Öykü

Gece Yürüyüşleri

Yaşar tavukları salmak için evden çıktığında, bahçe kapısı önündeki eski kasa, siyah Ford Mondeo’yu gördü. Söylendi. Araba çiy kaplı, güneş yerden kopmak üzereydi. Söğütlerde kuşlar ötüşüyordu. Omzu üzerinden bakarak, “Leman çayı hızlandır,” dedi. “Misafirimiz gelmiş.”

Kadın içeriden, “Demledim bile,” diye seslendi.

Yaşar esnedi, gözlerini ovuşturdu, bahçeyi aşıp dışarı çıktı. Aracın kaputuna işaret parmağıyla çizgi çekerek yürüdü. Misafir arka koltukta, uyku tulumunda uyuyordu. Sol kolunu alnına yaslamıştı. Yaşar ıslak parmağını eşofman altına silerken eğildi, kaşlarını kaldırdı. Uyuyan adamın sol avuç içinde garip, göze benzer bir yara izi vardı.

Yaşar buğulu cama vurarak, “Koğuş kalk,” diye bağırdı.

Adam sıçrayarak uyandı. Debelendi, tulumu da peşinden sürükleyerek arabadan çıktı. “Komutanım, günaydın,” dedi. Burnunu kaşıdı, hapşırdı.

“Ulan Korkut ne cins adamsın,” dedi Yaşar. “Günaydın. Madem geldin uyandırsana, yatmışsın burada eciş bücüş.”

Korkut sigara paketini çıkartırken, “Ne gerek var komutanım, alışkınım ben,” dedi. Yaşar’a sigara tuttu.

“Yok, bıraktım. Hani öğlene doğru gelirim diyordun.”

Korkut sigara yaktı. “Hesabım tutmadı diyelim komutanım.”

“Hesabına senin…” dedi Yaşar, sırıtarak. Kollarını açtı. “Neyse, neyse, hoş geldin.”

“Hoş bulduk komutanım.”

Kucaklaştılar.

“Yengen çayı koydu. Kamelyada kahvaltı edelim bir güzel. Güneş az daha yükseldi mi mis gibi olur. Isın, ayıl. Konuşuruz.”

“Olur komutanım.”

“Öbür tarafa dön şimdi.”

Korkut, “Emredersiniz komutanım,” diyerek yüzünü kasabadan tarafa çevirdi.

Yaşar ovaya karşı keyifle işerken, “Şu komutanım lafını da bırak,” dedi. “Komutanlığımız mı kaldı amına koyayım.”

“Emredersiniz komutanım.”

* * *

Tavuklar geniş bahçeye yayılmış geziniyor, yeri eşeliyordu. Güneş turuncu bir top misali yükselmişti. Korkut hikâyesini bitirirken bir sigara daha yaktı. Yaşar horozu tavuklara doğru kovaladı. Leman kamelyadan çıkıp eve yöneldi.

“Vay be, demek öyle,” dedi Yaşar, yem tasını tartarak.

“Öyle komutanım,” dedi Korkut. Sol avucundaki gözü okşadı.

“Sonra denedin mi?”

“Bir sonraki vukuatta denedim, az daha postu deldiriyordum.”

“Kanatmadan mı denedin?”

Korkut tastan bir avuç yem aldı, savurdu. “Komutanım, anlıyorsunuz bu işlerden.”

Yaşar gülümsedi. “Ne bileyim, sen öyle anlatınca… İyi dayanıyorsun ha. Zor iş.”

“İdare ediyoruz komutanım.”

“İdare etmek lazım. Ben bir iki otele girdim güvenlik müdürü olarak, idare edemedim.”

Korkut yere baktı, ne diyeceğini bilemedi.

Leman, elde çaydanlık, evden çıktı. “Hadi buyurun.”

Kamelyaya geçip sofraya oturdular. Yaşar tavadaki yumurtayı tabaklara pay etti. Leman çay doldurdu. Bir müddet havadan sudan konuştular. Korkut bir iki lokma atıştırdı. Çayını yarıladığında, “Evet, sizi dinliyorum,” dedi.

Leman, “Mesele Mahmut’un türbesi,” dedi.

“Mahmut’un minibüsü,” dedi Yaşar. “Telefonda demiştim.”

“Evet. Minibüsçüymüş Mahmut. Başka?”

“Yirmi sene önce, Sarıyar derler bir uçurum var kasabanın ötesinde, oradan atmış kendini. Minibüsü uçurumun başında bırakmış, aynen aşağı.”

“Tamam. Niye atmış kendini?”

“Kimse bir şey bilmiyor,” dedi Leman.

“Atladığını görenler olmuş. Eşraf diyor ki mübarek adammış. Delikanlılığında kerametler göstermiş. Evin kapısını kimin çaldığını bilirmiş mesela. Kış çetin geçecek dermiş, kış çetin geçermiş. Bir keresinde bir hırsızlık olayını çözmüş. Hırsızın koluna yapışmış, adam ağlaya ağlaya itiraf etmiş. Sonra bir kız kaçırma durumu olmuş, onda da nerede saklandıklarını bilmiş.”

“Bunları yapabilecek insanlar tanıyorum. Pek mübarek kişiler sayılmazlar.”

