda temiz bir çizik açtı. Kan boşalırken İntikam yere yığıldı.

İntikam’ın maddi düzlemdeki avatarı ölmüştü. Bu kadar kısa ve basitti işte.

Morph sevinçle haykırmaktan kendini alamadı. Hemen aşağı, İyilik’in yanına koştu. Kadın ve Şövalye’nin arasına girdi. “teşekkürler Şövalye. Size sonsuza kadar minnettar kalacağım.” Anın atmosferiyle Şövalye’nin önünde diz çöktü. Kendini orta çağdaki bir kahraman gibi hissediyordu. “size sonsuz kez müteşekkirim.”

Şövalye ona döndü. Azameti yakındayken kat kat artmıştı. Zırhının ışığından Morph’un gözleri kamaştı. Uzun boylu adama hayranlıkla baktı bir süre ama bir şeylerin yanlış gittiğini anlaması uzun sürmedi.

Şövalye konuştu. “Morpheus Cendal, dünyaya hakkın olmadığı halde fikirleri çağırdın ve hem ideaları hem de kendi dünyanı hüsrana uğrattın. Ayrıca otuza yakın kişinin de ölümünden sorumlu tutuluyorsun. Seni tüm İyilik fikirlerinin bana verdiği hakla yargılıyor ve suçlu buluyorum.” Kılıcını kaldırdı ve selam verdi. “ İstersen diz çök ve kaderini şerefli bir şekilde kabullen ya da dövüşmeye hazırlan. Öyle ya da böyle adalet sağlanacak.”

Morph yerinde dondu kaldı. Hiçbir şey düşünemiyordu. Gözlerini fal taşı gibi açarak hem kendisininkine eş hem de son derece farklı yüze baktı. Öylece. Anlamsızca. Ama biliyordu ki o İyilik’ti. O bir fikirdi. O Morph’dan kat kat üstündü.

O ölmüştü.

Kılıcın inişini yavaş çekimde gördü.

Ölmedi. Hala kılıç yavaş çekimde iniyordu üzerine. Şaşkınlıkla etrafına baktı. Kendisi son derece hızlıydı. Ağzı bir karış açıldı. Kadının gözlerini açışı bile uzun sürdü. Kısa bir orantı kurarak kılıcın boynuna inmesi ona göre bir saat falan süreceğini hesapladı.

Ve Morph anlamaya başladı. İnce bir erkek sesi “çabuk ol Morpheus. Onu daha fazla tutamam. Tek avantajım onu gafil avlamış olmam. Yoksa İyilik’in rakibi olabilecek biri değilim ben. Ama ona yakın sayılırım.”

Morph arkasından gelen sesin sahibine baktı. Adam geniş siperlikli fötr bir şapka takmıştı ve yüzü karanlıkların altında gözükmüyordu. Krem rengi pardösüsünün uçları yerleri süpürüyor sağdakileri hızla uzaklaştırırken sol tarafındaki tozları ağır çekimde oynatıyordu. Sesindeki kibir hissi aşikardı. “kimsin sen?”

Adam sırıttı. “Ben Zaman’ım.”

Dünya tepetaklak oldu.

***

Morph Zaman Fikir’in neden olduğu bir takım olaylar sonucu burada olduğunu kestirebildi. Gerçekliğe tutunamıyordu, çünkü ortada bir gerçek yoktu. Her şey karmakarışık, her şey düzensizdi.

‘Kaos bu mu?’ diye düşündü istemsizce. Kaos buysa ne olduğunu hiç tahmin edememişti. Kaosun ayrımına varamıyor, nerede başladığını nerede bittiğini kestiremiyordu.

Bir süre amaçsızca dolandı çöl gibi bir yerde. Güneş yoktu, sıcaklık yoktu, susuzluk yoktu, acı yoktu, his yoktu… neresiydi burası?

Sessiz sorusuna tanıdık bir ses cevap verdi. “burası imgelemler,klişeler dünyası. Ya da senin bildiğin adıyla; İdealar Dünyası.”

Morph karşısında ansızın beliren yüze baktı. “İdrak,” diye belirtti onu hatırladığını göstermek için. Nasıl unutabilirdi ki hayatını mahveden bu Fikir’i? “ben nasıl geldim buraya?”

“Seni alması için Zaman’ı gönderdim. Kibir de diyebilirsin. Çünkü Zaman kısa bir ‘süre’ önce Kibir fikrini yendi ve onunla bütünleşti.”

“anlamadım.”

