ilham alınan hikâye
KAZAN BEY OĞLU URUZ BEY
Maalesef artık yaşlanıyordu. Geleceğe aktardığı nesil dışında bu hayatta bir izi kalmayacak oluşundan tedirgindi. Belki yarın kanser olacaktı ya da kalbi duracaktı. Bu kilolu bünyeye baktığında kendisi için pek fazla umut taşımıyordu.
Bir oğlu vardı: Orkun. Bir seksen beş santime doksan kiloluk bir devdi. On beş yaşında olmasına rağmen korku filmlerinden figüranlık teklifi almaya başlamıştı. Bazen ona takılmak için Orkun Abideleri denirdi. Çevresinin espri anlayışı kötüydü.
Ailecek kampa gitmeye bayılırlardı. Üç kişilik çekirdek aile, kıyamete hazırlananlar formatında, pikniğe giden ortalama Türk ailesi gibi değil de, derede buldukları suyu çözeltiyle arındırarak, taşlarla ateş yakarak doğanın tadını bir macera gibi çıkarırlardı. Zaman zaman kamplarda başka tanıdıklarla bir araya gelir; orman boyu koşu yarışları, ormandaki bitki türleri sayısını doğru sayma yarışması, en hızlı çadır kurma ve doğal ortamda yaşayan hayvanları izleme müsabakaları düzenlerlerdi. Tüm bu doğa tutkusunun içinde herkesin atalarına ve eski yaşayışa duyduğu özlem ortaya çıkarken, Orkun bu olanların dışında duruyordu. Ailesinin aksine o evrime inanmıyor, bu doğa mücadelesini fıtratına aykırı görüyor, Müslüman ibadetleriyle gündelik hayatına yön veriyordu. Aşırı özgürlükçü ailesi ona saygı duysa da, içten içe gözlerinin Din Kültürü ve Ahlak Dersi kitabı yüzünden karardığını düşünüyorlardı. Zavallı babası, annesinin jakoben tavırlarını yumuşatıyor, çocuğa baskı yapılmasının önüne geçiyordu. Nihat ve Bengü’lerin kızı Lale’nin outdoor başarıları öfkeli anneyi çıldırtıyordu.
Orkun bir süredir umreye gitmek için gazete kuponları biriktiriyordu. Çekilişe katılıp seyahat hakkı kazanmanın hayallerini kuruyordu. Her gün ailesinden gizli gizli aldığı Çağrı gazetesinin kampanya için son bir kuponu kalmıştı. O gün de her günkü gibi mescitsiz fen lisesinden çıkar çıkmaz gazete bayiinde soluğu almış, Çağrı’yı çantasının gizli bölmesine sıkıştırmıştı.
Eve büyük bir imanla gitmeye çalıştı. Trafik açılsın diye dualar okudu, bindiği otobüse, maşallah, dedi. Otobüsten indi, koşmaya başladı. Eve değil de umreye kalkan uçağa koştuğunu hayal ediyor, içi sevinç ve çoşkuyla doluyordu.
Eve girdi. Odasındaki gizli kutuyu açtı, ders notlarının altına saklanan kuponları almak için kutuyu aşağı çevirip içini boşalttı. Ders notları, eğitim broşürleri… hepsi yatağın üstüne düştü; ama kuponlar yoktu! Bir an gözleri döndü. Kutuyu eliyle yokladı: Yoktu. Odanın her tarafını aradı: Yoktu. Dualar okumaya başladı. Yere çöktü, transa geçmişti.
Babası annesine kafasını salladı, eliyle tamam işareti yaptı, masanın üzerinden arabanın anahtarını aldı. Orkun’un kapısını tıklattı, açtı ve, ”Hadi,” dedi. Orkun biraz durduktan sonra babasına baktı. Gözlerinin retinası öteki dünyada değiştirilmiş gibiydi.
Baba, ”N’oldu, oğlum?” dedi.
Orkun cevapaldı: ”Mağdurum baba!”
”Dert etme, Yeni Tatilya’ya gidiyoruz. Kafanı dağıtırsın,”
Orkun, ”Baba, ben Tatilya’ya değil, umreye gitmek istiyorum. Fen Lisesi’nden de İmam Hatip’e geçmek istiyorum,” diyemedi. Dinde ana babayı üzmek büyük günahtı. Sabır çekti, dayandı. Babasına boyun eğdi.
