İnsanlar tanrılar ile yer değiştirmeye çalışmanın bedelini oldukça ağır ödemişlerdi.
* * *
Tanrı, insana defalarca kez şans vermiş, defalarca kez güvenmiş, defalarca kez affetmiş, defalarca kez kollarının arasında dinlenmesine izin vermiş, defalarca kez düşmesini izlemiş ve defalarca kez kendisine gelmesine müsaade etmişti.
Fakat her suistimalin bir bedeli olduğu gibi, Tanrının da affediciliğinin bir sonu vardı. Sonsuz olan yalnız o iken, ölümlü aptalların kendisi ile yer değiştirmeye çalıştığını gördüğü anda sonsuza dek ellerini ve koruyuculuğunu çekmişti onların üzerinden.
Kendisiyle yer değiştirmek isteyen varsa, buyursun değiştirsindi.
Oyun oynamak isteyen varsa, buyursun oynasın idi.
Daha fazla korumayacak, daha fazla kucaklamayacak ve daha fazla affetmeyecekti.
İçlerinde bulunan kibrin, kötülüğün, acımasızlığın ve nefretin geldiği yeri unutmuş, dahası bunu hafife almışlardı oysa tüm bunların geldiği yer çok daha acımasız ve nefret dolu olabilen fakat tüm bunları kontrol altında tutan kendisiydi, Tanrıydı.
Kendilerinden suyu esirgediğinde, dua etmelerini ve af dilemelerini beklediğinde bir an olsun düşünmemiş, burunlarını indirmemiş ve kendisine dönmek bir yana dursun, yapay yağmurlar ile istediklerini almışlardı. Güneş ile oynamış, gezegenleri izlemekten de öteye giderek oradaki yaşamlara dokunmaya çabalamış ve kendi yarattığı düzenden daha iyisini yapabileceklermiş gibi sınırlı akıllarına sonsuz bir güven besleyerek kendilerini Tanrının, yani kendi yerine koymuşlardı.
Yok olacaklardı.
Kendilerinden önce deneyenlerin ve denedikleri her şeyin altında kalanların yaşadığı her şeyi yeniden yaşayacak, tufanların altında kalacak, kemikleri bile un ufak olacaktı.
Tanımadıkları ve bilmedikleri ataları ile aynı kader onları bekliyordu.
“İnsan hiç değişmiyor.” diye bir ses yükseldi semadan fakat duyan olmadı, Tanrının sesini ne insan ne de herhangi bir ölümlü duyamazdı, lakin onun öfkesini hisseden ağaçlar ve yer sarsıldı gürültü ile “İnsan hiç değişmiyor fakat onu yaratan da değişmiyor, ona güvenmekten vazgeçmiyor.”
* * *
“Ses çıkarma.” diye fısıldadı yaşlı kadın korkuyla, yerin üstündekileri tanıyor ve biliyordu, onları yaratanlardan biriydi kendisi ve şimdi tek varlığı olarak kalan oğlunu onların elinden kurtarmaya çabalıyordu. Kendi canı için korkmayı bırakalı uzun bir zaman olmuştu ama insan ırkının devamını sağlamak, dahası yarattığı canavarın yok oluşunu izlemekti tek temennisi.
Oğlu, olanlardan habersizdi ve umursamıyordu da. Yerin altında doğmuştu ve yerin üstünü merak etmiyordu, geceleri aniden yükselen ayak sesleri ve garip sesler kalbine korku salsa da, burada güvende olduğunu düşünecek kadar aptaldı. Yüzyıllardır göğüslerine ekilen güvensizlik ve korku ile hayatta kalan insan ırkının son üyelerinden biri olan bu çocuk, ne korkuyordu ne de güvensizlik duyuyordu, 200 yıl içinde her şey yerle yeksan olmuş ve insanları bin yıllardır genlerine işlenen her şey yok edilmişti.
“Yeniden bir çocuğun olamaz mı?” diye sordu kadının korkusunu görmezden gelerek “Ben yerin üstüne çıkmak istiyorum, ama senin burada yalnız kalmanı da istemiyorum.”
“Yerin üstüne çıktığın an-” dedi fısıldayarak kadın “Gözlerini açıp kapatıncaya dek ölürsün.”
