Öykü

8ekiz Uyurlar Elbet Uyanırlar

Neredeyse 15 bin kişiyle tıka basa dolu açık hava konser alanında, Gazapizm canlı performans için sahnedeydi. Sanki Eminem’le Müslüm Baba aynı potada eritilmiş de yepyeni bir kişi olarak şarkı söylüyordu. Konser ilerledikçe isyanın dibine vururken sesleriyle ayyuka çıkan gençlerin arasında izinli olmasına rağmen beylik silahını belinden eksik etmeyen bir de kadın polis vardı.

“Bir dünya düşün bir dünya ölüm, bir dünya dönmüş bir dünya hüzün, bir dünya gözümde her kıta yüzün, bir dünya kararttı en kısa hüzün…”

Kadın polis, en sevdiği şarkı olan Kayıp Kelimeler başlayınca üzerinden tişörtünü çıkarmış sallayarak zıplayan gençlerle dolu güruhun arasında hareketsiz kaldı. Çünkü tam arkasında duran ve birdenbire kadına sarılan adam boynundan öpmeye başladı. “Bayılıyorum senin bu başkaldıranlara dair müzik zevkine!” dedi genç adam. “Ama bu sözlerin hiçbir edebi yanı yok biliyorsun.” “Edebi yanı mı yok edepli yanı mı yok?” diye güldü kadın polis. “Şarkıları boş ver de senin edepli olmayan yanınla evde ilgileneceğim. Şimdilik sadece boynundan öpüyorum gördüğün gibi…”

Arkasından ahtapot gibi sarılmış adamın sıcacık dudaklarını boynunda hisseden kadının içi titredi. Eğer evde olsalardı bu öpücüğün devamında olabilecekler zihninden şimşek hızlıyla geçerken sessize aldığı telefonu da cebinde titredi. “Hayra alamet değil!” dedi adam. “Babanla konuştun, kız kıza ekibinize konserdeyim diye mesaj attın. Ben de buradayım. Demek ki merkez. Bu konser keyfi de burada bitti sanırım.” Kadın içinden la havle çekerek telefonu açtı: “Cihar Komiser, buyurun.” Sonra olanca sesiyle bağırdı. “Konserdeyim amirim. Beş dakikaya size döneceğim.”

Cihar Komiser, İstanbul Havalimanı’ndan Olbia Costa Smeralda Havalimanı için kalkan charter uçağına binmeden önce sevgilisini boynundan öptü. “Konserdeyken gördüğün gibi boynundan öpüyorum demiştin ya… Arkamdaydın, göremedim. O öpücüğün sahibinin sen olduğundan emin olamam!” dedikten sonra gözlerinde muzip bir gülümsemeyle adama sarıldı. Genç adam “Bir dahaki sefere öpücükten de DNA örneği alırsın!” dedi ve kadın polisin elini bıraktı.

İtalya’nın sardunya Adası’nın kuzeyindeki 1-Olbia şehrinde bir kadın silahlı saldırıya uğramıştı. Kurban, Türkiye’nin Roma Büyükelçisinin baldızıydı. Büyükelçi, Türkiye’den olayı araştırmak üzere acilen birinin yollanmasını istemişti. Cihar Komiser uçaktan indiğinde İtalyan mobil telefon şirketine bağlanan telefonuna WhatsApp mesajları yağdı.

Yalçın Amirim (iletildi) Kurbanın ismi Octavia Angelini. 35 yaşında. İtalyan vatandaşı. Bekar. Çocuksuz. 38 haftalık hamile. Mesleği hemşirelik. Kullanılan silah SVD tüfeği. 7.62x54mm. Keskin nişancı karnına hedef almış. İndiğin zaman beraber çalışan kişi Capitano Di Scaglia.

Vural Erdoğdu (Edebiyat Öğretmeni) DNA testi yapmana gerek yok çünkü kimse boynunu benim gibi öpemez (göz kırpan emoji). Davada başarılar. Biliyorum devam eden dava dosyası gizlidir (kahkaha atan emoji). Telefonundaki ismimi hâlâ sevgilim diye değiştirmediysen bozuşuruz bak… (üzgün emoji)

Kız kıza gurubumuz:

Dörtcihar Yılmaz (ben): Kızlar bir süre yurtdışında ve offline’ım. Haberiniz olsun.

Hilal Altıntaş: Ayy yine mi yurt dışı görevi?? (gözleri yukarı bakan emoji)

Nalan Yanık: Kadın polis komiseri yahu! Sizin gibi boş gezenin boş kalfası değil ya!

Ayşenur Gözüpek: Ya haftaya doğum günümü kutlayacağız. Vallahi sensiz olmaz. Sen dönene kadar beklerim (üzgünemoji)

Hilal Altıntaş: İyi de ne zaman döneceksin ki? (şüpheci emoji)

Nalan Yanık: Sıkboğaz etmeyin kızlar. Devam eden dava dosyası malum (Gülen emoji)

Kendisini havalimanında karşılamaya gelen İtalyan polis Capitano Di Scaglia ile buluştuğunda çaktırmadan WhatsApp’tan amiri hariç tüm mesaj atanları engelledi. Ekran kapatma tuşuna aceleyle basıp telefonu cebine attı. Capitano, Cihar Komiser’in tam ismini telaffuz etmeye çalışsa da başaramadı: “Dörtcihar Yılmaz. Biliyorum şaka gibi!” dedi Cihar, anlaşabilecekleri tek dil olan İngilizcede. “Siz bana ‘Cici’ deyin en iyisi.” Bu kısaltma oyununa İtalyan jandarma yüzbaşısı da katıldı. “Siz de bana Didi deyin.”

