Öykü

Sağım Solum Sobe

– Kapatıyoruz, arkadaşlar!

‘Ne demek kapatıyoruz? Daha proje çalışmamı bitirmedim bile,’ diyordu iç sesim. Dış sesimi çok kullanan biri değilim ama şu an çığlık çığlığa bağırasım var. Belediyeye ait olan bu kütüphanenin resmi kapanış saatini benim için esnetemezlerdi. O yüzden sükûnetimi korudum. Projemin yapabildiğim kadarını harici belleğime kaydettim. Projemin kalan kısmını tamamlamak için eskisi gibi yaygın olmasa da en az bir tane internet kafe bulacağımı düşündüm.

Ara sokakların birinde açık bir internet kafe buldum. Çoluk çocuk doluydu. Kimi bağırıyor, kimi küfür ediyordu. Hafif yüzüm kızardı. Acaba içeri bir kadın girdiğini görselerdi küfür edenlerin yüzü kızarır mıydı? Sanmam. Yüzü kızaracak kişi tek başınayken de küfür etse, yüzü kızarırdı.

Proje için gerekli içerikleri tamamladım. Kaydet tuşuna basıp kaydetme oranının yüzde yüz yazdığını görür görmez harici belleği kaptığım gibi iki saatlik ücreti verip kendimi dışarı attım. Aşırı küfürden küflenen zihnim temiz hava ile kendine geldi.

Bu kış vakti bu saatte şehir içi çalışan bir otobüs bulmanın zor olduğunu biliyordum. Şarjım da bitmişti. Bulunduğum yer ile yurt arasındaki mesafe yakın olsa yürürdüm ama yağmur çiselemeye başladı. Durakta beklemekten başka çarem yoktu. Taksi, minibüs ne denk gelirse binerim diye düşündüm.

Yağmur şiddetini arttırdıkça, geçen araba ve insan sayısı azaldı. Neyse ki ileride yavaş yavaş gelen bir minibüs gördüm. El kaldırdım.

Minibüsten çok kıraathaneye benziyordu. Yolcuların görebileceği yere asılan sigara içilmez yazısı dumandan gözükmüyordu. Sigarasını söndürmesini istesem beni indirir korkusuyla sustum. Bu saatte başka bir minibüs bulmam çok zordu. Dumana daha fazla dayanamayan ciğerlerim kuru kuru öksürdü. Öksürüğüm ile ilgilenmeyen şoför bir de üstüne sırıtarak,

-Bu saatte nerden böyle hanımefendi? diye sordu.

-Kusura bakmayın, ailemle mesajlaşıyorum. Konuşmak için müsait değilim, diyerek sohbete kapalı olduğumu ima etmeye çalıştım.

– Telefonunuzun ışığı yanmıyor. Bu kadar güzel gözlere sahip birinin karanlıkta mesaj atabilecek yeteneği olmasına şaşırmadım açıkçası, diyerek sırıtışına ürkütücü bir ifade taktı.

– Son mesajımı attım, şarjım henüz bitti. Lütfen dikkatinizi yola verir misiniz?

– Siz bu kadar güzelken dikkatimi başka bir yere nasıl verebilirim?

Artık rahatsız olmaya başladım. İnmek istediğimi söyledim. ‘Sizi hemen gitmek istediğiniz yere bırakacağım,’ diyerek hızlandı. Üstüne başka bir yola girdi. Ayağa kalktım. ‘Hemen durun! Yoksa bağırmaya başlayacağım,’ diye tehdit ettim. Bir anda frene bastı. Başımı çarptım.

Son müşteriyi de sonunda indirdim. Aracımın ışıklarını kararttım. Torpido gözünü açtım. Sigara ve çakmak yan yanaydı. Çakmağın ben, avuçladığım sigaranın ise çekici bir kadın olduğunu düşündüm. Hemen sigaramı yakmadım. Azcık okşadım. Yavaşça dudağıma götürdüm. Öptüm. Kokladım. Yanımdan geçen bir aracın patlak egzoz sesi ile irkildim. Hayal dünyamdan çıkıp gerçeklikle yüzleştim. Yalnızlığıma eşlik etmesi için sigaramı yaktım. İçime içime çektim. Motoru çalıştırdım. Yavaş yavaş ilerlemeye koyuldum. Dolmuş durağında dipdiri duran o kadını gördüm. Patlak egzozlu arabayı süren adam yüzünden yarım kalan hayalime eşlik edecek kadın beni bekliyordu.