Yaşar bir dilim kızarmış ekmeğe tereyağı sürüyordu. “Dinle sen devamını,” dedi. “Bu Mahmut kendini atıyor Sarıyar’dan. Minibüsünü kaldırmıyor kimse. Zamanla hurda minibüs oluyor sana türbe. Millet gidiyor çaput bağlıyor falan. Mahmut Baba diyorlar. Şifa verir, çaresizlere çare olur.”

Korkut çatalına bir zeytin taktı. “Şu gece yürüyüşleri ne zaman başladı?”

“Geçen ay,” dedi Leman. Çatalıyla yumurtasını eşeliyordu. “Bir çocuk Sarıyar’dan atlayacak oldu, gece vakti. Hazal var bizim, tarih öğretmeni, o son anda kurtarmış.”

“On iki yaşında bir kız,” dedi Yaşar. “Uyurgezermiş. Mahmut ağbi beni çağırıyor demiş.”

“Hımm.”

“Daha önce de birkaç kez böyle evden çıkacak olmuş,” dedi Leman. “Ama çıkmadan yakalamışlar. Bir şey demeden döner yatarmış. O gece es kaza evden çıkmış, onda da Hazal görmüş iyi ki.”

“Gece vakti dediniz. Issız bir yer değil mi? Bu Hazal Hanım ne arıyormuş orada?”

“Doğa yürüyüşlerini sever o,” dedi Leman. “Arada beraber de çıkarız. Geceleri çıktığında ben gitmiyorum, korkuyorum, o korkmaz hiç. Çok huzurlu oluyor diyor. Yıldızları izliyormuş.”

“Yapma diyorum,” dedi Yaşar. Boş çay bardağını karısına uzattı. “Gececik, güzel kız. Asılan asılana. Başına bir iş gelecek diyorum. Ama o gece yürüyüşe çıkmasa kız ölmüştü. Görmüş, peşine takılmış.”

Korkut, Leman’ın göz ucuyla baktığını görünce çayını bitirdi, boş bardağı uzattı. “Anladım.”

“Çocuklar bu Mahmut’u çok severmiş,” dedi Leman, çayları tazelerken. “O da zaten bir çeşit çocukmuş, öyle diyorlar.”

“Hakikaten çağırdığına dair bir şey var mı?”

Leman dolu çay bardaklarını sahiplerine geri verdi.

“Kızı çağırdığını gören duyan yok,” dedi Yaşar. “Şimdi bak, bu uyurgezer kıza baksın diye bir hoca getiriyorlar. Hoca kızın annesinin Mahmut’la bir fotoğrafını buluyor. Çocukluklarından kalma. Bunda bir iş var diyor, ama tam ne olduğunu anlamıyor. Bir muska yazıyor, diyor götür bunu fotoğrafla birlikte yak çektirdiğiniz yerde.”

Korkut sol kaşını kaldırdı, başını salladı. “İşe yaradı mı?”

“Yaradı. Kız uykuda gezmeyi bıraktı,” dedi Leman.

“Ama artık başkaları geziyor,” dedi Yaşar. “Kalkıyorlar gecenin bir vakti, Sarıyar’a doğru yürüyorlar. On beş yirmi kişi. Çocuk yaşta olan da var, bastonlu bir iki dede de.”

“Bir aydır her gece mi?”

“Arada bir gece boş geçiyor. İki üç günde bir. Ertesi gece kesin yine yürüyorlar.”

“Hepsi erkek mi?”

“İki tane kadın gördük biz,” dedi Leman.

“Evet. Bir gece misafirlikte geçe kaldık hususi. O zaman gördük.”

“Balkondan izledik. Motor sesleri geldi. Çıktılar evlerinden, hepsinin suratı bomboş, hiç ifade yok. Meydanda toplaştılar.”

“Mahşer günü sanki tövbe tövbe.”

“İnleye oflaya Sarıyar’a doğru yürüdüler.”

“Zombi filmi gibi böyle. Ağır ağır. Motor sesi de uzaklaştı.”

“Korna sesleri de vardı,” dedi Leman.

“Evet, vardı. Bunlar uçurumun başında kendilerine geliyorlarmış Korkut. Minibüsün hemen

“Yolda gözü açılır gibi olanlar olmuş. Mahmut’un minibüsü önlerine düşmüşmüş, öyle diyorlar.”

“Peşlerinden giden, engel olmaya çalışan olmamış mı?”

“Olmuş. Onlar da gözünü uçurumun başında açmış kaç kere. Artık çok kimsenin gözü kesmiyor.”

“Mahmut Baba’yı kızdırdık diye minibüsün başında kurban kestiler geçen hafta.”

Yaşar göz kırptı. “Aynı gece bir daha yürüdüler. Bu sefer birbirlerini soyarken uyanmışlar.”

“İlginç.”

“Öyle. Sen sormadan ben diyeyim. Hurda o minibüs, biri binip geziyor desek, yok, olmaz. Dün hususi kontrol ettik, iz miz yok, hiç kıpırdamamış gibi. Lastikleri de inik.”

“Anlaşıldı.”

“Ee, nedir sence durum? Mahmut Baba’yı kızdırdılar mı dersin?”

“Bilmem,” dedi Korkut, sigara paketini açarken. “Gidip bir bakmak lazım.”

