Öykü

Ruh Gezen

Not: Bu öyküyü okumadan önce, GİZEMLİ SOYGUN, ZORAKİ ORTAKLAR ve İZ PEŞİNDE adlı öyküleri okumanız olay örgüsünü kavrayabilmeniz açısından kesinlikle yararlı olacaktır.


“Başlarım sizin yapacağınız işe!” diye bağırdı baş komiser Haldun Gürses, bütün polis merkezini inleten bir sesle. Masasında oturmuş, sinirinden sandalyesinde hop hop hoplar bir vaziyette Selim ve Murat’ın raporunu dinliyordu.

“Sakin ol Haldun.” dedi Selim, komiser ne zaman bağırmaya başlasa yaptığı gibi.

“Sakin? Sakin olayım öyle mi? Olayla ilgili tanık var mı diyorum, var diyorsunuz. Nerede diye soruyorum, öldüler diyorsunuz! Nasıl sakin olmamı beklersin? Elinizi kime atsanız öbür tarafı boyluyor maşallah!”

“Abartma… Adamlardan ilki biz olay yerine varmadan ölmüştü zaten. İkincisini ise hastaneye kaldırılırken yolda kaybettik maalesef.” dedi Selim.

“İyi de ne diye adamı hastaneye götürüyordunuz ki? Bana bak Selim, herifi konuşturmak için onu eşek sudan gelinceye kadar dövdüğünü söyleme bana yine.”

“Kim? Ben mi? Tabi ki hayır, benim öyle bir şey yaptığım nerede görülmüş?” diye cevapladı Selim, abartılı hareketlerle.

Murat ise oturduğu yerde huzursuzca kıpırdanarak ortağına baktı.

“Tabi canım, hiç öyle şey yapar mısın sen?” diye homurdandı Haldun. “Geçen seferki barmeni sorgulayabilmek için iki gün ayılmasını beklemek zorunda kalmıştık, hatırlatırım sana.”

“O tamamen bir kazaydı. Adam tökezleyip vitrininin camından dışarı fırladıysa bu benim suçum mu?” dedi Selim, artık bariz bir biçimde gülerek.

“Tökezlemişmiş. Sen onu benim külahıma anlat!” diye gürledi Haldun.

“Bir de ajans sahibine…” diye mırıldandı Murat. Ardından Selim’den yediği dirsek darbesiyle hafifçe inledi.

“Hangi ajans sahibi?” diye sordu Haldun endişeyle.

“Önemli bir şey değil.” diyerek araya girdi Selim tekrar, genç ortağına kötücül bir bakış attıktan sonra. “Bak, bu öyle bir şey değildi inan bana. Adamı mezarlıkta kıstırdık. Üzerimize doğru koşarak geliyordu. Sonra… Sonra birdenbire durdu.”

“Evet, gerçekten de çok garipti.” dedi Murat. “Neredeyse insanüstü denebilecek bir hızla üzerimize koşuyordu. Bir an için bizi ezip geçecek sandım ama tam önümüzde kazık gibi duruverdi. Gözleri görmüyor gibiydi, öylece boşluğa bakıyordu adeta.”

“Kesinlikle! Birkaç saniye sonra ise adamın kendine geldiğine şahit olduk ve dediği şey tam olarak şuydu; neredeyim ben?

“Kendine geldiğine mi?” diye sordu Haldun, şaşırarak.

“Evet, sanki bir rüyadan uyanmış gibiydi ve oraya nasıl geldiğini anlamaya çalışıyordu.”

“Uyurgezer gibi miydi diyorsun yani?”

“Öyle de denebilir fakat bir ordu dolusu adamı tepeleyecek kadar da uyanıkmış aynı zamanda. Bilemiyorum, garip bir durum…”

“Ya sonra?”

“Sonra aniden kalp krizi geçirmeye başladı. İlk müdahaleyi yapıp doğruca en yakın hastaneye kaldırdık fakat oraya vardığımızda artık çok geçti.”

“Off!” diye inledi Haldun, başını avuçlarının içine gömerek. Aldığı haberler yüzünden adeta çökmüş gibi görünüyordu. “Kalp krizleri, ne yaptığını bilmeyen hırsızlar…” diye başladı sonunda konuşmaya. Sesi oldukça ümitsiz ve boğuk bir biçimde çıkıyordu. “Bu dava giderek daha da karışık bir hal almaya başladı ve elimizde tek bir ipucu bile yok. Üstelik bu gece yılbaşı… Halk panik içinde ve büyük bir ihtimalle de kimse yılbaşını rahat bir şekilde kutlayamayacak. Evlerine kapanacaklar ve gördükleri her Noel Baba’ya da şüpheyle yaklaşacaklar. Ya da tam tersi, sokaklara dökülüp onları linç etmeye bile kalkabilirler. Bunların hepsi için de beni suçlayacaklar. Üzerine bir de başka soygunlar gerçekleşti mi tamamız demektir. Mahvoldum, bittim ben! Melahat hepimizi tüm Türkiye’nin gözü önünde maskara edecek.”

“Ümidini yitirme, gün sona bu davayı ermeden çözeceğiz.” dedi Selim, piposunu yakıp derin bir nefes alırken. “Ayrıca başka soygun olacağını da sanmıyorum.”

“Nedenmiş o?” diye sordu Haldun, yüzünü kapayan parmaklarının arasından bakarken.

“Çok açık… İkinci soygun sadece bir aldatmacaydı.”

“Nasıl yani?” diye sordu hem Murat hem de Haldun aynı anda.

“Bakın…” dedi Selim, masanın üzerindeki olay dosyasından iki farklı rapor çıkararak.

“Bu bankadan çalınan tutar.” dedi bol sıfırlı bir rakamı gösterirken. “Bu ise Cevahir’den çalınan miktar.” diye devam etti Selim, daha ufak bir tutarı işaret edip. “Ne görüyorsunuz?”

“İkisinin arasında dağlar kadar fark var.” dedi Murat. “Deveyle pire gibi…”

“Aynen öyle.” diye doğruladı Selim. “Sizce elinde bu kadar yüklü miktarda para bulunan biri neden böylesine ufak bir meblağ için başını belaya sokar ki?”

