Öykü

Aile Evi

Hasan, babaannesinin cenazesinden sonra, yıllardır uğramadığı köy evine gitti. Kapıyı açmasıyla gün ışığının içeri dolup uçuşan tozları aydınlatması bir oldu. Niyeti geceyi orada geçirmek, sabah olunca şehre dönmekti.

Rutubete karışmış tanıdık bir koku karşıladı onu. Babaannesinin toplayıp kuruttuğu otların, eve dağılmış envaı çeşit baharatın kokusu… Çocukluğunu hatırladı. Arabanın arka koltuğunda uyukluyor bile olsa, gözleri kapalı bile olsa anlardı köye geldiklerini. Nenesinin evine yaklaşıklarını…

Yaşlı kadından korkmasının, çekinmesinin sebeplerinden biri bu acayip kokuydu. Bir şeyleri gizliyor, bastırıyor gibiydi koku. O zamanlar ufak olan oğlanı tedirgin ediyordu. Asıl sebepse köyde babaannesiyle ilgili anlatılanlardı. Kadının cadı olduğu, yaramaz veletleri kaçırıp hapur hupur yediği iddia ediliyordu. Bu söylentiye en çok inanan da Hasan’ın ta kendisiydi. Duvarları kaplayan Arapça yazıları, her yere asılı nazar boncuğu ve muskaları gören tek çocuk kendisiydi çünkü.

Yoğun koku ya da çocukluk travmalarının tetiklenmesi yüzünden öğürürdü. O halini gören kimse olmadığı için mutluydu. Yine de köy evinde kalmaktan vazgeçti. Giderken içeriyi havalandırmayı ve kabuslarına giren muskalarla nazar boncuklarını toplayıp atmayı da unutmadı tabii.

* * *

Hayaletler, rükû durmuş kusacak gibi sesler çıkaran Hasan’ı seyrediyordu. “İğrenç…” diye söylendi Yıldıran. “Bu hantal şey bize saygısızlık etmek için mi buraya kadar gelmiş?”

“Bizi göremiyor,” dedi ağabeyi Kara. “Kocakarıdan el alsa böyle davranmazdı.”

“Kocakarı öldü,” dedi babaları. “Önemli olan bundan sonra bu eve ne olacağı. Unutmayın; bir hayalet, evi ayakta olduğu sürece yaşar.”

Yıldıran korkuyla çığlık attı. Hasan’ın muskaları duvardan indirdiğini görmüştü. “Hantal şey savunma hattımızı yok ediyor! Şimdi ne yapacağız baba?”

Büyük hayalet düşünmeye devam ederken bir anda heyecanlanan Kara, “Ben bunu tanıyorum!” diye haykırdı. “Hasan bu! Ben yeni yeni bilinç kazanmaya başlamış bir ektoplazma topağıyken o da çocuktu.”

Evin içine yalnızca onların sezebildiği bir uğursuzluk çöktü. Bir insan için arkasından yaklaşan birinin ayak sesleri neyse, hayaletler için de bu his oydu. “Kahretsin,” dedi baba. “Geliyorlar.”

Yıldıran, “Neden?” diye sordu. “Dışarıda onca ev dururken niye bizimkini istiyorlar?”

“Burası bizim olduğu için,” diye açıkladı ağabeyi. “Onlar ateşten yaratıldılar. Yalnızca yok ettikleri zaman doyum sağlıyorlar. Şu anda yok etmek istedikleri şey yuvamız, ailemiz.”

Diğer hayaletler endişeyle Kara’yı dinliyor, babalarının bir çözüm üretmesini umuyordu. “Ne yapacağız,” diye sordu Azgın. Babadan cevap gelmedi.

İşini bitiren Hasan’ın kaçarcasına kapının önüne çıktığını gördüler, arabasına binip gitmeye hazırlanıyordu. “Onu durdurmam lazım,” diyen Kara dışarı yöneldi.

Babası yolunu kesti. “Yapma. Evden uzaklaşırsan ölürsün.” Yüzlerce yıllık hayat tecrübesinin çocuklarını korumaya yetmemesi onu mahvediyordu.

“Böyle beklersem hepimiz öleceğiz. Müsaade et baba, ailemiz için şansımı deneyeyim.”

Yapabileceği bir şey olmadığını bilen baba usulca oğlunun önünden çekildi.