* * *

Korkut, Mahmut’un minibüsüne girdiğinde gözlerini yumdu. Derin bir nefes aldı, soluğunu alnının ortasında toplayıp oradan vücuduna yaydı. Öz karanlığındaki tüm titreşimler olağandı. Burnuna garip bir koku da takılmamıştı. Gözlerini açtı, koltuk demirlerine, dikiz aynalarına, direksiyona, vites koluna bağlı rengârenk çaputları gözledi. Aynaları, camlardan geriye kalanları inceledi. Hiçbir şey bulamayınca minibüsten indi, etrafında bir tur attı. Paslı sağ ön jantı tekmeledi. Gidip uçurumun başında durdu. Aşağıdaki sarı, sivri, keskin kayalıklara, uzaklardaki yeşil, mor dağlara baktı. Mahmut’un burada dikildiğini düşleyerek kollarını iki yana açtı. Hiçlikten bir ses duymak için kulak kesildi.

“Boş,” diye mırıldandı sonunda. “Aşağıda da bir şey yok.”

“Nasıl boş?” dedi Yaşar. “Bir daha baksana, iyi bak.”

Korkut’un gülesi geldi, bastırmak için boynunu kütletmeye çalıştı. Döndü. Yaşar kollarını arkasında birleştirmiş, minibüsü gözleyerek yaklaşıyordu.

“Rahat olun komutanım, biz ikimiz daha acayibiz, öyle söyleyeyim.”

“İyi diyorsun da insan bir garip oluyor.”

Korkut minibüsün kaputunu yumrukladı. “Alelade bir hurda bu. Bir numarası yok. Bir musibet mesken tutmuş gibi de görünmüyor. İlla ki bir iz olurdu o zaman.”

“Yanılıyorsundur belki. Bazı musibetler kendini iyi saklıyor demiyor muydun?”

Korkut gözlerini kıstı. Cebindeki küçük metal kutuya bir fiske vurdu. Minibüsün etrafında gezindi. “Şimdilik şundan neredeyse eminim, Mahmut Babamızın bu işle bir ilgisi yok. Bunca yıl sonra ayan beyan milleti kaldırıp yürütmesi de makul gelmiyor zaten.”

“Peki ya şu fotoğraf, muska yakma işi?”

“Hoca buralardansa Mahmut Baba hikâyesini biliyordur, havadan para alıyor gibi görünmek istememiştir.”

“Ama bir şeyler var değil mi?”

“Anlattıklarınıza bakılırsa var,” dedi Korkut. “Bekleyip görmek lazım. Yalnız şu kızın yürümeyi bırakması da bir garip… Belki… Bilmiyorum. Hadi gidelim komutanım, şu yürüyüşçülerle konuşalım.”

* * *

Kasabanın badana seferberliğine ihtiyacı vardı. Sokaklarda çocuklar koşturuyor, bahçelerde, balkonlarda kadınlar muhabbet ediyor, çamaşır asıyordu. Kaldırımlarda yürüyen, gölgeliklerde, kahvelerde vakit öldüren ahali Yaşar’ın arabasını gördü mü selam veriyordu. Korkut’un yürüyüşçüler hakkında soruları tükenmek üzereydi. Meydanın kıyısındaki geniş parkı geçtikleri sırada Yaşar, yürüyüşçülerin bir kısmının akraba olduğunu söyledi. Hepsi de birbirini tanıyordu. Buralarda herkes birbirini tanırdı.

Ziyaret ettikleri ilk yürüyüşçü bir mobilyacıydı. Tanışmalarından birkaç dakika sonra Korkut, adamın üçkâğıtçının teki olduğuna kanaat getirdi. Epey bir zorlasa da ağzından işe yarar bir bilgi alamadı. Sonraki yürüyüşçü yan dükkândaki bakkaldı. Yürürken arada bir gözünün açıldığını, Mahmut Baba’nın minibüsünü gördüğünü iddia ediyordu. Korkut, Mahmut Baba fikrinin aklına yatmadığını söyledi. “Mahmut Baba’yı rahatsız ettik,” dedi adam, sertçe. Dükkânın önünden geçen kız çocuğuna baktı. “Bize kızdı, bu, başka ne olacak?”

Bakkaldan çıktıklarında, ana cadde üzerinde, bir ekip arabasına denk geldiler. Memurlar yürüyüşçülerdendi. Hiçbir şey görmemiş, duymamış, evde yahut ekip arabasında otururken kendilerini Sarıyar’da bulmuşlardı.

Polislerin ardından bir fırıncıyı görmeye gittiler. Fırıncı tombul, güler yüzlü bir adamdı. Korkut’u fazla yormadı. “Benim oğlan yürüyor esas,” dedi. “Ben bir kere yürüdüm. Oğlana sarıldım gitmesin diye, gözümü uçurumun başında açtım. Sonra yemedi.”

“Sizce Mahmut’la bir alakası var mı bu işin?”

