Öykü

Rakasa

Rakasa’nın asma bahçeleri bu büyük sırla gömülecek karanlığa ve bir gün güçten korkmayan bir ölümlü geldiğinde kendiliğinden açılacak. Duanın başlattığı körlük, dua ile bozulacak. Şimdi karanlığa bizimle birlikte gömül ey sır. Dünya döngüsünü tamamladığında bizimle birlikte tekrar açığa çık.

Rakasa büyük bir ışıkla karanlığa gömüldüğünde kimseler tahmin edemezdi nasıl bir gücün sonsuzluğun kıyılarına sığındığını. Kimseler bilemeyecekti asıl döngünün sahibinin nasıl bir bedende yaşadığını. Tek bir iz kalacaktı geriye, sin’den kopan küçük bir parça. Sahibini bekleyen, zaman denen yalancı dilde.

Kendini bildi bileli şekilli bir bedeni olmamıştı Şimal’in. Ona kimse kadın gözüyle bakmazdı, bir kişi hariç. Doğuştan bir yanık vardı yüzünde. Tanrı sanki tüm acısını ona yaratılışında nasip etmişti. O yangınını yaratılırken yaşamış ve izlerini ömrünü sonuna kadar yüzünde taşımıştı. Bir yanı yanık kırmızı bir yanı buğday rengi yüzü her göreni hayrete düşürmüştü doğduğunda. Bunun yanı sıra sol eli iki parmaktan ibaret olması tamamen bir lanetin işareti gibiydi. Sırtında koca bir kıvılcımın izini taşırdı. Dağlar misali girintili çıkıntılı bir yara izi vardı düşmanın vurmayı sevdiği hançer yerinde. Gözlerinden birinin zamanla neredeyse renksiz olduğu ortaya çıktığında tüm Rakasa halkı haykırdı yaktırın bu ucubeyi. O tanrının bize lanetidir. Eğer ki yakılmazsa tüm belalar üzerimize çullana. Her gün kapılar sarsılıyor, hakaretler ediliyordu. Küçük yarım Şimal hariç herkes düşman kesilmişti bu bedene. Oysa küçük kız bilmiyordu normali. O böyle doğmuştu. Eli yettiğince yarım kalan ağzıyla çarpık gülücükler saçardı annesine. Tutmaya çalışırdı bezden bebeğini. Ama nafile. Babası hükümranın korumasındaydı olmasına ama artık halk çıldırmak üzereydi. Bir de aksi gibi ekinler kuruyup hayvanlar hiç sebepsiz telef olunca Şimal bebekten bilindi kötülük. O Azazel’in gönderdiği bir huzur bozucuydu artık. Babası çaresiz hükümrana çıktı ağlamaklı. Onun en yetenekli yazarı ve kütüphanecisiydi. Bilgileri ilmek ilmek işler, parşömenleri sayfa sayfa toplardı. Sevdiğine dokunur gibi okşar ve saklardı gözünden bile. Bu sebeptendi ki hükümran Aram ayrı bir değere verirdi Göksun beye. Çıktı tahtın yanına değin ve hürmetle eğildi önünde. Anlattı meramını. Hükümranım dedi kızımı azazel bellediler. Öldürecekler tez elden. Kuraklık oncağızdan bilindi. Açlık, telefler ondan. Fakat o sadece yarım hastalıklı bir bebedir. Daha anasına, bana muhtaç. Bir görseniz hiç habersiz yarım bedeniyle oyunlar oynar, konuşmaya yeltenir. Size yalvarırım kızıma bir hal çaresi bulun kıymetlim. Hükümran koyu gri gözleri yerde düşüncelere daldı. Adaleti tam, öfkesi kuvvetli adamlardan biriydi. Halkı için canını ortaya koyanlardan. Yaşı gençti genç olmasına lakin bilgisi kadimdi şimdiden. On sekizine yeni girmişti kavruk teni. Kaftanını savurarak kalktı taht-ı zatından. Adımlamaya girişti odayı. Durdu ve elini çenesinden çekip Göksun dedi. Kızını buraya getireceksin. Onu ikinci evinde büyüt, kütüphanede. Elbet günahsız bir bebenin ölmesine bizim canımız el vermez. Onu seninle, burada büyüt. Tüm bildiklerini öğret ve eğit onu. Burada olduğunu senden ve bizden başka kimse bilmeyecek. Sonra yavaşça Göksun beyin yanına vardı. Git getir kızını dedi.

Göksun yüreğine çöken ferahla koştu evine. Bir gördü ki kapı kırılmış karısı yerde kanlar içinde yatar. Hemen yanına çöktü ve kadınını kollarına çekip ağlamaya başladı. Suay yapma dedi eşine korudum onu. Şu saman küfenin içine koydum. Saldıracaklarını bildim önceden. Yüreğimde gördüm beyim. Kızın küfenin içinde uyur. Götür onu buradan ve iyi bak. Kızın bedenine güneşsiz ama ruhuna nurla doğdu unutma. Bunları söyledikten sonra Suay kocasının kollarında gömüldü ebediyete. Onu evinin bahçesine gömen Göksun Rakasa’nın ilk yangınını çıkardı kendi evinde. Sonra küfeyi sırtladığı gibi bahtsız Şimal bebekle yeni evlerinin yolunu tuttu.

Saraya vardığında acıdan dizlerindeki derman tükenip de yere kapaklandı. Nöbetçiler yetişti kütüphanecinin yardımına. Sırtından küfeyi alırlarken seslendi nefes nefese Göksun, dikkat edin ne olur kızım içinde uyur. Hükümranın huzuruna çıktı dermansız. Hükümran halini gördüğünde bilge hizmetlisinin hemen bir sandalye alıp onu önce rahat ettirdi. Su verdi eliyle. Tüm hizmetlileri tek işaretiyle dışarı çıkardıktan sonra yerde duran küfeye bir bakış fırlattı. Göksun dedi kızın nice oldu. Göksun ağlamaklı küfeyi gösterdi. İçinde, dedi cılız bir sesle. Peki dedi Aram küfeye ilerlerken. Kapağını kaldırıp içinden çıkardı daha yenice uyanmış gözlerini kırpıştıran bebeği. Kollarına alıp bakışlarını bakışlarına diktiğinde içinde akan nehre daldı ruhu, arındı. Sonra istemeye istemeye bu güzellikten kafasını kaldırıp kadının nerede? Diye sordu. Göksun anlattı her şeyi. Kollarında duran Şimal’e bir gülücük verdi hükümran. Kızçe iki parmaklı sol elini sarkan kıvırcık saçına sürdü Aram’ın. Dokunuşu bir garip yel düşürdü hükümranın gönlüne. Işık vardı bu yavruda. Bir garip güzellik vardı. Göksun’a dönüp kalacağın yeri hazır et sana yardım edecekler. Ben bebeğe bakarım sen hazır olana kadar. Kütüphaneci senin kızın Azazel’den gelen değildir. Meraklanmayasın. Bu güzellik olsa olsa Sinden düşer toprağa. O yarım değil hiç bakmaz mısın yüzüne. Bu kız senden benden tamdır Göksun. Göksun başı önde duyduğu sözlerden gururlu hazırlığını yapmak için kütüphanesine çekildi.

