Öykü

Mor Baykuş – Grinin Ortası

Gökyüzünün rengi akıyordu.

Mavi ve beyaz, katmanlar halinde yavaş yavaş yeryüzüne akıyordu. Sonra hızlandı. Bulutlardan şeffaf değil de kar beyazı damlalar dökülüyordu yeryüzüne. Mavi ve beyazın değdiği bütün renkler değişiyordu. Alacalı bulacalı hale geliyordu her şey. Ağaçlar, evler, hatta deniz.

Sahilde oturanların hiçbiri farkında değildi. Elinde elma şekeri bulunan kız, sevgilisinin gözlerine dalmıştı. Bir şeyler anlatıyordu sevgilisi, hiç susmadan. Gülümseyerek elma şekerini çevirdi elinde. Dondu bir an gözleri ellerinde. Az önce kırmızı olan şeker garip bir renkteydi. Kollarına uzanan gömleğinin bembeyaz dantel parçaları da. Eliyle silmeye çalıştı üzerini. Islak bile değildi üzeri. Elinin de farklı bir renk almaya başladığını fark ettiğinde çığlık çığlığaydı. Dünya renk karmaşasındaydı.

Elinde sapan olan bir çocuk, renk karmaşasına uğramamış mor bir baykuşun peşindeydi. Ölesiye öfkeli olan çocuk ciğerlerinin patlayacak derecede yorulmasına aldırış etmeden koştu da koştu. Baykuşun renkleri neden değişmemişti? Elinde sapanıyla alacalı taşları art arda havaya atıyordu. Fark etmeden eline gri bir taş almıştı. En iyi atışını yapmak için geriledi, derin bir nefes alıp ileri atıldı. Taş yukarı çıktı çıktı çıktı. Mor baykuşu teğet geçip bulutların arasına girdi.

Gri taş, bir yere çarptı. Küçücük taşın çıkardığı ses, dünyayı sarsacak kuvvette olmuştu. Aslında sesin sebebi taş değildi. Çarptığı şey, gökte asılı bir şatoydu. Gri şato. Bayrağından kapısındaki kilide, toprağından taht odasındaki avizelere kadar griydi. Taşın değmesiyle, bulutlar açılıp şatonun bütün görkemini dünyaya sunmuşlardı. Gri ışıklar parlamış, havai fişek gösterisine benzer görüntüler gökten yeryüzüne iniyordu. Her bir parıltı, renk karmaşasının üzerinden geçip her şeyi griye çeviriyordu.

İnsanlar panikleyerek oradan oraya koşuyordu. Vücutlarında renk haricinde bir değişimin olmadığını fark etmeleri uzun sürse de yavaş yavaş sakinleşmeye başladılar.

Şatonun surlarında kukuletalı bir kadın duruyordu. Başlığını geriye itmesiyle, ellerinin boynunun yüzünün, vücudunun tamamının kurumuş çimento gibi olduğu fark ediliyordu. Yüzünde çarpık gri gülümsemesiyle insanları izliyordu.

Elinin kalkmasıyla, davullar çalmaya başladı. Şatonun dört kulesinin sekiz kapısından ayrı ayrı yönlere doğru davullar çıktı. Kukuletalı kadın, elinde küçük bir defle yürümeye başladı. Bir adım atıyor durup define vuruyor, bir adım daha def. Bir adım, def. Şatoyu ortaladığında küçük bir mürverin önünde durdu. Elini tekrar havaya kaldırdı. Baştan aşağıya zırhla kaplı askerler, bembeyaz bir kadın heykelini şatonun surlarına dayadı. Gözleri ‘biliyordum’ der gibi donuktu. Kukuletalı, beyaz kadının başındaki kurumuş çiçeklerden tacı aldı eline. Katıksız griye dönen tacı, mürvere astı. Elindeki defi başının tam üstüne getirip bütün kuvvetiyle vurdu. Beyaz heykeli, askerler havada asılı duran şatodan boşluğa bıraktılar. ‘Güle güle Beyaz Tanrıça,’ dedi kukuletalı Gri Kraliçe Ardin.

Beyaz Tanrıça’nın bedeni yeryüzüne inerken boşlukta savrulan herhangi bir nesne gibi değildi. Heykel gibi hiç değildi. Süzülüyordu. Süzülürken bedeninde kaskatı kesilmiş her bir nokta açılıyordu. Ellerini zarifçe iki yana açtı. Çenesini boğazına iyice dayadı, havada bir balerin gibiydi. Yavaşça parmaklarının ucunda basarak yere indi. Hala baştan aşağıya beyazdı.