Dörtcihar Yılmaz, isminden dolayı, her şeyi dört dörtlük yapabilmesi gerektiğini düşünmüştü. Ama hep bunun aksini yaşamıştı. Kilomla ve vücudumla barışığım zırvalarına inanmıyordu. Yakın zamanda kendisine obezite teşhisi konmuştu. Otuz beş yaş yolun neresi ediyordu acaba? Boyu 1.90 olduğu için genellikle iri yarı olarak tasvir edilirdi ama tıp dilinde bildiğin obezdi işte! Ne yaptıysa kilo veremediği için her şeyi boşlamıştı. Yemek yemeyi özellikle de birayı çok sevdiğinden “Sağlıklı yaşayıp sağlıklı ölmek bana göre değil demek ki!” diyerek omuz silkiyordu. Ulusal tavla şampiyonu babası matematik öğretmenliğinden emekli olduktan sonra çocuğu olacağını öğrendiğinde, her zaman tavla oynadığı kahveye koşup attığı ilk zarın ismini çocuğuna vereceğini söylemişti. “Yeminle çocuğuma bu zarın ismini vereceğim!” Rakibi “Yemin etme, yapamazsın!” deyince de inadından yapmıştı. Karısını doğumda kaybedince tavla oynamayı ilelebet bırakmıştı.

Babasının tavla takıntısı yüzünden ismini “dörtcihar” koymasına artık kızmıyordu. Adını kısaca “cihar” diye kısaltarak hayatına devam etmişti. Çünkü polis olduktan sonra, tuhaf isimler vermekten çok daha üzücü şeyler yapan nice babalar olduğunu keşfedip “Adaaaam sen de!” demişti. “Benim babamın da tek kusuru bu olsun!”

Türkiye Roma Büyükelçisi, Olbia polis merkezinde sabırsızlıkla Cihar Komiser’i bekliyordu. Karısının hemşire olan kız kardeşinin evlilik dışı hamileliğinin böyle bir olayla ortaya dökülmesini, kendi itibarına yapılmış biz zedeleme olarak algıladığı her halinden belliydi. Sanki hamile kadın keskin nişancının hedefi olmayı kendi istemişti! Komiserle ayaküstü konuşup, “Gelişmeleri ve ayrıntıları direkt sizden bekliyorum. Benim başkentte önemli işlerim var.” dedikten sonra gözü yaşlı karısını hastanede bırakarak çekip gitmişti.

Kurbana ateş eden tüfek Türkiye’de Kanas denen keskin nişancı tüfeğiydi ama mermi özel tasarlanmıştı. 3D yazıcıda yazılmış özel plastik bir alaşımdan oluşan merminin içine sıvı yerleştirilmişti. Rapora göre mermi vücuda girdiği anda başlığından ayrılmış ve içindeki sıvıyı kurbana zerk etmişti. Kısacası vücuda biraz hızlı giren bir enjektör görevi görmüştü. Kurbandan her türlü tahlil istenmişti. Bu görülmedik bir çeşit mermi olduğu için İtalyan polisi yeni bir virüs yayma şeklinden şüpheleniyordu. Vurulduktan sonra her türlü beyin faaliyeti normal olmakla beraber derin uykuda olduğu tespit edilen hamile kadın karantinaya alınmıştı.

Cihar Komiser, “Türkiye Cumhuriyeti ve Avrupa Polis Teşkilatı Arasında İş Birliğine İlişkin Anlaşma” çerçevesinde Europol’ün Eisenhowerlaan’daki merkezinde beş yıl görev yapmıştı. Bu yüzden yurt dışı görevlendirmelere alışıktı. Yalnız, kendi borusunun ötemediği her coğrafyada kendini biraz çaresiz sanki biraz silahsız hissetmekten kendini alıkoyamıyordu. Görünen oydu ki, turistik olarak gelinse dünyanın en harikulade adalarından biri olan Sardunya’da şakacı bir keskin nişancıyla köşe kapmaca oynayacaktı.