“Ah. Anlamanı beklemiyorum zaten. Sadece şöyle aklında kalsa yeter; İdealar Dünyası’nda fikirler sebep olmaksızın karşılaşır ve savaşırlar. Yenen fikir yenileni kapsar ve onu benliğinde özümser. Yani kazanan Fikir artık hem kendini hem de yenilen Fikir’i temsil eder.”

“Sanırım anlıyorum.”

“Güzel. Şimdi beni izle. Bu dünyada kaybolup, bilincini yitirmen olasılığı oldukça muhtemel. Sakın benden ayrılma.”

Morph’un ikinci kez uyarılmaya ihtiyacı yoktu. “buraya neden Klişeler Dünyası dedin?”

“çünkü burada her şey saf ve ilk haliyle bulunur. Burada kahkaha atan kötü adamlar, bile bile ölüme giden şövalyeler vardır. Burada, sizin dünyanızın aksine sıkılmak yoktur. Bir fikir sonsuz kez kullanılsa bile klişe olmaz. O hep orjinaldir. Oysaki sizin dünyanızda bir fikrin klişe yaftasını yemesi için kaç kere kullanılması yeterlidir? İki mi? Üç mü?” omuzlarını silkti.

Morph cevap vermedi ve İdrak’ın ardından yürümeye devam etti.

Acaba planı neydi bu ‘adam’ın? Neden kendisini kurtarmıştı? Neden İyilik gibi Tanrısal bir fikirle ters düşmek pahasına ona yardım etmişti?

Kimse onu, bunun karşılıksız yapıldığına inandıramazdı. Morph ne zaman olduğunu bilmiyordu ama bunun karşılığının elbet bir gün isteneceğini biliyordu.

Ama ne yapabilirdi ki? Şimdilik önüne bakmalı ve ilk önceliği olan yaşamaya odaklanmalıydı.

Bir ‘süre’ yürüdüler. Morph düşüncelerine dalmıştı. Düşünceleri öylesine somut geliyordu ki ona. Bunun nedeninin Düşünceler Dünyası’nda olduğuna bağladı.

Bir kıkırdama üzerine tekrar önüne baktı ve şaşkınlıkla durakladı. Karşısında İdrak yerine bir Soytarı vardı. Rengarenk elbisesi ve boyalı suratı ona bakıyor, yüzünün yarısını kaplayan ağzı ve beyaz dişlerini sergiliyordu. “merhaba Ademoğlu. Yolunu mu kaybettin?”

“hayır-evet…sanırım. İdrak nerede? Ve sen kimsin?” onun hemen iyiliğin güçlerinden biri olacağı ihtimalini düşündü ve aranıyor olması bu olasılığı güçlendirdi. Ne fikriydi bu? Adalet falan mı? Ya da Dürüstlük?

“İdrak’ın nerede olduğunu ben de bilmiyorum.” Durup dururken ve nedensiz yere bir kahkaha patlattı. “ben Eğlence’yim. Sizin dünyanızda oldukça popüler bir fikir, ha?”

“sanırım.”

Eğlence bir iki adımda ona ulaştı ve kolunu Morph’un omzuna attı. “Eh, İdrak burada olmadığına göre, görünen tek ev sahibi olarak sana dünyamızı ben tanıtmalıyım.” Morph’la beraber yürümeye başladı. “burayı çok seveceksin.” Bir kahkaha daha. Morph irkilince “kahkahalarıma alışsan iyi olur. Bil ki benim olduğum yerde, onlardan bolca vardır.”

Uzunca bir yürüyüş oldu. Soytarı her önüne gelen fikri tanıtıyor, özelliklerini anlatıyor ve üzerlerinden espri yaparak onları küçük düşürmeye çalışıyordu. “hey Savaş, bak burada kim var.” Savaş fikri koca gövdesini ve çatık kaşlarını Morph’a çevirdi. Morph adamda bir gerginlik havası ve adrenalin hissini yakaladı. Elindeki 38 kalibre silahı ustaca bir poligona doğrultmuş tam isabetli atışlar yapıyordu. Morph kan kokusunu duyar gibiydi. Söylenmese bile tanırdı bu yaralı ve sert yüzü.