“Doyumsuzluk?” diye önerdi Murat.

“Belki de çok büyük bir iş çeviriyorlar ve daha fazla paraya ihtiyaçları vardır.” diye fikir yürüttü Haldun.

“Belki… Fakat adamların neler yapabildiklerini az çok biliyoruz. Niçin bir başka banka, mesela Merkez Bankası değil de onlardan kat be kat daha az para içerdiği açıkça belli olan bir alış-veriş merkezi?”

Ne Murat’tan ne de Haldun’dan bir cevap gelmeyince konuşmasını sürdürdü.

“Peki, mezarlıktaki adam neden ikimizi de oracıkta harcamadı ve öylece duruverdi?”

“Şey… Elimizde silahlar vardı ya. Belki de korkmuştur.” dedi Murat.

“Hayır, hiç sanmıyorum. O adam bize teslim edildi, bizi yanıltmaya çalışıyorlar. Meraklı Melahat’in uydurma haberleri yüzünden tüm ülke ortada bir Noel Baba çetesi olduğuna ve bütün polis teşkilatının onları aradığı masalına inanmış vaziyette. Büyük ihtimalle hırsızımız da öyle düşünmüş olmalı… Bu yüzden bunun gerçekten de organize bir iş olduğunu ve çetenin diğer elemanı yakaladığımızı sanmamızı istedi. Böylece onun peşini bırakacaktık.”

“Bir saniye, bir saniye…” dedi Murat. “Bu çok mantıksız! Hırsız sadece tek bir kişiymiş gibi konuşuyorsun.”

“Öyle olduğunu sanıyorum.” dedi Selim düşünceli bir biçimde, piposundan çektiği dumanlar ağzından yavaşça süzülüp odanın tavanında dans ederken. “Her şeyden önce tüm şüphelilerin kalp krizi sonucu ölmeleri sadece basit bir tesadüf olamaz.”

“Onları ortadan kaldırdığını mı ima ediyorsun?” diye sordu Haldun.

“Belki… Hatta neredeyse eminim. Ya Noel Babalar sadece birer kurbansa? Ya rastgele seçilmiş piyonlardan ibaretlerse?”

“İyi de bu nasıl mümkün olabilir?”

“Bilmiyorum ama şurası kesin. Ne ilk ne de ikinci Noel Baba’nın da suç kaydı yok. İkisi de kendi halinde yaşayan, dürüst insanlarmış. Öğretmen de öyle… Hiçbiri de bir diğerini tanımıyor ayrıca. Fakat nedense birdenbire Noel Baba efsanesi dâhil tüm batıl şeylerden nefret eden bir adamın İstanbul’un en işlek caddesinde, tam da para transferlerinin gerçekleşeceği saatte kostümlü bir adam kiralayası geliyor. Hem de kartının tüm limitini harcayarak! Sonra da ömrü elvermeyip ölüveriyor! Ardından yaşlılıktan beli bükülmüş bir ihtiyar birdenbire aslan kesilip bir banka dolusu adamı pataklayıveriyor, akabinde bir sokak arasında kalp krizi geçirip nalları dikiyor. Bugün ise tamamen başka bir genç yaşlı adamla aynı yetenekleri sergileyip yine ölüyor. Banka soygunundan minibüsle kaçan kişi ve paraların da hâlâ kayıp olduğunu unutuyorsunuz.”

“Tamam, tamam!” dedi Haldun, “Beni ikna ettin, bunun tesadüf olduğunu düşünmek bile polislikten istifa sebebi olur. Diyelim ki söylediklerin doğru. Peki, bunu nasıl yapıyor? Demek istediğim kim bir başkasının iradesi üzerinde hâkimiyet kurabilir ve sağlıklı bir insana kalp krizi geçirtebilir ki?”

“Aslına bakarsan benim kafamı kurcalayan da bu.” diye yanıtladı Selim, düşünceli bir biçimde.

“Bir tür silah olabilir mi dersiniz?” dedi Murat.

“Silah mı? Ne tür bir silah?” diye sordu baş komiser.

“Hani şu bilim-kurgu filmlerindeki gibi… Şimdi, bu bir film değil diyeceksiniz belki ama…”

“Aslına bakarsan bana bir daha şef dememeni söyleyecektim fakat o da olur.”

“Şey, kusura bakma şef. Her neyse, bu tip silahların gerçekten de yapılabileceğini biliyorum. Bir belgeselde izlemiştim. Bildiğiniz gibi insan kalbi belirli bir ritim eşliğinde çalışır ve bu ritim bozulduğu zamanlarda çeşitli rahatsızlıklar ortaya çıkar. Çarpıntı, tekleme…”

“Ve kalp krizi.” diye ekledi baş komiser.

“Aynen öyle, kalp krizi… Bundan birkaç yıl önce Amerikalı bazı bilim adamları belirli ses ya da ışın dalgaları ile bu ritmin bozulup bozulamayacağını araştırmışlar. Tahmin edin sonuç ne olmuş.”

“Başarılı mı?”

“Aynen öyle. Daha sonra bu araştırmanın kötü ellerde istenmeyen sonuçlar vereceğini düşünerek dosyayı rafa kaldırmışlar. Ya da en azından bizlere söylenen bu… Ordunun bu projeyi çok gizli yaftası altında devam ettiği iddia ediliyor.”

“Hayır, silah olamaz.” dedi Selim. “Mezarlıkta bizden başka hiç kimse yoktu ve yola en yakın mesafeden hayli uzaktaydık. Ayrıca bu teori adamların bilinçlerini ve vücut kontrollerini kaybetmelerini açıklamıyor.”

“Bir tür ilaç olabilir mi peki? Hani şu beyni uyuşturan zamazingolardan?” diye fikir yürüttü Haldun.

“Hayır, ilaç da olamaz. Uyuşuk ve hantal hareketlere neden olur, oysa adamların her ikisi de gayet çevik ve güçlüydüler.”

