Öykü

Kuzey Yıldızı

Olaylar başladığında yedi yaşındaydım. Bir sabah, hiç alışık olmadığımız seslerle uyanmıştık. Sesler o kadar şiddetliydi ki, annem can havliyle beşikte yatan Seyid’i kucağına alırken, bende dizinin dibinde tozlu penceremizden koşuşturan adamları seyre koyulmuştuk. Bit gibiydiler. Sokağın her köşesinden çıkmaya başlamışlardı. Ellerinde kocaman silahlar, olur olmaz ateş ediyorlardı. Tozlu pencerenin ardında bizleri fark etmemeleri şanstı. Biz olup biteni seyrederken, babam kapıda elinde ekmekle belirmişti. Onun da kömür karası gözleri, korkuyla bakmıştı.

Anneme doğru eğilip, “Seyid ve Samet’i alıp hemen evden çıkmalıyız.” diye haykırmıştı. Annem ne olduğunu anlamış, sanki bu sahneyi daha, önce bir yerlerde yaşamış gibiydi. Ve bizleri toparladı, babamın arkasına sığınarak deli divane koşturmaya başlamıştık. Plastik terliklerimin arasına giren taşlar, topraklar canımı acıtsa da, koşmaktan bunu dile getirecek gücüm kalmamıştı.

Ne kadar gitmiştik bilmiyorum ama önüne geldiğimiz beton evin kapısını, babam can havliyle çalmaya başladığı anda kapı açılmıştı. Koyu siyah sakalları, göğsüne kadar inen adam hemen bizi içeriye almıştı. Karısı ve çocukları bizim gibi ürkmüş, hazırda bekliyorlardı. Hiç konuşmadan, adamın eşliğinde evin bodrum katına indiğimizde, hava alınacak tek bir delik olmadığını, çocuk aklımla odaya göz gezdirdiğimde anlamıştım.

Bodrum katında hava alacak tek delik olmasa da, iki aileye yetecek erzak toplanmıştı. Sanki büyükler ne olduğunu biliyorlardı ama biz çocuklardan saklamışlardı. Şimdi düşününce haklıydılar, kendileri ürkmüşken, çare bulamazken bize ne anlatacaklardı? Bizde büyüdükçe yaşadıkça öğrenecek, şimdi olduğu gibi anlatacaktık. Kimimiz ders verdiğimiz öğrencilere, kimiz çocuklarımıza, torunlarımıza…..

Günlerce bodrum katında birbirimize tutunarak yaşamayı, pisliğimizden utanmadan birbirimize sarılmaya öğrenmiştik. Bir gece herkes uykuya çekildiğinde anneme, “ Anne ne zaman gökyüzünü tekrar görebileceğiz, ne zaman topraklı yollarda misket oynayacağım, ne zaman okuluma giderken cebime koyduğun şekerleri yiyebileceğim ?”

Annem sakince saçlarımı okşayıp, sanki zor durumda değilmişiz gibi, “Çok yakında Sametcim. Kuzey ışıklarına doğruna gideceğiz.”

“Kuzey neresi anne?”

“Kuzey yıldızı çok parlaktır Samet, Onu takip edeceğiz ve kuzey ışıklarına gidip huzuru bulacağız.”

Annemin dediği gibi olmuştu. Bir gece yarısından sonra, ter kokuları içinde, insan seli halinde bir kamyonette ne kadar gittik bilmiyorum ama içimiz dışımıza çıkana kadar Kuzeye gelmiştik. Bizi birileri çağırmıştı, biz umutlarla gelmiştik.

Ne değişmişti? Sadece silah sesleri yoktu, okul yoktu, yarım kalan plastik terliklerle beton duvarlar arasında para dilenmekten başka çare bırakılmamıştı. Çünkü birileri kendi menfaatleri için savaşmıştı, yenilen biz çocuklar olmuştuk. Kazananlarımız var mıdır? Bilmiyorum…

Pınar Kumsal Başdağ

1975 yılının Ekim soğuğunda dünyaya gelmiş biri olarak, kendimi bildim bileli yazıyorum, okuyorum. Herkesin besin kaynağı vardır, benim besin kaynağım yazmak. Yolda yürüyen kadınlardan herhangi birinin önünü kesip, çantasına baksanız kadınsal her türlü malzeme vardır. Benim çantama baksanız, cüzdan, not defteri ve kalem dışında bi rde evimin anahtarlarından başka bir şey bulamazsınız.

Kuzey Yıldızı” için 1 Yorum Var

  1. Merhaba. Sanırım bu yazdıklarınız bir yerde güncel eleştiri niteliği taşıyor. Fakat gerek anlatım tarzı gerekse de hikâyenin derinliği iyi olamamış.

    Aslında ifade etmeye çalıştığınız anlam gayet anlaşılabilir. Güzel bir kurgu içerisinde detaylarla süslemiş olsaydınız sanırım çarpıcı bir şeyler ortaya çıkabilirdi.

Bir Yorum Yap

E-posta adresiniz yayımlanmayacaktır.Yıldızlı olan alanların doldurulması zorunludur. *