Mor baykuş Tanrıça’nın etrafında uçmaya başladı. Bir bülbül olsaydı, en güzel şakımasıyla dolanırdı tanrıçasının etrafında. ‘Ah benim mor güzelim. Teşekkür ederim her şey için. Sevgili Mişa’n burada işte. Ama savaş daha yeni başlıyor, dikkatli olmalısın,’ derken baykuşun başını okşuyordu. ‘Şimdi benden bir haber götürmelisin Kukuletalı Ardin’e. Baykuş, Mişa’nın sözünü ikiletmeden şatoya yöneldi. Bulutların arasından geçerken fabrika dumanın içinden geçiyor hissi berbattı.

Şatonun etrafında turlar atarken Ardin, mürverin başında voodoo bebeğiyle oynuyordu. Ardin dövmeli ellerinin üzerinde mor parıltıları görünce bir an sendeledi. Başını hemen yukarı kaldırdı. Bebeğine daha fazla sarılırken askerlerine seslendi. ‘Çabuk şu yaratığı öldürün. Griden başka hiçbir renk hüküm süremez dünyada bundan sonra.’ Ardin, avucundaki tozları baykuşun üzerine üfledi. Morun etrafını saran sis yavaş yavaş dağılıp hiçbir etki gösteremedi. Ardin, sinirinden ne yapacağını şaşırdı.’ Bu Mişa’nın bir oyunu olmalı. Demek yaşıyor tanrıça,’ diyerek bebeğin ellerine, gözlerine iğneler saplayıp mürvere astı. Mor baykuş, daha fazla oyalanmadan yeryüzüne inişe geçmişti.

Mişa, avucunun içinden ve göz bebeğinden güçlerinin çekildiğini hissetti. Mor baykuşun döndüğünü görünce biraz da olsa rahatlamış ve gülümseyebilmişti. ‘Ardin elimden gücümü almışken yapabileceğimiz tek bir şey kaldı,’ derken kurumuş otların üzerinde ileri geri yürüyordu. Telaşlı duygu dalgası etrafına yayılırken yüzünde telaştan eser yoktu. Gözlerini kapatırken ellerini havaya kaldırmıştı. Arp çalıyor gibi parmaklarını hareket ettirmeye başladı. ‘Bir kız. Saçları kızıla dönük turuncu. Hafif çekik yeşil gözlerinin altında birkaç çil var. Beyaz teninin yüksek notalarından tarçın kokusu yayılıyor. Bizim bu kıza ihtiyacımız var. Ellerine, gözlerine, hayallerine, renklerine ihtiyacımız var.’ Gözlerini kocaman açan Mişa, baykuşun gözlerine kenetlenmişti. Baykuş kanatlarını iyice açarak, tarçın kokusunun izine düşmüştü.

Sapanlı çocuk, mor baykuşun kendine doğru geldiğini fark ettiğinde onu öldürmekten çoktan vazgeçmişti. Yakalayıp Elika’ya götürmeye kararlıydı. Gri ellerine baktı çocuk. Elleriyle yanaklarını kurularken en çok gözyaşlarının da gri olmasına üzülüyordu. Baykuş, çocuğun omzuna konmuştu. Çocuk sesini çıkarmadan ilerledi. Çalıların arasına geçip yere yapışık tahta bir kapıyı kaldırdı, merdivenlerden yer altına indi.

‘Selam Elyy,’ derken çocuk, Elika, gözleri yuvasından fırlayacak oldu. Mor bir baykuş. ‘Pat, nereden çıktı bu baykuş? Hem de mor!’ Sevecenlikle baykuşa yaklaşan Elika, tüylerin gerçek olduğunu anlayınca çok sevindi. ‘Kendisi buldu beni Elyy. Önce çok kızdım, neden ben griydim ama bu baykuş mor… Öldürmek istedim ama olmadı. Sonra senin çok hoşuna gideceğini düşündüm.’ Pat, baykuştan ilgisini alıp Elyy’nin çalışma masasına yöneltmişti. Bardakların her biri farklı renk suyla doluydu. Onlarca palet ve fırça vardı. Elyy, dünyayı ve renkleri unutmamak için önce duvarları boyamıştı. Göl kıyısında sazlıklar, biraz ilerisinde yeşil çayırların üzeri rengârenk kır çiçekleriyle kaplıydı. Dağların rengi kahvenin birçok tonundayken zirvesi bembeyaz karlıydı. En çok okyanusun renk değişimlerine çaba harcamıştı. Ve güneşin batışına. Ve siyahlar içinde parlayan aya.

Kapının açılma sesiyle iki çocuk da sıçradı yerinde. Elika, ‘başıma ne işler açtın’ bakışıyla Pat’in vücudunu delik deşik ediyordu. Saklanmalarına fırsat kalmadan Mişa belirdi yanlarında.