“Öyleyse ne?” diye sordu Haldun.

“Bilmiyorum, emin değilim.”

Baş komiser derin bir ah çekerek başını masaya yasladığı kollarının üzerine bıraktı.

O esnada odanın kapısı ürkek bir biçimde çalındı.

“Gel!” diye seslendi baş komiser, kafasını koyduğu yerden kaldırmadan. İçeriye henüz yirmili yaşlarında olan, çekingen bir polis memuru girdi.

“Amirim…” diye söz istedi çekinerek.

“Evet, ne var?” diye sordu Haldun, bezgince.

“Müfettiş Kuzgun adına bir paket geldi. Ulaşır ulaşmaz kendisine teslim etmemizi emretmişti.” diye yanıtladı genç memur, yan gözlerle Selim’i süzerek.

“Hah!” dedi Selim, bu haberi duyunca ve heyecanla ayağa kalkıp delikanlının yanına ilerledi. “Nihayet, ben de bunu bekliyordum. Sağ ol evlat!”

Genç polis Selim’e hayran hayran bakarak “Ben teşekkür ederim efendim. Benim için onurdur.” mahiyetinde bir şeyler geveledi. Ardından heyecandan kıpkırmızı olmuş bir yüzle odayı terk etti.

“Nedir o?” diye sordu sonunda kafasını biraz da olsa kaldıran Haldun.

“Bu…” dedi Selim, paketi yırtıp açarken. İçersiden kahverengi, büyük bir zarf çıktı. Üzerine ince ve eğik bir el yazısı ile “İvedidir.” yazılmıştı. “…okul müdüründen istediğimiz yazı örnekleri. Ruhi Gezer adlı öğrenciye ait birkaç sınav kâğıdı ve sicil dosyası… Öğretmenin çektiği siparişi hatırlıyor musun?”

“Evet, tam soygunun yapıldığı saatte o sokakta yürümesi için bir Noel Baba kiralamış demiştin.”

“Bir Noel Baba alana bir geyik bedava kampanyasından yararlanmış.” dedi Murat gülerek.

Haldun ve Selim’in dik bakışları ile karşılaşınca gülümsemesi yavaşça soldu ve öğrencinin sicil dosyasını kaparak kızaran yüzünü gizlemeye çalıştı.

“İlginç olan şu; adamın yazısı ile formun üzerindekiler birbirini tutmuyor. Bak, bu adamın el yazısı.” dedi bulmacanın üzerindeki eğik yazıyı gösterirken. “Bu ise form üzerinde kullanılan yazı… İkisi ne kadar farklı görüyor musun?”

“Evet, öğretmene ait olmadığı gün gibi ortada…”

“Kesinlikle. Bu da bize o odada başka birinin daha olduğunu ispatlıyor. Muhtemelen Noel Baba siparişini veren ve öğretmenin ölümünden sorumlu olanda kişi de o. Hatta bankayı soyduran da o olabilir büyük ihtimalle.”

“Bak, bulmacanın üzerinde farklı bir yazı daha var.” dedi Haldun heyecanla. “Belki de ortada birden fazla suçlu vardır. İşte tam şurada! Ne yazmış bakayım? Asabi ve inatçı kişi; Selim.”

Bunun üzerine Murat’ı küçük bir öksürük krizi tuttu.

“Hayır, sanmıyorum. Diğer yazının sahibinin tek suçu sadece biraz kalın kafalı olması, o kadar.” diye yanıtladı Selim, pis pis sırıtarak.

“Ne?” dedi Haldun, bir Murat’a bir de Selim’e bakarak.

“Boş ver.” diye yanıtladı Selim, ortalığı daha fazla kızıştırmamaya karar vererek. Ardından baş komiserin aradaki bağlantıyı kurmasına fırsat vermeden kâğıtları alıp ortağına uzattı. “Kontrol et bakalım.”

“Derhal!” dedi Murat, kâğıtları kaparcasına alırken. Çok fazla incelemesine gerek bile kalmamıştı. “Yazılar tıpatıp aynı.” diye bildirdi sevinç, şaşkınlık, heyecan ve biraz da hayranlık dolu bakışlarla ortağına bakarken. “İyi de nasıl bildin?”

“Bunu biraz da sana borçlu olduğumu itiraf etmem gerek.” dedi Selim, piposunu tüttürürken. “Okul müdürüne sorduğun o soru ve müdürün anlattığı kalp krizi olayı çocuktan şüphelenmemdeki asıl sebepti. Fakat yazıları karşılaştırıncaya kadar ben de tam olarak emin değildim.”

“Peki ya yanılıyorsak? Ya çocuk sadece o anda orada bulunuyorsa? Öğretmen formu öğrencisine doldurtmuş olabilir pekâlâ.” dedi Murat.

“Olabilir elbette fakat çok düşük bir ihtimal. İkilinin birbirini pek sevmediğini biliyoruz. Hoş, öğrencilerin hiçbiri öğretmeni sevmiyormuş ya. Ayrıca bir de Ruhi’nin kavga ettiği çocuğun kalp krizi geçirdiği gerçeği var. Hem de bir sürü garip harekette bulunduktan sonra…”

“Tabi ya…” dedi alnına bir şaplak atan Murat. “Bu her şeyi açıklıyor. O çocuk da muhtemelen Ruhi’nin kontrolü altınaydı. Hatta ilk kurbanı bile olabilir.”

“Hazır sicil dosyası elindeyken bak bakalım nerede oturuyormuş?”

“Ruhi Gezer. 17 yaşında, lise son sınıf öğrencisi. Kağıthane’ye bağlı Gültepe mahallesinde annesiyle birlikte yaşıyormuş. Babası… Oh-oh!”

“Ne?”

“Babası bir yıl kadar önce ani bir kalp krizi sebebiyle ölmüş!”

“Tombala!” dedi Selim, sırıtarak.

“İyi de…” dedi Murat kendini toparlayarak. “Bu çocuk tüm bunları nasıl başarıyor? Yani o adamları kontrol etme gücü, kalp krizi atakları falan?”