***
Yeni Tatilya, on beş dönüm arazi üzerine kurulmuş, şehrin dışında inşa edilmiş muazzam bir parktı. Etkilenmemek mümkün değildi. Orkun bile heyecanlanmış, gözünü çarpışan arabalara dikmişti.
Babası, ”Ben daha fazla dayanamıyorum,” dedi heyecanla. Elindeki kartı görevliye uzatıp roller coaster’a bindi. Orkun da onu üzmemek için korkularını bastırıp yanına gitti.
Tren beş dakika boyunca aşağı inip yukarı çıktı. Kâh hızlandı, kâh yavaşladı. Başlangıç çizgisine döndüğünde babası yeni bir tura hazırlanırken Orkun kenarda kusuyordu. Orkun, ”Ben seni beklerim, sen uç,” dedi. Sonra bir daha bu gavur aracına binmeye tövbe etti.
Babası tur üstüne tur yapıyor, roller coaster’ın sürücüsü gibi hiç inmiyordu. Orkun abdest almak için tuvalete gitti. Namazı kaçırmamayı umuyordu.
Dışarı çıktığında robot dinazorlara binmiş palyaçolar etrafını sarmıştı. Orkun’un asık suratını gördüklerinde, dev gibi çocuğu yaka paça tutup korku tüneline götürdüler. Orkun fenalık geçiriyordu. Onu bir trene bindirdiler. Mağara içinde ilerleyen trende Orkun, daha önce görmediği canavar ve ölülerle karşıya karşı kalmıştı. Ayetel Kürsi okuyor, bu işkence bitsin diye Allah’a yakarıyordu. Derken bindiği araç durdu. O sırada yeşil bir dev üzerine doğru koşmaya başladı. Orkun gözlerini kapadı. Baktı gelmeye devam ediyor, tekbir çekip maketin üzerine çullandı. Maket yerde, Orkun da onun üstündeydi. Bindiği trense çoktan ileri gidip uzaklaşmıştı. Orkun şimdi ıssız ve şeytani mağarada yapayalnız kalmıştı. Geçmiş hikâyeleri aklına getirdi, kendi kendine korkmamayı öğütledi.
Babası eve döndüğünde zafer sarhoşuydu. Elinde ”Roller Coaster Baş Şefi” yazan bir kupa, üzerinde sırılsıklam, rengârenk boyalı bir tişört, yüzünde de amatörce çizilmiş aslan makyajı vardı. Tatlı eşine yılışık yılışık yaklaştı, öptü. Kadın mutluydu, kocası ve çocuğunun beraber vakit geçirmesi ona umut vermişti.
Baba, ”Orkun ne zaman geldi?” dedi.
”Orkun senle değil miydi?”
”Yoo,” dedi baba. Kadın çıldırarak adama küfretmeye başladı.
***
Gece olmuş, Tatilya kapanmıştı. Güvenlik görevlileri dışında çevrede kimse kalmamıştı. Orkun’sa hâlâ korku tünelindeki mağarada bir başına oturmaktaydı. Ateş yakmış, devirdiği yeşil adamı da yanına almıştı. Ona imanın şartlarını saymaktaydı.
Zamanla yaktığı ufak ateşten çıkan duman kapalı alanda birikmiş, etrafı sarmıştı. Güvenlik görevlisi Yetenek Sizsiniz’i izlerken yandaki kamera görüntüsüne takıldı. Ekipten bir arkadaşına haber verdi, o da bir diğerine. Hep beraber Konuşan Ağaç’ın orada toplanıp korku tüneline bir göz atmaya karar verdiler.
Ekipler korku içinde mağaraya girdi. Hep bir ağızdan, ”Kim var orada?” diye bağırdılar.
Orkun gelen sesleri duymuştu, sessiz kaldı. Yeşil dostunu kolunun altına sıkıştırıp diğer tarafa doğru yürümeye başladı. Ancak mağara bir labirent gibi dizayn edildiği için raylara bakmadan yol kat etmek imkansızdı.
***
Anneyle baba arabayla hızla Tatilya’ya geldiler. Arkada onları takip eden kamp arkadaşları vardı. Hep beraber güvenlik kulubesine göz attılar, etrafta kimse yoktu. Karar verdiler: İçeri gireceklerdi.