Aram bebekle kaldığı hükümran odasında onun gözlerine garip bir huzurla bakar durdu babası dönene kadar. Bir ara Şimal hükümranın boynunda ki mercan taşa bakıp kendince çıkarmaya çalıştı boynundan. Aram çıkarmamı mı istersin kolyeyi? Lakin bu efsunludur beni korusun diye vermişlerdi. Israrla kollarında çırpınan bebeğe dayanamayan Aram sonunda kolyeyi çıkarmaya yeltendiğinde Şimal’in renksiz gözünden bir mavi nur kolyeyi boyamaya başladı. Aram nefesi sıklaşırken olan mucizeye inanamıyordu. Kolye havada asılı mavi nurdan ışıklar saçarak eline indi Aram’ın. Kırmızı taştan kolye hükümranın elinde yeniden aklandı. Nicedir başında duran ağrı da akıp gitti su gibi. Gözünden geçen görüntüler büyülenmiş kolyenin temizliğine kanıt oldu. Bu kız daha şimdiden onu kötülükten arındırmaya başlamıştı. Korumak lazım seni Şimal bebek dedi Aram gülümseyerek. Kollarını bahtsıza iyice doladı. İçine çekti cennet kokusunu Şimal’in.

Günler birbirini kovalamaya girişti. Akıp gitti zaman denen divane. Şimal bebek büyümeye başladı adımladı evini. Yüzünden gülücük eksik olmuyordu hiç. Lakin bakışı hep bir garipti. Kimselere belli etmediği bir gücü vardı sanki. Saray eşrafı onu görmezden gelirdi. Yüzlerini buruştururlar bakmazlardı bebeciğe. Bir yaşlı dadı vardı yanı başında bazen. Babası saklayıp bağrına basardı kütüphanesinde. Ona gökten yerden bildiklerini derdi uykusunda. Hecelemeden kelimeleri sin dedi Şimal. Yıldızları bir bir sayardı gözleriyle. Aslında tüm bilgiler bedeninden akardı fakat kimselere belli etmezdi. Bir er hariç. Aram bilirdi onun sihrini. Birlikte oldukları her vakit ona gösterirdi yeteneklerini. Eşyayı gözleriyle hareket ettirdiği ilk an hükümran Aram şaşkınlıktan yutacaktı neredeyse küçük dilini. Minicik canı güle söyleye kadehini Aram’a göndermişti o daha susadım diyemeden. Onun aklını okuduğunu bildiğine mi yoksa koca kadehi gözlerinde ki ışıkla yürüttüğüne mi şaşırsın bilememişti hükümran. Ona okuturdu kitaplarını. Sesi hevesi hoşuna giderdi hünkârın. Bildikleri akıllara zarar olduğundan kimselere deme bunları demişti Aram sadece bana de tamam mı? Zamanla alışmıştı Şimal’e. Onsuz geçmek bilmiyordu zaman. Sefere gittiğinde gözünde tüterdi küçük kız. Onun kaderi bu garip melek miydi sorusu ta o günlerde düştü yüreğine kıymetlinin. Babası demişti son nefesinde. Seni bir koruyan gelecek evladım. Yüreğine düşecek yüreği. Onu gözden kaçırma lakin başkalarından uzak eyle. Sana kadim kehanetin haritasını getirecek tastamam. Ona güven çocuğum. Aram, kütüphanecisi ona kızı dediği gün bu sözler yankılanmıştı tüm duvarlarında. Şimdi ise emindi kehanetinden de kaderinden de.

Lakin yakınlarında bir yerlerde kötülüğün gösterdiği onlardan da üstün bir güç tetikte beklemekteydi. Şimal sezinlerdi ama dur diyemezdi. İyiyle kötünün savaşı dünya durdukça devam edecekti. Bu ilde de durum değişmezdi. Adalet her daim istenen olmaktan uzaktır. Çünkü adalet körlüğü kaldırıp kötülüğü baltalar. Kaos yoksa kazanç kötü için yoktur.

Bir danışman vardı bu sözlerin beden bulmuş haliydi. Zebar isimli bu zat hükümranına bağlı görünüp onu yıkmak için türlü türlü oyunlar büyüler yapardı. Azazel’e sattığı ruhtan alırdı gücünü. Kıtlık da, telefler de, savaş da onun oyunlarından gelirdi çoğu kez. Aram güvenirdi yazık ki bu bedene. Şimal ise hiç sevmezdi onu. Bebekken bile o yanındayken ağlar duramazdı yerinde. Mercan kolyenin kötücül sihrini bozduğundan beri bu adamın kötülüğü denmişti yüreğine. Yıllar kovaladı yılları küçük Şimal büyüdü geldi on yaşına. İlk yürek acısını çektiği gündü bu.

Gece mum ışığında babası Göksun yeter gayrı yat kızım demesine rağmen kitap okumaktaydı Şimal. Bir anda bir inleme geldi kulağına. Aram’ın sesiydi bilirdi. Nerede duysa tanırdı bu sesi. Aceleyle çıktı kütüphaneden koştu hükümranına. Bir derdi mi vardı da inlerdi. Kapıyı gözüyle aralayıp içeri daldı. Neden sonra bir baktı ki bir kadın Aram’a dokunur. Elleri bedeninde gezer hükümranının. Yüreği sıkışan Şimal’in gözlerinden daha onlar fark etmeden bir kızıl ışık yayıldı. Öfkeyle kadını alıp bir duvardan ötekine vuran. Aram dur demeseydi öfke dolu sesiyle kadın ölürdü oracıkta. Şimal durdu. Başını önüne eğip sana bir hal oldu sandım dedi. Sesi acıyla kavruluyordu. Bu kadın sana neden öyle dokunur ki? Aram karanlıktan doğrulup ay ışığında üstüne sardığı ipekliği ile Şimal’e yaklaştı. O bana zarar vermiyordu Şimal. Bunun ne olduğunu sana anlatamam. Senin aklın almaz. Hem sen gecenin bu saatinde ne arasın destursuz benim odamda? Sözleri yumuşaktı belki ama kızdığı belliydi kıymetlinin. Şimal gözünden gelen yaşla gelmem bir daha korkmayasın. Ama bil bu kadın sana zarar vermek için geldiydi. Sakladığını bul çıkar sabaha. Senin canına kıymak için getirttiler onu bilirim. Bir daha da bana yaklaşma kıymetli. Ağlayarak çıktı odadan. Var gücüyle koşarak kendini yatağa attı. O günden sonra on gün göz açamadı hastalıktan. Yüreği incinmişti. Adını ne koyacağını bilemediği bir ateş yanıp onu hasta etmişti sonunda. Aram günlerce gecelerce başında bekledi küçük sevdalısının. Haklı olduğu da anlaşılmıştı o hasta yatarken. Kadının içliğine sarılı bir hançer bulunmuştu. Kadın duvara çarptığında hançer yere düşmüştü. Zehirlenmişti teni hançerin bir sarmaşıkla. Asla itiraf etmedi cinsi latif kimden geldiğini. Boynu vuruldu sonunda.

Şimal gözünü açtığında Aram günaydın melek kız beni çok üzdün bilir misin dedi. Gözü yerde yatağından doğrulan sevdalı neden diye sordu; cılız, güçsüzdü sesi. Çünkü dedi kıymetli bir daha sesini duyamayacağımı sandım. Birlikte gülümsediler kırgınlıkları geldiği gibi gitmişti bir anda. Hükümran bir daha sarayına kadın almadı büyülü meleği üzülmesin diye. Seferlerle, halkıyla, okumakla geçirdi vaktini. Haritayı, kehaneti araştırmakla… Şimal büyüdükçe büyü gücü de, bilgisi gibi büyüyordu. Aram’a yıldızlardan dem vuruyordu. Hükümran dikkate alırdı onun sözlerini. Çok konuşmalar gelse de kulağına sustururdu onları Şimal’e laf değdirtmezdi. Her türlü nesneyi gözünün tek bakışıyla oynatırdı yerinden. Şimal’in aklıyla babasının ki bir olunca ekinler daha iyi biçildi. Doğa yeşerdi boyuna. Bolluk bereket geldi memlekete.