“Ya kimle alakası olacak? Bak şimdi, benim oğlan itin teki. Dostu vardı, zor topladık götünü, sonra geldi bir kızcağızın günahına girdi, evlendi, iki ay olmadı boşandı. Derdimden hasta oldum. Kız Ankara’ya taşındı ailesiyle, gitmeden Mahmut Baba’ya gitmiş diyorlar. Sonracığıma Gülsüm var, kırk orospu gelse onun gibi karıştıramaz ortalığı affedersin, öyle fena fesattır. Sonra Osman. Bu Osman bacısını sevdiğine vermediydi zamanında. Kız kaçarak evlendi. Gitmeden Mahmut Baba’ya dua etmiş diyorlar, telli duvaklı çıkaramasın ağbisi kızlarını diye, Osman’ın iki kızı da kaçarak evlendi, ya. Mahmut Baba toptan hesap görüyor artık. Biri çok fena bir şey etmiş belli ki.”

Fırından sonra, Yaşar’ın ısrarları üzerine, Mahmut’un mezarını ziyaret ettiler. Mezarlık oldukça bakımlıydı, çevrede tek bir böcek bile cırlamıyordu. Korkut, musalla taşını geçerken sessizliği fark etmiş, uzun uzun havayı koklamış ama malum mezarı bulmak için Yaşar’ın rehberliğine ihtiyaç duymuştu. Mezarın bozulmadan durduğunu görünce, “Kalkmış gibi görünmüyor komutanım,” dedi. “Hortlak işine benzemiyor zaten. Gidelim hadi.”

Öğlene kadar üç yürüyüşçüyle daha konuştular. Biri yürürken Mahmut Baba’nın minibüsünü görmüş, öleceğini sanmış, sonunda gözlerini uçurumun başında açmıştı. Öteki hiçbir şey görmemişti ama Sarıyar’ın başında her uyanışında gözleri yaşlı oluyor, konuşmakta zorlanıyordu. Üçüncüsü, bir keresinde gitmemek için direnmişti. Gayet iyi hatırlıyordu, Mahmut Baba ona, “Kalk,” diye bağırmıştı. Kendine geldiğinde nefes nefese, uçurumun tepesindeydi. “Hani böyle ses duyarsın uyumak üzereyken, öyle bir ses duydum, ama insan sesi değil, tokmak sesi gibi, tak tak tak.”

Öğle yemeğinde iki yürüyüşçüye katıldılar. Korkut, adamların ağız şapırtılarından, kara cahil konuşmalarından tiksindi. Dişe dokunur bir ayrıntı da öğrenemedi. Yemekten sonra Gülsüm’ü görmeye gittiler. Kadın hiç çekinmeden, aklına gelen herkese laf attı. Üç cümlede bir kendini haklı çıkarma yetisi vardı. Yalnız bir kez Korkut’un sorusuna doğrudan yanıt verdi. “Mahmut Baba bize kızmış, tamam,” dedi, “hatasız kul olmaz, af dileriz, ama gücün varsa adil de olacaksın. Tefeci amca çocuklarını boş geçiyor. Gidiyor musunuz, e oturuyorduk ne güzel.”

Evden çıktıklarında Yaşar, “Ne çene var arkadaş,” dedi.

Korkut ses çıkarmadan bir sigara yaktı. Kaldırımdaki gün ışığı lekelerine bakarak öğrendiklerini ölçüp biçti. Konuştukları yürüyüşçülerin hepsi işinde gücünde, sıradan insanlardı. Korkut sol avucundaki gözü kaşıdı. Sıradanlığın tüm acayipliklerden tehlikeli olabileceğini biliyordu. Düşüncesini dile getirmedi.

“Şu ufaklığı da bir görelim,” diye mırıldandı.

Sarıyar’a doğru ilk gece yürüyüşünü gerçekleştiren kız ile evlerinin mutfağında görüştüler. Uslu, biraz çekingen bir çocuktu. “Mahmut ağbi beni çağırdı, gittim,” dedi. “Artık çağırmıyor.” Konuşurken karşısındakinin gözlerine bakamıyordu. Mahmut’un çağrısından sonra hiçbir ses duymamış, hiç korkmamış, gözlerini açtığında kendini Hazal hocanın kollarında bulmuştu.

Anne tezgâh başında bir şeylerle meşgul görünüyordu. Korkut çocuğun yüzünde rahatsız, muhtaç bir ifade aradı. Karayılanı, altında uzanmış genç kadını ve çıplak bacaklarını hatırladı. Yılanın buz gibi, insansı bakışları gözleri önüne geldi. Çok sorusu vardı ama çocuğu daha fazla sıkmak istemedi.

“Teşekkür ederiz.”

“Hadi sen odana git,” dedi anne.

Kız, Korkut ile Yaşar’a göz ucuyla bakıp mutfaktan çıktı. Anne kapıyı örttü, dönüp sırtını yasladı. “Mahmut,” dedi alçak sesle. “Seviyordu beni. Benim de onda gönlüm vardı. Evlenecektik. Ben biraz küçüktüm ama bekliyorduk… Sonra aramız bozuldu. Birkaç ay sonra öldü.”

“Bunu bilmiyordum bak,” dedi Yaşar. “Neden kendini öldürdü sence?”

“Mahmut… Değişik biriydi. Ama kendini öldürmezdi.”

“Atladığını görenler olmuş.”

“Evet, ama yapmazdı yani.”

“Mahmut’un kendi gibi arkadaşları var mıydı?” dedi Korkut.

“Yoktu. Tek arkadaşı çocuklardı.”

