Öykü

Kün yahut Helios

1859 yazında Rumeli’de, İki futbol sahası büyüklüğünde bir alana kurulan panayırın, kalabalıktan alkış ve çığlıkların uğultuya dönüştüğü, günlük 10.000’den fazla ziyaretçi sayısıyla panayırın en ilgi çeken bölümü, uçan balonun sergilenip, tanıtıldığı ve daha sonra havalandığı yerdi.

Kalabalığın arasında, panayır kurulduğundan beri her balon uçuşunu seyretmiş, astronomiye bir hayli ilgi duyan bir genç vardı. Astronomiye, delicesine ilgi duymaya 6-7 yaşlarında, annesi bir astronom profesörünün yanında çalışırken başladı. Profesörün çalışma odasında ilk defa gördüğü teleskobu, merak edip incelemeye başlayıp, gözünü vizöre dayadığında, uzayda gördüğü manzaranın şahaneliği ile o anda yüreğini astronomi aşkı kapladı. Profesör onu teleskoptan bakarken gördüğünde, yanlış bir şey yaptığını düşünen çocuk korktu ve özür diledi. Profesör kızmadı, “Bir şeyler öğrenmek yanlış değildir, merak insanı geleceğe taşır.” deyip tekrar teleskoptan bakmasını istedi, çocuk çekindi ama tekrar bakmak için can atıyordu, acele etmesini söyledi profesör, teleskobu ayarladı ve bakmasını işaret etti, çocuk teleskobun başına gelip vizörden baktığında, kayan bir yıldız gördü, bu onu çok şaşırtmıştı, gülümsedi ve heyecanla profesöre anlattı, çocukta hissettiği bir heyecan, enerji vardı, bu olaydan oldukça memnun oldu profesör.

O günden itibaren 12 senedir profesörün yanındaydı. İstediği zaman teleskobu kullandı, kitaplar okudu, profesörün yanında derslere girdi, gün geçtikte kendini geliştirdi. Genç, gönüllü bir astronom olmaya başlamıştı. Uzayın gizeminde büyülenir, ne zaman yıldızları izlese göz bebekleri büyür, dünyadan soyutlaşır, adeta transa geçerdi.

Uzun zamandır aklını kurcalayan bir fikri vardı, gökyüzüne havalanıp, teleskobuyla bulutların üstünde gözlem yapmak, yıldızları, gezegenleri daha yakından görmek istiyordu. Bu fikrini profesöre açtığında:

“Böyle bir şeye gerek yok, daha yakından görünmeyeceklerdir. Ayrıca uçan balon kiralamak çok pahalı, parayı nereden bulacaksın?” diyordu. Ama bu fikir onda bir takıntı haline dönüştü, havalanırsa yıldızları daha yakından ve daha fazla görebilecek miydi? Buna cevap bulmak istiyordu. Geceleri gözüne uyku girmiyor, günde 20 saate yakın çalışmanın sonucunda, uykusuzluktan bayılma ile sızma arasında gözlerini kapadığında, kendini balonla bulutların üstünde, kontrolü kaybetmiş bir şekilde yere çakıldığı, kâbusları görüyor ve uyanıyordu. Yine bir gün gözlemlerini yaptığı gecenin sabahında, şehre panayır kurulacağını ve bir uçan balonun sergileneceği duyurusu yapıldı, haberi duyduğu andan itibaren heyecandan yerinde duramamıştı, ihtiyacı olan araç elinin altına geliyordu. Derslerden sonra profesörü buldu, panayırı ve balon gösterisini anlattı:

“Belki bir fon bulabilir ve balonu kiralayabiliriz.” dedi profesöre, artık bir oğul gibi gördüğü genci, bu sefer kırmadı “Panayır gelince bir hal çare buluruz.”

Birkaç gün sonra panayır kurulduğunda uçan balonu izlemeye gittiler, müthiş bir kalabalık vardı. Gösteri bitip, balon piste geri geldiğinde, balon sahibi ile konuştular ama o bu teklifi kabul edemezdi, çünkü bu bir gösteri balonuydu ve o kadar yüksekliğe çıkamazdı. Onlara meteoroloji ölçümleri için kullandıkları büyük, profesyonel balon bulmaları gerektiğini söyledi. Genç astronom, çok üzüldü, profesör de elden başka bir şeyin gelmediğini işin maliyet boyutunu anlatı, fakat o her gün gösteriye gidip balonu izlemeye devam etti. Balon sahibi ile arkadaşlık kurup, gösteriye hazırlanmasına yardımcı oldu. Ayak işlerini halletti, böylelikle balonu yakından inceleme ve mühendisliği hakkında bilgiler edinme fırsatı yaratmıştı. Her zaman balon hakkında soracak soruları vardı, kumaşını, yakıtını, halatların ve sepetin hangi malzemelerden üretilmesi gerektiğini, en dayanıklı ve uygun materyalleri öğrendi.

