ilham alınan hikâye
KAM BÜRE BEY OĞLU BAMSI BEYREK
1. Beni kimse uyandıramaz. Asla. Bunu herkes böyle bilsin.
Pikeyi üzerime çektiğimde rahat bir uyku çekip çekmeyeceğimi bilmiyordum. Çok sıcaktı, neyse ki sinekler yoktu. Kutlu Bey’in teminleriyle emindim ki, babamın onurunu kazanmak için işte bu yatakta uçmaya başlayacaktım. Salıncaklar durmadan sallanmaya başlamadan önce hayallerimde bu vardı.
Salıncağın önüne geçip ellerimle durdurmaya çalışıyorum. İçimden geçip gidiyor. Karnımda şişen bir şeyler göğsüme baskı yapıyor, göğsüm de onulmaz bir biçimde şişiyor. Bir yerlerimi kaşımak istiyorum. Kaşıyıp deriyi sökmek. Kan fışkırana kadar kıllarımı yolmak. Çok rahatsız bir his bu fakat çözümü çok önceden yazılmış. Salıncağa bineceğim. Bineceğim ve en yukarıya yaklaşırken atlayacağım. İvme beni gökyüzüne götürecek. Durmayacağım. Van Gölü’nün üzerinden Nemrut’a, Konya’ya, İstanbul’a. Sonra Belgrad’ın kanlı topraklarından Zagreb’e, Viyana’nın tiyatro salonlarından Eyfel Kulesi’ne kadar uçacağım. Uçtuğumun kanıtı da olacak. Öyle lâfta kalmayacak. İşte şimdi tam da bunu yapıyorum.
Leyleklere nereye gidiyorsunuz diye sormaya kalmadan, ak bulutların kara bulutlar tarafından karşılandığını görüyorum. Korkunç şimşekleriyle üzerlerine çullanıyorlar. Yanaşıyorum ve rüzgâr tabancamı çektiğim gibi dağıtıyorum kara bulutları.
Ak bulutlar bana minnettar. Gökyüzü bensiz güneş görmüyor artık. Siz kara toprakları ateşle dövmeye çalışın. Ben yağmurun efendisiyim, havaya ve hayata hükmediyorum. Bütün güzel şeyler beni hatırlıyor. Bulutlar soruyor:
“Ne vaktinde uçmaktır bu!” “Hem de ne! İşte bütün evler ve bütün saraylar gökgürültüleriyle sarsılmadan hemen önce yetiştin! Şimdi söyle bizden ne istiyorsun?”
Onlardan güzel bulutların saçtığı uyanılmaz uykuların tozunu istiyorum. Üzerime serpiyorlar gönülsüzce. Bu benim hakkım. Biliyorum. Vicdanım sızlamıyor. Sonsuz uykum kuvvetleniyor. Artık uçtuğumun kanıtıdır. Bulutlardan bir parça koparıyorum. Canları acımıyor. Onlar her delikanlı uçmaya başladığında, bir parça vermek için hayat buluyorlar. Kopardığım parçayı kanımla renklendiriyorum. Bulutlara geri veriyorum.
“Bunu götürün babamın üzerine yağdırın. Duysun ki oğlu uçmayı öğrenmiş. İnmeyecekmiş gökyüzünden. Artık onu kimse uyandıramayacakmış. Bıraksın gökyüzünün hükümdarlığını. Çekilsin evine taçlansın. Bıraksın artık kadınları da, atları da. Ateş eksik olmayan ocaklardaki yemekleri artık benim adıma yesin. Adımı söylesin her yerde. Herkese öğretsin, desin ki Beyrek’tir artık göklerin sahibi. Biat edin.”
2. Bana yarışacak bir uçak, fırlatacak bir şimşek, dövüşecek bir kadın verin.
Alplerin zirvesinde, karlı dağların üzerinde uçarken; bir buzulda yansımamı gördüm. Yansımam bir kadındı ve dünyanın en ayna gözleriyle bana bakıyordu. Süzülerek yanına indim. Bir geyiğin derisini yüzmekle meşguldü. Hiçbir şey söylemeden yedi gün boyunca öylece birbirimize baktık. Vücut ısımız o kadar artmıştı ki, Alplerdeki köylerin her biri sel felaketinde telef oldu. Sonunda diyeceğini dedi:
“Benimle uçmak istiyorsan benimle uçmayı hak etmen lazım. Benimle Himalayalara kadar durmadan uçacaksın. Benden bir saniye sonra bile orada olursan bir daha yüzüne bakmam.”