Octavia Angelini, şehir meydanının en kalabalık olduğu saatte vurulmuştu. Hamile bir kadına yapılan hain bir saldırı mıydı yoksa keskin nişancının eli mi titremişti? Cihar Komiser biliyordu ki bir keskin nişancının eli titremezdi. Kadını öldürmek isteseydi, karnından vurmazdı. Kalabalık da olsa böyle büyük bir meydanda önünde hiçbir engel olmayan bir hedefi şaşırması mümkün değildi. Yani, özel bir mermiyle bir hamile kadını vuran kişinin başka bir amacı vardı. Kadının vurulma açısından hangi binanın kaçıncı katından ateş edildiği tespit edildi. O kattaki boş dairenin kime ait olduğu ve kimlerin o evin anahtarına ulaşabileceği gibi boş işlerle uğraşıyorlardı ki telefonlarına bir acil durum mesajı düştü. Fransa’nın Atlantik kıyısında bulunan La Rochelle şehrinde benzer bir olay yaşanalı 2 saat 44 dakika geçmişti. Olbia’da acil bir toplantı yapıldı. Cihar Komiser ve Capitano Didi’nin La Rochelle’e gönderilmelerine kara verildi. Fransa’ya doğru kalkışa geçecek İtalyan polis helikopterine binmeden önce Capitano Didi, Cihar’ı laboratuvara yönlendirdi. “Hastayı ziyaret eden herkesten kan ve idrar tahlili istiyorlar. Ben verdim. Sıra sende.”

Marsilya ve Bordeaux’dan başka helikopterlerle iki aktarma yaparak La Rochelle’e vardılar. “Dünyanın cennete en yakın iki yerinde iki cinayet teşebbüsü! Keskin nişancı delirmiş olmalı!” dedi Cihar Komiser La Rochelle polis merkezine girerlerken. O sırada Cihar’ın telefonuna Europol’ün kurduğu WhatsApp acil durum grubundan ikinci kurbanın bilgileri geldi.

Europol Acil Durum: 2. Kurban Huicyt Guichard. Afro-Fransa vatandaşı. 34 yaşında. Bekar. Çocuksuz. 37 haftalık hamile. Fizik öğretmeni. Vakayla ilgilenecek Fransız polis Müfettiş Clouseau.

“Müfettiş Clouseau mu?” dedi Cihar. “Şaka mı bu?” “Şaka olmayacak kadar gerçek!” diye cevapladı Capitano Didi.

Antoine de Saint-Exupéry Lisesi’nde fizik öğretmeni olan kadın, eski limanın girişindeki iki kuleden biri olan La Rochelle Kulesi’nden ateş edilerek vurulmuştu. Doğum gününü bir tekne gezisi ile kutlamak istemiş ama soluğu hastanenin yoğun bakımında almıştı. İtalya’da vurulan kadınla birebir aynı özel yapım mermiyle karnından vurulmuştu. Onun da beyin fonksiyonları tamamen normaldi ve derin uyku halinde karantinaya alınmıştı.

Öğretmeninin doğum gününü teknede kutlayacağını bilen herkes sorguya alındı. O akşam teknedekiler tarafından paylaşılan 361 Facebook, X ve Instagram gönderisi incelendi. Fakat kuleden ateş eden kişiye dair en ufak bir ipucuna rastlanmadı. Cihar Komiser, Müfettiş Clouseau ve Capitano Didi La Rochelle’deki Bask Limanı’na bakan Casino Barriere’in barında oturuyorlardı. “Buralarda işten sonra iki tek atıp kafa rahatlatmak sosyalleşme oluyor. Bizde bunu yapınca adın alkoliğe çıkıyor. Neyse sizi Ortadoğu kadını dertlerimle yormayayım. İçimdeki his daha büyük dertlerimiz var diyor. Sanki bu cinayetler devam edecek gibi.” Capitano Didi Cihar’ı cevapladı: “Bir seri katil dizisi çekiyor olsaydık ben de öyle düşünürdüm. Ama kadınlar da bebekleri de ölmüyorsa, bunca zahmete girip onları vurmak niye?” Müfettiş Clouseau cevapladı: “Demek ki bir şey yaymak istiyor dünyaya. Mesela yeni bir virüs.”

Bunları konuştukları sırada Olbia’da derin uyku halinde karantinada bulunan kadının aniden uyanıp “Anestezi istiyorum! Anestezi istiyorum!” diye bağırdığı ve doğum sancıları başladığı için sezaryen olmak üzere ameliyathaneye alındığı rapor edildi. İki bira içimi süresince kimse konuşmadı. Sonunda annenin sağlıklı bir bebek doğurduğu haberi geldi. Annenin kan tahlilleri temiz çıkmıştı. Miracle yani mucize ismi verilen bebekten de her türlü test yapılmak üzere kan alınacaktı.

Müfettiş Clouseau izin isteyip bardan ayrıldığında Capitano Didi cihar Komiser’in yanındaki bar taburesine geçti. “Bebeğimiz de oldu sonunda!” Cihar Komiser cevap verdi. “Kendi adıma çocuk yapmak istemediğim ilişkileri tercih ediyorum.” “Kendi hemcinsinle olan ilişkiler mi mesela?” dedi Capitano Didi gülerek.

“Bir erkek arkadaşım var.”

“Hangisi? Şu uçaktan iner inmez WhatsApp’tan engellediğin yakışıklı mı?”

“Sadece onu değil herkesi engelledim.”

“Farkındayım. Mesleki dikkat.”

“Ben de gereksiz mesajlara cevap vermek yerine mesleki dikkatimi olaya vermek istedim.”

“Daha gerekli mesajlara cevap vermeye ne dersin?”

