Öykü

Tetkik-i Snake

Hiç bir usturanın belirleyemeyeceği kadar keskin hatlarla şekillenmiş koridorda ilerliyorum. Duvarların yapısındaki bu özellik ruhumu bedenimden ayırıyor ve ben bedenimle dümdüz yapı boyunca ilerlerken, ruhum yüzeylere tosluyor, takılıyor, bir türlü yeni düşüncelere ilerleyemiyor. Kendimi yargılıyorum ve her seferinde cezamı tam infaz edecekken daha öte bir yere, daha çok çeşitli işkencelere doğru adım atmış oluyorum. Ortada ne bir ben var ne de bensiz bir şey. Bütün varlığım bizzat kendimden oluşurken suçlarım birikiyor ve ruhum milyonlarca hatanın sorgu kürsüsü haline geliyor. Benim tek sorunum kendim olmam, biliyorum; ve şimdi kendim olmak üzere yeni kurbanıma doğru ilerliyorum.

Bu sözde şatonun zindanlarında bir sürü tutsağım var. Kendi parmaklarımla şekillendirdiğim bedenlerine sahibim; kendi çığlıklarıyla oyduğum ve titrettiğim ruhlarına da… Onlara yaramazlık yapma düşüncesi de benim içimi titretiyor. Yapılarını bozacak, uzuvlarını normalde durmaması gereken şekillere sokup ciğerlerinden asla çıkmamış tonları yakalayarak feryatlarını hücrelerine kazıyacağım.

Dışarıya açılan hiç bir penceresi olmayan bu kale bana ait değil fakat onu canlı ve bu sayede anlamlı tutan her azabı yaratan benim. Duvarlarındaki nemin hemen altında gölgeden dehlizler barındıran bu koridorlara gelen ilk insan olarak, diyarı şekillendirme ve içerisinde yayılacağı ilk çağı belirleme hakkına sahibim. Ve ben en karanlık çağı seçtim.

#

Kendi kendisine ivmelenen ve galaksisinde döne döne ilerleyen bu gezegenin atmosferinde, algılarının ötesinde bir diyara açılan geçit olarak belirdiğimde muhteşem dinginliğimi kavrayamadılar. Onlara göre; hiç bir zorlanma göstermeden çoğunlukla atmosferde ama zaman zaman yer yüzünde ve daha derinlerde yol aldım, tahmin edilemez manevralar yaptım. Bana yaklaşanları yuttum ve varlık diyarına hiç uymayan kanunlarımla kendi hiçliğimi konuşturdum; korkunç yükseklikteki binaları bir anda özümledim, en sert kayaçları deldim, bana yaklaşan bütün canlıların varoluşlarını emdim. Gezegenin neliğine kadar sokulan bu yıkım kanalı onların eserlerine ulaşan yegane aranjman; onlarsa benim eserlerim oldu.

Oysa, gerçeklikte, ben hiç yol almadım; onlar benim çevremde, karmaşık bir yörüngede dolandı; ben hiç kıpırdamadım. Alevden ruhuyla tüneller açan solucan gibi, sonradan geldiğim o diyarda, sadece oluşturduğum kanallarda barınarak yaşadım. Gezegenlerinin benim etrafımda yaptığı düzenli hareketleri kavradıklarında beni de aralarına aldılar, tarihlerini benim üzerimden yazdılar.

Evet, evet! Şu an daha güçlü hatırlıyorum. Ruhum anılarımın kancasını dehlizde çürümüş bu kapıya taktığında, bedenim onun heyecanla koştururken döktüklerini toparlayarak orada duraklıyor. Zihnimde dönüp duran düşünceler sadece geçmişe odaklanmış, o güzel günlerin alevini yeniden serbest bırakıyor. Kapının ardında yaşanan hikayemi dinliyorum, dizginlenemez neşesini derimin üzerine giyiyorum.

#

Her yöne hezeyan içinde koşturdukları ve birbirleriyle bile kaynaşamayıp kayda değer bir medeniyet kuramadıkları çağsızlıkta onları avlamıştım. Benden kaçmak yerine tünellerimi dev borularla karantinaya almışlardı ve medeniyetlerini koca gezegende uzanamayacakları yegane yerin üzerine kurmaya başlamışlardı. Nihai canavara fazlasıyla yaklaşmışlardı. Bambaşka ve daha güçlü bir amacı barındırdığı için onlarınkini eriten asitli soluğumu aralarına üfleyebilmiş ve böylece, her yerlerine nüfuz edebilmiştim. Onlar benim yok ediciliğime temellerini atıp sımsıkı, düzenli şehirler ve zihinler kurmaya çalışırken ben her birisini incelikle, en büyük darbem için şekillendirmiştim.