* * *

Hasan, arabanın sileceklerinin kendi kendine çalışması üzerine pek kafa yormadı. Düğmelere basarak silecekleri durdurmayı denedi, olmayınca da bozulduğuna karar verip gaza bastı. Şansını sanayide deneyecekti.

Tekerlerin döndüğünü fark eden Kara ürperdi. Evden uzaklaştıkça varlığı silikleşecekti. Fiziksel bir formu olmadığı için maddi dünyayla etkileşimi sınırlıydı, yalnızca enerjiyi ve bazen de düşünceleri manipüle ediyordu. Tüm gücüyle erişebildiği her şeye erişmeyi denedi ve arabanın her sistemi farklı bir şey yapmaya başladı. Bütün ışıklar yanıp sönüyor, radyodan anlamsız uğultular geliyor ve klima şiddetle hava üflüyordu.

Hasan kenara çekti, bu şekilde yola devam edemezdi. Bayiyi aramayı, kurtarıcı çağırmayı düşündü. Çıkacak masrafı hesaplarken, buğulanmış camda kendi kendine beliren üç harf fark etti: S-L-M.

* * *

20 yıl önce…

“İstemiyorum!” diye haykırdı Hasan. Kendini köy evindeki koltuğun altına attı. “Olmıyıcam sünnet falan!”

Babasının bağırdığını duyabiliyordu. “Nereden çıktı şimdi bu? Erkek adam korkar mı ulan?!”

Hasan zırıl zırıl ağlamaya başladı. Bu sırada birinin gelip babasını oradan uzaklaştırdığını duydu, annesiydi. “Kendi haline bırak,” diyordu kadın. “Sonsuza kadar orada kalamaz ya…”

Hasan omuz silkti. “Sonsuza kadar burada kalçam işte…” Tam o an, koltuğun altında yalnız olmadığını hissetti. Korkmuştu, zaten bu ev tüylerini ürpertiyordu. Dışarı fırlayacakken büyük bir rahatlama hissetti. Misafiri her kimse onu rahatlatmaya çalışıyordu. MSN’de arkadaşlarıyla chat yaptığını hayal etti ve toz kaplı zemine parmağıyla ‘SLM’ yazdı. Az sonra aynı üç harf yanında beliriverdi.

Kara’yla ilk tanışmaları böyle oldu. Tozlu zeminde mesajlaşmak fazla uğraştırdığı için daha sonra genellikle Hasan’ın rüyalarında buluşup muhabbet ettiler. Oğlan, onun sayesinde korkmadan sünnet oldu. Çünkü maddi dünyada bedeninden koparılan bir parça etin hiçbir anlamı olmadığını öğrenmişti. Hayaletler fiziksel vücuda sahip değillerdi ama duyguları vardı. Yaşayabilmek için bir yere bağlanmaya, bir yuvaya ihtiyaç duyuyorlardı. Hasan pek çok defa onun nasıl vefat ettiğini sordu, sonunda anladı ki hayaletler ölü insanlar değil, o formda doğmuş bambaşka varlıklardı. Onlar evin ruhu, atan kalbiydi.

O yaz boyunca aralarında sağlam bir bağ kuruldu. Çok ortak yönleri vardı. Bir kere ikisi de ailelerinden uzaklaşmak, bir yere sığınmak istediklerinde koltuğun altına kaçıyor, kendilerini dünyanın kalanından izole ediyordu. Hasan, ailesindeki herkese Kara’dan bahsettiyse de hiçbiri çocuğun hayali arkadaşını ciddiye almadı. Yalnızca babaannesi ona anlamlı anlamlı bakmış ama tek kelime söylememişti. Tatil bitip şehre döndüklerinde artık hayaletlerin gerçekliğinden emin olamıyordu. Bir süre sonra da her şeyi unuttu gitti.

* * *

Yumuk, alazlı pençeler tarafından yeraltına çekildiğini hissediyor, kurtulmak için çırpınıyordu. Babası yaratığa saldırıp kızını kurtardı ama sağlam bir darbe aldı. Azgın, yerde devrilen babasının yanına süzüldü. Hayalet orada yatarken dıştan gelen tüm tehditlere açıktı.

Yıldıran, iki yaratığı evin dışına püskürtmeyi başarsa da her an yenisi geliyordu. Bir hayalet ailesinin yarım asır boyunca orada mutlu mesut yaşayıp çoğalması, ateşten yaratılanların ağzını sulandırmıştı. Dalga dalga eve hücum ediyorlardı. “Ağabeyim geri dönecek mi?” diye seslendi Yıldıran. “Yoksa onu bu savaşın ilk şehidi olarak mı kabul edeceğiz?”