“Bilmiyorum ama bunu öğrenmenin tek yolu var.” diye yanıtladı Selim. “Şimdi, planımız şu…”

***

“Şimdi ana haber bültenimize bağlanıyoruz!” dedi porselen dişlerini yapmacık bir sırıtışla sergileyen sunucu. Araya kısa bir jenerik girdi ve ekrandaki görüntü yerini daha somurtkan bir spikere bıraktı.

“İyi akşamlar Türkiye.” dedi erkek muhabir, gayet ciddi bir sesle. “Bildiğiniz gibi İstanbul son birkaç gündür bir Noel Baba krizi yaşıyor. Kılık değiştirmiş soyguncular önce bir bankayı sonra da şehrin önde gelen alış-veriş merkezini güpegündüz soydular. Ortaya atılan çete iddiaları da cabası… Tam “Polis nerede, güvenlik güçleri uyuyor mu?” diye sormaya başladığımız anda beklenen açıklama gerçekleşti.”

Görüntü değişti ve bir kürsü üzerinde konuşma yapan baş komiser Haldun Gürses görünmeye başladı ekranda.

“Bu akşamüzeri saat 18:00 sularında, İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nün kapısında bir konuşma yapan baş komiser Gürses çetenin tüm üyelerinin yakalandığını bildirdi.” diye anlatmaya devam etti spiker. “Olayı çözenin ünlü müfettiş Selim Kuzgun olduğunu belirten Gürses, halkın artık korkmasına gerek kalmadığını ve yılbaşı gösterilerinin planlandığı gibi yapılmasında hiçbir sakınca olmadığı müjdesini de verdi. Bu haber tüm şehirde bayram havası yaratırken…”

***

Gökyüzünde patlayan havai fişekler karla kaplı caddeleri çeşitli renk ve ışık oyunları ile boyarken siyah bir araç ağır ağır Kağıthane yönünde ilerliyordu.

“Şefin Melahat hakkındaki demecine yer vermemişler anlaşılan.” dedi Murat, az önce haberleri sunan radyoyu kapatırken.

“Eh, kanallarının kapatılma riskini göze alamazlardı. Hem de süresiz…” diye yanıtladı Selim, gülerek. Üzerlerinde bir yerde birkaç fişek daha patladı.

“Kutlamalara bayağı erken başladılar.” dedi ön camdan eğilerek yukarıyı seyreden Murat. “Baksana saat daha 21:00 bile olmadı.”

“Bunca olaydan sonra onlara hak vermemek elde değil.”

“Şey… Baş komiserin önünde beni ele vermediğin için teşekkür ederim. Hani şu bulmaca olayı ile ilgili…”

“Sorun değil.”

“Yani evet, biliyorum içinde aksi ya da ihtiyar geçen her sorunun karşısına senin adını yazmam yanlıştı.”

“Ne yazdığın umurumda bile değil evlat. Seni korudum çünkü suç mahallindeki bir delille oynadın ve bunun cezası da oldukça ağırdır. Ortağımdan olmak istemedim, hepsi bu.”

“Ortak… Bu seninle çalışmaya devam etmemi istediğin anlamına mı geliyor yoksa ihtiyar?” diye sordu Murat, biraz da havalara girerek.

“Hayır, bu benimle çalışmana izin verdiğim anlamına geliyor bay çokbilmiş.”

İkili kısa bir an için birbirlerine dik dik baktılar sonra da aynı anda gülmeye başladılar.

“Eh, ortağız o halde.” dedi Murat gülümseyerek.

“Ortağız. Şimdilik…”

“Söylesene Selim, daha önceki iş arkadaşının ölümüne sebep olduğun şakaydı değil mi?”

Selim cevap vermek yerine, sessizce aracı sürmeye devam etti.

“Değil mi?” diye üsteledi Murat.

“Yakında görürsün.” dedi Selim, bıyık altından gülerek.

“Ah, hiç komik değil!”

“İşte geldik.” dedi Selim, konuyu değiştirerek. “Şu karşıdaki kırmızı bina.” Oldukça eski püskü, fakir bir mahalleydi burası. Binalar, yollar hatta arabalar bile yıkık döküktü.

Aracı çok dikkat çekmeyecek bir yere park ederlerken Murat cep telefonunu çıkartarak evi gözetleyen ekibi aradı.

“Şahin bir.” diye açtı karşı taraf telefonu.

“Selam çaylak! Röntgencilik kariyerin nasıl gidiyor bakalım?” diye sordu Murat, sırıtarak.

“Şahin iki diye cevap vermen gerekiyor seni ukala!” diye çıkıştı telefonun diğer ucundaki Güngör Hepyatar, homurdanarak.

“Boş versene, bu tarz şeyler acemiler için. Hem senin çatlak sesini nerede olsa tanırım eski ortağım.” Eski kelimesinin üzerine özellikle basmıştı.

Güngör tam küfür etmeye başlamıştı ki Selim, ortağının elindeki telefonu kapıverdi.

“Hey! Ben konuşuyordum!” dedi Murat, bozularak.

“Ben Kuzgun.” diye tanıttı kendini Selim.

“Ah, özür dilerim müfettiş! O sözler size değildi.” dedi Güngör, telaşla.

“Sorun değil, bazen ben de aynı şeyleri düşünmüyor değilim.” dedi Selim, pis pis sırıtarak. “Durumumuz nedir?”

“Emrettiğiniz gibi saat 18:00’den beri şüphelinin tam karşısındaki daireden evi gözetliyorum efendim.” dedi Güngör.

Selim hafifçe eğilerek ön camdan dışarı baktı ve az ilerideki apartmanın pencerelerinden birinde belli belirsiz bir el hareketi gördü.

“Evet, seni gördük.”

“Ne profesyonelce bir hareket ama!” dedi Murat alayla. “Böyle el sallamayı nerede öğrendin? Kız Meslek Lisesinde mi?”

Güngör bir homurtu daha koyuverdi ama bu kez kendini tutmayı başardı.

“Devam et, aldırma sen ona.” dedi Selim. “İyi yer tutmuşsun.”