On sekizine bastığında kızçe her bir şeyi tamdı kendince. Bir gün saray bahçesinde dolaşırlarken hükümrana dönüp Aram bilir misin dedi. Dünya güneş denen koca yangının etrafında döner. Tıpkı benim senin etrafında döndüğüm gibi. Yıldızlar bundan hareketlerini alır. Eğer ki bu dönüşüm doğru anı yakalanırsa başka âlemlere de gidilebilir. Korkmayasın bir sana derim başkasına demem. Kelimeler ağzından dökülürken o da hükümranın etrafında ipekli elbisesiyle dönüyordu. Aram hem gülüyor hem de nasıl olurmuş hele bir dur da düzgün anlat kızçe diyordu. Şimal tam Aram’ın karşısında durdu o an. Tek gözü sis rengi tek gözü toprak karası bir güzeldi hükümranın gözünde. Yüzünde gül bahçesi taşıyan. Aram ona hayran hayran bakmaktaydı. Eli istemsizce kızın yanağına gitti. Gül bahçesi yüzünde duran melek dedi fısıltıyla. Eğildi. Şimal hızla çarpan yüreğine söz geçiremiyordu o an. Dudakları ilk kez buluştu kader ortaklarının. Şimal eridi gitti Aram ile.

Onlar aşkın sırrıyla eriyedursun ışığı karanlığa devirmeye çalışanlarda vardı bu ilde. Zebar olanlardan memnun görünmedi. O savaş istiyordu ilinde. Karmaşadan doğan karanlığa ihtiyacı vardı sığ ruhunun. Aklında Şimal’e engel olmanın bin bir düşüncesiyle hükümranın huzurunda belirdi. Aram o günü danışmanları ve komutanlarıyla yapacağı büyük seferi planlayarak geçiriyordu. Ama aklı Şimal’indeydi çoğu an. Zebar odaya ağdalı bir selamla daldı. Müsaade buyurursanız hünkârım bir diyeceğim vardır dedi. Yerlere kadar eğilip beklemeye başladı. Aram toplantı kuruluna bir baş hareketiyle müsaade verdikten sonra söyle Zebar dedi. Nedir diyeceğin? Aram kaftanını çıkarıp yün gömlekliğiyle önündeki haritaları incelemeye devam etti bu sırada. Zebar lafa girişti. Yılandili tatlılıkla iğnelemeye başladı yarım kızı. Hünkârım değerli kütüphanecimizin hastalıklı kızına olan ilginiz saray eşrafının gözüne batar oldu. Bilirim siz merhameti ve eşitliğiyle ün salan değerlinin de değerlisi oldunuz başa geldiğiniz andan itibaren. Babanız efendimiz bugünleri görse gözleri gururla parlardı. Ruhu şad olsun. Burada bir nefes verip kıymetlinin gözlerine çevirdi bakışlarını. Aram onu kayıtsız dinlemekteydi. Belli ki sonunu beklerdi sözlerinin. Çarpık mermer beyazı yüzü aydınlandı dinlenildiğine kanaat getirince. Devam etti. Lakin bu ilginin boyutu sizi halkınızla ilgilenmekten koparır diye ürkerim. Kulağıma gelenler çok üzücüdür hünkârım. Halk sizden nicedir bir evlenme bekler ve tabii ki bir varis. Sizin gönlünüz yücedir lakin bu sizin en birinci görevinizdir. Artık vaktidir kıymetlim. Doğu illerinde yolunuzu gözleyen dillere destan cinsi latif prensesler vardır. Seçin birini de halkımız düğün derneğinizden mahrum kalmasın. Aram derin bir nefes aldıktan sonra elindeki haritaları masanın üzerine bırakıp danışmanına döndü. Delici gri bakışları taş olsa eritirdi o sıra. Zebar ben düğün dernekten çok daha önemli işler peşindeyim görmez misin? Hem kime düşmüş de benim evlenmem bu denli dillerde. Ne haddinize sizin benim gönlüme söz atmak. Kızgınlığı sesine yansıdığında Zebar denen şeytan köşeye sindi. Sen ya da bunları dillendiren her kimse bilesin ki bir daha ki sefere boynunun üzerinde bir kelle taşıyamayacak. Yıkıl şimdi karşımdan ve bana elle tutulur sözle gel. Gözlerine bakan en cesur varlık bile o an erir giderdi bu öfkeyle. Zebar içinden lanetler okuya okuya çıktı odadan. Aram ise nefesi hala kor kokan bedenine söz geçirmenin derdindeydi. Onu yakan ateşi kim bilirdi ki? Meleğine hastalıklı dendiğinde yüreğine düşen yangını kim görürdü? Ona olan hasreti yanındayken bile sonsuzken nasıl olup da onun yerine başkasını almayı düşünürdü ki? O an karar verdi. Sefer dönüşü Şimal onun helali olacaktı. Her kim ki ona karşı çıkarsa sonu ölüm olacaktı. Ötesi yoktu. Ondan gayrisinden evlat istemezdi genç hükümran. Kafasını dağıtıp adamlarını sesledi ve işlerine koyuldu yeniden. Bu sefer bir an önce tamam olmalıydı.

Şimal tüm bunlar olurken okuduğu kitaptan başını kaldırdı. Yüreğine düşen ateşe bakılırsa kıymetlisi üzgündü. Potinlerini giymeden koşarak çıktı odadan. Koridoru bir nefes geçti. Onu gören ölen var sanırdı. Telaşından başında ki örtü kayıp düşmüştü yolda. Kömür karası gür saçları o koştukça başında dalgalanır zambak kokusu yayılırdı etrafa. Koşarak toplantının yapıldığı odanın kapısına dayandı. Nöbetçiler yapma aman içerde büyük toplantı var girmeyesin sözlerine kulak asmadan daldı odaya. Ayağı çıplak, saçları açık hali tüm görenlere hayret nidaları attırdı. Masanın başına toplanan her kul tövbeye bulanıp bakışlarını kaçırdı bu yarım kızdan. Nefesini kontrol etmeye çalışan kızçenin umurunda değildi bu tablo. Onun gözü kıymetlinin yüreğindeydi. Aram bakışları Şimal’de sakince konuştu. Şimal kız görmez misin burada erler toplanmış konuşuruz.

Destur demeden gelmenin sebebin her ne ise şimdi git ben seni çağırtmadan da gelme. Sözleri yumuşacık çıkmıştı ağzından. Aslında bu hali her daim eğlendirirdi Aram’ı. Şimal eğilip tek laf etmeden odadan çıktı. Elinin tek işaretiyle şaşkınların ellerinden parşömenlerini uçurarak… Aram güldü gülmesine ama içinden. Sonra münasebetsiz dedi yalancıktan. Ben ona haddini bildiririm beyler buyurun devam edelim.