Yumuk ona desteğe koştu. “Kara gelecek,” dedi birlikte çarpışırlarken. “O kafasına koyduğu her şeyi yapar.” Etrafta süzülüp evi korumaya çalışan onlarca diğer hayalet mırıldanarak onayladı, hepsi bir kurtarıcı bekliyordu.

Hala yerde babasını koruyan Azgın, “Kendinizi kandırıyorsunuz,” dedi. “Kara savaştan kaçtı. Kendini öldürmeyi, alevler tarafından yutulmaya yeğledi. Bilmiyor musunuz, gözü hep dışarıdaydı zaten. Bizimle olmak yerine evin saçma sapan bir yerine saklanır ya da insan denen hantal yaratıklarla konuşmaya falan çalışırdı. Şimdi de yok olmak pahasına insanların dünyasına gitti.”

“Kardeşin hakkında düzgün konuş,” diye uyardı babası. “O sizin için kendini feda etti.”

Yumuk tekrarladı. “Feda etti…” Bir yaratığın daha kalbini söküp babasına döndü. “Sen de mi onu yitirdiğimize inanıyorsun?”

“Kimse dışarıda bu kadar uzun kalamaz,” dedi Azgın.

“Hayır. Biz fikirlerle var olmuyor muyuz? Ağabeyim ailesine inanıyor. Dayanacaktır.”

Baba, yarasının ağır olduğunu farkındaydı. Uzun ömrünün son dakikalarını yaşıyordu. “Bundan sonra bu ailenin kılıcı sizsiniz,” dedi. “Birlikte savaşın, kaybedecekseniz de birlikte kaybedin.” İradesi o kadar zayıflamıştı ki pençeler tarafından cehenneme çekiliverdi.

Azgın, acı ve öfkeyle haykırdı. Mermi gibi uçarak alevlerin arasına daldı. Kardeşleri onu kaybettiklerine emindi. Bir anda ateşin tamamen söndüğünü gördüler. Hayaletin iradesi onlarca yaratığa üstün gelmiş, hepsini yok etmişti. “Sizin için,” dedi tekrar ortaya çıktığında. “Beni unutmayın.” Ektoplazması harcadığı enerjiyi kaldıramamıştı, buhar olup havaya karıştı.

“Bize yalnızca zaman kazandırdı,” diye fısıldadı Yıldıran. Sırt sırta verdiği ablasından başka kimsenin duymasını istememişti. “Babamız gitti, en güçlümüz Azgın gitti, daha fazla dayanamayız. Önce bizi yok edecekler, sonra da bu ev lanetli olacak ve o hantal yaratıklardan hangisi yerleşirse yerleşsin tesadüf sanacakları korkunç bir kaderle yüzleşecek. Buraya artık yuvamız diyemeyiz.”

“Yuvamız lanetlenmeyecek,” dedi Yumuk. Aynı şeyi haykırarak tekrarladı. “Lanetlenmeyecek!” Hayaletler bir ağızdan savaş naraları attılar.

Dışarıdan birinin de “Lanetlenmeyecek!” dediği duyuldu. Cılız bir sesti ama bu Kara’dan başkası değildi. İçeri süzülen hayalet bitkin görünüyordu. Büyük oranda silinmişti, güç toplaması gerekiyordu. Kardeşleri onu çembere alıp yaratıklardan uzak tuttular.

“Döndün!” dedi Yıldıran. Mutluluğu sesine yansıyordu.

Ağabeyi “Evet,” diye karşılık verdi gururla. “Yalnız da değilim.”

Kapı açıldı, Hasan elinde çöp poşetiyle içeri daldı. “Sanırım bunları kendi başınıza asamıyormuşsunuz,” dedi kimseyi görmemesine rağmen. “Hayaletler fiziksel dünyayı etkileyemiyormuş falan filan…” Poşetteki muskaları, nazar boncuklarını içeriye saçıverdi. “İnşallah doğru anlamışımdır da şizofren değilimdir.”

Ateşten yaratılanlar büyük bir darbe yemişti. Dövüşmeyi bırakıp evin köşelerine pustular. Hasan, çöpten çıkardıklarını duvarlara astıkça evi eskisinden de yoğun ve çirkin bir koku dolduruyor ama uğursuzluk dağılıyordu. Yaratıklar evden kovuluyordu.