Capitano Didi bunu söyledikten sonra Cihar’ı öptü. Cihar buna karşı gelmedi. Eğer tecrübeli bir polis olsaydı, gece gündüz beraber çalıştığı ortağıyla aralarında bir yakınlaşma doğmaması gerektiğini iyi bilirdi. Cihar tecrübeli ama deli dolu bir polisti ve bu gece yaşanılacakların ertesi gün mesaide asla konuşulmayacağını biliyordu. Altı aydır görüştüğü erkek arkadaşını da ulaşabileceği her yerden engellediği için kafası rahat olarak kadın, ortağının öpücüğüne karşılık verdi. Sonra elinden tutup onu oteline değil de kendi evine götürmesine müsaade etti.

Ertesi sabah, kafaları dolu ama bedenleri boş bir halde, boşa kürek çektiklerini bile bile doğum günü partisinin yapıldığı gezi teknesini incelemeye gittiler. Cihar Komiser’in, akşama elleri boş olarak Casino Barriere’deki yerlerini alacaklarına hiç şüphesi yoktu. Öyle de oldu. Kumarhanenin barı, o akşam oynanacak Şampiyonlar Ligi Final Maçı için Old Trafford Stadyumu’nda karşı karşıya gelecek Liverpool ve Real Madrid’i izlemek isteyenlerle tıka basa doluydu. Buna rağmen barmen onlara üç kişilik yer ayırmıştı.

Cihar, maçın 88. dakikasında kimin kimi yendiğini umursamaz bir halde ekrana bakıyordu. Orta hakem Mateu Lahoz yere yığıldı. Kameralar hakeme zoom yaptığında fosforlu sarı hakem forması kan içindeydi. Spiker heyecandan ne diyeceğini bilemedi. Düdük çaldı. Maç durdu. Stadyumdaki müthiş kalabalık bunu görünce birdenbire dondu. Bir saniye kadar stadyumda inanılmaz bir sessizlik oldu. Ardından bir silah sesi duyuldu. Bu sefer kale arkası karıştı. Spiker çığlık çığlığa muhtemel bir terör saldırısı olduğunu söylerken, tüm dünyada yaklaşık 700 milyon insanın izlediği canlı yayın kesildi. “Kalkın merkeze gidiyoruz!” dedi Cihar Komiser. Üçüncü vakamız 3-Manchester’dan. Bardaki herkes ayaklanmış, telefonlarından olan biteni öğrenmeye çalışıyordu. Üç polis, hıncahınç dolu mekândan kendilerini dışarı zor attılar. Merkeze varmadan telefonlarına beklenen mesaj düştü.

Europol Acil Durum: 3. Kurban Eahta Morley. Hint kökenli İngiltere vatandaşı. 33 yaşında. Bekar. Çocuksuz. 39 haftalık hamile. H&M mağazasında satış müdürü.

Ertesi gün tüm dünya, Old Trafford Stadyumu’nda vurulan kadını tribünlerden hiçbir seyircinin çıkmasına müsaade etmeyerek hastaneye tam zamanında yetiştiren Manchester polisini alkışlıyordu. Oynanan maç iptal edilip yenisi ileri bir tarihe ertelendi. Europol’ün basına duyurmamaya çalıştığı keskin nişancı suikastlarının birbiriyle olan alakasını taraftarlar kurdu. Bu Avrupa çapında karnından vurulan üçüncü hamile kadındı. Tüm Avrupa ülkelerinde hamilelere sokağa çıkmamaları için resmi olmasa da gayriresmî uyarılarda bulunuldu. Europol, İtalyan ve Türk polis ikilisini vakalara resmi olarak atadı. Yoksa bir Türk, bir İtalyan, bir Fransız, bir İngiliz polis bir barda bir araya geldiler fıkrası yazılacaktı.

Küçücük La Rochelle şehrinde kişisel bir doğum günü partisinden paylaşılan 361 gönderiyi incelerken bile canı çıkan Europol’ün siber suçlar birimi, Manchester United’ın 76.212 kişilik Old Trafford Stadı ve civarından maç günü yapılan #championsleaguefinal etiketli 1.235.688 gönderiyi incelemeye başladı. Cihar Komiser yine hiçbir ipucu bulunamayacağını biliyordu. Çünkü üç ülkede binlerce kişinin arasında bulunan üç farklı kadını, özel tasarım mermilerle vurabilen bir keskin nişancıyı eğitmiş bir teşkilat, bu işi yakalanmak için yapmazdı. Bu işteki bityeniğini bir an önce bulması gerekiyordu.

Olbia’da doğan ve Miracle ismi verilen kız bebek gayet sağlıklıydı. Hatta karnındaki kurşun yarası sezaryen yarısından daha çabuk iyileşmekte olan annesini emmeye başlamıştı.

Cihar Komiser’in korktuğu başına geldi. Bir sonraki acil mesaj Norveç’ten geldi. Oslo’daki Munch Müzesi’nde düzenlenen bir cosplay gecesinde, meşhur ressamın “Çığlık” tablosu gibi giyinmiş bir kadın vurulmuştu. Kurban, ikonik binanın en üst katındaki salonda devasa pencerelere yanaştığı anda binanın etrafında uçan bir drone’un hedefi olmuştu. Drone’dan ateş eden silah aynıydı ve mermi yine özel yapımdı.