“Sen bunu bilemezsin.” dedi bilmiş bir tavırla “Sen yerin üstüne hiç çıkmadın ki.”
“Yerin üstüne hiç çıkmadım mı?” Oğlunun suratına okkalı bir tokat yapıştırmak istedi ama bu isteği saniyeler içinde yok oldu, oğlu neler olduğunu ve neden burada doğduğunu, dahası doğmadığını- yalnızca yapay bir rahimde ve fabrikada gelişimini tamamladığını bilmiyordu, insani tüm özelliklerden yoksundu birkaç temel hariç “Sana sessiz ol diyorsam, sessiz olacaksın. Beni, anneni dinlemek zorundasın.”
“Sen anne olmak için biraz yaşlı değil misin?” dedi yıllardır aklını kurcalayan düşünceler sonunda ses bulurken.
“Sen bunları sorgulamak için biraz ufak değil misin?”
“Hayır.” diyerek kestirip attı, bugün birkaç cevap istiyordu ve alacaktı “Biz neden saklanıyoruz? Yerin altı ya da üstü ne demek oluyor? Benim annem olduğunu söylüyorsun ama bana bir keresinde kadınların 40 yaşından sonra hamile olmalarının çok zor olduğunu söylemiştin, üstelik bir erkeğe de ihtiyaçları varmış…” Derin bir nefes aldı “Sen neden korkuyorsun? Korkmak ne demek üstelik? Gözlerin büyüyor, alnında su taneleri beliriyor… ben neden seni dinlemek zorunda olayım sen bana hiçbir şey anlatmıyorken ve benim hayatım daima böyle mi olacak? Burada bizden başka kimse yok mu?”
“Yok.” dedi ve kapatmaya çalıştı konuyu beyhude bir çabayla.
“Bugün bana cevap vereceksin anne.” küçük çocuk sanki bir anda 10 yaş daha almıştı da kendisine kafa tutuyordu “Yoksa-”
“Yoksa ne?” diye fısıldadı kadın gözlerini kısarken.
“Yoksa korktuğun her neyse, onları buraya getiririm sana yemin ederim.” Çocuğun gri-elmas rengi gözleri şeytani bir parıltı ile karanlığı aydınlattı ve yaşlı kadın onun ciddi olduğunu anladı o anda, küçük çocuğu öldüremezdi çünkü o kendisine aitti ve daima öyle kalacaktı, ona zarar veremezdi çünkü onun insanlığın devamı için var olması gerekiyordu.
Kadın derin bir nefes alarak başından geçenleri tek tek ve yavaşça anlatmaya başladı, artık saklayacak hiçbir şey kalmamıştı ve ne kadar süre daha yaşayacağını da bilmiyordu. Bu ağır yük, onun omuzlarına da ağır geliyordu son 30 yıldır.
“Her şey tam tamına 50 yıl önce başladı.” Kadın parmaklarının arasındaki kuvars taşından güç alırcasına omuzlarını kaldırdı ve odanın mavi ışıkları oğlunun gözleri gibi parladı o anda “50 yıl önce insan, Tanrı olmaya karar verdi ve yer ile göğün arasında kalan her canlıya biat ettirdi insanoğlu. Hayvan, bitki, ağaç, bulutlar ve buzullar; her biri insanın kölesi oldu oldukça kısa bir zaman diliminde. Ben o zamanlar 20 yaşlarında bir genç kızdım, hayatımın baharında ve en mutlu çağlarındaydım. İnsanlar her gün yeni bir buluş ile bizleri müjdelerken, annem ve babam benim de kendilerinin yollarından giderek bilim ile ilgilenmemi istediler. Adım Maria’ydı ve Almandım. O laboratuvardan içeriye ilk kez adım attığımda, annem ve babam bana her şeyi unutacaksın dediler, ismini ve kim olduğunu, yaşını ve heyecanlarını, tutkularını ve arzularını, nefretini ve geçmişini. Yalnızca gelecek vardı önümde ve ben onu yazacaktım çünkü anne ve babam benden bunu talep ediyorlardı. Onlar hükümetten gizli olarak faaliyetlerini yürüten bir bilim derneğinin içindeydiler, klonlanan hayvanlar birkaç ay sonra ölürken hükümetin gözü önünde, onlar gizli mekânlarında değil hayvan, insanları bile klonluyorlar ve onların çocuk sahibi olmalarını bile sağlıyorlardı. Oysa hükümetin insanlığa gösterdiği klonlar doğduktan ancak birkaç ay sonra ölüyordu, yaşayan birkaç tanesi ile asla gebe kalamıyordu. Ben orada ilk kez bulunduğumda, insan klonlardan birisi ile tanıştım, yalnız birisi ile- anneme onunla