“Anladım,” dedi Korkut, ayaklandı, “bize müsaade.”

Kadın onları uğurladı.

Arabaya binerken Korkut, “Hazal hocayı da bir görsek iyi olacak galiba,” dedi.

“Kampa gitti o arkadaşlarıyla,” dedi Yaşar. “Yarın akşama gelir.” Motoru çalıştırdı. “Ee, millet Mahmut diyor başka bir şey demiyor, ne iş?”

Korkut cebindeki küçük metal kutuya bir fiske vurdu. “Belki de gerçekten Mahmut’tur,” diye mırıldandı. Kutu titreşerek karşılık verdi.

“Yapma ya.”

“Belki bildiklerimden farklı bir şekilde geri gelmiştir. Bilmiyorum. Belki de hepten yanılıyorum.”

Yaşar cebinde sigara arar gibi kıpırdandı. “Hortlamadığına eminsin değil mi?”

“Keşke hortlamış olsa, başa çıkması kolay olurdu.”

“Hee, olurdu.”

Korkut gülümsedi. “Var mısınız gece yürüyüşüne?”

* * *

Vakit gece yarısını geçmiş, ortalıktan el ayak çekilmişti. Korkut meydanın kıyısındaki parkta, çimenlikte bağdaş kurmuş, gözlerini yummuştu. Yakınlardaki evlerden boğuk boğuk televizyon sesleri geliyordu. Korkut öz karanlığında Yaşar’ın kıpırdandığını duydu.

“Bu gece yürüyüş yok galiba.”

Korkut sessiz kaldı.

“Nasıl oturuyorsun lan öyle, kaç saat oldu, bacağın uyuşmadı mı?”

Korkut soluğunu bacaklarında gezdirdi, oradan başına çıkardı. “Başlıyor,” diye fısıldadı. Öz karanlığında ısı hareketlerine benzer dalgalanmalar belirmişti. Korkut etrafında ışıltılı bir küre oluştuğunu düşledi.

“Konuştuğumuz gibi komutanım.”

Dalgalanmalar dilim dilim ayrılmış, kayışları sıkıntılı bir motor sesi ile evlere yönelmişti. Az sonra kapı çatırtıları, konuşmalar, fısıltılar, gıcırtılar, ayak sesleri, inlemeler, hırıltılı solumalar duyuldu. Belli belirsiz bir korna sesi ile Korkut ürperdi. Öz karanlığında uyuyan insanların titreşimlerini gördü. Belinde yere paralel asılı duran bıçağını çekti. Gözlerini açtı. Yürüyüşçüler meydanda toplanıyordu. Yüzleri ifadesiz, adımları dengesiz, gölgeleri kaynaşmış gibiydi. Korkut sol avucundaki kapanmış yarayı hafif kesiklerle yeniledi. Gözün noktasını delip kanını yere saçtı. Acıyı duymazdan geldi. Düşünsel küresini ışıldatarak ayaklanırken, “Su gibi uyumlu,” diye düşündü. Yanı başında Yaşar da doğrulmuştu.

Korkut bıçağını kınına soktu. “Hadi komutanım.”

Parktan çıkıp meydana yürüdüler. Yaşar canı çekilmiş gibi soluğunu bıraktı. Hafifçe inledi. Gözleri yarı açıktı. Korkut öz karanlığına dalarak dalgalanmaların Yaşar’ı sarmaladığını gördü. İfadesiz yüzleri, ağır aksak yürüyüşleri taklit ederken, dalgalanmaların düşünsel küresini aşmasına izin vermedi. Yaşar ile birlikte kalabalığa katıldı, yürüyüşçülere toslayarak meydanın ortasına vardı. Öz karanlığında anormalliğin kaynağını araştırdı.

Motor sesi artmıştı. Yürüyüşçüler üçer beşer Sarıyar yönüne dönüyordu. Korkut, motor sesi ile yürüyüşçülerin belli belirsiz inlemeleri dışında bir ses duymuyordu. Göz ucuyla pencerelerde, balkonlarda seyirciler gördü. Motor gürledi, cayırdadı, korna çınladı, yürüyüşçüler seslere doğru ilerledi. Yerde ve duvarlarda gölgeleri, motor seslerine uyarak fokurduyor gibiydi. Yalpalıyor, inliyor, hıçkırıyor, tökezleyip düşüyor, doğrulup yola devam ediyorlardı. Kasabadan çıktıkları sıra Korkut, ufarak bir köpeğin önlerine düştüğünü gördü. Öz karanlığında dalgalanmaların köpekten yükseldiğini duydu. Açık arazide, ay ışığı altında yürümeye başladıklarında yanıldığını anladı. Kanayan sol eliyle Yaşar’ın bileğini tuttu. Adam su yüzeyine çıkmış gibi soludu.

Korkut, “Ses çıkarmayın komutanım,” diye fısıldadı.

Yaşar korkulu gözlerle etrafındaki boş suratlara, bileğindeki ele, yere süzülen kan damlalarına baktı. “Vay amına koyayım… Minibüsü gördün mü?”

“Hayır.” Korkut adımlarını yavaşlattı. “Onlar gibi yürüyün.”

“Ama sesler,” diye mırıldandı Yaşar. “Siktir. Tilki mi o?”