Savaş ona cevap vermedi. Ve öfkeli öfkeli bakmayı sürdürdü. Soytarı devam etti. “hey sakin ol koca adam. Beni o silahla vuramazsın. Yoksa unuttun mu?” ellerini yüzüne maske gibi kapattı ve sadece iki gözü için aralık bıraktı. “Bu maskenin ardında bir düşünce , bir fikir yatıyor ve Fikir’ler kurşun geçirmezdir.” Öyle bir kahkaha attı ki Neredeyse soğuk kanlı olan Savaş bile irkiliyordu. Neredeyse. Soytarı karnını tuttu ve zar zor konuşabildi. “Fikir. Anladın mı? Ha?” kimse tepki vermeyince somurttu. “Kahrolasıca V! Bu sözü önce ben bulmuştum ama o sırada Zaman Fikir’i yanımda değildi. Şanssızlık işte.” Üzerindeki tozu silkeledi. “neyse. Kendine iyi bak koca adam. Sakın kendini vurma. Anladın mı? Kendini.” Bir kahkaha salvosu daha. Bir süre sonra tekrar yola çıkmışlardı.

Bir başka Fikir’in yanından geçtiler. Fikir’in kendisi bir tahtta oturuyordu. Altın işlemeli ve desenlerle kaplı büyük bir taht. Çevresindeyse ufak fikirler büyük olan fikre yalakalık yapıyor ve gözüne girebilmek için sürekli çalışıyorlardı. Eğer biri hafif bir yelpazeyle tahtta oturan fikre hava üflerse, Büyük Fikir ödül olarak küçük fikre gümüş ve zümrüt işlemeli bir yelpaze veriyordu. Küçük Fikir’se sevinçle ödülünü kabul ediyor ve yeni ödülünü kullanarak, başka ödüller kazanmak için adamı daha büyük bir şevkle yelpazeliyordu. Ama farkında değildi ki, yeni ödülü eskisinden daha ağırdı ve kollarını daha çabuk yoruyordu. Ama o gücü bitene kadar bunun farkına varamayacaktı. Yüzündeki ifade yeni ödüllere açtı. Hep daha fazla hizmet edip daha büyük ve daha ağır ödüller alacak, ve aldığı ağır ödülle yenisini alabilmek için canla başla çalışacaktı. Ama hiçbir zaman ödülünün kendisine değil, tahttaki adama yarar sağladığını anlamayacaktı. Bu hep böyle devam edecekti. Ta ki Küçük Fikir dermansız kalana dek.

Tam o sırada uzun yıllar hizmet etmiş Küçük bir Fikir gücünün son dalmasını da son bir yelpaze sallayışına harcadı ve yere yığıldı. Büyük Fikir yere düşen Küçük Fikir’e baktı ve yanındakilere kaşlarını çatıp uzun yıllar kendisine hizmet etmiş fikri işaret ederek onu götürmeleri söyledi. Hizmet etmeye hevesli Küçük Fikirler hemen yere düşen, bitmiş Fikir’i yaka paça tutup uçurumdan aşağı attılar. Aşağı atılan Fikir ölmeden biraz önce bile hala endişeli gözlerle son ödülüne bakıyor, onu gözetmeye çalışıyordu. Büyük Fikir yerdeki süslü yelpazeyi aldı ve arkasında iştahla bekleyen bir Küçük Fikir’e fırlattı. Küçük Fikir onu hevesle yakaladı ve zafer edasıyla Büyük Fikir’i yelpazelemeye başladı. O da biraz önce aşağı atılan fikrin bir zamanlar düşündüğü gibi hiç bir zaman yorulmayacağını düşünüyordu.

Soytarı Morph’un yanına gelerek “Daha demin aşağı atılan Yardım Fikir’iydi. Onu uçurumdan aşağı atmak için en önde koşansa Masumiyet’ti. Şu yeni afili yelpazeyi alan fikir de Sadakat.” Bir süre Sadakat’i eleştirel bir biçimde inceledi. “Sence de yüzünden sadakat akmıyor mu?” diye sordu hevesle çalışmaya başlamış Sadakat için.

“şu tahtta oturan Büyük Fikir kim peki?”

“ha, o mu? Ben ona Bay Duygusuz diyorum. Ama sizin dünyanızda onun adı, Kapitalizm’dir.”

Yürümeye devam ettiler. Bir süre yürüdükten sonra karşılarına genç bir Fikir çıktı. En azından fiziksel görünüşü gençti. Derbeder bir hali vardı ve sanki tüm dünyanın yükü omuzlarındaydı. Ama gözlerinde her şeye rağmen umut ve inat ifadesi vardı. herkes saygıyla onu izliyor ve şu kelimeler yineleniyordu dudaklarda. “sana istediğini veririz ama son işi sen yapmalısın. Bunu ancak sen yapabilirsin-“

“bunu yapmalısın-“

“tüm umutlar sana bağlı.”

