Öykü

Hayırlı Evlat ile Sadık Dost

Toplantı salonunda bulunan iki adet salon tipi klimanın soğutucu ayarı en düşük seviyede olmasına rağmen kimsenin harareti düşmüyordu. Herkes bir şeyler söyleme çabası içine girişmişti. Son sözü söyleyecek olan başkan herkesi susturdu. Sırasıyla Dışişleri Bakanı Cavit Bey’e, İçişleri Bakanı Soner Bey’e ve Savunma Bakanı Tahsin Bey’e söz hakkı verdi. Savunma Bakanı konuşmasının bir kısmında Genelkurmay Başkanı Timur Bey’i işaret ederek sözü devralmasını istedi. Timur Bey de toplantı salonunda yer alan dev ekrana bir harita açıp en çok kanın nerelerde akıtılabileceğini gösterdi. Ortak kanı düşmana haddini bildirmek olsa da had bildirmenin çeşidi konusunda anlaşamıyorlardı.

Masada oturup ahkam kesen hiçbirinin çocuğu savaş meydanında olmadığı gibi ülkeyi bin bir türlü sebeplerle terk etmişti. Savaşın uzaması, ölen binlerce askere ve sivile rağmen kimsenin umurunda değildi. Zaten hepsi kutsal bir amaç uğruna ölmüyor muydu, düşüncesi ile tanış olmadıkları naaşlar bir bir toprağa gömülüyordu.

Haber kanallarında milliyetçilik duygularının bolca verilmesi sayesinde dolan cephelere bakılırsa halktan da çok şikâyet gelmiyordu. Ölmek için sanki herkes sıraya girmişti.

Toplantı masası yine kuru gürültüye dönüşünce Başkan elini kaldırdı. Ayağa kalkmasıyla birlikte herkes sustu.

– Savaş çok uzadı beyler. Ülke ekonomisi de bu durumdan çok etkilendi. Milliyetçi söylemlerimiz ile halkı bu savaş için bir yere kadar daha ikna edebiliriz ama halkın da sabrı sonsuz değil. Tez vakitte barışı sağlamalıyız.

Dünya savaş tarihinde barış kelimesi en tehlikeli olanıdır. Barışı sağlamak için karşı tarafı büyük bir yıkıma uğratmanız gerekir. Barışabilmek için yüzlerce yetmez, binlerce insan ölmesi gerekir. Amerika ikinci dünya savaşında barışı iki adet atom bombası ile sağlamıştı. Bu atam bombaları iki yüz binin üzerinde insanı götürüp yerine barışı kondurmuştu.

– General nükleer bombaları derhal hazırlayın, diyerek Başkan son sözü söylemişti. Kimseden itiraz gelmedi. Sonuçta barış sağlanacaktı.

Cephenin karşı tarafında da durum farklı değildi. Aynı büyüklükte toplantı masası, kar yağdırmasına ramak kalmış en kısık derecede çalışan salon tipi soğutucu ve cephelerdeki asker sayısını arttırmayı kararlaştıran çoğunun çocuğu yurt dışında bulunan akil insanlar vardı.

Akil insanlardan biri yumruk yaptığı elini masaya vura vura,

– Kanımızın son damlasına kadar Titan Adasını savunmalıyız. Sonu ölüm de olsa o ada bizimdir bizim kalacak, diye haykırıyordu.

Aynı kişinin çocuğu muhtemelen Vegas’ta kumar masasına vura vura “O paralar benim olacak,” diyordu. Elbetteki bu çocukların ne yaptığını bilemeyiz. Elbetteki bu çocukları suçlayamayız ama bu akil insanın yumruk yaptığı elini masaya vurarak başladığı cümlesinin tamamlamasına kadar geçen sürede cephelerde yüzlerce kişinin öldüğü gerçeğini değiştirmiyordu. Gerçekte bu savaşta tek damla kanını bile akıtamayacak olan bu akil insan daha fazla insanın ölmesi için haykırıyordu. Haykıran insanlar yüzünden altı yıl süren İkinci Dünya Savaşı seksen milyona yakın insanın ölmesine sebep olmuştu.

Bazı savaş kuralları vardır. Mesela ölü ve yaralıları toplamak için ateşkes ilan edilir. Ateşkes esnasında birbirine kurşun sıkan , bomba atan insanlar hiçbir şey yaşanmamış gibi ölü ve yaralılarını toplar, karşılaşmaları durumunda birbirine selam verir, konuşur ve hatta yardım bile ederler. Aldıkları emir doğrultusunda öldürmek zorunda olan askerler ateşkes anlarında kendi kişiliklerine geri dönerler. Bu iki ülkenin cephesinde de durum farklı değildi. Beş dakika önce öldürmek için çabaladığı askere cebindeki çikolatanın yarısını veren askerlerin olduğu bu cephede bazen neden savaşta olduklarını unutuyorlardı. Hatırlamaları için akil insanlar hemen devreye giriyor, düşmanın topraklarımızda gözü olduğu söylenerek şişirilmiş milliyetçi damarlar sayesinde tekrardan öldürme arzularını geri toplamaları sağlanıyordu. Bu savaşta bahsi geçen toprakların yüz dönümlük bir ada olması savaşın ciddiyetini etkilemiyordu. Halbuki bu savaşta ölen insanları bu adaya gömmeye kalksalar adada gömecek yer kalmazdı. Aslında savaş ilanı veren ülke liderlerinin çocukları da cephede bulunmak zorunda diye bir savaş kuralı olsa , tüm dünyada savaş biterdi. 100 dönümlük ada için savaşmaktansa birbirlerine verme yarışına girilirdi. Uğruna savaştıkları toprakların kendilerine ait olmadığını, uydurma tarihlerle bir şekilde ikna etmeye çalışır, hiç olmadı adaya bağımsızlık verilirdi. Böyle bir kural olmadığı için barışı sağlamak adına nükleer silah kısmına geçiliyordu. Üstelik iki tarafın da çok güçlü nükleer silahları vardı.