“Tilki donunda bir musibet. Muhtemelen bir…”

Motor sesi iyiden iyiye bir cayırtıya dönüştü. Yaşar, “Aaaaauuuuoooo,” diye inledi, sallandı. Yürüyüşçülerden biri, arazi ortasında bir ağaca toslayıp düştü, peşinden gelen birkaçı da ona takılarak yere kapaklandı. Kalkıp yola devam ettiler. Bir derenin ardından yüksek ekinleri aşarak toprak yola çıktılar. İleride Mahmut’un minibüsü göründü. Yürüyüşçüler kıvrılan yoldan çıkıp minibüse doğru devam etti. Korkut öz karanlığında tilkinin koşturduğunu duydu.

Minibüsün iki yanından geçip, önünde, uçurumun kıyısında bir araya geldiler. Yürüyüş sona erdi, motor sesi kesildi. Bir yürüyüşçü yanındakinin karnını yumrukladı, öteki tokat atarak karşılık verdi. Tokatlar, yumruklar, tekmeler havada uçuştu. Korkut, Yaşar’ın bileğini bıraktı. Suratına gelen tokattan kaçınmamak için kendini zorladı. Gözler kızardı, kafalar yarıldı, ağızlar burunlar kanadı. Korkut, Yaşar’ı diğerlerinden korumak için uğraşırken, yürüyüşçülerin ona ve Yaşar’a çok sert davranmadığını fark etti.

Sonunda, devasa bir tokmağın sesini andıran üç gümleme duyuldu. Yürüyüşçüler can alır gibi soludu. Dua okuyor, şaşkın şakın uçuruma, minibüse bakıyor, kanayan, ağrıyan yerlerini yokluyorlardı. Orta yaşlı bir adam dizleri üstüne çöktü, ellerini göğe açarak, “Mahmut Baba,” diye haykırdı. “Baba Mahmut!”

“Mahmut Baba değil Muhiddin amca,” dedi Yaşar. “Başka bir şey bu.”

“Ya ne? Size kızıp dövdü bizi Mahmut Baba.”

“İyice rahatsız oldu,” dedi Gülsüm. Kanayan burnunu silerek minibüse yaklaştı. “Sizin yüzünüzden…”

“Cehennemi dünyada gösteriyor bize.”

Korkut sol tarafta, kaya ve çalıların ötesinde tilkinin dalgalanmalarını seçti.

“Sayenizde iyice öfkelendi,” dedi polislerden biri.

“Bir gün hepimizi aşağı atacak.”

“Her boku da biliyorsunuz, bir durun bakalım adamlar ne diyor.”

“Demesinler, gitsinler, Mahmut Baba…”

Korkut birden, “Mahmut Baba,” diye haykırdı. Yürüyüşçüler ürkerek geriledi. Korkut minibüse girdi, el frenini indirmeyi denedi, olmayınca tekmeledi. Dışarı atlayıp hurdanın arkasına geçti. “Mahmut Baba, gel de minibüsünü kurtar!”

Korkut, yürüyüşçülerin bakışları altında, hurdayı ağır ağır uçuruma doğru iteledi. Motor sesi bir cayırtı hâlinde yükseldi. Korkut öz karanlığında ısı hareketlerine benzer dalgalanmaların yayıldığını duydu. Üzerine atılan iki kişiden son anda geri sıçrayarak kurtuldu.

“Geldi! Geldi işte,” dedi Gülsüm, motor gürültüsünü bastırmak için bağırarak.

Yaşar ile sağlam yapılı bir delikanlı, ifadesiz yüzlerle Korkut’un üzerine yürüyorlardı. Korkut sakince geriledi, sol elini hazır tuttu.

“Mahmut Baba türbesini kolluyor,” dedi polis.

“Kaçın, kaçın!”

Yürüyüşçüler kaçmaya yeltenmişken taş kesildiler, motor sesi dindi, fısıltılar, inlemeler duyuldu, cırcır böcekleri öttü. Korkut etrafındaki ışıltılı kürenin büyüdüğünü düşledi. Yürüyüşçüler ifadesiz yüzlerini Korkut’a çeviriyordu.

Tilki çalıların arasından fırladı. Kuyruk sallayarak yaklaştı. Doğruldu, arka ayakları üzerinde yürürken büyüdü, baştan ayağa, sarışın, güzel bir kadına dönüştü. Korkut bıçağını çekti. Kadın gözlerini kısarak, zarifçe yürümeyi sürdürdü. Yürüyüşçülerin etrafından dolaşıp geldi, Korkut’la aralarında bir adım kala, kalçasını hafifçe kırarak heykel gibi dikildi. Ay ışığında çıplak teni, badem biçimli gözleri soluk ışıltılar saçıyordu. Tatlı bir sesle, “Minibüs kalacak,” dedi.

“Neden?”

“Dışarıdan gelen cezaya düşman olurlar. Kendilerinden biri ceza keserse kabullenirler.”

Korkut öfkenin karnından yukarı alev alev yükseldiğini hissetti. Derin bir nefes alarak yangını söndürmeyi denedi.

“Neyin cezası?”