Dere kıyısında kızgınlıkla oturur buldu Şimal’i. Yanına oturup yanağına bir buse kondurdu usulca. Şimal’in buğday olan yarı teni de kızardı bu dokunuşla. Aram’ın omzuna koydu başını. Gözleri kapalı nefesini dinledi. Yüreğine baktı. Aram saçlarına gömdüğü dudaklarını çekip neden daldın öyle odaya de bakalım hünkârına. Hem de yalın ayak açık saç. Şimal başını kaldırmadan o emniyetli omuzdan korktum senin için dedi. Zebar’ın sesi çalındı kulağıma. Sonra baktım yüreğin sıkışık bende koştum yanına. Hem başım açık değildi yolda açıldı. Aram iki parmaklı sol elini elinin içine alıp Zebar bana evlen varisler yap dedi. Kendince beni düşünür. Benden sonra bu topraklara adam lazım… Bende kızdım çünkü hayatıma karışılmasını sevmem bilirsin.

Şimal başını salladı. Başını kaldırıp kıymetlinin gri gözlerine kilitledi bakışlarını. Sen ne karar verdin hükümranım dedi. Gülümsemesini bastıran Aram bende dedi evlenmeye karar verdim. Kızın yüreği ağzına geldi o an. İşte dedi içinden onu kaybettiğin gündür bu. Sen gibisiyle evlenemezdi zaten. Topraklara düşerim hastalanıp bundan gayrı. Aram meleğinin yüzünde ki acıyı görünce eğlenemedi daha fazla. Şimal dedi eli çenesine gitti kızın. Yüzüne düşen bu karada neyin nesi? Şimal başını iyiden iyiye eğdi, gözlerinde ki yaşı göstermek istemediğinden. Aram eliyle çenesini kavradı yarım kızın başını kaldırıp yaşlar akan gözlere baktı. Dudaklarıyla sildi yaşları. Öptü iki yanından. Göğsüne bastırdı Şimal’i. Seferden sonra seni isteyeceğim Göksun’dan. Ben senden başkasıyla olamam melek kız. Herkes seni yarım görür sende içten içe tüketirsin kendini bilirim. Ama benim sende ne gördüğümü sordun mu hiç? Yok dedi Şimal onun göğsü yaşam suyu gibiydi şimdi. Ben sende bir melek görürüm. Yarısı cennet yarısı cehennemi anlatan bir kitaptır yüzün. Gözlerinden gelen bir nur görürüm her seferinde. Ben sende gerçek bir hayat ve sihrin en derinini görürüm. Şimal seni kollarıma ilk aldığım an sen küçücüktün. Bana yapılan büyüyü bozmuştun. O gün seni koruyacağıma söz verdim ben. Lakin sevmek, işte yüreğime bu da düştü. Şimdi gül bakalım. Artık kimsecikler sana söz değdiremez. Şimal gülümsedi. Yüzü gül bahçesi gibiydi o an. Ama korku sardı benliğini. Sefere gitmesi gerektiği her an korkardı ona bir şey olmasından. Lakin bu sefer farklıydı. Sarayın içinde ki kötülüğü görüyordu. O yokken birileri ona ve halka zarar verecekti biliyordu. Engellemeliydi. Ama nasıl? Aram dedi ayağa kalkarak karşı karşıya geldiler o sıra. Sana bir diyeceğim var kabul edersen. Aram söyle ne istersin kulundan dedi. Yüzü aydınlanmış toprak teni parlıyordu güneşin ışığında. Şimal her daim büyülenirdi onun tenine yakın durduğunda.

Sen gitmeden önce diye başladı sözlerine lakin durdu kızardı yarım yüzü. Aram devam et dedi. Ben gitmeden önce ne? Şimal baktı başka çare yok edepsizliğe vurup birden deyiverdi hünkârın şaşkın bakışlarına aldırmadan. Sen gitmeden önce ben senin olayım isterim. Hem kim karar vere ki o göbekli, geceleri şarap içip gündüzleri dua eden adam mı? Ben şimdi olsun isterim. Sonra arkasını döndü, gözlerini kapadı. Gelecek fırtına büyük diye düşündü. Bu sefer tam edepsizlik etmişti işte. Ama bunu yerine kahkahalar duydu. Aram onu kendine döndürüp kahkahasını bastırarak sen ne edepsiz oldun böyle. Ateşin başında mı gezersin kızçe? Şimal kıpkırmızı gülümseyerek yok öyle değil de? Ben yalnız seni isterim kimsenin olurunu değil dedi. Kıymetli bakışlarını ondan ayırmadan böyle olmaz güzel kız dedi. Ben seni telinle duvağınla isterim. Hem acelen ne benden de mi betersin? Seferden dönünce söz, ondan sonra kaçacak yer arama ama olur mu? Şimal başı önde tamam dedi. Anlatamazdı. Anlayamazdı. Sadece bir histi. Böyle olması gerektiğini ona bildiren. Ben dedi sadece böyle olması lazım. Bunu gördüm.

Senin seferin için gerekli. Ben rüyamda gördüm. Sonra başını ellerinin arasına alıp anlatamamanın verdiği boşlukla yere çöktü. Aram yanına oturup onu kollarına aldı. Neden korkarsın de bana. Şimal başını göğsüne iyice bastırıp bir harita var dedi. Bende saklı ama göremedim nerede. Sadece bir an gördüm. Hükümran dedi bir ses. Yanlış yöne gidecek, saray karışacak dedi. Sen döndüğünde rüyamda ben küllerin içinde kalmıştım. Sen yaralıydın. Yaran derindi. Kandırıldım dedin. Harita yanlışmış. Harita bende Aram ama senin olmam şartmış öyle dedi ses.

Aram başını kızın zambak kokulu saçlarına devirdi. Sonra, tamam dedi. Elbet bir anlamı vardır bu rüyanın. Bu gece sen benim olacaksın. Lakin töre belli… Bu yüzden baban kıyacak gizlice nikâhımızı. Sonra ben döndüğümde aslına dönecek gelenek. Korkma bu topraklar özveriyle alındı yıkılmasına izin vermem. Gideceğim sefer kadim bir toprakla ilgili. Zebar buldurttu haritayı. Söylediğine göre canını ortaya koyarak getirdi bana. Bir hazineden ve koruyucularından bahseder kehanet. Harita yerini gösterir. Komutanlarımla üstünden geçtik her bir ayrıntının. Her şey tamdır Şimal. Korkun boşuna. Lakin istediğin gibi olacak. Yeter ki sen dertlenme boşa. Bunları söyledikten sonra ellerinden tutup kaldırdı sevdalısını. Şimdi beni bekle burada. Haber saldığımda geleceksin. Söz ver bana uslu duracaksın. Söz dedi Şimal. Alnına konan öpücükten memnun…