Minibüsün ışıklarının karartılı olmasından ötürü mesaim bittiğini anlamayan kadın el kaldırdı. ‘Ne kadar safsın be kadın,’ dedim.

Arabaya bindiğinde iyice bir süzdüm. Çok güzeldi. Baş başa yolculuk yapacaktık. ‘ Benim için romantik bir akşam olacak ,’ diye içimden geçirdim. İçimden daha neler neler geçti. Telefonu ile oynamadığını fark edince şarjının olmadığını anladım. Artık benimdi.

Başını çarptığında bayılmış olmalı diye düşündüm. Ellerini bağladım. Bir kaç saniyeliğine izledim. Kanayan başına rağmen hâlâ çok güzeldi. Arabayı tekrar çalıştırdım. Bildiğim, uzun zamandır kullanılmayan bir ev vardı. Kimse cesaret edip oraya gidemezdi. Bu güzellik için oraya her türlü girerim diye düşündüm. Bugün benim günümdü.

Temiz bir yer buldum. Oraya yatırdım. Nefes alıyordu ama hareket etmiyordu. Ağzını da bağlamak için arabaya kadar gidip bir bez aldım. İçeri girerken yakınlara düşen yıldırımın gürültüsü beni içeri doğru düşürdü. Ayağa kalktığımda az önce bıraktığım yerde olması gereken kadın yoktu.

Dışarı çıkması imkânsızdı. Diğer odalardan birinde saklanmış olduğunu tahmin ettim.

-Bebişim! Saklambaç mı oynak istiyorsun? Çok severim ben saklambacı, diye neşeli neşeli aramaya başladım.

Her yere baktım. Bir oda kalmıştı. O odadan başka bir yerde olamazdı.

Kapıyı açtığımda yerde dizleri üzerine oturmuş, başı yere eğik öylece bekliyordu. Hafiften sallandığı için saçları ileri geri hareket ediyordu.

-Sağım solum sobe, diyerek yüzünü örten saçlarını kaldırdığımda kırış kırış yüzüyle ölümü bekleyen bir yüz gördüm. Işıltısı gitmiş gözleri ile bana baktığı ilk birkaç saniyeden sonrasını hatırlamıyorum.

Baş ağrısı ile gözlerimi açtım. Hatırladım. Başımı çarpmıştım. Elimi başıma götürdüğümde pıhtılaşmış kanı hissettim. İnternet kafede çocuklardan duyduğum küfürlerden birini adamın arkasından söyledim. Yüzüm kızardı. Pişman oldum. Etrafıma baktım. Sade bir yerdi. İçerden epeyce yaşlı bir kadın çıktı. Ses etmedi. Nedense ona karşı içimde bir güven oluştu. Dışarı çıktım. Yerde çantamı gördüm. Beni taşırken düşürmüş olmalı diye düşündüm.

Ana yola geldiğimde nerde olduğumu anlamaya çalıştım. Oldukça yabancı bir yere benziyordu. Belirsiz bir yönde yürümeye başladım. Beni geçtikten sonra yavaşlayan bir araç, geri geri yaklaştı. Arabayı durdurup, içinden çıktı.

Salına salına yürümemden dolayı iyi olmadığımı anlamıştı.

– Hanımefendi, neyiniz var böyle? diyerek cebinden çıkardığı kağıt mendil ile yüzümü sildi.

Sırılsıklam olmama rağmen beni istediğim yere bırakabileceğini söyledi. Beni kaçırmaya çalışan sapık ile tekrar karşılaşmaktan korktum. Bir an önce uzaklaşmalıydım oradan. Beni polis karakolu yerine kaldığım yurda götürmesini istedim. Yorulmuştum. Uyumam gerekiyordu.

Öğlene doğru kalktığımda arkadaşlarım proje ödevleri için telaşlıydılar. Ödevimi dün bitirdiğim için rahattım. Yatağımdan yavaşça doğruldum.

-Ne bu telaş arkadaşlar, siz hâlâ ödev mi yapıyorsunuz? diyerek rastgele savurdum cümlemi.

Kalemlerinden biri elinde diğeri kulak arkasında olan Asya, yüzüme bakmadan , ‘Bu rahatlık da nedir? Sen de başlasan iyi olur,’ diyerek savurduğum cümleyi karşıladı.

‘Ben ödevimi yaptım bile,’ demem ile Güzide’nin cırtlak sesi kulağıma tırmandı.

-Rüyanda mı yaptın? Daha dün aldın ödevi. Hepimiz yarın yaparız dedik ya!