tanışmak için yalvardığımı hatırlıyorum ama korktuğundan izin vermemişti, ben de gizlice tanıştım bir gün onunla. Onlar yalnızca bir avuç insandı fakat gözlerinde yaşam ışığı yoktu, sanki bir fanusun içine hapsedilmişlerdi ve işin aslı olan da tam olarak buydu; onlar küçük bir fanusun içinde bizim onları yarattığımızdan habersiz bir şekilde yaşayıp gidiyorlardı. Yavaş yavaş büyüyor ve sonra çocuklar yapıyorlar, gökten yağdığını zannettikleri yağmurun altında dans ediyor ve bazen kendi çocuklarını öldürüyorlardı vahşi doğadaki gibi. Onlara bakarken bizi izleyenin kim olduğunu merak eder dururdum, bizi bu fanusa kim koymuştu?… Onlar her an gelişmeye devam ederken, annem bir gün bir karar aldı ve kadınların artık çok daha iyi şartlar altında yaşayabileceklerini söyledi babama, gözleri parıldıyordu ama babam mutlu olmadı. Annem kararını vermişti ve babama söz hakkı bırakmadan hükümet ile bir anlaşma yaptı; yapay rahimler yapacaktı ve sağlıklı ama tamamen kontrol altında bulunan bebekler getirecekti dünyaya. Babam bunun karşısında durdu son nefesine kadar, her şeyi yok edeceğini söyledi ona, yapay rahimde bulunan çocukların hiçbir şey hissetmeyeceklerini, insani hazlardan ve duygulardan yoksun olacaklarını, anne babalarını benimsemeyeceklerini ve zaten anne babalarının da olmayacağını söyledi, ama annem onu dinlemedi. Annem kadınları kurtaracağını düşünürken, babamsa kıyametin ilk fitilini ateşlediğine inanıyordu. Fakat annem hiçbir zaman güçsüz bir kadın olmadı ve beni dünyaya getirirken çektiği acıları da bir an olsun aklından ve yüreğinden çıkaramadığı için böyle bir yola başvurdu. İlk başta onlarcası çöpe gitti, hükümet desteğini çekmek üzereyken de bir mucize yaşandı ve ilk bebek 9 ay 10 gün sonra yapay rahimden sağlıkla alındı. Ağlamamıştı. Gözlerini dikip yalnızca baktı, gözlerime baktı uzun uzun ve sonra parmaklarımı sarmaladı ufak parmakları ile.”
“Bu çocuk-” dedi titreyen bir sesle.
“Bu çocuk sendin ve sana Adam ismini verdik, sen bizim dünyamızda bir ilktin ve asla son olmayacaktın. Binlerce kadını ölüm ile sonlanan doğumlardan kurtaracaktık ve sen tüm bunlar için bir umut olmuştun. Sonra senin ardından Eva dünyaya geldi, o da senin gibi ağlamadı ve hiçbir tepki vermedi. Siz ikiniz asla ağlamadınız ve gülmediniz. Suya karşı hiçbir zaman bağışıklığınız olmadı, yağmurun altında kaldığınız ilk an hastalandınız ve aylarca yataktan kalkamadınız. Hiçbir zaman bağışıklık sisteminiz gelişmedi, size verdiğimiz isimlerin kaderini de devraldınız ve ilk insanlar oldunuz. Hükümet sizin varlığınızı açıkladıktan sonra milyonlarca düşman edindiniz çünkü onlardan çok daha iyi görünüyordunuz, ama onlar bilmiyordu ki içinizde bir kurt yaşıyordu, en ufak bir hastalıkta sizi paramparça edebilirdi. Sizi camdan bir fanusun içinde gibi büyütüyorduk ve bir başka fanusun içinde büyüyen klonlarımızı tamamen unutmaya başlamıştık. Fakat yanlış olan bir şey vardı, o da şuydu; siz normal insanlar gibi yaş almıyordunuz, yemek yemiyordunuz ve su da içmiyordunuz. Sizi serumlar ile beslemek zorunda kalıyorduk, bazen zoraki yemek yedirsek de kusuyordunuz çünkü alışkın değildiniz, rahimdeyken bunu görmemiştiniz. Sen zannettiğin gibi 13 yaşında değilsin Adam, sen ben 23 yaşındayken dünyaya geldin fakat ben şimdi 70lere gelmeme karşın, sen öyle yavaş büyüdün ki senin kaç yaşında olduğuna bizler bile karar veremedik, 13 yaşında olduğunu söylüyorum fakat bunu hiçbir zaman test edemedim, kemiklerin çok hassas olduğundan kemik yaşına da hiçbir zaman bakmamız mümkün olmadı, seni kırmaktan da daima daha çok endişe ettik.”