Her şeyin bitirilip nihayete erdiğini sandıkları anda, tarihin o son noktasının nasıl da dehşet dolu olabileceğini onlara göstermiştim. Ahh! Çığlıklar… Hepsi benim oyunumu takdir için acıyla bağırıyorlar! Minik minik,metanetsiz, fakat bir aradayken dayanıklı olması için tasarlanmış basmakalıp yapılar… Her rengi apayrı bir tonda senfonime katıldığında çok sesli bir macera… Varlıklarına kattığım anlamla arzularımın sınırlarını keşfe çıkıyorum. Nelerden hoşlandığımı ve nerelere ulaştığımı gördükçe minik(!) oyunumda daha yaratıcı oluyorum.

#

Hareketsiz kalmanın sırası değil; özel ilgimi hak eden yeni konuğuma hapsedici bakışlarımla selam vermeli ve yol boyunca hayallerime vadettiklerini o küçücük, loş ve çirkin odada talep etmeliyim. Yine de üzerinde TETRİS yazan kapıdan ayrılırken ruhum biraz geride kalarak geçmişime saygı sunuyor ve birazdan oluşturacağım yıkımın öncekilerden büyük olup olmayacağını gizlice merak ediyor. Ahh! Parmaklarım beklentiyle nasıl da titriyor!

Modernite dedikleri, blokları “doğru” formatta dizerek daha büyük ve daha “anlamlı” yapılar, sistemler oluşturma oyununu kendi zevk kurallarımla oynamış olduğumun bilgisi soluyor. Vücudum beklentiyle titrerken bu sabit duvarlar, algımda, o kadar da sabit olmamaya başlıyor. İçlerine hapsolmuş acıları, çığlıkları ve azap çeken ruhların kalıntıları görünmezleşiyor. Gazabımı kurbanımın teninden içerilerine doğru ittirirken maruz kalacağı ezinçin beklentisi içimden dışarıya taşıyor. Ciğerlerimden fırlayan çığlık, deliliğimin vakarıyla dingince tekrarlanan adımlarımı kamçılıyor. Son birkaç metreyi koşarak alırken, onun adı gözlerime doluyor: SNAKE.

Parmaklarım kapıyı açacak butondaki yerlerine yerleşirken ağzım sulanıyor. Dudaklarımı yalıyor ve havadaki dehşetin sasılığını tadıyorum. Eğlence başlıyor.

#

Bir önceki çağda kendinizi anomaliye teslim ederken, O‘nun zehrinin yapılarınızın atomları arasına nasıl sızdığını gördün. Sizi yıprattı, dayanıklılığınızın sınırlarının ötesinden varlığınızı çürüttü ve sizi kırarak betimlenemez acıların topraklarına sürdü. Tekrar geleceğini biliyorsun. Zamanın kapısının ardından sızacak ve sizi yeniden parçalayacak, hissediyorsun.

Ama, artık O’nun neden o kadar etkili olduğunu anlayabiliyorsun. Çağların değişimini nasıl başladığını, bedenlerinize kuralların ötesinden dokunarak azabı nasıl aktardığını biliyorsun. Güç… Güç önemliydi, mekansal anlamda yayılmak değil, mekanla var olmak ve ona hakim olmak önemliydi. Bu yüzden Güneş’i engellemeye çalışan bulutlar kadar başarısız oldunuz. Direnmeye çalıştığınız her seferinde adeta içinizden geçip irin ve kan kuşanmış elleriyle ruhunuzu kemirdi. Dağılıverdiniz ve o sizin her bir parçanızı sindirdi.

Yine de, gücü gördünüz, değil mi? Size nasıl etki edebildiğini,

tek tek bireylerin yüzeyinde yayılmaya başlayıp bütün bir halka sıçradığında nasıl daha da ululaştığını, kıskaca alan sıra dağlar gibi her yönünüzü sardığını… Acemiliğinden gelen heyecanının yükseldiğini hissediyorsun; onun şiddetine yeterli güçle meydan okuyabileceğini mi sanıyorsun?

İşte, kapı hareket etmeye başlıyor ve yemin içeriye girmek üzere kendisini hazırlıyor. Zihnin sana kendine güvenmekle görevini başarabilecek olmanın farklı şeyler olduğunu haykırdığı halde hedefine odaklanıyorsun. Güç… Ondan daha güçlü olmak için seni yıpratacak, varlığına nüfuz ederek seni yavaşlatacak her şeyden sakınma amacıyla yılan formunu kuşanıyorsun. Bir önceki çağda, bir araya gelerek dev bir bütün olması için düşünülmüş küçük, özgün şekilli blok yapılarda barınan tüm halkını bu dev, mekanik bedene aktarıyorsun. Herkes kolektif bilinçle, koordineli şekilde yapına katılıyor ve özündeki yerlerini alıyor. Peygamberine odaklanmış, tanrısal yayla atılan vahiy gibi sadece hedefine odaklanıyor ve onun dışındakilerle muhatap olmuyorsun. Sadece kendisinden oluşan saf güç… Yalnız başına bu diyarda hayatta kalmak için işkencecinle beslenmeye hazırlanıyorsun.