Giriş kapısının üzerindeki dikenli telleri aştılar. İçerideki eğitimli güvenlik köpeklerini uyandırmamak için sessizce içeri süzüldüler. Alan çok büyük olduğu için dağılmaya karar verdiler.
***
Orkun bir oyuğa saklanarak kendisini arayan güvenlik görevlilerinin önünden geçişini izledi. Onlara yakalanırsa onu da korku tünelindeki bir mumyaya dönüştüreceklerini düşündüğünden onlardan gizlendi.
***
Çaresiz baba, çalışmayan roller coaster’ı görünce üzüldü. Baş kısmındaki yılan figürünü okşadı. Orkun’un nerede olabileceğini düşündü, sonra mağaradan çıkan güvenlik görevlilerini gördü. Görevliler fener ışıklarını adamın yüzüne tutup koşarak yaklaştılar. Kimi düdük çalıyor, kimi, ”Sen kimsin, dur!” gibi adrenalin pompalayan laflar ediyordu.
Adamlar babaya kelepçe geçirip, ”İşte yakaladık seni,” diye sevinirken; baba boynu bükük bir şekilde, ”Oğlum kayboldu, onu bulmama yardım edin,” dedi.
Arama ekibinin tamamen geri dönmesiyle olay aydınlandı, yorgun babanın bileklerinden kelepçeyi çıkardılar. Hüzünlü güvenlik görevlisi polise haber vermeye karar verdi. Herkes eve geri dönmeye hazırlanıyordu. Arabalara doğru gittiler.
Annenin yüreği yanıyordu. Bir an durdu ve geriye baktı. Oğlunun buralarda bir yerde olduğuna hâlâ inanıyordu. Tatilya’ya doğru geri döndü. Güvenliğin şaşkın bakışları arasında Tatilya’nın en yüksek noktasını olan Dönen Daire’nin yanına gitti. Aleti çalıştırıp oturma yerine doğru koşup içine atladı. Daire ışıkları yanmış bir şekilde yukardan aşağı dönüyor, etrafa neşeli bir müzik saçıyordu.
Anne, ellerini ağzına götürüp siper yaptı ve bağırarak ezan okumaya başladı. Herkes şaşıp kalmıştı. Baba, ”N’apıyorsun hayatım, delirdin mi!” diyerek Dönen Daire’nin başına giti. Elektriğini kapattı; ancak kadın aşağıda değil de en yukarda kalmıştı. Müziğin de kesilmesiyle kadının sesi bütün Tatilya’ya yayıldı.
Herkes kadını aşağıya inmesi için ikna etmeye çalışıyorken korku tüneli mağarasından bir eliyle meşale, diğer eliyle de dev bir yeşil adam maketi tutan Orkun çıktı. Dolu gözlerle annesine bakıyordu.
Müsadenizle bazı eleştirilerim olacak. Biraz fazla dobra olmuş olabilir, umarım kalbinizi kırmam, bana alınmazsınız. Sadece, kendimi tutamadım ve bunları belirtmek istedim. İçimden geldiği gibi ve kesinlikle herhangi bir art niyet düşünmeden yazıyorum bunları.