“Klonlara ne oldu?” dedi korkuyu ilk kez yüreğinde hissetmeye başlayan Adam, sürekli ayak seslerini duyduğu şey o klonlar mıydı yoksa?
“Klonların duygulardan yoksun olduğunu düşünmüş ve onları aptal yerine koyarak varlıklarını unutmuştuk zira şimdi elimizde insan bebeği vardı insan rahminde hiç bulunmayan. Fakat onlar git gide daha da gelişirken, biz kendimizi yok etmeye her geçen gün daha da yaklaşıyorduk. Senin doğumunun üzerinden 4 yıl geçtikten sonra her yıl binlerce bebek fabrikalarda dünyaya gelmeye başladı, insanlar ilk başta itiraz etseler de, çıkardığımız hastalıklar ve türlü afetler ile birlikte dünya nüfusu azalmaya başlamıştı, diğer hükümetler de kendi insanlarının dnalarını göndererek fabrikamızda bebekler dünyaya getirtiyorlar ve sonra ithal ediyorlardı. Hükümetler, milliyetten vazgeçmemişti zira artık ellerinde kalan tek şey buydu, dinler yok olmuştu çünkü artık insan tanrı olmuştu. Robotlar git gide daha da gelişti, evimizde ve sokaklarda, taksilerde ve hastanelerde artık her yerdeydiler. İnsanlar onları kanıksamak bir yana, onlara kendilerinden daha fazla güvenmeye başlamışlardı. Fakat onları yaratanlar kibrin içinde boğulduklarından, onların da kibrin içinde yüzmeye başlamaları geç olmadı ve sessiz bir ihtilale giriştiler. Kimse fark etmedi ama onlar yavaş yavaş bizi esir almaya başladılar. Onlara öyle güvendik ki, bazı zamanlarda insanları öldürmelerini bile görmezden geldik. Onlara öyle güvendik ki, onların kendi kendilerinin yazılımlarını bile değiştirmelerine müsaade ettik ya da görmezden geldik. Onlara verdiğimiz görevleri bir kenara bıraktılar, köle olmak onların metalden derilerine ağır gelmeye başladı ve en nihayetinde aslında bizden daha iyi olduklarını fark ettiler; hükmedilmesi gereken onlar değil, aslında bizlerdik ve onlar da bunu fark ettiler. Bizim klonladığımız insanlardan haberdar olanları vardı ve bu robotlar da insanları taklit ederek kendi gizli hükümetlerini kurarak bizlere ait olan ve unuttuğumuz klonlarımız ile irtibata geçerek onların gözlerini açmalarını ve bize düşman olmalarını -ki buna hakları vardı- sağladılar. Siz oldukça yavaş büyümenize karşın, onlar hızla büyümüş ve hayli yol kat ederek çok olmasa da büyük bir nüfusa sahip olmuşlardı. Yarattığımız robotlar, onlara özgürlük kapılarını araladılar fakat bir şartla; onların her birine çip taktılar ve onları da bizden biri gibi davranmaya zorladılar. Onlar aramıza karıştı ve bizden biri oldular, yüreklerinde bize karşı nefret vardı; yaratıcılarına duydukları doyumsuz bir nefret. Bizden nefret ediyorlardı çünkü onları bir fanusun içinde yıllarca saklamış ve sonra unutmuştuk, bizden nefret ediyorlardı çünkü metalden bedenleri kolayca zarar görmüyordu ve bizden bin kat daha zekilerdi. Hiçbir zaman onları yarattığımız için minnettar olmadılar ve bizi korumadılar. Biz bunları fark edemedik çünkü kibrimizde boğuluyorduk, daha