O an kafamı çarptığımı düşündüğüm yer tekrar ağrıdı sanki. Elimi başıma götürdüm. Lavaboya koştum. Elimi yüzümü yıkadım. Başımı çarptığım yeri aradım, bulamadım. Telefonuma baktım. Dünkü tarihi gösteriyordu. Kimseye derdimi anlatamazdım. Harici belleğim ile dün gittiğimi düşündüğüm belediyenin halka açık kütüphanesine gittim. Boş bilgisayar bulup harici belleği taktım. Ödevime hiç başlamadığımı gördüm. Sırtıma bir titreme geldi ama hemen kendime geldim. Belki de bir rüyaydı diye düşündüm. Bir an önce projemi bitirmem gerektiği için çalışmaya başladım.

Görevlinin ‘kapatıyoruz arkadaşlar!’ nidası ile başımdan aşağı kaynar sular döküldü sanki. Hâlâ rüyanın etkisinden çıkamamıştım. Hâlâ tamamlamam gereken bir de ödev vardı. Hemen ara sokaklardan birinde denk geldiğim bir internet kafeye girdim. İçeri girer girmez daha önce duyduğumu düşündüğüm küfürlerden duydum. Aldırış etmedim. Zihnimin bir oyunu olsa gerek dedim. Projemi bitirdiğimde dışarı çıktım. Geç olduğunu gördüm. Yağmur vardı. Bir durağa sığındım. Karşıdan gelen minibüsü gördüm. Işıkları yanmıyordu. Yavaşladı. Göz göze geldik. Bana gülümsedi. O an gözümden bir kaç damla yaş çiseledi. Binmediğimi görünce duraktan ayrıldı. Yurda doğru yürümeye karar verdim. Beni geçen bir araç önce yavaşladı, sonra durdu. Geri geri geldi. İstediğim yere bırakabileceğini söyledi. Tereddüt etmeden bindim. Tarif ettiğim yerin kendi yol güzergâhında olduğunu söyledi.

Arabadan indiğimde kapıda birini bekliyor gibi duruyordu. Yaklaştığımda içeri buyur etti. Evin sadeliği dün gibi aynıydı. Çay koydu. İçtik. Kelime dağarcığım kafede virüs kapmış gibiydi. Dilimin ucuna bir tane bile sözcük getiremiyordum.

‘Hoş geldin yeni hayatına,’ diyerek ortamdaki suskunluğu bozdu.

– Bir seçim yaptın ve sonu senin için iyi bitmedi. Senin gibi bazı kişiler için tek bir evrende yaşamak yetersiz kalıyor. O yüzden kaldığınız yerden devam edebilmeniz için geldiğin dünyaya benzer başka bir evren daha yaratıldı. Şu an oradasın.

Yaşlı kadının anlattıklarını kavrayamıyordum. Alacağım cevabın beni yıkacağını bilsem de, ‘ Ben, öldüm mü?’ diye sordum.

– Hayır, taşındın. Sadece diğer evrende yoksun.

-Bu yaşananlardan sonra hayatıma kaldığım yerden nasıl devam edebilirim ki?

– Unutacaksın. İnsanoğlunun en güzel özelliğidir unutmak. Neleri unuttun sen. Bunu da unutacaksın ve hayatına devam edeceksin. O sapığı da dert etme. Diğer evrende kaldı. Onun gibiler için de başka bir evren yok. Hem orada da çok kalmayacak rahat ol.

Çayımı bitirdiğimde boşalan bardağımın dolmadığını görünce kalkmam gerektiğini anladım. Dışarı çıktım. Elimi cebime attığımda harici belleğime dokundum. O an ödevimi bitirmiş olduğumu hatırladım. Gülümsedim. Yurduma doğru yola koyuldum.

Abdullah Kara

Ben Abdullah Kara. Mesleğinde 18. yılını doldurmuş bir matematik öğretmeniyim. Soru yazarlığı üzerine kendimi geliştirdim. Milli Eğitim Bakanlığında soru yazma konusunda eğitimler aldım , sorularım yayınlandı. Öykü yazarlığı konusunda ise yolun başlangıç çizgisindeyim. Zeynep Füsun Kahraman'dan ders almaya başladım. Zamanla daha güzel öyküler yazacağıma inanıyorum. İyi çalışmalar.

Bir Yorum Yap

E-posta adresiniz yayımlanmayacaktır.Yıldızlı olan alanların doldurulması zorunludur. *