Japonya’ya atılan atom bombalarının isimleri Little Boy (Küçük Çocuk) ve Fat Man (Şişman Adam) gibi masumane isimlerdi.  Ölüm Meleği, Kıyamet Topu, Büyük Cellat… gibi isimler koymak barış için kullanılan bu bombalara yakışmazdı. Bombaları göndermeden taraf ülkelerin akil insanları bu sefer de bombalara isim vermek için yarışıyordu. Tatlı Çörek, Kırmızı Başlıklı Kız, Beyaz Güvercin… gibi isimler ortaya atılmıştı.

Sonunda taraf ülkelerden birbirine doğru ateşlenen Hayırlı Evlat ile Sadık Dost isimli bombalar on binlerce kilometrekarelik alanda yaşayan yüzbinlerce insana barışı götürmüştü. Savaşan ülkelerin ahbapları da barışa destek sunmak için Uzun Çocuk, Minik Kuş, Titreyen Yel… isimli bombaları aynı bölgeye gönderdiler.

Aşırı barışçıl harekete dayanamayan bu bölgede bombaların yaydığı ısı ve radyasyon sırasıyla Troposfer, Stratosfer, Mezosfer, Termosfer, İyosfer ve Ekzosfer tabakalarını delerek uzaya açılan bir koridor oluşturdu. Bu koridordan ateş toplarını andıran meteorlar sızarak dünyaya girdi. Yanıcı bir element olan oksijen ile temas eden meteorlar tüm dünyanın alevler içinde yanmasına sebep oldu. Dünyadaki tüm metaller hızlıca eriyip buharlaşarak bu koridordan uzaya doğru aktı. Bitkiler, canlılar, okyanuslar, nehirler… ise buharlaşarak bulutumsu görünümler oluşturdu. Belli bir yüksekliğe ulaştıklarında ise havada asılı kaldılar. Bu arada tanrının bir lütfu olan dünyanın kendini tamir etme özelliği sayesinde açılan koridor tekrar kapandı. Bulutumsu görünümler yağmur gibi yağarak tekrar okyanusları, gölleri, nehirleri … doldurdu.

Buharlaşan bitkilerin oluşturduğu bulutlar sağanak halinde bitkisel hücreleri toprağa akıttı. Türlü türlü nebatatlar tekrar gövermek için toprağa yerleşti. Canlıların buharlaşarak oluşturduğu bulutlar yer yüzünün farklı yerlerine yağarak ekosistem için gerekli canlı türlerinin dağılımını sağladı. Yaşamak için uygun olan her bir canlı tekrardan dirilmeye başladı. Mabutlar ve dinozorların neslinin tükenmesi gibi bazı canlı hücreleri tekrardan oluşamayıp yeni dünya düzeninde yer alamayacaklardı. Bu anlamda en şanslıları yine yüksek zekaya sahip primat türü olan homo sapiensler yani insanlardı. Daha önce defalarca yok ettikleri dünyada kendi buharlarından oluşan bulutumsulardan embriyo olarak yağıp önce ateşi bulacaklar, sonra da tekerleği icat edip dünyayı tekrar yok etme sürecini başlatacaklar.

Abdullah Kara

Ben Abdullah Kara. Mesleğinde 18. yılını doldurmuş bir matematik öğretmeniyim. Soru yazarlığı üzerine kendimi geliştirdim. Milli Eğitim Bakanlığında soru yazma konusunda eğitimler aldım , sorularım yayınlandı. Öykü yazarlığı konusunda ise yolun başlangıç çizgisindeyim. Zeynep Füsun Kahraman'dan ders almaya başladım. Zamanla daha güzel öyküler yazacağıma inanıyorum. İyi çalışmalar.

Öne Çıkan Yorumlar

  1. Avatar for Aremas Aremas says:

    Girişteki klimalarla ilgili teknik detaylara girmek yerine daha basit ifadeler kullanabilirsiniz bana kalırsa. Bir de eğer bakanların adlarını bir daha metinde geçirmeyecekseniz ve onlara bir misyon vermeyecekseniz adlarını hiç anmamanız yerinde olur. Basitçe sağlık bakanı, milli güvenlik bakanı vs diyebilirsiniz.

    Atom bombasından sonraki atmosfer katmanlarının delinmesi ve akabinde gelişen olaylar biraz çabuk geçilmiş gibi geldi. Onun dışında, hücrelerin yeryüzüne tekrar saçılması ve canlıların hayata dönmesi konusu ilginç geldi. Hatasız diyebileceğimiz düzeyde bir metin kaleme almışsınız. Elinize sağlık.

Söyleyeceklerin mi var? Kayıp Rıhtım Forum'da yorum yap.

Yorum Yapanlar

Avatar for OykuSeckisi Avatar for Aremas