Gösteri balonunu tüm detayları ile öğrenmişti, aklında kendi uçan balonunu yapma fikri vardı. Bu balonun ölçülerinden büyük bir balon yaparsa, çok daha yükseğe uçabileceğini düşünüyordu. İlk önce sepetini yapmaya başladı, cihazlarını koyabileceği genişlikte, kullanışlı bir sepet yaptı, sonra yanmaz kumaşı tedarik etti, güvendiği bir terzinin yardımı ile paraşüt şeklinde tasarladığı kumaşı dikti, hava valfi, sıcak hava için yakıcı, kumaşı sepetle beraber saran ağ şeklinde halatlar tüm malzemelere sahipti. Profesör bu fikri hiçbir zaman onaylamadı, onu ziyaret edip kararından vazgeçirmeye çalışıyordu.

“Kendi balonunu inşa etmen güzel, fakat bu tehlikeli bir durum, balon pilotu değilsin, sağdan soldan topladığın malzemelerle ne kadar dayanıklı bir balon yapabilirsin, gösteri balonun ötesine geçemez, belki havalanmayı başarırsın ama iniş, vazgeç evlat.” Genç astronom inatçıydı.

“Merak, insanlığı geleceğe taşır, dünyada bir değer, iz bırakmak, bilime faydalı olmak istiyorum.” diyor, profesörün laflarını ona satıyordu.

28 Ağustos 1859 tarihinde, gündüz gözlem yaptığı sırada, güneşte garip lekelerin olduğunu fark etti, heyecan verici bir olaydı, hemen profesörü çağırdı. Beraber yaptıkları gözlemde, bunun bir güneş fırtınası olduğuna kanaat getirdiler. Güneşte büyük patlamalar meydana geliyordu, patlamadan oluşan enerjilerin, atmosferden dünyaya girdiğinde radyasyon yaydığını düşündüler, iletişim ve güç ağlarında elektrik kıvılcımları ve kopmalar meydana gelmişti, patlamalarında dünyadan lekeler halinde gözüktüğünü, saatlerce yaptıkları incelemelerle kanıtlamışlardı. Ertesi gün ve sonraki günde lekeleri gördüler, patlamalar devam ediyordu. Gerçekleşen bu gök olayı sırasında, hava geceleri daha aydınlık olmaya başlamıştı. 1 Eylül 1859 günü, sabahın karanlığında genç astronom, balonu havalandırmaya hazırladı. Güneş fırtınası, balon ile gökyüzünde incelemeler yapma isteğini, daha da teşvik etmişti. Profesör yatağında uyurken, dışarıda sessizce balona cihazlarını yerleştirdi. Balonu şişirmeye başladığında artık sessiz değildi, sıcak havayı açtı, hava valfini kontrol etti, her şey profesyonel bir uçan balonda olduğu gibiydi, hiçbir mekanizmada sorun yoktu. Havalanmadan tekrar güneşe baktı, fırtınanın devam ettiğinden emin oldu. Havalanmaya başladığı sırada, sesleri duyan profesör, yatağından kalktı, pencereden baktığında, balonun havalandığını gördü ve hızlıca aşağı inip gence seslendi:

“Ne yapıyorsun evlat! Hayatını riske atma, bu çok tehlikeli, geri gel.”

“Profesör, çok mutluyum balonum uçuyor, güneş için daha iyi incelemeler yapacağım, astronomi için yeni bir adım atacağım.”