Bunu demesiyle birlikte fırlayıp buzları kırarak uçması bir oldu. Üzerimdeki şaşkınlığı atar atmaz peşinden havaya koyuldum. Geçtiğim yollar geri oldu. Viyanalar Dersim oldu, Belgradlar Bağdat’tı, İstanbul Bakü’ye dönüştü. Öyle uçuyordum ki beni gören gözlerini kaybederdi. Himalayaların tepesine kondum. Sevdiğim orada yoktu. Benden önce ulaşmış olmalıydı. Ona yetemediğim için sıkılmış, kim bilir hangi Kantolarda hangi Sidneylerde hangi Aborjinlerleydi. Düşünmek içimi üşüttü. Kar bile dondu-donmadı. Elimle sıktığım kar eridi. İçimdeki heyecan gerçeği açığa vuruyordu. Çünkü ileriden aheste aheste gelmişti. Yanıma kondu. Gülümsedi.
“Adım Banu Çiçek,” dedi.
Elini öpecektim. İzin vermedi. “Şimdi kara bulutlar avlayacağız şimşeklerle,” dedi. “Bir şimşekle benden fazla kara bulut vurursan, elimi öpebilirsin.”
Kolunu gökyüzüne kaldırdığı gibi bir şimşek tuttu ve savurdu. Dört bin kara bulut dağıldı çil yavrusu gibi. Korkumdan elimi kaldıramadım. Ben de tüm gücümle üfürdüm. Ağzımdan büyük bir şimşek çıktı. Yere dört bin kara bulut düştü. Banu Çiçek üzüldü. Ben daha çok üzüldüm. Tam kalkıyordu ki, fırlattığım şimşeğin son ışıltısı bir buluta çarptı. Dört bin bir bulutla elini öptüm.
“Evlen benimle, Ay’da sarayımızı kuralım,” dedim.
“Önce benimle dövüşmeli ve kazanmalısın,” dedi. Bu da nereden çıkmıştı? Gözlerinde yıldırımlar çaktı ve üzerime atıldı. Tam sırtım yere değecekti ki havalandım. Memeleri, göğsümün üzerinde geziyordu. Yine ateşlenmiştim. Elimi vücudunun farklı yerlerinde gezdirip onu aşağı doğru sürüklemeye çalışırken ne kadar yükseldik bilmiyorum. Dünya buradan gerçekten de yuvarlaktı. Dünya boyunca döndük. Boynumu dişliyordu. Dişlerini dişliyordum. Gittikçe ateşim artıyordu ama ne bedeninin kıvrımları, ne bacaklarının beni sarmalaması beni yıkmaya yetiyordu. Benimse onun her noktasına ayrı ayrı dokunmam hiçbir işe yaramıyordu. Belinden tutup başımla yere yatırmak için memelerinin arasına girdim. Ateşim iyice yükselmişti. O noktaya geldi ki, iki bacağıyla beni sıkıştırmaya çalışması onun sonu oldu. Vücudum kızıl bir alev halini aldı ve Banu Çiçek yanarak yere düştü. Sırt üstü.
Yanına gittim. Kazandığımı söyledim. Sertçe öptü beni. Uzaya uçuyorduk.
3. Benim yanımda kimse uyuyamaz. Siz kimsiniz lan?
Kaçar, temiz havlularla dolu el arabasıyla ıslık çalarak otelin koridorlarında yürüyordu. Üzerinde “Rahatsız Etmeyin!” yazan her kapıya tüm gücüyle vuruyordu. Banu Çiçek’in kapısının önüne geldi. Elindeki listeye baktı.
-BANU ÇİÇEK: ASLA RAHATSIZ EDİLMEYECEK!-
Deli Kaçar coştu. Bir omuz atarak kapıyı kırdı girdi. Banu Çiçek’in gecelik içinde ışıyan bedenini yatakta gördü. Sağ eli bacaklarının arasında kaydı. Sol eli saçlarını okşadı. Sonra dudaklarıyla Banu’nun boynunu dişlemeye başladı. Sonra sırıtarak odadaki müzik sistemini sonuna kadar açtı.
* * *
Banu Çiçek evlendiğimiz günden beri ateşler içindeydi. Yaklaşık altı aydır hasta yatağından çıkamıyordu. Gerdeğe girememiştik. Onun yerine yatağında inliyordu. İki gündür ise kötü bir baş ağrısıyla mücadele ediyordu. Dün şöyle sayıkladığını duydum.
“Kafamın içinde bir şeyler bağırıyor. Şarkı söylüyorlar. Gözlerim kapanıyor.”
Ve bir gün aniden, Banum Çiçeğim yok oldu.