Açık konuşmak gerekirse bence olmamış. Mantık hataları var ve kurguyu da pek beğenmedim. Karakterlerin davranışları çok yapmacık geldi. Hikayede gereksiz yere verilen bilgiler vardı. Hiç olmasalardı da bir şey değişmezdi. Şimdi bu mantık hataları neydi: Mesela bir lise öğrencisi olan Orkun, önce üzerine gelen yeşil devin üstüne atlıyor sonra da kendini de mumyaya dönüştürürler diye güvenlik görevlilerinden saklanıyor. Burada kahramanımız bir lise öğrencisi ve bir lise öğrencisi böyle saçma davranmaz. Anne ve babanın adeta bir gizli ajan edasıyla parka gizlice girmeleri çok mantıksızdı, üstelik eğitimli köpekleri de bir şekilde aştılar. Karakterin, biriktirdiği kuponların kaybolduğunu görmesinden sonra verdiği tepki aşırıydı. O kadar aşırı bir tepkiden sonra babasıyla gitmeye razı olması da garipti. Birden kuponları unutuverdi, oysa o kadar biriktirip hayaller kurmuştu. Annenin son kısımda yaptığı şey de pek olağan gelmedi. Sonuçta kendisi müslüman değil yani Ezan’ı bilmesi de pek mümkün değil. Bilse dahi o kafada birinin çocuğunu bulmak için dahi olsa parkın tepesine çıkıp da Ezan okuyacağını sanmam. Hikaye en başında babayı anlatıyormuş gibi başlıyor sonra olaylar birden Orkun üzerinden ilerliyor. Hem o kadar yaşlı ve kilolu bir baba bir eğlence merkezinde liseli oğlunun dahi dayanamadığı aletlere ardı ardına nasıl binebiliyor? Gereksiz yerler ise: Orkun’un çevresinin espri anlayışının kötü olduğunu biz kendimiz çıkarabiliriz “Çevresinin espri anlayışı kötüydü.” ibaresine gerek yoktu. Ailecek kampa gitmeye bayılmaları, kamplarda neler yapmaktan hoşlandıkları vesaire hikaye de gereksiz bilgilerdi. Orkun’un mağdurum baba deyişinden sonra babasının dert etme Yeni Tatilya’ya gidiyoruz diye karşılık vermesine çok güldüm. Sonunu da küçük Emrah’a bağlamışsınız :). Ha bir de anne Dönen Daire’yi çalıştırmayı nereden biliyor? Hem çalıştırabilse bile nasıl birden koşup da binebiliyor? Ayrıca insanlar neden kadın tam tepedeyken, makineyi kapatıp aşağı in diye kendilerini paralıyorlar. Çevirin aleti insin işte abi.
Eğer bunları bilinçli olarak yaptıysanız diyecek bir şeyim yok. Ama öyle değilse biraz daha özenli yazmanızı tavsiye ederim. Tekrar özürlerimi ve iyi dileklerimi sunuyorum.
Başarılar…
Absürt bir öyküde -üstteki yorumu kastediyorum- bunca mantık aranması beni biraz şaşırttı. Dili, absürtlüğü ve Dede Korkut hikâyesini ele alış biçimi olarak seçkide en sevdiğim öykülerden birisi oldu. Bence insanlar daha çeşitli okumalar yapmalı.
Aceleye gelmiş hissi uyandıran bazı satırlar dışında benim canımı sıkan bi durum olmadı.
Kalemine sağlık, eğlenceliydi.
Hatunkiz,
Gereksiz bilgiler dediklerin, olayların ön hazırlığı.
Darly opus, öykünün absürt olduğunu belirtmiş. Ki ayni zamanda kara mizah da. Ancak bunu edebiyatla ilgilenen bir cevreye belirtmeye bile gerek yok bana kalirsa.
Beğenmemiş olabilirsin tabi, bu da normal.
Sevgiler
Ben de çoğunlukla Hatunkız’a katılıyorum, hikayede mantık hataları var, anlatım eksikliği var, kurgu yanlışlıkları var. Hatunkız gerekli yerleri yazmış. Aslında daha önce yorum yapmak istiyordum ama kırıcı olmamak için düşünmek istedim, yada hiç yazmamak. Umarım yanlış anlaşılmaz yazdıklarımız ama üzerinde daha fazla çalışılması gerek diye düşünüyorum öykünün.
Absürt öykü denilen şey de böyle olmaz malesef, Leyla ile Mecnun dizisi absürttür mesela. Bu öyküde absürtlük nerede biz anlayamadık sanırım. Zevkler ve renkler tartışılmaz elbette, benim okuma dilime hitap etmiyor diyelim ;).
https://tr.m.wikipedia.org/wiki/Kara_mizah
Yaş ortalamanız kaç, anlayamıyorum ki. Adam leyla ile mecnun diyor…
Siz cok hassas bir çevre olabilirsiniz, ancak ben fen terbiyesi aldım, kırılmam, mantıkla degerlendirebilirim. Bana kara mizahın, absurdun nasil olduğunu gösteren kitaplari kaynaklari gösterin lütfen. Ben de size bildiğim tum ornekleri gostereyim. İsterseniz literatür taramasi da yapalım.
Öykü iyi olmayabilir, ama mantik hatasi var diyorsaniz lutfen buyrun kendi turu icinde bunu orneklerle ve kaynak belirterek açıklayın. Merak ettim, ozellikle bekliyor olacağım.