Europol Acil Durum: 4. Kurban Åtte Jørgensen. Norveç vatandaşı. 36 yaşında. Bekar. Çocuksuz. 38 haftalık hamile.

Oslo’daki olayla ilgili araştırma yapılırken, La Rochelle’deki kadının da sezaryene alındığı bilgisi geldi. O da derin uykudan uyanıp “Anestezi istiyorum!” diye çığlık çığlığa bağırmıştı. Sezaryen sırasında bir hemşirenin eldiveni yırtılmış ve doğum sıvısıyla olan teması sonucu birdenbire solunum yetmezliğine girmişti. Hemşire acil müdahale ile hayata döndürüldü. Sezaryen ekibi, bu olay esnasında aniden gözlerini açan kadının gözbebeklerinin etrafında mavi halkalar yanıp söndüğünü iddia etseler de kameralar bunu kayda alamadığı için bu iddia resmi raporlarda yer almadı. Doğan ikinci bebek de diğer bebek gibi sağlıklıydı ve bebeğe Miracle-2 ismi verildi.

Oslo kazan polisler kepçe olayı araştırmaya çalışırlarken üçüncü bir mucize oldu ve Manchester’daki bebek annesinden kendiliğinden doğdu. Derin uykuda bulunan karantinadaki kadın kendiliğinden uyanmış ve kamera kayıtlarına göre doktorların müdahalesine fırsat kalmadan çocuğunu yani Miracle-3’ü dünyaya getirivermişti.

Telefonlarına acil mesaj geldi gelecek diye artık uyku uyuyamayan Capitano Didi ve Cihar Komiser, bu uykusuz gecelerin hepsini beraber geçirmeye başladılar. Soranlara dosyaları beraber inceleyebilmek için birlikte kalıyoruz diyorlardı. Zaten başlarında bu kadar dert varken kimin kiminle kaldığı veya ne gibi bir ilişki yaşadığı kimsenin umurunda değildi.

Beşinci acil durum mesajı Finlandiya’dan geldi. Helsinki’de Finlandiya Körfezi’ne bakan bir parktaki Arvid Mörne heykelini ziyaret eden bir kadın vurulmuştu. Saldırı bu sefer denizden gelmişti. Uzaktan kumanda edilen bir hayalet denizaltı, su yüzüne çıktığı anda ateşlenen tüfek ve mermi tabii ki aynıydı.

Europol Acil Durum: 5. Kurban Kahdeksan Häkkinen. Slav. Finlandiya vatandaşı. 34 yaşında. Bekar. Çocuksuz. 38 haftalık hamile. İşsiz.

Genç kadın saldırı olduğunda, üzerinde Mörne’nin “The Dying Man-Ölen adam” adlı şiirinden I shall never escape rebirth, pain and life / yeniden doğmaktan, acıdan ve yaşamdan asla kaçamam satırının yazılı olduğu bir tişört giyiyordu. Kurbanın dosyasındaki bu bilgi Cihar Komiser’in ilgisini çekti. Aynı tişörtten almak istedi. Bu tişörtün nerede satıldığını araştırınca Pandora’nın kutusunu da açmış oldu. Tişörtün baskısı özel yapımdı. Tişört kurbana sıradan naylon poşetlere sarılı olarak bir FedEx kutusunda ve sıradan bir hediye kartına printerdan basılmış olarak “Bugün benim için bunu giyer misin (gülücük emojisi)?” cümlesiyle beraber yollanmıştı.

Henüz çöpe atılmamış olan kutu incelendiğinde üzerinde okunamayacak kadar silinmiş bir adres etiketi olduğu tespit edildi. Oradan oraya atılan kargo kutuları için bu silik etiket olağan gibi duruyordu. Kurbanın annesi kafasında motosiklet kaskı olan bir adamın paketi o sabah bıraktığını hatırlıyordu. Kahdeksan Häkkinen, acelesi olduğu için, kutuyu açıp mesajı okuduktan sonra arkadaşlarından birinin sürprizi olarak düşünüp tişörtü hemen üzerine geçirivermişti. Bu durumda paketi gönderen, alıcının kimliğini ve adresini biliyordu. Fakat alıcı, gönderenin kimliğinden tamamen bihaberdi.

Bu bilgi üzerine diğer kurbanların suikast gününde üzerlerinde neler olduğu bilgileri alt alta yazıldı. Bingo! Diğer kurbanlar da aynı anonim FedEx kutusunda gönderilmiş tişörtleri giymişlerdi. Tişörtler onlara da aynı hediye kartına printerdan basılmış aynı cümleyle beraber yollanmıştı. Bu tişörtü arkadaşı-sevgilisi-partneri veya ailesinden muzip birinin gönderdiğini sanan kurbanlar, günümüz kargolar deryasından alışık oldukları FedEx kutusunun üzerindeki silik ve okunamayan adres etiketinin farkına bile varmamışlardı.