“Zor olmadı. Dairenin sahibi bir alt katta oturuyor. Kendisine civardaki soygun olaylarını araştırmaya geldiğimi söylediğimde ‘Nereden öğrendiniz? Ben ihbarı falan vermedim’ diye sordu şaşkın şaşkın.”

“Ne ihbarı?”

“Üç gün önce aracı çalınmış. Sıkı durun; Mazda marka beyaz bir minibüs.”

“Banka soygununda kullanılan mı yani?”

“Ta kendisi.”

“Neden ihbar etmemiş peki?”

“Büyük ihtimalle çalıntı ya da ruhsatsız… Adamı fazla sıkıştırmadım, sadece Türk polisi daima bilir tarzında bir şeyler geveleyip dairenin anahtarını istedim. O da fazla üstelemeden verdi zaten.”

“İyi iş Güngör.”

“Teşekkür ederim efendim.”

“Şüpheli ne âlemde peki?”

“Şimdilik sıra dışı bir olaya ya da harekete rastlamadım efendim. Sizin de önceden tahmin etmiş olduğunuz gibi haber saati koşa koşa televizyonun başına geçti. Baş komiserin açıklamasını dinlediğinde ise çok mutlu görünüyordu.”

“Güzel, yemi yuttu demektir. Evde başka biri var mı?”

“Annesi şu an içerde.”

“Anlaşıldı, harekete geçiyoruz.”

***

“Oğlum kapı çalıyor! Kalk da hareket et biraz!” diye çıkıştı mutfakta çalışan kadın.

“Öf anne ya! İşim var!” diye söylendi Ruhi Gezer, odasından çıkmayarak. Kızıl saçlı, bol sivilceli bir çocuktu Ruhi. Akranlarına göre daha kısa ve çelimsizdi. Jöle ile dikleştirdiği saçları bir kirpi gibi görünmesine neden oluyordu. Yatağında oturmuş, gelecekle ilgili planlar yapmakla meşguldü.

“Ne işin var? Hey Allah’ım, bu çocuk beni öldürecek.” dedi kadın, ellerini önlüğüne silerek kapıya ilerlerken. “Sabahları işe git, akşam gel yemek hazırla. İnsan bir minnet gösterir, yardım eder ama nerde!”

Kapı deliğinden bakıp da karşısında iki yabancı adam görünceye dek söylenmeye devam etti. O anda telaşla nefesi kesildi ve az önce neden bahsettiğini bile unutuverdi.

“Kimsiniz?” diye seslendi kapının ardından.

Selim sadece rozetini gözetleme deliğine yaklaştırmakla yetindi. Kadın ürkek bir biçimde kapıyı aralayıp “Buyurun, nasıl yardımcı olabilirim?” diye sordu.

“Durdu Gezer?” diye sordu Selim.

“Evet, benim.”

“Ben Selim Kuzgun, bu da ortağım Murat Pekcan.” Murat güven verici bir şekilde gülümseyerek kadını başıyla selamladı. Kadın da aynı şekilde fakat pek de samimi olmayan bir biçimde selama karşılık verdi.

“Oğlunuza birkaç soru sormamız gerekiyor.” dedi Selim.

“Oğluma mı? Ama… Şey…”

“İçeride olduğunu biliyoruz. Öğretmenlerinden biri ile ilgili birkaç soru, hepsi bu.”

“Şey… Tamam, burada bekleyin lütfen.” dedi kadın ve içeriye doğru bir-iki adım atıp seslendi. “Ruhi! Oğlum gelsene bir dakika.”

Fakat yanıt gelmedi.

“Ruhi! Oğlum kime diyorum?”

Yine cevap gelmeyince kadın odaya doğru ilerlemeye başladı. Selim, başıyla ortağına kendisini takip etmesini işaret ederek kadının ardından içeri girdi. Murat da hemen onun ardındaydı. Ağır bir rutubet kokusu vardı içerde. Etraftaki az sayıdaki ve eski eşyalar ailenin maddi durumunun pek de yerinde olmadığını gösteriyordu.

“Ruhi, cevap versene oğlum.” diye seslendi kadın, çocuğun odasının kapısını aralarken.

Oda boştu. İçerdeki tek hareket açık pencereden esen rüzgârla dalgalanan perdelerden geliyordu.

“Nereye gitti bu çocuk? Şimdi buradaydı.” dedi Durdu Gezer şaşkınlıkla.

Selim daha fazla beklemedi ve kadını kibarca yana iterek pencereye doğru koştu. Aynı esnada Murat’ın telefonu çalmaya başladı. Arayan Güngör’dü.

“Evet?” diye açtı Murat telefonu.

“Yukarı çıkıyor! Yangın merdiveninden kaçtı!” dedi Güngör telaşla. Fakat Selim olayı çoktan çözmüş, pencereden dışarı adımını atmıştı bile.

Kadının bağırışlarına aldırış etmeden Murat da pencereden fırladı ve ortağını takibe başladı.

“Nerede?” diye sordu Güngör’e.

“Çatıda! Yan apartmana atladı!” diye yanıtladı telefondaki Güngör.

Az sonra iki ortak çatıdaydı. Karla kaplı çatıda kaçağın izlerini bulmaları hiç de zor olmamıştı. Asıl zahmetli olan şey ise bu zeminde koşarak ilerlemekti.

“Kaçıyor! Ne diye oyalanıyorsunuz?” diye bağırdı Güngör.

“Kolaysa sen yakala!” diye söylendi Murat, ayakları kaya kaya koşarken.

Selim çok da uzak olmayan karşı çatıya sıçradı ve yerde ufak bir takla atarak takibine hızla devam etti. Murat onun kadar becerikli değildi. Buzlu zemin üzerinde kayarak kıç üstü yere kapaklanıverdi. Neyse ki aynı şey Ruhi için de geçerliydi. Hızla uzaklaşan çocuk bir anda tökezleyerek düştü. Bu Selim için yeterliydi.

“Dur!” dedi Selim, silahını çekip doğrultarak. “Kıpırdama!”