Yorumunuzu yeni gördüm ve cevap verebiliyorum. Öncelikle mesajımda da belirttiğim gibi kırıcı olmamak için dikkat etmeye çalıştım ama sizin cevap verme tarzınız hiç hoş değil. Yorum yaptığıma pişman oldum!!!
Ben bir edebiyatçı olarak değil buradaki öyküleri okuyan birçok kişi gibi öncelikle bir okurum ve okuduğumu ona göre yorumlarım. Ne bir eleştirmen olarak ne de bir edebiyatçı olarak burada herhangi bir katkım olamaz. Tekrar söylüyorum, düşüncelerimi yanlış ifade ediyorsam kusura bakmayın.
Sizinle herhangi bir tür hakkında herhangi bir kitap hakkında tartışacak, kıyaslama yapacak değilim!!!
Evet bana göre yazınız absürt değil, kara mizah değil ve Leyla ile Mecnun dizisi bana göre absürt bir dizi. Bunu da sizin için değil Darly Opus için söylemiştim. O niyetle yazdığınızı bile farketmedim yani öyle düşünün. Yukarıda yazdığım gibi “Bu öyküde absürtlük nerede biz anlayamadık sanırım. ”
Ben sizin dilinizden anlamamışım, siz de beni profesyonel “muhtemelen çocuk” eleştirmen olarak görerek karşılık vermişsiniz. Yazarlık yolunuz açık olsun, bundan sonra yorum yazarak size rahatsızlık vermeyeceğimden emin olabilirsiniz!!!
Öyküde imla hatasına ya da yazım yanlışına denk gelmedim. Pek önem verdiğim bir şey olmasa da tat kaçırdıklarına inanıyorum. Bu anlamda güzeldi ki oradan oraya savrulan bir öyküde anlatımın kopukluk hissini verdirtmemesi de holuma gittti.
“Orkun, daha önce görmediği canavar ve ölülerle karşıya karşı kalmıştı.” “karşı kayşıya” yerine bunu tercih ettiğini düşünüyorum bu cümlede. Bence benzeri birkaç şey daha öykü içerisine serpiştirilmiş olsaydı çok daha hoş olurdu.
“saçma” ya da “absürt” pek çok hikaye okudum ve genel anlamda bunu beğendiğimi söyleyemeyeceğim. Eksikliğinin ne olduğunu pek ifade edebileceğimi de sanmıyorum fakat karakterlerine ve davranışlarına sosyolojik bir inceleme uyguladığımda çok bilindik şeyler görmüş olmamı buna yorabiliyorum. Elbette, bu şekilde de yapılabilir ki yapılmalıdır da fakat ben şaşırmaktan, zihnimin deli gibi çalışmasından keyif alırım. Absürt öğeleri analiz etmek ve onların içerisindeki anlamlılığı görmek… Burada bunu görebildiğimi sanmıyorum. Elbette, muhtemelen benim yapamamamla ilgili bir durumdur bu 🙂 Ne kadar çoğunu okumuş olursak olalım asla yeterli olmaz.
O halde, düş kurmaya devam:)
Merhabalar.
Öncelikle ellerinize sağlık; ancak ben başlıkla öykü arasındaki bağlantıyı pek kuramadım.
Öykünün bir yerden sonra esrarengiz bir havaya gireceği beklentim de tutmadı. Tutmasın, tüm öykülerin aksiyon dolu olması gerekmiyor sonuçta. 🙂
Okumak her ne kadar ilginç bir deneyim olsa da beklentilerimi karşıladığını söyleyemeyeceğim.
Hikâyede bir kere kaybolan kuponlar bir daha ortaya çıkmıyor, bir şeyler olacağı hissini veren mağarada da hiçbir şey olmuyor. İşin ilginç yanı Orkun bu kaybolan kuponların peşine düşmediği gibi, mağaraya hemencecik alışıveriyor.
Hikâyede herhangi bir mizahi öğeye de rastlayamadığımı söylemek zorundayım. Bu, mizahın kendini sürekli yenilemesi ve mizah anlayışının kişiden kişiye değişiklik göstermesinden kaynaklanıyor olabilir; ancak ben hikâyede bir hiciv veya absürt bir durum göremedim doğrusu.
Her neyse, yine de ellerinize sağlık. Tabii şu da bir gerçek, eğer hikâyeyi devam ettirmeyi düşünüyorsanız ortaya çok daha ilginç şeyler çıkabilir.