#

Şatonun oluşturduğu arayüzden çıkıp oyunun içine girdiğimde kontrolüm dışındaki kanunlar bedenimi deforme ediyor. Girmekte olduğum güçsüz forma rağmen buradaki konumumu görmek beni heyecanlandırıyor; her şeye anlam katabilecek kadar merkezi, en basit oyunu bile kumara dönüştürecek kadar muallak…

#

Bu yeni çağın şartları hoşuma gitti; diyara ait olmadığımdan hiçlik olarak tanımlanan bedenim, tükenmeyen gezisinde sonsuz enerji kaynağı oluverdi. Önceki dönemin helezon çizerek ilerlediğini iddia eden yapısına karşın şimdi karşımda doğrusal bir sistem var. Tek bir amaçla hareket edip benim neliğimi kendi belirli yapısına katmaya çalışarak güç alacak. Dev yılan beni yuttukça buranın yerlisi olmayan bedenim pekala sabit bir yurdu olmadığından, geçmişteki hat boyunca, farklı farklı yerlerde çıkarak daha çok beslenip daha çok güçlenmesini sağlayacak. Güzel oyun, güzel oyun. Aydınlığın bütünleyicisi ve anlam vericisi olan karanlık gibi, diyardaki varlığın zıttı olarak ben, oyun var oldukça, zorunlulukla, asla tükenmeyeceğim. Kurucu ve hareket ettirici öğe olarak hiçliğin belirlenmesi ne muhteşem bir ironi!

#

Yerine yerleşirken bütün bedenini arka arkaya sayı alacağın seriler için hazırlıyorsun. Kapı sana tarifsiz işkenceler yapan kişinin arkasından kapanır kapanmaz oyun başlayacak ama sen daha şimdiden, onun varlığı özümleyen gücü boğazın boyunca akıp enerji reaktörüne gidiyormuş gibi hissediyorsun.

Kapı kapanıyor. Sonsuz intikam döngüsünün başlangıç melodisini duymuş gibi oluyorsun. Fakat daha kendinin ilk kıpırdanışında bunun beklediğin gibi olmayacağını anlıyorsun. Geçmişteki dehşetin kolektif hatıraları, şimdiki ile birleşiyor ve bütün vidaların sana ihanet edercesine yerlerinden oynarken panik tüm kontrolünü ele geçiriyor. Enerji sensörleri kendilerinden geçercesine uyarı verirken koca gezegenin tüm halkını içinde çalıştıran bedenin ne yöne atılacağını seçemiyor. Artık, gücün değil, kontrol edilebilirliğinin önemli olduğunu zihnin çığlık atarak sana haykırırken kavrıyorsun. Hastalıklı şekilde ve gizlice öykündüğün O‘nun seni hiç umursamadan yaptıklarına bakakalıyorsun .

Hareketinin ilk anında iki farklı enerji kaynağı algılıyorsun: İlki yeminin içindeki delilikten gelen, diğeri senin yüreğindeki öfkeyle dirimlenen. Biraz daha ilerledikten sonra bedenin kendi üzerine doğru kıvrılıyor ve sen yeminin ziftle kararmış parmaklarını ruhunda hissederken, kaynaklardan hangisini seçtiğini anlıyorsun.

#

Genç çocuk saatlerdir telefonuyla oynuyordu. Hayatının ona yaptığını düşündüğü acımasızlığı o da oyununda canlandırıyor, değerli olduğuna inandığı varlığına yapılan hakaretleri hayatın kuralına uygun görmediği için, oyunları amaçlarının dışında, sapkınca oynuyordu . Bu yüzden, hulyalara daldığı zihniyle açtığı her oyunda birbirine bağlı ama farklı çağlara ait, kişisel sorunlarına dayalı kurgular oluşturuyor ve oyuna dahil olan anomalisini nefret kusmak için yönlendiriyordu.

İçgüdülerince oluşturduğu hayali arkadaşlarından birisinin gaklamasını duydu. Hayatta kalmak için amaçlılıkla bölünen kişiliğinin nasihatleri, etrafında yarattığı kıyameti ona göstererek bilincinde karşılığını buldu: Defalarca oynadıktan sonra, dışarıdan gelip her şeyi başlatan bu anomaliyi yılana nihayet yedirince bir şeyin farkına var dı. Bilinçli bir varlık olarak sadece kendisinin olduğu bu oyunda, sadece kendi kendisini, ruhunu ve zamanını öldürüyor ve çöküntüye giren ruh halini daha da çekilmez kılıyordu. Ona duygulanımlarından oluşturduğu bu katliam alanını gösterdiği için Akbaba‘ya teşekkür etti ve onu daha da büyümesi için beslenmek üzere terk ederek oyun döngüsünü bitirdi.

Selçuk Gökhan Kalkanoğlu

Büyüyünce yazar olacağına kendini inandırmış bir yavrucak. Öykü, çizgi roman, radyo tiyatrosu ve video oyunu alanlarında şansını deniyor. Yaratıcı sohbetten ve güzellikleri paylaşmaktan da çok hoşlanıyor. Yazılarına http://yordamsiz.blogspot.com/ isimli blogunda ulaşmak mümkün.

Bir Yorum Yap

E-posta adresiniz yayımlanmayacaktır.Yıldızlı olan alanların doldurulması zorunludur. *