Morph soru sorarcasına bakınca Soytarı onu da kısaca tanıttı. “bu Seçilmiş Kişi. Tüm dünyanın kaderi onun ellerinde, Karanlık Lord dünyayı tehdit ediyor ama o sadece sessiz sedasız bir yaşam istiyor falan filan.” Morph gözlerini devirince “Buraya boşuna Klişeler Dünyası demiyoruz.” Diye ekledi. “Eğer burada göze batmak istemiyorsan klişe olmalısın.”

“Ne?”

“yani eğer biri sana ‘sevgi neydi?’ diye sorarsa, ‘sevgi emekti.’ diye cevap ver.” Soytarı sevinçle kahkaha attı ama Morph espriyi anlamamıştı. Kafa yormadı.

Biraz daha ilerde bir Fikir Kalabalığı vardı. Otuzdan fazla fikir toplanmış ve farklı bir dilde tartışıyorlardı. Morph anlamayarak Soytarıya baktı ama onun da pek bir şey anladığı söylenemezdi. “lisan farklı, ne dediklerini çıkaramıyorum. En iyisi bir çevirmen bulalım.” Biraz etrafına bakındı ve bir fikri gözüne kestirip ıslık çalarak onu yanına çağırdı. “hey çevirmen, bize ne dediklerini bire bir çevir lütfen.”

Çevirmen kafasını olur anlamında salladı. “sağdaki adam diyor ki, ‘ben varım da siz neden böle olmak ha? Haksız be değil canım? Sen düşünüyorsun ne? Ben olmak Bilim Fikir’ soldaki de diyor ki, ‘sen olmaksa Bilim, ben varım olarak Özgürlük. Sen kim ki, beni azarlamak?’ şimdi konuşansa diyor ki-“

Soytarı çevirmeni durdurdu. “dur be adam dur. Ne kötü çevirmensin sen. Adın ne senin?”

“Altı Kırkbeş.” Diye cevap verdi.

“neden doğru düzgün çeviremediğin anlaşıldı. Ola ki ileride yayımcılık işine atılmayı düşünürsen, sana bir dost tavsiyesi, atılma!”

Onları da geride bıraktılar ve uzun bir zaman boyunca kimseyle rastlaşmadan yürüdüler. Soytarı sonunda durdu. Morph’a döndüğünde yüzünde eğlencenin kırıntısı dahi yoktu. “Morpheus.” İlk kez ona tam adıyla sesleniyordu. “Peşindeki çok kudretli bir Fikir. İyilik’in şampiyonunu sakın küçümseme. Buralarda da fazla kalma. Kısa zaman içinde varlığını bu düzlemde hissedecektir ve burada sizin dünyanızda olduğundan bile kat kat güçlüdür.” Morph’a sır verircesine yaklaştı. “eğer ondan kurtulmak istiyorsan, onu madde düzlemde yenmelisin. Ama onu bu halinle yenemezsin ve çağırdığın fikirler üzerinde de pek hakimiyet sahibi olduğun söylenemez. Düşünmeni istiyorum. Madde düzlemde onu durdurabilecek tek fikri ve kısa zaman önce durdurmuş fikri düşün. İdealar Dünyasının işleyişini hatırla. Tartışma başlat.” Morph hiçbir şey anlamamıştı. Suratından da belli olmuş olacak ki, Soytarı “dediklerimi zamanla anlam kazanacaktır, sen sadece onları unutma, o kadar.” Bunu söylerken de eline bir hançer iliştirdi. Gözlerini ileriye dikti ve kıstı. “O da kim? İdrak mı yoksa?”

Morph hemen arkasını döndü ve İdrak’ı ona doğru yürürken buldu. İdrak onu görünce ifadesiz yüzü aynı kaldı ama sesi biraz değişmişti. Korku mu? “Nerelerdeydin, Morph? Şövalye seni yakaladı zannettim.”

“bilmiyorum. Bir an önümde yürüyordun ve bir kez daha baktığımda kaybolmuştun. Neyse ki Eğlence, buldu beni-“

“Eğlence mi? O da kim?”

Morph göstermek için arkasını döndü ama Soytarı orada değildi. “daha demin buradaydı…her neyse. Bir fikir o da. Bana buraları gösterdi.”

İdrak düşünceliydi.