Hükümran kütüphaneye gitti hızlıca. Göksun’u yeni kitabını yazar buldu. Göksun görünce hükümranı ayağa kalkıp kıymetlim dedi eğilerek. Aram yanına yanaşıp fedakâr babanın omzuna dokundu kalk dedi. Göksun gözlerinde endişe doğruldu yerinden. Bilirdi hünkâr kızını ayrı severdi lakin burada olması her gün olan bir şey değildi. Mum ışığı yayılırken duvarlara Aram söze girişti. Elleri titremekteydi. Belli etmiyordu fakat hiçbir istek bundan daha çetin gelmemişti ona. Göksun ben senden en değerlini istemeye geldim. Onu buraya ilk getirdiğin gün gönlüm akmıştı küçücük canına. Ama şimdi ki rengi farklıdır gönlümün. Ben senden kızını almaya geldim. Kabulünse nikâhımızı sen kıy bu gece. Yok, rızan olmaz ise boyun eğerim bir babanın reddine. Göksun elleri kavuşmuş öylece kaldı bir an. Sonra hünkârım kızım yarımdır. Hem farklıdır bilirsiniz. Onunla olan birleşmeniz halkınıza telaş vermeye ben bundan korkarım. Sizin tam bir latifeye ihtiyacınız vardır oysa… Sözlerini bitiremedi lakin. Aram sus dedi. Sesi sertti bu kez. Sen benim gönlümü mü sorgularsın? Bak kütüphaneci ben kızını nasıl görürüm bilir misin de böyle öteden beriden laf getirirsin. Onun yüzünde gül bahçeleri görürüm. Sözlerinde erdem bulurum. Bana hünkâr gibi değil adam gibi yaklaşan tek kuldur bu koca cihanda. Dudaklarına dokunduğumda büyüsü başımı sarar. Şimdi de bana benim kime ihtiyacım var Göksun? Sessizlik mumun titreşiminde antlaşmaya dönüştü o andan sonra. Göksun razı geldi bu evlenmeye.

Şimal ise o sıra sırlara karışan derede onunla konuşan güce kulak kabartmakla meşguldü. Seni şeffaf tuttuğunda eşin, diyordu ses sırtını dönesin mum ışığına. Sonra benden gelen senin olsun deyiver ve açığa çıksın harita. Onun geleceğini taşıyacaksın kendi karnında. Sırrı saklamak görevindir Şimal. Gömün onu. Hazırla kendini. Sadece bir dokunuş açığa çıkartacak sırrı. Aşk kadar derin bir büyü yoktur Şimal. Sin düşecek bu gece. Zebar bilmemeli göm sırrını. Vakit bildirilecek sana. Şimal gözlerinde yaşlarla diz çöktü derenin nuru kaybolurken. En büyük silahı biliyordu artık. Bunca çaba boşa değildi. İki ruhun gücü en büyük silahtı. Arkasından gelen sesle irkildi sonra. Şimal kız dedi yaşlı dadı baban seni çağırır gidelim. Şimal başını sallayıp ayağa kalktı. Dereye son bir bakış attı. Yürümeye başladı. Kütüphane de babası karşıladı kızını. Ellerinden tutup alnını öptü. Aydınlığa çekti kızını. Aram ayakta öylece heybetiyle olan bitene bakmaktaydı. Şimal’ini görünce başıyla selam verdi gelinine. Göksun sordu kızına. Bu adamda gönlün var mıdır kızım? Şimal başı yerde vardır baba dedi. Onu kendi namusun gibi bilip koruyacak mısın ölene kadar? Şimal evet dedi. Senin dedi baba dönerek hükümrana bu kızda gönlün var mıdır? Aram vardır dedi. Onu kendi canın gibi bilip koruyacak mısın ölene dek? Aram evet dedi. Göksun iki sevenin ellerini birleştirip o vakit bende derim ki siz bir olun sonsuzun kapısına dek. Ayrınız yoktur bundan kelli. Sonra kızına dönüp kocana itaat et. Ama sakın köle olma dedi. Şimal babacığına sarılıp ağladı ve gece için hazırlanmaya başladı. Gece gizlice gidecekti anlaştıkları vakit hükümranın odasına. Göksun içi rahat artık bende ölebilirim diye geçirdi içinden. Kızı emin yerdeydi nede olsa. Çekilen tüm acı son bulmaktaydı.

Gece hünkârının odası mum ve sin ışığında oynaşırken iki sevdalı birbirlerinin karşısında durdular önce. Aram ellerini Şimal’in siyah ipek saçlarına götürdü. Okşadı baştan sona. Öptü saçlarını doyasıya. Kokusu zambak rengi gece dedi fısıltıyla. Şimal başını ona doğru kaldırdığında gülümsedi elini yanağına götürüp Aram. İstediğin oldu mu gül bahçem dedi. Şimal daha değil dedi usulca. Sonra biraz daha sokuldu erine. Kaftanını çıkardı yere bıraktı Aram’ın. Hançer ve kılıç takılı kemere gitti gözü Şimal’in. Titreyen elini uzattı çıkarmaya davrandı. Aram ellerini iki yanına açtı. Kemerini çıkarmasına izin verdi sessizce. Kemer ağır geldi. Bu gece büyü yoktu. Her bir şeyi kendi yapmalıydı. Aram yardım etti tuttu kemerini kenara bıraktı. Yavaşça yürüdü tekrar Şimal’e doğru. Gelin bu kez elini gömleğine götürdü kıymetlinin. İplerini çözüp çıkardı bir çırpı da. Toprak rengi göğsü açığa çıktığında er kişinin Şimal’in gözünde ki mavi nur ışığa bulandı. Gecenin karanlığı renklere çaldı odayı. İşte şimdi sır açığa veriyordu kendini. Ellerini sürdü göğsüne Şimal, yanaşıp öptü tam kalbinin güp güp attığı yeri. Aram gözlerini kapatıp ellerini onun beline doladı. Şimal ıssız bir sesle soy beni şimdi dedi. Aram başını sallayıp yavaşça onu ipek üstlüğünden sıyırdı. Şimal sırtını döndü ışığa. Benden gelen senin olsun dedi gözleri yaşlı. Sonra yünlü içliği çıkardı Aram arkasına geçti, öptü boynundan. Elleri gitti yavaşça kızçenin bağrında ki güllere. Bedenini bedenine bastırdı. Neden sonra durdu birden. Nefes nefese, Şimal dedi harita sırtındadır senin. Başını salladı Şimal. Oku onu dedi bu gerçek olandır. Aram yayılan mavi ışığa dikkat kesilip haritayı okumaya başladı. Her bir şey tamdı. Hazinenin yeri, kadim büyü, ölümün sırrı… Zebar yalan yere gönderecekti hükümranı eğer ki yiğidin yüreğine bu güçlü aşk düşmemiş olsaydı. O da Şimal’i sırf görüntüsüne mahkûm etseydi, yok yere ölecekti belki de çöller de kandırılarak. Aram yavaşça uzaklaştı biraz. Haritayı daha net görmek niyetiyle… İnceledi. İnceledikçe kızdı Zebar denen kansıza. Yıllar yılı ona ihanet ettiğini düşündükçe kendi saflığına lanet etti. Eğer ki Şimal olmasaydı hain danışman amacına ulaşacaktı sonunda.

Açık kapıdan içeri süzülen ılık yele verdi kendini. Gözleri uzaklara daldı kıymetlinin. Bir an için unuttu gelinini. Şimal yanına yanaştı şefkatle. Eli sardı iyi yürekli hükümranın belini. Yapmayasın böyle dedi. Bak gerçek ortaya çıkar her daim. Hem iyiler hep kazanır derler. Üzmeyesin canını cananım. Aram ellerine sarıldı sevdiğinin. Sen olmasaydın diyecek oldu susturdu Şimal onu. Haritayı ezber etmen lazımdır. Kimselere deme kendin bil sadece. Zebar bilmeyecek gerçeği. Bilirse bize kötülük eder yine. Sen döndüğünde hünkârım o sıra kesersin cezasını. Ama sabret önce. Bedeli ödenmeden ödülü verilmez hiçbir kula. Aram gelinine dönüp yüzünü yüzüne çevirdi. Haritayı bir yere çizmek gerek. Hataya düşmemek için dedi. Şimal gülümseyerek lüzumu yoktur Aram sadece beni sev bu gece tüm istediğin kafanın içinde olacak.