Kadın başını geri attı. “Bu konuda konuşmayacağım. Söz verdim.” Ayak değiştirdi. Memelerini öne çıkardı. “İstiyorsan kapışalım. Sana baskın gelemiyorum, büyük ihtimal beni yenersin. Sonra gidersin, bu hurda burada boş boş durur. Ama ben olursam Mahmut Baba masumları korumaya devam edecek. Söz.”

“Onlara kimlerden olduğunu söyleyeceğim.”

“Fark etmez, Mahmut Baba’ya inanacaklar.”

Korkut uzanıp sol eliyle ona dokunsa kadının gerçekleri konuşmaktan başka çaresi kalmazdı. Buna rağmen kıpırdamadı. “Kötü niyetli olmadığına inanıyorum,” dedi. “Seni bırakacağım, ama bu böyle yürümez. Bırak ben halledeyim.”

Kadın alaycı bir tavırla güldü. “Nasıl halledeceksin? Polise mi gideceksin? Bak orada iki tane var. İnanmayacaklar, konduramayacaklar, havaya bakacaklar. Sonra ne olacak? Adaleti televizyonlarda mı arayacaklar? Hayır. Mahmut’un hurdasından korkacaklar. Böylesi çok daha iyi.”

Korkut nefesini gövdesinde dolaştırdı. “Dümenin sandığın kadar iyi değil. Elbet yaptıkların duyulur, benim gibi başkaları da gelir. Herkes bu kadar insaflı davranmaz.”

“Gelsinler. Ölen ölür, kalan kalır.”

“Bazılarının eline düşmek ölümden daha kötü olur senin için.”

“Olsun. Sonuna kadar gideceğim.”

“Bu insanları öylece insafına bırakamam.”

Kadın hırlama benzeri bir ses çıkarttı. “İnsaf edeceğimi kim söyledi? Siz birbirinize insaf ediyor musunuz da? Kötülük edenlere acımak yok! Bunları ibreti âlem için çıldırtacağım. Birbirlerine suç atacak, çıt sesinden bile korkacaklar. Kaçıp gitmelerine de izin yok. Tükenene kadar yürüyüp suçlarıyla yüzleşecekler. Sonra teker teker ölecekler. Sıralarını beklerken hepten mahvolacaklar.”

“Buna izin veremem Sarısaç. İleride kendini buraların tek hâkimi zannedersin. Sırf canını sıktılar diye insanlarla uğraşırsın.”

Sarısaç’ın dudakları yukarı kıvrıldı. “Hayır. Mahmut Babaları masumları koruyacak, kötüleri mahvedecek Başka bir şeye karışmayacağım. Söz. Her şeyi kabul ederim, ama sözümüzde durmadığımızı söyleyemezsin.”

“İnsanları bu kadar umursaman kafamı kurcalıyor,” diye mırıldandı Korkut.

“Özüme dönüyorum diye düşün. Bazılarına göre bir zamanlar çocukların, kadınların koruyucusuyduk. Belki de gerçekten öyleydik, nereden bilebiliriz ki?”

Korkut, kendi kendine konuşur gibi, “Geceleri ıssızda bir başına dolaşabilen güzel bir kadın,” dedi.

“Ah, teşekkür ederim,” dedi Sarısaç, hoş bir tavırla çenesini kaldırarak.

“Fazlasıyla duyarlı. Konuya epey hâkim. Sanki burada yaşıyor gibi,” dedi Korkut ve birden atılıp sol eliyle Yaşar’ın elini tuttu.

Yaşar düdük sesiyle soludu. Etrafına baktı. “Hazal?” dedi, “Sen, ne yap…”

Korkut, Yaşar’ı Sarısaç’ın kontrolüne bıraktı. “Kamptan erken dönmüşsünüz hoca hanım.”

Hazal’ın kızaran gözlerinde ıslak parıltılar vardı. Burnunun kenarı seğiriyordu, Korkut bu kıpırtıyı sevimli buldu. “Senin gibisini hiç görmemiştim, hakkını vereyim. İnsanların arasında yaşıyorsun, onlarla arkadaşlık ediyorsun, üstelik onları gerçekten umursuyor gibisin ve tüm bunları yapabiliyorsun.”

“Siz insancıklar,” dedi Sarısaç, çenesini kasarak. “Birtakım meziyetler yalnız size bahşedilmiyor.”

“Öyle mi?”

“Öyle,” dedi Hazal. “Seçim yapmak da yalnız size özgü değil.”

“Kim olduğunu gördü. Ben anlatmasam bile parçaları birleştirecek, akıllı adamdır.”

Hazal bir adım geriledi. Kaşları birbirine yaklaşmıştı. “Benden korkacaklar.” Yürüyüşçüleri gözledi. Dudak bükerek, “İnsanların acımasızlığı beni her seferinde şaşırtıyor,” dedi. “Ağbim, ablam gibi olmuşlardı… Sadece bana kötülük etmedin. Kimseye kolay kolay güvenemeyecekler artık.”

“Üzgünüm… Emin olmak istedim.”

Hazal başını sola eğdi. Yüzünde buruk bir gülümseme vardı. “Hayır, bir gün onlara zarar vereceğimden korktun.”

“Buradan gitmen lazım. Dediğim gibi, benden başkaları da gelebilir.”

“Sen kim oluyorsun da…” dedi Sarısaç. Burun delikleri genişlemiş, yüzü çarpılmaya başlamıştı. Boynu uzuyor, omuzları kıpırdanıyor gibiydi.