‘Benden korkmanıza gerek yok. Ben dostum, dost,’ derken Mişa, baykuş Pat’in omzundan Mişa’nın yanına havalandı. Pat ürkek bakışlarını önce Mişa’ya sonra Elika’ya çevirdi. Elika, kendisi gibi Mişa’nın da griden etkilenmediğini fark edince, hiçbir şeye aldırış etmeden eline fırçalarını ve boyalarını aldı. Masmavi gökyüzünün tıpatıp aynısını duvara çiziyordu. Beyaz bulutların şekilden şekle girmesini gözünde canlandırabildiği kadar bulut çiziyordu. Bir bulut Mişa tarafından tavşana benzetilirken aynı bulut Pat’çe bir sapandı. Sessizce benzetmelerini örneklendirmeye devam ederken Mişa bir an sustu. ‘Özlediğini biliyorum Elyy.’ Elika, adının kısaltmasını nasıl bilebildiğine şaşırarak irkildi ama ilgisini boyamadan ayırmadı. ‘Ben her şeyi biliyorum Elyy İsmini de elf olmak istediğini de dünyanın griye boyanma sebebini de…’ Hepsinin bakışları perdenin arkasındaki elflere benzeyen Elika çizimindeydi. Mişa konuşmasına devam etti. ‘Ve dünyanın renklere nasıl kavuşacağını da biliyorum.’ Elika, bir an durdu. Önce Pat’a baktı. Sonra Mişa’ya döndü. ‘Nasıl?’ dedi sadece. Mişa rahat bir nefes alıp ‘Beni boyamalısın. Dünyayı ve renkleri düşündükçe zihninden gözlerine gelen görüntüleri bedenime ve beyaz elbiseme işlemelisin. Ellerim ve göz kapaklarım çok önemli. Onları maviye boyamalısın. Ve saçlarım, mor olmalı.’ Neden diye sormadılar ne Elika ne Pat.

Saatler süren bir boyamaydı. Mişa’nın her bir yanı dünyanın bir köşesiydi. Sırtından saçlarına kadar bir tavuskuşu resmi vardı. Saçları tavuskuşunun en yukarıdaki tüyleri gibiydi. Ayak parmaklarından başlayarak toprağa tutunmuş bitki köklerini çizmişti Elika. Eteklerinin uçlarıysa alev alevdi. Yeşil ormanlar, okyanus, dağlar… Elleri ve gözleri gökyüzüydü. Elbisesinin altından tam kalbinin üzerine geldiklerinde neredeyse tamamlanmıştı çizim. Eline ince fırçalarını aldı Elika. Kahverengi ve siyah boyalara batırdıktan sonra durup Mişa’ya baktı. ikisi de aynı anda ‘Mürver ağacı,’ dedi. Mişa gülümsedi.

Çizim sürecinde Gri Şato, toprağından ve köklerinden başlayarak renkleri düzelmeye başlamıştı. Şatonun rengi düzeldikçe dünya da düzeliyordu. Ardin her tarafa gri sisinden gönderiyor ama hiçbir şeyi değiştiremiyordu. Sisleri avucundan yolladıkça güçten düşüyordu.

Mişa’nın kalbine yapılan mürver ağacı ile Ardin’in yanı başındaki mürver çalısı üzerindeki tesbih, bebek, def gibi eşyalardan silkeledi kendini. Üzerindeki gri sisi de atıp kendi renklerine büründü. Ve büyümeye başladı. Canlanmıştı. En yüksek dalındaki tacın çiçekleri de canlanmıştı. Beyaz bir sis, tacın etrafını kapladı ve yok oldular. Ve Ardin, kurumuş çimento görüntüsünden nihayet kurtulup sis ve toz haline geldi.

Mişa avuçları arasında beliren tacı, Elika’nın başına geçirdi. Artık hareket edemiyordu. Zorlukla ağzını açtı. ‘Çok iyi iş çıkardın Elyy. Dünyayı renklerine kavuşturdun. Hep rengârenk bir koruyucu ol,’ dedikten sonra omzuna konan mor baykuşla beraber hızla duvara sürüklendi. Çarparak durdu ve yalnızca bir çizim olarak duvara mühürlendi.

Pat, şaşkın gözlerle duvara bakıyordu. Elika, başındaki tacı elf heykelinin başına taktı. Çalışma masasına dönüp gri dünyayı çizmeye başladı.

* * *

Elinde elma şekeri olan kız, şekerinden bir ısırık aldıktan sonra heyecanla bir şeyler anlatan sevgilisini izlemeye devam etti. Sevgilisinin omzundaki nereden geldiği belli olmayan çimento tozlarını silkeledi.

Bir Yorum Yap

E-posta adresiniz yayımlanmayacaktır.Yıldızlı olan alanların doldurulması zorunludur. *