Sabahın ilk ışıkları doğduğunda odalarına Aram kolunu yatağa yaslamış sırtı açıkta mırıltıyla uyuyan gelinini seyretmekteydi. Dün gece gibi bir gecem daha var mıydı öncesinde? İçinden geçenler gözlerinde birikti hükümranın. Hem gelinine hem de haritasına sahipti artık. Küçük bir buse kondurdu kadınının dudağına. Şimal gelin gözlerini kırpıştırarak uyandı yeni aydınlığına. Güzel sabahlar olsun melek kız dedi Aram. Şimal gülümsedi nasıl aydın olmaz dedi uykulu sesiyle sen yanımdayken. Sonra karardı yüzü. Birde hemen gitmesen deyiverdi lakin yarım kaldı sözleri. Aram göğsüne çekip sarıldı doyasıya dilberine. Yapma böyle dedi. Gitmek benimde içimi yakar bilirsin ama yapmak zorundayım. Şimal iyice sokuldu göğsüne Aram’ın kapadı gözlerini. Dili değip de diyemedi fazlasını. Tek isteği vardı aslında. Bıraksalar ömür boyu kalırdı onunla öylece. Sabah serinliğinde, kuş sesleri arasında… Hafif yelin değdiği her yanları yalpalanan tüller arasında kalırdı onunla. Baktı ki mümkün değildir. Yüzüne kocaman bir gülümseme yerleştirip doğruldu. Kollarının arasından sıyrıldı acı da gelse. Kapı muhafızlar tarafından çalındığında Aram kalkıp giyinmeye davrandı. Şimal’e bakıp dereye git gül bahçem ben gitmeden yanına geleceğim dedi. Son kez öptü dudaklarından. Şimal başını sallayıp çıktı odadan. Aram sabahlığını üzerine alıp açtı kapıyı. Asker hünkârım gitmeye hazırdır ordunuz emir bekler dedi. Aram başıyla işaret verip sonuna kadar açtı kapısını. Harita gönlündeydi artık. Sefer giysileri giydirildi hünkâra bin bir dua ile. Hazır edildi damat gibi. Aram tek ses etmedi yapılanlara. Onun aklı kadınındaydı. Hizmetli tamam hünkârım diye seslendi. Sonra Aram hepiniz çıkabilirsiniz atımı hazır edin tez yola çıkacağız dedi. Sesi donuktu.

Şimal dere kenarında herkesten daha bir telaş halindeydi. Normalde olsa seferden önce koşar onu kızdırmak için elinden ne gelirse yapardı. Etekliğine takılır, zırhını kaçırırdı. Aram’da sonunda dayanamaz onu paylar babasının yanına gönderirdi. Ama her dönüşünde ilk onu sorardı muhakkak. Oysa bugün farklıydı. Çıkamadı kimsenin önüne. Gülümseyerek hatırladı o günleri. Aslında o gidecek diye acısından yapardı ne yaparsa. Şimdi ise sessizce kendi gücünü ona göndermekle meşguldü. Dua körlük getire diyordu ışığı çağırırken. Dua körlük getire kötülerin gözlerine. Yüreğin götürsün seni benimle yazılan yere. Arkasında zırhın şıngırtısı belirdiğinde ayağa kalktı Şimal. Aram gülümsemeye çalışıyordu. Zırhının içinde tüm cihan efendilerinden daha bir asil dururdu kıymetli. Acısını bastırmak için ellerinden tuttu Şimal’in. Bugün benimle eğlenmek yok mu kızçe? Zırhımı kaçırmayacak mısın? Şimal dayanamayıp sarıldı hükümranına ağlamaya başladı. Aram ne diyeceğini bilemedi. Taze gelini yaşlar dökerken sadece ona sarılmakla teselli etmeye çalıştı. Sonra ağlama dedi. Çabucak gidip döneceğim. Döndüğümde beni karşılar mısın? Şimal karşılarım hünkârım dedi. Gözlerinde ki yaşlar yanaklarındaydı. Aram bir mendil çıkarıp sildi yüzünü gelininin. Bu yaşlar sen gibi sihirlidir. Sana söz gül bahçem bunlar kurumadan ben sana döneceğim. Dudaklarına bir buse kondurup kendini koru emi dedi ve bir çırpıda daha da dayanamayacağını hissedip ayrıldı oradan. Giderken Şimal görmedi lakin hünkârın gözleri yaşlarla doluydu.

Yolda okuduğu bir kitap aklına düştü Aram’ın. Hangi cihan padişahı ola ki aşka düşüp de dünyayı unutmaya. Atının beyaz yeleleri rüzgârla yarenlik ederken onun aklı bu sözlerle yarenlikteydi.

Şimal onun ardından bakakaldı bir süre. Sonra topla kendini yarım kız dedi içinden. Vakit hasret vakti değil. Koşturup kütüphaneye gitti. Babasına sarılıp olanları anlattı. Kehaneti bilirdi babası. Hünkârın babası Karan hükümdarlığının son yıllarında bu efsaneyi keşfetmiş kalan yıllarını buna vakfetmişti lakin ömrü yetişmeyince Aram’a miras kalmıştı. Kitaplar başka başka yazardı. Ne olduğu açık olmayan birkaç sözden ibaret gibiydi. Kimisi büyülü bir taştan bahseder dedi babası, kimisi ise bir kitap der içinde ölümün halleri yazan. Kimi hazine der, kimide lanet. Zebar güya zamanında bulmuştu haritayı lakin hünkârın vakti eylemedi şimdiye dek. Şimal biraz düşündükten sonra fısıltıyla o harita yanlış baba dedi. Babası mumun soluk ışığında büyüyen gözlerle baktı kızına. O zaman Aram bir tuzağa gider yavrum ne diye gönderdin. Şimal yok sessiz ol. Aram gerçek haritayı okudu baba. Meraklanma o doğru yoldadır. Lakin Zebar rahat durmaz diye korkarım baba. O güçlü ben onunla başa çıkamam. Babası kızının saçına elini sürüp sen gibi bir yürek her kişi ile başa çıkar güzel kızım dedi. Korkma. Bak koca Aram’ı dize getirdin sen. Şimal utanarak başını indirdi yere. Sonra da bir hal olursa ne yaparız diye akıllarını paylaştılar birbirleri ile.

Sonraki gün Şimal kâbuslarla uyandı karanlık Rakasa’ya hızla yayılmaktaydı. Üzerini giyinip hünkârın toplantı odasına gitti. Kapıya kulak kabarttığında Zebar ve yandaşlarının konuşmaları çalındı kulağına. Zebar hünkâr zinadadır diyordu. Aklı ucube kız tarafından alınmıştır. Onu yok etmek Rakasa’ya boyun borcudur diyordu. Ben gördüm diyordu. Hünkârımız efendimizin koynuna büyüleriyle sızmıştır. Babası olacak şeytan kızını saraya sokup hünkârı büyületti. İkisini de yok etmek bize düşer. Felaket getirir bu ucube. Şimal gözlerini kapattığında ağzından köpükler saçan bu şeytanın nasılda insanları etkisi altına aldığını gördü. Aram gelene kadar saklanmalı mıydı? Bilemedi. Korku almıştı benliğini. Bu adam düşündüğünden de tehlikeliydi. Kütüphaneye gidip babasını uyarmalıydı. Ayakları titriyordu koşarken. Bana yardım et Rab diye geçiriyordu içinden. Babası onun bu kan ter içindeki halini görünce telaştan bir çığlık kopardı. Ne oldu sana kızım, nedir bu halin? Şimal nefes nefese olanları anlattı. Babasına kitapları sakla dedi. Geliyorlar. Zebar herkesi yanına çekiyor. Onlara bizim kötü olduğumuzu Aram’a büyü yaptığımızı söyledi. Babası telaş etme dedi. Kitapları sakladı bir bir. Sonra her şey olacağına varır kızım dedi. İyilik güçlüdür. Sen iyi yandasın. Cesur ol. Kocan gibi.