1. Olbia’daki kadının tişörtünde H.P. Lovecraft’ın Call of Cthulhu / Cthulhu’nun Çağrısı romanındaki doğaüstü varlık Cthulhu’ya tapınma cümlesinin bir ahtapot etrafında yazılı olduğu bir logo vardı.

2. La Rochelle’deki kadının tişörtünde Victor Hugo’nun Les Travailleurs de la Mer-Deniz İşçileri kitabının 1866’daki ilk baskısı için yazarın kendi tarafından çizilmiş bir illüstrasyonu vardı.

3. Manchester’daki kadının tişörtünde, Ian Fleming’in Octopussy hikâyesinden uyarlanmış 1983 yapımı Roger Moore’lu James Bond filminin afişi olan bir tişört vardı.

4. Oslo’daki kadının tişörtünde, Pierre Dénys de Montfort’un bir yelkenliyi yutmakta olan dev ahtapot tasviri vardı.

FedEx gönderileri durdurdu. Bütün firmalar ve dolayısıyla müşteriler isyan etti. Kutu formatının büyük bir hızla değiştirileceğine ama bu oluncaya kadar gönderi kabul edemeyeceğini söyledi. Tişörtlere baskı yapan Alman firması siparişlerin internetten verildiğini ve her birinin Orta Avrupa’da bir şehirde bir posta kutusuna gönderildiğini bildirdi. Sipariş veren e-posta adresi ve bu adrese bağlı telefon numaraları var olmayan kişilere aitti. Kredi kartları da bambaşka kişilere ait ve tabii ki hacklenmişlerdi. Hangi ipin ucundan tutulursa tutulsun, her seferinde “back to square one” şeklinde maceranın ilk karesine gidiliyordu.

Tişörtlerden sonra ortalık iyice karıştı. Helsinki’deki kadının kardeşi Green Card vasıtasıyla Amerikan vatandaşlığına kabul edilmişti. Zaten teyakkuzda bekleyen CIA, FBI ve NSA bunu bahane ederek olaya karıştı. Kulislerde 1950’lerde soğuk savaş zamanında var olduğu düşünülen ama varlığı hiçbir şekilde ispatlanamayan uluslararası bir terör örgütünden bahsediliyordu. İsmini ahtapotun İngilizcesi olan ‘octopus’tan alan bu örgütün kollarının ulaşmadık yer bırakmadığı ima ediliyordu. Bu öldürmemeye programlanmış suikastların bu örgütün “Buradayız, sizi öldürmeyeceğiz ama süründüreceğiz!” mesajı verdiği düşünülüyordu.

“Bu Amerikalılar kendilerini çok zeki sanıyorlardı.” dedi Cihar Komiser. “Asıl derdi elmas, uyuşturucu, altın ve petrol olan ve ülkeleri yeraltından yönettiğine inanılan bir örgüt, hamile kadınlara özel yapım mermiyle suikast düzenlemek gibi sofistike bir işe neden kalkışsın ki? Eyfel Kulesi’nde, Burj el Arab Oteli’nde, Aziz Vasili Katedrali’nde, Öresund Köprüsü’nde, Giza Piramitleri’nde ve Golden Gate Köprüsü’nde birer maytap patlatsalar verecekleri mesajı hem de çok ucuza vermiş olurlar!”

Capitano Didi ve Komiser Cihar on bir gündür bu sarmalın içindeydiler. Avrupa medyası olaylara ‘targeted killing-hedef alarak öldürme’den yola çıkarak ‘targeted unkilling-hedef alarak öldürmeme’ olarak adlandırmıştı. X’te ise 1989 yapımı Timothy Dalton’lı James Bond filmi License To Kill’in ismi değiştirilerek #licensenottokill hashtag’i açılmıştı. Her gittikleri yerde haritaya bir kırmızı iğne daha ekleniyordu.

Diğer dört kurbanın isimleri basına sızmamıştı ama taraftarlar Old Trafford Stadyumu’nda yaralanan kadının ismini sosyal medyaya yansıyan olay anındaki bağrışmalardan duyup açık etmişlerdi. Helsinki’deki olaydan sonra İngilizce dersleri veren bir akademisyen tarafından atılan şu tivit yüzünden Cihar’ın kafasında şimşekler çakmaya başladı.

“88. dakikada bir silahla vurulan kadının adı Eahta. Eski İngilizcede ‘sekiz’ demek. Bu bir tesadüf mü?”

Helsinki polisinden biri “Avrupa’yı yuvarlak içine alıyorlar sanki!” diye bir yorumda bulundu. “Yuvarlak değil sekizgen!” dedi Cihar komiser. “Her zaman noktaları kırmızı iple birleştirirdiniz. Bu sefer basiretiniz mi bağlandı?” Bu son cümleleri tabii ki içinden ve Türkçe olarak söylemişti. “İyi bakın. Suikastları yapan her kimse bir sekizgen çiziyor.”

Diğer kadın isimleri de kendi dillerinde sekiz manasına geliyordu. Yedinci oğlun yedinci oğlunu duymuşlardı ama sekiz? Güzel rakamdı. Yatırınca sonsuzluk oluyordu. Hatta şeklen bakılınca hamile bir kadın gibi karnı bile şişti. Dünyada isminde ‘sekiz’ olan kaç hamile kadın olabilirdi ki?