Ruhi yavaşça arkasına döndü ve yüzünde şeytanca bir sırıtışla rakibine bakmaya başladı.

Murat zor da olsa kalçasını tuta tuta ikilinin yanına geldi ve “Yolun sonuna geldin ufaklık.” dedi neşeyle.

“Hiç sanmıyorum aynasız.” dedi Ruhi Gezer, yüzündeki sırıtışı koruyarak. Aynı anda Selim silahını Murat’ın şakağına dayayıverdi.

“N-Ne? Ne yapıyorsun ihtiyar?” diye sordu Murat korkuyla. Yan gözlerle ortağına baktı ve gördükleri hiç hoşuna gitmedi. Selim Kuzgun bomboş gözlerle dimdik karşıya bakıyordu. Ağzı hafif açılmıştı, diğer kolu ise yanında tasasızca sallanıyordu.

“Şu anda seni duyacağını pek sanmıyorum.” dedi Ruhi, keyifle kıkırdayarak. “Ya da kim bilir, belki de duyuyordur. Bu işleri daha da zevkli yapar.”

“Selim?” diye seslendi Murat. Fakat hiç yanıt yoktu. “Ona ne yaptın seni aşşa…” O anda Selim, silahının namlusu ile Murat’ın başına okkalı bir darbe indirdi. Murat acı ile ahlayarak yere kapaklandı. Telefonu ise uçarak çatının uzak köşesine yuvarlandı.

“Yerinde olsam sözlerine dikkat ederdim aynasız! Ne de olsa hayatın benim elimde!”

Murat elini alnına götürdü ve parmaklarına bulaşan kendi kanını hissetti.

“Ayağa kalk!” diye emretti Ruhi.

Murat zor da olsa denileni yaptı. O kalkar kalkmaz Selim bacaklarına bir çelme takarak tekrar düşmesine neden oldu. Ruhi keyifle kahkaha attı.

“Görüyor musun? Gücümü hissedebiliyor musun? Ona ne istersem yaptırabilirim. Ne istersem…” dedi ardından, kendinden geçmiş bir vaziyette.

“Ayağa kalk, tekrar.” dedi Ruhi, ağzından buhar huzmeleri çıkarken.

Bir kez daha kalktı Murat fakat bu sefer başka darbe gelmedi. Selim yeniden silahının namlusunu Murat’ın başına dayamıştı.

“Silahını at.” dedi sırıtan Ruhi. Murat bu lafı ikiletmedi ve tabancasını yavaşça çekip çatının uzak köşesine fırlatıverdi. Başı zonkluyor, alnından akan kan görüşünü bulanıklaştırıyordu.

“Nasıl?” diye sorabildi zorlukla, “Nasıl becerebiliyorsun? Bir silahla mı, yoksa bir tür ilaç mı?”

“İlaç mı?” diye sordu Ruhi, alaycı bir kahkaha eşliğinde. “O basit şeylere ihtiyacım yok. Bunu yapan şey sadece benim. Kendi gücüm ve kudretim!”

“Anlamıyorum.”

“Mutlak kontrol aynasız, üstelik sadece beyin gücüyle… İnanmıyorsan bak.”

Selim durduğu yerde step dansı yapmaya başladı. Murat hayretler içinde ortağının ayak hareketlerini izlerken Ruhi ise kahkahalarla gülmekteydi.

“Bundan çok keyif alıyorsun, değil mi?” diye sordu Murat. Başı dönmeye başlamıştı.

“Kapa çeneni…” dedi hâlâ kıkırdayan Ruhi.

“Ah, evet alıyorsun. Çok güzel bir his, değil mi? İnsanları kontrol edebilmek… Söylesene, okulda itilip kakılan bir tiptin, değil mi?”

“Kapa lanet çeneni…” diye yanıtladı Ruhi, artık gülmüyordu.

“Büyük çocuklar sürekli seni pataklıyorlar mıydı? Fakir olduğun için hor mu görülüyordun? Onları da mı böyle kontrol ettin? Birbirlerini mi dövdürdün ha, söylesene?”

“Sana kapa lanet çeneni dedim!”

“Peki ya öğretmenin? Çetin Muallim? Öldürmeden önce ona neler yaptırdın? Ya baban? Onu da kontrol ettin mi?”

“Çeneni kapa!”

Selim sert bir yumrukla ortağını yere yıktı.

“Babamı isteyerek öldürmedim! O bir kazaydı!” dedi Ruhi, yanaklarından süzülen öfkeli yaşlar eşliğinde. “Sarhoştu, annemi dövüyordu. Onu durdurmak istedim. Sadece durdurmak…” Gözyaşları ve hıçkırık sesleriyle dolu birkaç saniye geçti.

“Gücümün o gün farkına vardım. İnsanları… İnsanları kontrol edebiliyordum. Ruhum onların bedenine akıyor gibi… Aynı anda hem burada hem de onlarlaydım. Ben ne istersem onu yapıyorlardı, ne dilersem hem de. Üstelik benim kontrolümdeyken çok güçlü oluyorlardı, aynı zamanda çok da hızlı… Ama bir yan etkisi var. Beden aynı anda iki ruhu taşıyamıyor ve ben terk eder etmez diğeri kalp krizi geçiriyor. Babam kriz geçirdiğinde bunun bir tesadüf olduğunu sanmıştım. Ama okulda kavga ettiğim ve ele geçirdiğim çocukta da aynı şey olunca durumu kavradım. Babamı ben öldürdüm.”

“Bak, ben… Bilmiyordum, üzgü…” diye söze başladı Murat fakat Selim’in midesine attığı tekme ile inleyerek yattığı yerde kıvrılıverdi.

“Kapa çeneni! Üzgün falan değilsin! Hiç biriniz değilsiniz! Çetin Muallim denen o hıyar da öyle! Babamın öldükten bir sonraki gün beni sözlüye kaldırdı ve gözümün içine baka baka bana sıfır verdi.”