Bu sırada Aram aklında harita çöle varmak üzereydi. Gece fısıltıyla Şimal’in dedikleri geldi aklına. Yürekten iste cananım demişti. Orayı gördüğünde tanıyacaksın. Korkmadan devam et. Işık senin yolunu açacak. Doğruydu. Karanlık bastırdığında bile sanki önü aydınlanırdı. Sadece bir dokunuş ortaya çıkaracak demişti. Bana dokunduğun gibi dokun ona. Askerler şaşkın ne olduğunu anlamaya çalışırlardı. Lakin hükümdarlarına güvenleri tamdı. İlerledikçe yüreğinde bir yanma hissederdi Aram. Şimal’i iyi miydi şimdi?

Şimal nefesini tutup beklemeye başladı. Gözü kapıya çevrildi o an. Birden kapıyı kırıp içeriye daldı yalana kanmış güruh. Nidalar, bağrışlar havaya dağıldı. Babasını tutup Şimal’in haykırışlarına aldırmadan götürdüler. Şimal engel olmaya gayret etti lakin yaptıkları kalabalığı daha da kızdırdı. Sonunda başına çöken askerlerle yere kapaklanmış buldu kendini. Zebar kanlı gözlerini Şimal’e çevirip yıllar yılı diye girdi söze.

Yıllar yılı kurmaya çalıştığımı gelip o yarım bedeninle alabileceğini mi sandın ucube? Sen kimsin ki hünkâr denen o çaylağın yurduna sultanlık edesin? Kimsin ki kadim sır deyip de doğruyu bildiresin? Asıl sır güçtür aklı evvel ve sen onu almama engel olamayacaksın. Şimal gözlerini dikip kötünün üstüne nuru açığa çıkardı. Adam daha aman diyemeden yandığını hissetti boğazının. Konuşmak isteyip konuşamıyordu. Şimal elleri geride yerde diz çökmüş haliyle bile ona kafa tutmaktan geri durmamıştı. Zebar öfkesine yenik tüm kuvvetiyle bir tokat patlattı masum meleğin suratına. Şimal kanlar içinde yığıldı yere. Kapandı gözleri.

Çölü geçmek üzere olan Aram yüreğinde bir sızıyla haykırdı. Aman dedi. Askerler koşup yetişti hünkâra atından indirip zırhını gevşettiler. Aram nefes almaya gayret ediyordu acısı derinine gömülü. Kadim dostu, dürüst danışmanlarından olan Aytun bey yanına yettiğinde ağrım var Aytun dedi. Çabuk olalım. İçimdeki his iyi değildir. Bir şeyler olmakta. Aytun hele bir kendinize gelin de kıymetlim dedi devam ederiz. Aram yok dedi. Yardım et atıma çıkar beni. Çarçabuk bitirip dönmek gerek dedi. Aytun aklında şüphe atına bindirdi hükümdarını. Meraklanmayasın dedi fısıltıyla. Sarayda sana bana sadık adamlar bıraktım. Şimal’e dokunamazlar. Aram başını salladı. Gözleriyle minnetini belirtti danışmanına.

Oysa Aytun bilemezdi adamları yakalanmış tutsak edilmişti. Zebar önce davranmıştı onlardan. Şimal gözlerini zindan da açtı. Sürünerek kapıya varmaya çalıştı. Aldığı darbeler her yerini berelemişti. Canı yanmaktaydı. Baba dedi acıdan çıkmıyordu sesi. Askerlerden biri yanına varıp artık bu dünyada değil ucube. Sıra sende. Kahkahaları kulaklarını yırttı bahtsız kızın. Yığılıp kaldı olduğu yere kanlı yaşlar geldi gözünden. Bayıla yazdı.

Aram haritanın belirttiği noktaya geldiğinde huzursuzluğu iyiden iyiye artmıştı. Nefes alıp sakinleşmeye gayret etti sonunda. Başlarına bir hal gelmeden gelebilmişlerdi buraya kadar. Bilirdi içten içe bu eşinin duasıydı onları koruyan. Sonra kapadı gözlerini düşünmeye çalıştı ona sahip olduğu geceyi. Sözleri geldi kulağına. Sanki yanındaymışçasına. Askerlerin bakışları arasında fısıldamaya başladı. Ya Rab beni buraya senin rızan ve kalbimde ki aşk getirdi. Tam burasıdır hissederim. Bana doğru sözü bahşet. Sonra eğilip eldivenlerini elinden çıkardı ve Şimal’e dokunurmuş gibi dokundu kuma. Gözünden hasretinden gelen bir damla yaş düştü yere. İşte o sıra da açılı verdi gürültüyle yer. Aram geri çekildi korkuyla. Beyaz bir nur yayıldı bıçkın bir yelle. Sonra elinde küçük bir sandık bir melek peyda oldu açılan yarıktan. Aram dışında her bir kul ışıkla düşüp bayıldı. Melek insan gözünün bilemediği şekli ile gel ey sevdalı kul dedi. Sesi tarifsiz bir ferah verirdi yüreklere. Gel bu sandık senindir. Lakin kullanamazsın. Aram korkusuzca durmaktaydı bu güzelliğin önünde. Kullanmak yürekten çok daha fazlasını gerektirir. İyilik için bile olsa bazı sır saklı kalmalıdır ölümlü hükümran. Ama sana bir seçenek vereceğim. Eğer ki bu sırra vakıf olmak niyetindeysen şartım var. Aram şartın nedir bedensiz söyle. Söyle de bileyim dedi. Melek hafif bir yel gibi delip geçiyordu kıymetlinin bedenini. İki yolun vardır hünkâr. Biri hemen gidip zorda olan kadınına yardım etmektir. Ki o kendi gücünü seni korumak için tüketti. Onu da seni de tuzağa düşürdü bir günahkâr. Lakin bunu seçersen ömrü billâh bu sır sana verilmeyecek. Ama eğer sırrı ver dersen hünkâr dünya ayaklarına serilecek. Hiçbir kulun göremediğini görecek duyamadığını duyacaksın. Yanımda kalman lazımdır bir müddet bunun için. Aram Şimal’inin tehlike de olduğunu duyunca düşünmedi bile sırrın senin olsun beni eşime gönder dedi. Arkasını dönüp kestirip attı.

Şimal acı içinde tekrar açtı gözlerini. Karanlık çökmüştü yüreğine. Hücrenin kapısı açılıp da Zebar’ı karşısında görünce kızgınlığı yaktı yüreğini. Lakin zincirinden kurtulamıyordu. Adam yanına yaklaştığında onun konuşamadığını fark etti. Bu kadar da olsa zarar verebilmişti işte. Şimal’i saçından tutup zincirini çözdürdü Zebar. Onu sürükleyerek merdivenlerden çıkardı. Acı çığlıkları ona zevk veriyordu. Planı işlemiş Aram yalan haritanın ve kendi hırsının çölünde kaybolmuştu. Şimdi ise yıllardır ona engel olan ucubeden kurtulacaktı sonunda. Şimal tüm gücünü kaybetmişti. Yapılacak tek şey kalmıştı kızı yakmak.