Kuyruklarını kovalayıp dururlarken beklenen diğer acil mesaj Moskova’dan geldi. Rusya’nın kurulduğu gün olan Zafer Günü’nde akın akın Kızıl Meydan’a yürüyen kalabalığın arasında hamile bir kadının vurulduğu haberi tüm ekranlara düştü.

Europol Acil Durum: 6. Kurban Vosem Zakharova. 38 yaşında. Rusya Federasyonu vatandaşı. Bekar. Çocuksuz. 39 haftalık hamile. Çocuk doktoru.

Kadının üzerindeki tişört kanlarından temizlenip delil poşetine girmeden önce fotoğraflandı. Üzerinde Edward Snowden’ı temsil eden avukat-yazar Anatoly Kucharena’nın Time of the Octopus isimli kitap kapağı vardı.

Yedinci kurbanın haberi de Donetsk’ten gelince Cihar Komiser ve Capitano Didi vakit kaybetmeden İstanbul’un yolunu tuttular. Haritaya bakılınca sekizinci kurbanın İstanbul’dan olacağını görmemek için kör olmak gerekiyordu.

Europol Acil Durum: 7. Kurban Visim Yvanenko. 33 yaşında. Ukrayna vatandaşı. Bekar. Çocuksuz. 38 haftalık hamile. Balerin.

Ukrayna’daki kadının üzerindeki tişörtte Ukrayna Silahlı Kuvvetleri ZSU’ya bağlı gönüllü bir birim olan Kraken Birliği’nin amblemi vardı.

Türk polisi, isminde ve soyadında sekiz kelimesi geçen kadın ve erkek tüm vatandaşları uyardı. 8239 kişinin soyadında, 1560 kişinin de isminde sekiz kelimesi vardı. İşin ilginç yanı bunlardan hiçbirisi hamile değildi. Derken beklenen oldu. Fakat keskin nişancı bu sefer ya yolunu ya şehrini şaşırmıştı. Kadıköy-Beşiktaş seferini yapmakta olan bir iç hatlar vapurunda seyahat eden bir kadın drone’la vurulmuştu. Ama kadın Suudi Arabistan vatandaşıydı ve hamile değildi. Üstüne üstlük kadın, üzerinde özel tasarım tişört değil kendi giysileri varken saldırıya uğramıştı.

Europol Acil Durum: 8. Kurban Thamania Alzahrani. Suudi Arabistan vatandaşı. Evli. Çocuksuz. 27 yaşında.

Keskin nişancı baltayı taşa mı vurmuştu? Yedi seferdir hiç hatasız o ülkenin vatandaşı ve hamile bir kadını kurban olarak seçerken İstanbul’da Suudi Arap ve hamile olmayan bir kadın seçilmişti. Cihar komiser kendi kendine söylendi. “İstanbul’da hamile Türk vatandaşı kadın bulamadı herhalde! Elini sallasa başka ülkelerden gelmiş turiste, göçmene, sığınmacıya veya kaçak insana değiyor bu şehirde! Keskin nişancı ne yapsın!”

Cihar Komiser, Capitano Didi’yle beraber Başakşehir Çam ve Sakura Şehir Hastanesi’nde karantinaya alınmış kadını görmeye gittiler. Cihar, hastanenin açık otoparkından araçtan indiklerinde arka koltukta dün geve arabayı merkezden teslim aldığında orada olmayan ve oraya bırakmadığına da emin olduğu bir kitap gördü. Kitap Türkçe olduğuna göre Capitano Didi’nin de olamazdı. Merak etti. Arka kapıyı açıp kitabı eline aldı. Barış Müstecaplıoğlu’nun Ahtapot’un Rüyası ismini okuduğu anda nereden geldiğini asla kestiremediği kurşunun hedefi bu sefer kendi bedeni oldu. Cihar Komiser yere düşerken Capitano Didi kendini yere atmadan önce telefonundaki önceden hazırlanmış mesajı kopyaladı ve WhatsApp’taki Europol Acil Durum grubuna yolladı. Tüm yetkililerin telefonuna şu mesaj düştü:

Europol Acil Durum: 9. Kurban Dörtcihar Yılmaz. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı. 35 yaşında. Bekar. Çocuksuz. 24 haftalık hamile.

Yere düşmekte olduğu saniyenin bilmem kaçta kaçı kadar zamanda Cihar’ın aklından neler geçti neler? “İsminde sekiz olan hamile kadın? Yani ben! Dörtcihar!” Nasıl da anlamamıştı! İnsan kendi gözünün önündeki çöpü nasıl da göremiyordu! Fakat? Hamile? Nasıl yani? Aklına altı aydır tanıştığı erkek arkadaşıyla korunmasız sevişmeleri geldi. Altı aydır da düzenli adet görüyordu. Ama biliyordu ki ‘üzerine adet görme’ diye bir terim vardı. Kadınlar hamile kalabiliyor ve üzerine de adet görebiliyorlardı. Nadir görülen bu durumlarda kadınlar, karınları büyümeye başlayınca hamile olduklarını anlayabiliyorlardı. Ve o! Bu kilolarıyla! Demek ki hamileydi! Demek ki içki içmeyi canını istememesinin ve iştahındaki aşırı artışın sebebi buydu!