“ilk kez Eğlence diye bir Fikir duyuyorum.” Dedi yanındaki pardösülü adam. Morph onu o an fark etti. Bu kendisini Şövalyeden kurtaran Zaman’dı.

Soytarı ne demişti? ’Madde düzlemde onu durdurabilecek tek fikri ve kısa zaman önce durdurmuş fikri düşün.’ Zaman pekala Şövalyeyi durdurmuştu.

‘İdealar Dünyasının işleyişini hatırla.’ İdrak ona yenen fikrin yenilen fikri kapsadığını ve özelliklerini aldığını söylemişti. Şimdi kendisi de İdealarda olduğuna göre o da bir fikirdi….

‘Tartışma başlat’. Tartışma. Fikirlerin çatışması. Morph ironiyi o zaman anladı. Fikirler üzerinde hakimiyet kuramıyordu. İntikam bunun güzel bir örneğiydi. Öyleyse o özellikleri kendisine almalıydı. Gideceği yol önünde apaçık belirdi. Hafifçe gülümsedi.

“Neden gülüyorsun?” diye sordu İdrak, uzaklara bakan Morph’a.

Morph “hiç,” dedi. “Soytarı geliyor da.” El salladı uzaklara doğru. Bunun üzerine iki Fikir de arkasını döndü ve Soytarı’yı görmeye çalıştı.

Zaman aldatıldığını, ancak hançer boynunu keserken anladı. Ölmeden önce duyduğu son şey bir Soytarı’nın kahkahasıydı.

***

Morph pardösüsünü düzeltti. “Benden korkmana gerek yok.” Sarı gözlerini kırptı. Zaman’dan kalan bir özellik.

“Senden korkmuyorum, Morpheus. Sana saygı duyuyorum. Sende görünenden çok daha fazlası var.”

Morph deneme amaçlı çevresindeki zamanı büktü ve memnuniyetle gülümsedi. İşi hemen kapmıştı. İşte bu yetenekti. “ve çok daha fazlası olacak.”

“Fikir avına mı çıkacaksın?” morph evet anlamında başını salladı. “kendine çok güvenmeye başladın. Sen Zaman’ı kapsamadan önce o Kibir’i kapsamıştı. Kibir’in kontrolü ele geçirmesine izin verme. Çünkü artık Kibir senin de içinde akıyor.”

Morph kahkaha attı. “benim irademin derinliklerinin farkında değilsin. Beni kimse kontrol edemez. Kimse.” Fötr şapkayı taktı başına. Artık tamamen Zaman’a benziyordu. “Şövalye kiminle aşık attığını anladığında onun için çok geç olacak. Onu da kapsadığım da sıra Doğru’ya gelecek…”

“yavaş ol, Morph” İdrak bu kez sertti. “doğru kapsanamaz. Bunu anla. Tamam mı? Bu en büyük kuraldır. Sakın bunu aklından çıkarma.”

“Kurallar değişebilir.”

“Bu kez değil.”

“Göreceğiz.”

Devam edecek…

Fikir Adam” için 4 Yorum Var

  1. Oldukça başarılı bir öykü. Bu ayki seçkide one çıkan eserlerden. Uzun diye okumamazlik etmeyin okurlar, aman diyeyim hahah:)
    Saka bir yana, kalemine saglık dost.

  2. Son gunlerde okudugum en guzel hikayeydi.Ozellikle alti kirk bes esprisine cok guldum:)) Daha onceki seckilerde ya yoktunuz ya da ben sizi goremedim, yenisiniz sanirim.

    Oykunun icerigine gelicek olursak;
    Yaraticiliginiz tek kelimeyle harika. Felsefi yonu cok kuvvetli bir insan degilim, ilk sayfalardan pek birsey anlayamadim dogrusu.Olay orgusunu cok iyi kurmussunuz ozellikle son bolumleri bir cirpida gectim. Gercek hayata yaptiginiz gondermeleri agzim acik okudum desem yalan olmaz.
    Kaleminize saglik…

  3. Çok başarılı bi öykü. Daha önceden okumaya üşenmiştim şimdi okudum ve daha önceden okumadığıma pişmanım. helal emuk.

  4. Diger yazilarinizi okuduktan sonra bunu okumazsam ayip olur diye dusundum.Beni hakli cikardiniz diyebilirim.Daha fazla yazi bekliyorum sizden , kaleminize saglik.

Bir Yorum Yap

E-posta adresiniz yayımlanmayacaktır.Yıldızlı olan alanların doldurulması zorunludur. *