Korkut ürktü ve apış arasına kan yürüdüğünü fark etti. “Bir gün açığa çıkabilirdin. Hikâyen yayılırdı. Durduk yere dışarıdan gelen genç kadınları yaftalamaya başlarlardı.”

“Sanki yapmıyorlar,” dedi Hazal, hırlar gibi. Derin bir nefes aldı, yüzü normale döndü. Yürüyüşçülere baktı. “Minibüs kalacak.”

“Tamam.”

“Arada bir burayı ziyaret edeceğim.”

“Tamam ama fazla sık olursa dikkat çek…”

“Ve bu gece bunların işini göreceğim.”

“Ah…”

“Sen bizden çıkıntılık edenlerle uğraşıyorsun, ben de sizden çıkıntılık edenlerle. Hem senin de için soğuyacak. Hiç şüphem yok. Daha fazla canımı sıkarsan dövüşeceğiz.”

Yaşar kalabalıktan ayrıldı, sallana sallana kasabaya doğru yürüdü. Korkut arkasından baktı.

“Hadi git,” dedi Sarısaç. “Hazal öğretmen kamptan geri dönmeyecek. Bir gün Mahmut Baba’nın haksızlık ettiğini duyarsan peşime düşersin.”

Korkut yürüyüşçülere baktı. Elde yatağan aralarına daldığını hayal etti. Metalin eti kesip biçerken çıkardığı hışırtıyı duyar gibi oldu, kan kokusu aldı. Onları ot gibi biçmenin tatminini duymaya çalıştı. Yeterince iyi değildi, kendilerinde olmalılardı, acı dolu, çatlayan çığlıkları Sarıyar’da yankılanmalıydı. Gırtlağına kadar gelen öfkeyi soluğu ile durdurdu. Soluğun alnına çıktığını, oradan dalga dalga yayılarak düşüncelerini temizlediğini düşledi, ama tamamen temizlemesine izin vermedi.

“Ustam hep yanlış kararlar verdiğimi söylerdi,” diye mırıldandı.

“Bir tane daha ver,” dedi Sarısaç.

“Hepsi mi suçlu?”

“Hepsi. Görmezden gelenler, teşvik edenler, ön ayak olanlar, oh olsun diyenler. Hepsi suçlu.”

Korkut, gözlerini Sarısaç’ın bacak arasından ayırdı. Yukarı baktı, karanlığa kum gibi yayılmış ışıldayan, göz kırpan yıldızlar karşısında ağzı açık kaldı. Felaketleri, musibetleri, doğruları ve yanlışları, yasaları ve cezaları ile koca evrenin ortasında küçücük olduklarını bir kez daha idrak etti. Çizgilerinin silindiğini, evrene karıştığının düşledi.

“Hoşça kal Sarısaç.”

Sarısaç gülümsedi. Korkut, Yaşar’ın peşine takıldı. Bıçağını kınına soktu, toprak ayaklarının altında gıcırdıyor, kuru yapraklar çıtırdıyordu. Biriyle konuşma ihtiyacı hissederek koşturup Yaşar’ın bileğine yapıştı. Adam hırıltıyla soludu. Sarıyar tarafından tiz bir çığlık yükseldi. Korkut, Yaşar’ı sarıp sarmalayarak arkaya bakmasına engel oldu. Yürüyüşçüler korkuyla bağırdı. Yaşar debelendi. Korkut onu zor zapt etti, ekinlere doğru sürüklerken, “Gel komutanım,” dedi. Bağrışmalar, yakarmalar et ve kemik sesleriyle kesiliyordu. “Sakın bakma. Mahmut Baba hesap görüyor.”

Öne Çıkan Yorumlar

  1. Merhaba @emrenazimmert

    Bazı öyküler vardır çok zor ilerler, sizi içine çekemez başka bir deyişle süner. Sizin öykünüzde bunların tam tersini hissettiğimi söylemeliyim. Oldukça başarılı ve etkileyici bir öyküydü. Diyaloglarınız, kahvaltı masasındaki akışı, kasabadakilerle konuşmalar o kadar doğaldı ki, hiç takılmadan beni sona doğru taşıdı. Öykünüzdeki gerilimi, araya serpiştirdiğiniz nükteli cümleleri, çok beğendim. Ama en çok üstü kapalı simgeleri ve bunların benim algımda yarattığı çağrışımları.

    Eğer ben bu öyküyü doğru okuyabildiysem ve anlayabildiysem, içerdiği mesaj beni derinden etkiledi. Eğer siz bunu anlatmayı amaçlamamışsanız, yine tebrikler ki bana bu duyguları hissettirdiniz. Öykünüzün sonu da tamamına yakışır bir şekilde bitti.

    Elinize sağlık, umarım tekrar okuruz sizi.

  2. Selamlar Müge Hanım,

    Zarif sözleriniz için teşekkür ederim. Kafamdaki taslaklar ile seçki teması uyuşursa tekrar katılmayı deneyeceğim.

    Sevgiler.

Söyleyeceklerin mi var? Kayıp Rıhtım Forum'da yorum yap.

Yorum Yapanlar

Avatar for OykuSeckisi Avatar for emrenazimmert Avatar for Muge_Kocak