“Ama intikamımı aldım!” dedi yeniden sırıtmaya başlayan Ruhi. “Önce onu kontrolüme aldım ve o çok değer verdiği parasını harcadım. Sonra annemle bana bir ömür yetecek parayı çaldım. Çok kolaydı, işin ucunun bana dokunması imkânsızdı. Ama sonra siz girdiniz işin içine. Sen ve şu ihtiyar teke…”

Selim kendine bir tokat atıverdi. Gözleri hâlâ ifadesizdi ve darbeyi fark etmemişti bile.

“Sen de gidip bir başka soygun yaparak bizi yanlış yere yönlendirmeye çalıştın.” dedi Murat, zorla ayağa kalkarak.

Ruhi bir an şaşırmış gibi göründü. Sonra kendini toparlayarak “Çok güzel aynasız, bravo.” dedi. “Demek küçük numaramı yutmadınız?”

“Bizi kandırmak için bir başkasının hayatına kıydın.”

“Ne olmuş?”

“Ne mi olmuş? O da senin gibi, annen gibi bir insandı!”

“Umurumda değil. Ben canımdan çok sevdiğim öz babamı bile öldürdüm, tanımadığım insanların hayatını ne diye umursayayım?”

“Sen bir hayvansın!”

“Sen de bir ölü… Ortağın da öyle.” dedi Ruhi sırıtarak. Selim tabancasının horozunu kaldırdı, Murat ise sadece gözlerini yummakla yetindi. Ardından atılan tek bir el silah sesi geceyi yardı.

Murat yere devrilen bir bedenin çıkarttığı sesi duydu. Tek gözünü aralayıp baktığında Ruhi Gezer’in cansız bedeninin yüzükoyun yatmakta olduğunu gördü. Onun birkaç metre ardındaysa silahının namlusu tüten Güngör duruyordu.

“Ne? Ne oldu?” dedi o anda Selim, kendine gelerek. Bir an için Muratla göz göze geldiler. Sonra aniden elini göğsüne götürerek acı ile inlemeye başladı.

“Hayır! Selim, hayır!”

“Neler oluyor?” dedi koşarak yanlarına gelen Güngör.

“Kalp krizi geçiriyor! Ambulans çağır, çabuk!” diye bağırdı Murat, ortağının kravatını gevşetip gömleğini yırtarcasına açarken. Ne baş dönmesi ne de baş ağrısı kalmıştı aklında.

“Burası Şahin bir, acil desteğe ihtiyacımız var!” diyordu Güngör, telefonla merkezi ararken.

“Kalbi durdu!” diye haykırdı Murat. “Lanet olsun ihtiyar. Beni bırakma.”

Ellerini Selim’in göğsünde birleştirdi ve hızla kalp masajına başladı.

“1… 2… 3… Haydi, Selim! Haydi ihtiyar!”

“1… 2… 3…”

“1… 2… 3…”

***

İstanbul’un yüksek gökdelenlerinden birinde bir telefon 3 kez çaldı. Gölgeler arasında oturan adam ahizeyi yavaşça kaldırıp kulağına yaklaştırdı. Tek bir kelime bile söylemedi, gerek de yoktu zaten.

“Ben Fısıltı. Denek 26’yı kaybettik.” dedi telefonun diğer ucundaki ses. “Selim Kuzgun işi bozdu. Güzel haber ise deneyin başarılı olması. Kontrol sağlanabiliyor. Projeye devam ediyoruz.”

Adam tuşlardan birine tek bir kez basmakla yetindi.

“Anlaşıldı.” dedi Fısıltı. “Aynen devam ediyoruz. Gelişmeler için ararız.”

Adam telefonu kapattı ve purosundan kocaman bir nefes çekip sırıttı. Her şey planladığı gibi gidiyordu.

– SON –

Ruh Gezen” için 13 Yorum Var

  1. Anladığım kadarıyla art arda dizilen öykülerle yeni bir roman daha oluşturacaksın sevgili Mit.
    Ortaya gene çok keyifli bir şeyler çıkacağı bu öyküden belli.
    Tamamlansın da okuyalım bari 🙂

  2. Aman efendim, bu ne şeref? Seni bu sayfalarda gördüğüme mi daha çok sevinsem, yoksa üşenmeyip hikayemi okuduğuna mı, bilemedim sevgili Aşkın abi.

    Selim Kuzgun karakteri ile ilgili daha önceden kafamda planladığım bayağı uzun bir macera vardı. Hatta bazı bölümlerini kağıda bile aktarmıştım. Fakat sonra yarım kaldı ve bir köşede unutulup gitti. Nedendir bilinmez, geçenlerde piposunu yakıp karşıma geçti Selim ve dedi ki; “Macerayı devam ettirme zamanı sence de gelmedi mi hâlâ?” Belki de gelmiştir dedim ve bu kısa (!) hikayeyi tasarladım kafamda. Daha önce kurguladığım macera ile ufaktan ilintili ama kendi içinde bağımsız… Şimdi gözümü daha büyük olana dikmiş vaziyetteyim. Bakalım bu kez tamamlayabilecek cesareti ve azmi gösterebilecek miyim?

    Değerli yorumun ve kıymetli desteğin için çok çok teşekkürler.

  3. Teşekkür ederim, çok sağ olun. Bir devam öyküsü, evet. Hatta uzun bir maceranın son bölümü. Okuduğunuz için tekrar teşekkürler.

  4. “Bakalım bu kez tamamlayabilecek cesareti ve azmi gösterebilecek miyim?” demişsin ya, yapmayı istemek bile bir şeydir Mit, hem de büyük bir şeydir. Hele bunu isteyen senin gibi donanımlı bir adamsa, ortaya çıkacak sonucu merakla beklemek düşer bize.

  5. Sağol Aşkın Abi, hiç bitmeyen desteğin ve değerli varlığın için. Seni en tepede görmemi istememe neden olacak iki şey daha 😉

  6. Merhabalar İhsan abi,

    Şunu söylemeliyim evvela, bu öyküyü okumamda Hakan Tunç’un büyük katkısı oldu. 🙂 Kendisi bu uzun soluklu öykünün çıktısını almak ve sonra onu bana armağan etmek gibi dahice bir işe kalkışmıştı geçtiğimiz günlerde. Bu da benim öykünü okuma sürecimi hayli hızlandırdı takdir edersin ki. Keyfime de keyif kattı tabii.