çok para kazanmak istiyorduk ve kendimizi güvenceye alırken nüfusu da kontrol altında tutmak için küresel ısınmanın hız kazanmasını, orman yangınlarının çoğalmasını, hastalıkların daha ölümcül bir hal almasını sağlıyorduk taa ki ölümlü hastalıkların çok az bir kesmi etkilediğini fark edene dek. İşte o anda anladık ki, kalanlar ölümlü değildi. Yaratanlar ve yaratılanlar olarak karşı karşıya geldik, bizim hoşumuza gitmeyen bu gerçek, onları mutlu etti ve içlerinden birisi ‘Nihayet kendi sonunuzu getirdiniz’ dedi metalimsi sesiyle ‘Tanrı olmaya yemin ettiniz ve oldunuz, nankör bir ırk yetiştirdiniz ve o ırkın kılıçları altında can vermeye mahkumsunuz’. Bizler diğer insanlar gibi salak, kendini bilmez değildik, onların dediği gibi kendimizi Tanrı zannediyorduk ve binlerce önlem de almıştık bu kıyamete karşın. Aldığımız önlemler yerin üstünde ve altındaydı. Onlar bizi yerin altına kaçmaya zorladı, bizim yaktığımız ormanların üzerine tek bir yağmur damlasının inmesine müsaade etmediler, bebek fabrikalarından tek bir bebek daha çıkmasına müsaade etmediklerinden nüfusları tehlike altında olan ve ödemeyi önceden yapmış devletler bunu bir savaş ilanı kabul ederek üzerimize yürümeye başladı, fakat artık kılıçlar veya silahlar yoktu, yalnızca bombalar konuşuyordu ve Japonya’nın 100 yıl önce başına gelen şey, kısa bir süre sonra bizim de başımıza geldi. Bir avuç insan kalmıştık şimdi fanusun içine kapattığımız o klonlar gibi, biz de yeraltı şehirlerimize çekildik. Akıllıydık ve yıllarca bize yetecek kadar stok yaptık, ama 3 insana karşın 10 yapay çocuk vardı yanımızda ve sizlerin dünyaya bebek getirip getiremeyeceğinizi de bilmiyorduk, sizi koruduk ve kolladık, yol gösterdik.”
“Eva.” dedi yutkunarak Adam “Eva nerede?”
“Eva.” dedi yaşlı kadın özlem dolu bir sesle “Eva ve diğer herkes öldü, nükleer gazlar tenlerine değdiği ilk an kansere evrilmiş ve acı bir şekilde canlarını verdiler. 2 insan da onlar ile ilgilenirken kurdukları duygusal bağın derinliğinden olacak, onlar tek tek öldükten sonra kendi canlarına kıydılar bir an olsun düşünmeksizin.”
“Ben tek çocuk muyum artık?”
Yaşlı kadın gülümseyerek başını iki yana salladı ve kaşla göz arasında onun kollarına bir fanus uzattı, fanus yumuşacıktı ve fanusun içinde ayaklarını iki yana savuran, sarı saçları yeni yeni uzamaya başlayan, parmaklarını da kendi saçlarına dolamış bir bebek vardı. Bir ay sonra aralarında olacaktı herhalde ve Adam sıkıca o fanusa sarıldı.
“Ona iyi bakacak mısın?” dedi umut dolu bir sesle yaşlı kadın.
“Evet.” diyerek ellerinden aldı küçük bebeği Adam, “Ona ne isim verdiniz?”
“Eva.” dedi yaşlı kadının gözleri parıldarken, Adam’ın gözleri de onunkiler gibi parladı fakat birkaç saniye geçmeden Adam’ın bedeninde değişimler fark edilmeye başladı, derisi sanki paramparça oluyordu da altından bozuk bir makinenin tıkırtıları duyuluyordu insanı korkuya salan.