* * *
Banu Çiçek yatağında uyandığında Deli Kaçar odasında çıplak bir şekilde dans ediyordu. Banu, kendini çok yorgun hissediyordu. Neden uyandığını şimdi anlamıştı ve bu durumdan hiç memnun değildi.
“Böyle bir şeye nasıl cüret edersin?”
“Benim olduğum yerde kimse uyuyamaz hanımefendi. Hadi size iyi eğlenceler.”
Kaçar, dans ederek dışarı çıktı. Banu uykuya tekrar yatmaya çalıştı ama uyuyamadı. İlk yaptığı şey, müdürü de değil, hemen polisi aramak oldu.
* * *
Banu Çiçek yok olduğundan beri bir titreme geldi içime. Geçmiyor. Aylar oldu. Hâlâ gökyüzü Banu Çiçeksiz bir tuhaf geliyor. Şimdiki titremeyse başka. Çok üşüyorum. Bir uğultu kulağımdan gitmiyor. Aklımda geçmişin korkunç anıları var. Salıncak geri geri sallanıyor. Yavaş yavaş duruyor. Durmasın diye sallıyorum. Bitmesin diye durdurmuyorum. Aklıma o korkunç ihtimal geliyor. Biri beni salıncaktan aşağı çekiyor. Biri beni uyandırmaya çalışıyor.
O an fark ediyorum. Banu Çiçek’i uyandırmış olmalılar. Kendimi toparlıyorum. Salıncağı yükseltip atlıyorum. Uçmanın karşı konulmaz hissi uyandırmaya çalışanlara karşı güçlü geliyor.
* * *
Deli Kaçar yatağında ona sırtını dönen gence karşı klimayı en soğuğa getirdi. İşe yaramadı. Dolaptan vantilatör çıkartıp onu da çalıştırdı.
* * *
Soğuk daha baskın oluyor. Ama karşı koymalı. Banu Çiçek’in yatağına yatıp ondan yardım istemeli.
Rüzgârlar beni sevgilimin yatağına götürüyor. Uzanıyorum ve gözlerimi kapıyorum. Sesleniyorum.
“Sen bir aysın,
Ben kara gece,
Gel derim, gel derim, gel derim.”
* * *
Banu Çiçek yatağında sesler duyuyordu. Gözleri kapanıyordu.
“Ben bozkırım, sense yağmur,
Gel hadi, gel hadi, gel hadi.”
Banu Çiçek gözlerini açıp şiddetle kalktı. Koridora koştu. Polisleri gördü. Peşinden gelmelerini işaret etti ve koşarak tüm odalara baktı. Bamsı Beyrek’in odasını bulduğunda, Deli Kaçar çıplak bir biçimde dans edip Beyrek’in üzerine buz kütleleri atmaktaydı. Polisler Deli Kaçar’ı götürürlerken Banu Çiçek, Beyrek’in yanına uzandı.
* * *
Yavaş yavaş ay yüzeyine güneş vurmaya başlıyor. Kraterlerdeki tarlalarım yeşilleniyor. Banu’suz yatağım ısınıyor. Üşümek yok artık. İçime güneşle bir umut doğdu. Yataktan kalkıyorum. Pencereyi açıp, derin bir nefes alıyorum. Atlantik’in havası denizden gelgitlerle bir ok gibi fırlatılıyor. Tüm uzay boşluğunu aşıp sarayımın etrafına doluyor. Yerden hafifçe yükselip pencereden dışarıya doğru süzülecek oluyorum.
Bir el kolumu tutuyor. Bir anda ikimiz de ateşten bir hücre oluyoruz. Banu Çiçek, yeniden doğmuş gibi, çıplak gözleriyle bana bakıyor. Elimi dudaklarında gezdiriyorum. Boynunda, göğüs kafesinde, bacaklarında. Ayak parmaklarını tanımayı bitirdiğimde gerçekliğine inanıyorum. Küçük ama güçlü elleriyle kıyafetlerimi yırtıyor. Çıplak ve birlikte ay yüzeyinde uçarak güreşiyoruz.
- Kül Olmadı Yana Yana Koca Zürafa - 1 Temmuz 2020
- Sürahilerde - 15 Haziran 2017
- Ama Bi’ Sor Neden Diye - 15 Haziran 2016
- Beni Kimse Uyandıramaz - 15 Haziran 2015
- Bir Penguenin Piknik Sepeti - 15 Haziran 2014
İmgeleri bol, insanı düşündüren güzel bir öykü olmuş. Tarz olarak şimdiye kadar okuduklarıma pek benzemiyor. Kalemine sağlık :).