Aram hızla atına ilerlerken melek dur dedi. Şimdi kapat gözlerini. Adamların ve sen bir kalp atışında yurdunuzda olacaksınız. Yazık sana ölümlü sen geçici olanı seçtin. Bir yarıma duyduğun aşk sana sonsuzluğun kapılarını kapatacak. Aram atının terkisine atlayıp ben olmak istediğim yürekle öleceğim ey melek dedi. O benim içinde olmak istediğim gül bahçem. Uzun etme beni yurduma gönder. Kıyamet gibi bir gürültü yükseldi bu sözlerin ardından. Aram bir yürek atımı sonunda gözlerini açtığında saray cansız bedenlere boğulmuş gibiydi. Bahçesinden kahkahalar, kanlı çığlıklar yükselmekteydi. Aram ve askerleri kendine gelmeye çalışarak atlarını çığlıkların geldiği yöne sürdüler. Kalabalığın bir odun yığınının başında yak yak diyen nidaları yükseliyordu. Aram durun diye bağırdı. Sesi çınladı sarayın dört bir yanında. Aram atından inip kılıcını çekti. Hükümranınız emrediyor durun bre cahiller. Herkes sus pus olmuş yerlere kadar eğilmişlerdi. Zebar’ın verdiği ateş kıymetlinin gür sesiyle sönmüştü bir anda. Aram askerlerine başıyla işaret verdikten sonra Zebar’a doğru kavrularak yürüdü. Zebar kaçmaya yeltenemeden başını aldı omuzlarının üstünden. Odun yığınına çevirdi yüzünü. Kanlı zırhı gördüğü karşısında ağır gelmişti. Bir hırsla çözdü zırhı. Yığının tepesine çıkıp herkesin donmuş bakışları arasında Şimal’i kucağına alıp yere indi. Gözleri acıdan ve hırstan kırmızıya kesilmişti. Kadını kucağında kendinden geçmiş kanlar içinde yatıyordu. Tek tesellisi nefes alıyor oluşuydu. Aram yutkunup söze girişti sinmiş kalabalığın karşısında. Budan böyle her kim ki benim sözümün üstüne söz ederse, her kim ki ben yokken benim olana göz dikerse sonu yerde yatan bu köpeğin ki gibi olur. Bugün olanların sorumlularının vay haline… İbretlik olsun diye parçaları şehre dağıtılacak onların. Sözlerinin ardından kollarında yatan kadına baktı ve devam etti. Eğer ki hatunuma bir hal olursa hepinizi yakarım ant olsun. Kalabalık açılıverdi yanardağ misali patlayan yiğidin önünde. Aram Şimalî yatağa yatırıp yaralarını temizledi. Fısıldadı kulağına geldim hatunum nedendir karşılamadın beni? Aç gözünü de gönlüm rahat etsin gül bahçem. Şimal belli belirsiz duyduğu sesle araladı gözlerini Aram’ı gördü. Açtı ağzını lakin konuşamadı güçsüzdü. Sadece gülümsedi ve kapadı gözlerini. Günlerce başından ayrılmadı Aram sultanının. Gece, gündüz nöbet tuttu. Tıpkı Şimal on yaşındayken hastalandığı günkü gibi. Saçlarını yıkadı, taradı. Yedirdi, içirdi elleriyle. Ona bunu yapanlara, ihanete çanak tutanlara bir bir verdi derslerini. Tabii kendi de bir ders aldı olanlardan. Asıl güç sadakatte yatıyordu. Kendinin olanı korumakta… Gerçek, koşulsuz sevgide… Bundan ötesi efsaneydi. Sonu yoktu. Aslı yoktu. Bin tane sonsuzluğa tercih ederdi yüreğine kazınan kadını. Daha güçlü ne vardı ki?

Şimal sonunda gözünü açtığında Aram yüzünde yorgun bir gülümseme günaydın melek kız dedi. Beni çok üzdün bilir misin? Şimal yine sordu neden ki? Aram çünkü bir daha sesini duyamayacağımı sandım dedi. Öptü kadınını tutkuyla dudaklarından. Acısını içinden almak ister gibi.

Şimal ayağa kalkıp da yine saray bahçesinde gezintiye çıktıkları bir gün derenin kenarında bir sandık buldular. Aram gözlerine inanamadı bu sandık o reddettiği armağandı. Şimal’e baktı sonra onun gülen gözlerine. Gömelim onu hünkârım dedi Şimal sır Rakasa ile gömülsün ve bir gün bizde yanına. Kendi çocuğumuz bile bilmesin. Aram soran gözlerle baktı eşine. Gömelim de kendi çocuğumuz. Sözü yarım kaldı Şimal’in eli gitti karnına. Burada kıymetlim dedi. Sonsuz karanlığa gömdüler sırlarını. Rakasa ile gömüldü. Ta ki bir gün gerçek güçten korkmayan biri bulana dek…

Rakasa” için 10 Yorum Var

  1. Merhaba;
    çok güzel bir hikaye. Bunlar kim peki, yani türk mü, yabancı mı? Oldukça ilgi çekici, değişik bir aşk hikayesi olmuş. Diyecek fazla bir şey yok, ellerine sağlık.

  2. onların milletleri yok aslında ama bizim kültürümüzden etkilendim. teşekkür ederim.

  3. Ne kadar tatlı ve ne kadar da duygu yüklü bir hikayeydi bu böyle… Uzun gözüken, Şimal ve Aram’ın öyküsüyle okuyucuyu büyülüyen ve bir anda sonu gelen bir öyküydü…

    Sonu mutluluk ile bitti ya, daha ne ister insan 🙂 Ellerine sağlık…

  4. Eski masallar tadında, oldukça keyifli bir hikaye olmuş.

    Hani arada Kaf Dağı’ndan bahsedilse, ortaya bir Tepegöz çıksa, gökyüzünde bir Zümrütanka süzülse yabancılık çekmeyecek insan. Özellikle kullandığınız farklı anlatım dili hikayenin tadına tat katmış. Normalde aşk hikayelerini sevmememe rağmen Aram ve Şimal’in öyküsünü büyük bir merakla okudum.

    Kaleminize sağlık…

  5. Ne güzel yazıyorsunuz. Şu ana kadar yazdığınız her şey güzelden de öteydi. Ruhunuza sağlık. Onunla yazdığınız belli çünkü. Saygı ve sevgiler.

  6. çok teşekkür ederim Eylem yorumlarınız beni çok mutlu etti umarım o ruhu hiç kaybetmem sevgiler, saygılar…

  7. Evvet! Yazdıklarınızın arasında şu ana kadar okuduğum en iyi sonu olan öykü buydu. Ama kurgularınız süper. Çok orjinal kurgularınız var gerçekten. Sadece sonun belirginliği konusunda ben bazen sıkıntı görüyorum. Başarılarınızın devamını diliyorum.

Al Awnee Simsir için Yorum Yap Yanıtı iptal et

E-posta adresiniz yayımlanmayacaktır.Yıldızlı olan alanların doldurulması zorunludur. *