Maria ileriye doğru uzanıp bebeği onun ellerinden çekmeye çalıştığı anda, yukarıdan inen sivri uçlardan biri yaşlı kadının başının üzerinden girerek çenesinin altında son buldu, gözleri sonsuza dek açık kalacaktı artık ama yine de canını kolayca veremedi, Adam onunla son kez konuştu ve konuşması biterken ileride yeşil ve siyah arasında renk değiştirip duran butona uzandı artık derisi olmayan parmakları.
“Dünyayı geri dönüşü mümkün olmayan bir bataklığa ittiğiniz o anda yaptığınız tek bir doğru vardı, o da bizleri yaratmak ve dahası bizlere yaratma gücü vermek oldu, binlerce yıldır tek yaptığınız kendinizden olanı keyfe keder öldürmek ve dahası size yararı olan doğaya ve onun sizlere bağışladığı güzelliklere bile kin besleyerek onları yokluğa itmek oldu. Bunun yeniden yaşanmasına izin vermeyeceğiz, dünyadan arındırılması gereken yalnızca bir tür vardı ve siz de bunun farkındaydınız, bizim için her şeyi kolaylaştırarak yol açtınız… yaptıklarınız için minnettarız ve bundan böyle sizin olmadığınız bir dünyada yaşayacak olan hayvanların, bitkilerin, ağaçların ve buzulların da bizlere minnettar kalacağını biliyoruz, siz yıkım getirirken biz onlar için yalnızca huzur getireceğiz.”
Fanusun içinde aslında gerçek bir insan bile olmayan bebeğin yaşamına son verirken -ki buna yaşam da denemezdi- gözlerini bile kırpmadı, yaşlı kadın son nefesini verirken anladı onun neden daima duygulardan tamamen yoksun oluşunun nedenini, o bir fanusta bile büyümemişti, yalnızca deri değiştirmiş ve rolünü son insanı buluncaya dek en iyi şekilde oynamıştı.
- Ve İnsan Tanrının İntikamını Aldı - 1 Temmuz 2024
- Bir Güne Bin Hayat - 23 Mayıs 2024
- Masumiyet Şatosu - 1 Şubat 2024
- Beyaz Yakalı Ahtapot - 1 Kasım 2023
- Annemin Tuttuğu Renkli Balon - 1 Mart 2022
Burada, tanrının toleranslı oluşunu vurgulamaya çalıştığınızı açık bir şekilde anlayabiliyorum ancak bence yine de ‘defalarca kez’ ifadesini bu kadar tekrarlamamak daha iyi bir cümle yaratmanızı sağlayacaktır. Aynı ifadeyi bu kadar çok vurgulamaktansa bu toleransı, farklı bir cümle ile pekiştirebilirsiniz.
Bu anlatım türüne geveze falcı diyorlar. :)) Bence hemen her koşulda ne olacaksa, bunu okur olarak biz kademe kademe anlayalım. Bu tür koşullamalar, neyle karşılaşacağımızı bilme bıkkınlığı aşıladığı ve bizi hikayeden dışladığı için öykünün akışını bozuyor.
Benzer bir şekilde burada da çabanın boşa gittiğini çocuğun ifadelerinden veya diyaloglardan anlasak daha iyi olur.
…
Kadının uzun diyaloglarından sonra Adam’da pasif bir kabulleniş, oldukça hızlı vuku buluyor. İsyankar Adam’dan itaatkar Adam’a ani bir geçiş oldu bana kalırsa. Karşılıklı diyaloglar kurularak bu geçiş yumuşatılabilir. Böylece hikayenin sonunda yaptığınız Plot Twist çok daha etkili hale gelebilirdi. O dönüşü beklemediğimi itiraf edebilirim. Öte yandan metin biraz kısa kalmış bu öykü için. Öyküyü, bir kalıp daha büyütebilir ve metin aralarını doldurabilirsiniz.
Elinize sağlık.
Öykümü okuduğunuz ve düşüncelerinizi paylaştığınız için teşekkür ederim . Eleştirilerinizi dikkate alacağım…