Uykuyla uyanıklık arasındaydı. Hastaneye götürülürken kımıldayamıyor, konuşamıyordu ama doktorların söylediklerini duyabiliyordu. O da diğer kadınlar gibi karnından vurulmuştu. Ne zamanki bir yatağa yatırıldı ve vücuduna batıp çıkan iğnelerle sondalarla işleri bitti, o zaman derin uykusuna daldı.

Dörtcihar Yılmaz, üç ay derin uykuda kaldıktan sonra çocuğunu doğurdu. Onunki de diğer yedisi gibi bir kız çocuğuydu. Doğumdan sonra uyandığında odasına kimselere görünmeden giren bir kadın Dörtcihar’ın elinden tuttu. “Sekizgeni tamamlayan kişi sensin. Çocuğunu doğurup onunla beraber buralardan ayrılacaksın. Sonra bize katılacaksın. Ama önce yapman gereken bir şey var…”

Dünyaca ünlü ahtapot bilimci Anaisha Sunak öncülüğündeki kafadanbacaklı uzmanları Oxford Üniversitesi laboratuvarlarında çocuklar ve kadınlardan alınan bulgular üzerinde çalışmaya devam ettiler. İlk doğan bebeğin DNA tahlilleri nihayet sonuç vermişti. Bebeğin DNA’sıyla, Hapalochlaena lunulata -büyük mavi halkalı ahtapot DNA’sının kaynaşmış olduğu tespit edildi. Sonra sırasıyla diğer bebeklerin DNA’larıyla karşılaştırıldı. Anlaşılan mucize ismi verilen bebekler, dünyada bilinen en zehirli deniz hayvanlarından birinin saçabildiği zehir olan tetrodotoxinle donatılmışlardı.

“Anestezi istiyoruz!” diye bağırmalarını şuna bağladılar: Ahtapotlar zekâları nedeniyle ‘anestezi yapılmadan cerrahi operasyon yapılmayacak hayvanlar’ listesine alınmışlardı.

Çocuklar ve kadınlardaki DNA bileşiminin kamuflaj yeteneklerini artıracak şekilde tasarlandığını tespit ettiklerinde geç kalmışlardı. Çünkü Dörtcihar’ın kızını doğurduğunun ertesi günü tüm çocuklar ve anneleri kimseye ve kameralara görünmeden hastanelerden kaçtılar. Miracle’lar yani mucize kızlar ve anneleri kibirli Amerikalıların öngördüğünün gibi bir terör örgütüne mensup değillerdi. Aksine meşru yollardan insanları, özelikle kadınları terörize eden tüm kişi ve kuruluşlarla savaşmak için bir araya geliyorlardı.

* * *

Doğumdan sonra Cihar’ın odasına giren ve “Sekizgeni tamamlayan kişi sensin. Çocuğunu doğurup onunla beraber buralardan ayrılacaksın. Sonra bize katılacaksın. Ama önce yapman gereken bir şey var…” diyen kadın, Capitano Didi’den başkası değildi. Şöyle devam etmişti.

“Erkek ahtapotlar çiftleşmeden sonra hücre yaşlanması geçirir ve ölürler. İnsanlarda hücreler o kadar hızlı yaşlanmaz. O yüzden bu silahı alıp sana bu bebeği veren erkeği öldürmelisin. Ki hem kızın hem sen serbest kalabilesiniz.”

Cihar, eski sevgilisi ve çocuğunun babası olan adamın evine kamufle olmuş bir halde girip kafasına silahı dayadığında aklından Gazapizm’in şu sözleri geçti:

“Bir çocuk masumdu, bir çocuk katil, bir çocuk kimsesiz, bir çocuk kirli, bir çocuk mahkumdu, her kapı kitli, bir çocuk öldürdük yaşlanır şimdi…”

“Başkaldıranlara dair müzik zevkime bayılıyormuş! Ama bu sözlerin senin için hiçbir edebi yanı yok biliyorsun!”

Tuğba Turan

1972, Ankara doğumluyum. Ankara Atatürk Anadolu Lisesi ve Ankara Üniversitesi Eczacılık Fakültesi’ni bitirip devlette çalıştıktan sonra 2008'de Karabük-Eflani ilçesine serbest eczane açtım. 2003 doğumlu bir erkek evlat, dört köpek, on kedi annesiyim. Safranbolu’da yaşıyorum. “Adı Cemre Olacak” ilk romanımdır. Dedektif Dergi’de yazdığım hikâyeler “Tilda ve Diğerlerinin Olağanüstü Maceraları” ismiyle kitap haline geldi. Aynı dergide fantastik kadın polis kahramanım Ozan Ilgın’ın maceraları devam etmektedir. Tarama Ucu Dergi ve Ters Dergi’de hikâyelerim yayınlanmaktadır.