Profesör, uzaklaşan balona üzgünce baktı, artık sesi daha yükseğe ulaşmıyordu. Genç astronom, yerden uzaklaştıkça Rumeli’nin yeşilliğiyle, denizin masmavi güzelliğiyle huzurla doldu. Balon bulutlara girince ortalığı kaplayan sisin gizemi onu heyecanlandırdı, buluttan çıktığında birkaç tane kuş gördü, gülümsedi. Ortamın sessizliği ve artık aşağı baktığında bulutlardan karayı görememesi onu biraz gerdi, manzaranın keyfini yeteri kadar çıkardığını ve işine başlaması gerektiğini düşündü. Güneşe bakındı ama göremedi, kapkara bir bulut güneşi engelliyordu, görmek için bulutun içinden geçip yukarı çıkması gerektiğinden yükselmek için bekledi. Kara buluta girdiğinde, fırtına ve yağmur çok şiddetliydi, balon kontrolsüz savrulmaya başladı. Genç astronom korku ve paniğe kapıldı, daha yükseğe çıkması gerektiğinden birkaç kum torbasını çözüp kendini belinden sepete bağladı ve teleskobuna sarıldı, korku dolu anlar yaşarken, bilime, insanlığa, astronomiye sağlayacağı faydayı düşünüp yüreğini rahatlattı. Buluttan kurtulduğunda, her şey tekrar eski sakinliğine dönüştü. Balonda görünen bir hasar da yoktu. Güneş apaçık ortadaydı, gözlem için teleskobunu ayarlıyordu ki, çıplak gözle görebildiği bulut gibi parlayan bir ışık, prizmatik tonlarda iççice geçmiş haleler gördü, bu manzaranın narinliği karşısında büyülendi, mutluktan göz yaşları süzüldü, kendi çabalarıyla yaptığı uçan balonu, bu kadar yükseğe çıkması onu duygulandırmıştı. Teleskobuyla daha iyi görüntüler gözlemledi, notlarını aldı, hava aydınlandıkça ışık ve haleler biraz daha belirsizleşti, artık eve dönme vakti gelmişti. Genç astronom, hava valfinin ipini çekti valf açılmadı, biraz daha güçle ipe asıldı yine olmadı, ateşin ısısını düşürdü, bu sefer ipe asıldığında koptu ve ip elinde kaldı, uçan balon hızla sürüklenmeye savrulmaya başladı, astronomun az önceki mutluğundan eser kalmamıştı. Korkuyla çözüm bulmaya çalışıyordu, ağırlığın fazla olacağını düşündü, notlarını giysinin içine koydu, bütün kumları, cihazları aşağı attı, balon hâlâ tüm süratiyle düşüyordu o kadar hızlıydı ki birkaç kuşa bile çarpmıştı.

Ağırlıklardan kurtulmasına rağmen balon yavaşlamadı, kumaşın dikişleri gittikçe sökülmeye başladı, tek tek patlıyordu, genç astronom sonun kaçınılmaz olduğunu anladığında, yüzünde bir mutluluk ifadesi oluştu, yüreğindeki aşkı için her riskin değdiğini, pişmanlık duymadığını fark etti. Düştüğünde notlarını birilerinin bulması için dua ediyordu, bu kısa ömründe bilim için çalıştığına minnettardı, profesöre, tanrıya, şükürler ediyordu. Sadece inceleyerek bir uçan balon yaptığına inanmamıştı, balonla birlikte düşerken tüm bunları aklından geçirdi. Korkusu geçmişti, mutlulukla gülümserken yere çakıldı, sepetin ağırlığı ile sürüklendi, yakıcı birden harlayıp alev aldı, dikişleri patlayan kumaş ve sepet yanmaya başladı. Uzaklardan görünen dumanlara doğru hızlıca yola çıktı profesör, dumanlara geldiğinde, yangını söndürmüş bir kalabalık buldu, bunun bir balon enkazı olduğunu gören profesör ağlamaya başladı, var gücüyle kalıntıları kaldırmaya çalıştı, yanmış bir beden gördü, gözünden yaş süzülürken cesede eğildi, hüngür hüngür ağlıyordu, cesedin eli yumruktu, elini açtığında yanan kâğıt parçalarıyla karşılaştı, kafasını güneşe çevirdi, güneş neredeyse bembeyaz ve her zamankinden çok daha parlaktı.

Ege Cem Dikbaş

Gelibolu'da doğdu. Ailesinden dolayı sanata, edebiyata merak sarmış, ortaokulda başlayan video çekme isteği, filmlere dönüşmüş ve sinema aşkını ortaya çıkarmıştır. Lisede kısa filmler çekmiş ve yazmış, üniversitede fotoğrafçılık okurken devam etmiştir, daha sonra kurgu ya yönelip, 10 yılı devirmiş ve hâlâ devam eden bir kariyere sahiptir. Öykü ve senaryo yazma aşkı hep içinde var olmuş ve son 1 senedir bütün vaktini yazmaya ayırmaktadır. Sevdiği her şeyi izler, okur ve dinler, ama Tarih, Gerilim ve Bilimkurgu’ya ayrı bir ilgi duyar. Şef olan eşiyle birlikte İstanbul'da yaşıyor.