    Tek seferde okuyamadım bu güzel seriyi. Lâkin birkaç gece boyunca adım adım finale yürümek benim için eşsizdi. Şunu söyleyebilirim ki bu kadar oturmuş bir atmosfer yaratmış olmanı hayranlıkla takip ettim. Her şey olmuş ya da henüz gerçekleşmemiş şeylerin anlatısı gibiydi.

    Bölümden bölüme geçerkenki diyalogu sürdürme yöntemin oldukça hoşuma gidiyor. Senin mizahının oturmuş bir başka parçası bu. Tadında bırakmayı da iyi biliyorsun. 🙂

    Düğümün atılmasından çözüme gidene kadarki süreci ve çözümü gayet mahirce işlemişsin. Hayran kalmadım dersem yalan söylemiş olurum.

    Olumsuz bir yorum sayılır mı bilmiyorum ama sayılırsa da artık o elindeki kırbacı bırakacağını umarak şunu söylemek istiyorum ki: Karakterlerin belki biraz daha az ‘lanet edebilir’ler. Biliyorum bu jargon iyice kültürümüzün bir parçası olmaya başladı. Ancak yine de ben yakıştıramıyorum bizim kültürümüze, çok Amerikanvari geliyor ister istemez. Tabii ki bu yazanın takdiridir, ama böyleyken de böyle yani.

    Ayrıca karakterlerine yakıştırdığın isimleri de çok hoş buluyorum, lütfen böyle devam et! 🙂

    Bunların dışında birkaç klavye sürçmesi dışında neredeyse hiç hata yok gibiydi. Böyle özenli bir çalışmanın meyvesini yiyebilmek mutluluk verici.

    Kalemine sağlık! Teşekkür ederim geçirttiğin keyifli geceler için. 🙂

  7. Selamlar sevgili Onur;

    Hmmm… Ben de o çıktılar nereye gidecek acaba diye merak ediyordum. Onları yakmasını söylemiştim ama beni dinlememiş demek. Yaktım seni Hakan! Şaka bir yana, böylesine uzun bir öykü de ancak kağıt üzerinde hakkıyla okunabilir herhalde.

    Bölümler arası geçişleri beğenmene sevindim. Son anda aklıma gelen minik bir eğlencelikti. Ama bir yerden sonra zorladığını itiraf etmem gerek 🙂 İsimlerse apayrı bir konu. Bu tarz adlar üretmeyi ve onları kullanmayı çok seviyorum. Bunda senin “Denizyelesi” karakterinin de katkısı büyük. Böyle bir şeyin güzelliğini ilk onunla fark ettim çünkü. Bu yüzden sana bir teşekkür borçluyum.

    Lanet olsuna gelince… Ben bu cümleyi çok kullanırım, lanet olsun! 🙂 Türkçemizde yeri var mı bilmem ama ağzıma dolandığı için gözümde de sırıtmıyor.

    Tekrar tekrar teşekkürler.

  8. kendimi fringe dizisinin kitabini okuyormus gibi hissettim çok güzel olmus kaleminize ve elinize saglik:))

    ayrica bana su kisim biraz garip geldi Murat karakteri zekice espriler yapiyor akademiden basari ie mezun olmus yetenekli bir polis fakat bir önce ki bölmde müdüre okulda kalp krizi geçiren oldu mu sorusunu sorduktan sonra parçalari birlestitrememesi garip olmus. Okur bile – kendi adma tabi- bu baglantyi kolayca kurabiliyorsa olay üzerinde arastrma yapan ve o soruyu soran bir polis baglantiyi daha çabuk kurardi diye düsünüyorum. 🙂

  9. Fringe benzetmesi daha önce de çok samimi olduğum bir arkadaşım tarafından yapılmıştı. İşin ilginç tarafı ben o diziyi hemen hemen hiç (sadece ilk sezonun 5. bölümüne kadar) izlemedim. O yüzden bu benzerlik benim açımdan şaşırtıcı oldu.

    Murat konusuna gelince; zeki ve yetenekli, evet. Fakat en nihayetinde o bir çaylak ve parçaları birleştirme görevi Selim’e ait. O yüzden, senaryo gereği bunu yapması gereken kişi Kuzgun oluyor.

    Okuduğunuz ve değerli yorumlarınızla katkıda bulunduğunuz için teşekkür ederim.

  10. Bu hikayenin daha önceki hikayelerini aylar önce okumuştum. Ve birden bire aklıma gelince son bölümüne bir bakayım dedim, daha önce sadece bu bölüme şöyle bir bakma fırsatı bulmuştum. Aslında polis olayı nedense bana Arka Sokaklar dizisini hatırlattı, bunu kötülemek için söylemiyorum, o diziyi de izlerim ve hikaye de çok güzeldi. Yalnız son kısımda Ruhi’nin ‘Kapa çeneni, lanet olsun’ demesi yerine, ‘Kapa ulan çeneni!’ demesi daha türkvari ve doğal olurdu. Malüm ‘Lanet olsun!’ geneld film altyazılarında ve çeviri kitaplarda falan karşımıza çıkıor.

    Herneyse, sonuçta okunası, sürükleyici bir eğlencelik, kaleminize sağlık…

    1. Teşekkürler. “Arka Sokaklar” benzetmesi daha önce de yapılmıştı. Bilmiyorum, benzerlikler olabilir. O diziyi hiç izlemedim çünkü. “Lanet olsun” cümlesi için de yine benzer bir eleştiri almıştım başka bir hikayemde. Ben bu cümleyi çok kullandığım için bana garip ya da yapay gelmiyor fakat başkaları için aynı şey geçerli değil anlaşılan. Okuduğun ve eksik etmediğin yorumun için çok teşekkürler.

Bir Yorum Yap

E-posta adresiniz yayımlanmayacaktır.Yıldızlı olan alanların doldurulması zorunludur. *