“Merak etmeyin, çöp kokusundan kurtulmanın da bir yolunu bulacağım.” dedi Hasan. “Burası yine Mısır Çarşısı’ndaki aktarlar gibi kokacak. Hele sizin işiniz görülsün de.”

İşgalcilerin lideri, en korkunç şeytanın görünümüne bürünüp Hasan’ın önünde cisimleşti. “Burayı bize bırak,” dedi hırıltılı bir sesle.

“Sanırım şizofren değilim,” dedi Hasan. “Veya çok ileri bir derecede şizofrenim.”

“Burası bizim,” diye kükredi yaratık.

“Nah sizin! Burası benim babaannemin evi. Benim mirasım, benim evim. Ayrıca onların evi. Kara’nın, benim kardeşim Kara’nın evi. Beni kimse anlamazken o anlardı, Kara. Bana her şeyi anlattı. Babaannemle birlikte siz garabetlerin bu dünyaya erişmesine engel oluyorlarmış. Aralarında bir anlaşma varmış. Babaannem cadı değilmiş, hatta bir çeşit süper kahramanmış. Şimdi defolun gidin evimden!”

İşgalciler alev alevdi, Hasan’ın ümüğüne çökmek için yanıp tutuşuyorlardı ama bir şey yapamadılar. Babaannesinin muskaları genç adamı koruyordu. Yaratıklar hırlayıp kükreyerek geldikleri yere döndüler.

“Ağabey!” dedi Yumuk neşeyle. “Başardın! Onunla konuştun mu gerçekten?”

“Zihnine eriştim. Aramızdaki bağ gerçekten güçlüymüş.”

“Şimdi ne olacak?” diye sordu Yıldıran. “Kocakarı gibi değil o, bizi göremez. Ne yapacağız?”

“Ona güveneceğiz. O da bana güvenecek. Ağabeyimin ve babamın gittiğini hissettim. Onların yasını tutacağız. Sonra her şey eskisi gibi devam edecek. Sonuçta burayı bırakamayız değil mi? Burası babamın bağlanmayı seçtiği ev, çoğumuzun doğduğu ev. Burası bizim yuvamız ve hep öyle kalacak.”

Öne Çıkan Yorumlar

  1. Farklı bir tarza sahip, ilginç ve eğlenceli bir öykü. Babaannelerin az biraz cadı oldukları malum :slight_smile: Bu öyküde ise full time moda geçmişler.

    Ruhlara dair daha fazla şey görmek isterdim. Perspektif olur, arka plan olur. Böyle detayların hikayenin bütünlüğünü arttırdığını düşünüyorum.

    Gözüme çarpan küçük bir sorun var. Ruhların fiziksel dünyayı etkileyemediği kuralını koymuşsunuz. Ancak Kara arabanın aynasına SLM yazıyor. Bunu bir şekilde gerekçelendirseydiniz, daha bütünlüklü ve kendi iç kurallarına uygun bir hikaye olurdu.

    Oldukça kompakt ve eğlenceli bir mini öykü. Ruhların cinlerle olan taht kavgasına bayıldım. Farklı ve eğlenceli bir fikir olmuş.

  2. Avatar for Abaris Abaris says:

    Merhaba, öyküyü beğenmenize sevindim. Güzel yorumlar beni motive ediyor :slight_smile:
    Aslında yazı yazmanın bir mantığı var ama genelde hikayenin içinde world buildingle ilgili uzun açıklamalar yapmak yerine okuyucuya sezdirerek anlatmayı tercih ediyorum. Ama burada sanırım gerçekten fazla anlaşılmaz olmuş. Mantık şuydu: Ruhlar enerjiyi manipüle edebiliyor. Buğulu camda yazmak istediği harf şeklinde ısı veriyor. Tozlu zemine yazı yazarken de aynı şekilde elektrostatik kuvvetle harf in içindeki tozları dağıtıyor. Bu yüzden yazı yazabiliyorlar ama çöpteki muskaları çıkarıp duvara asamıyorlar.

  3. Güzel bir arka plana sahipmiş, tabii bunu kullanıp, kullanmamak sizin tercihiniz. Sonuçta yaratılan her dünyanın bütünlüğü az biraz okuyucuya kalır. O konuda haklısınız. Sezdirmekte güzel bir yöntem. Ama bunun yazarın bir bilge edasıyla çerçeveler sunarak yapması, okuma sürecini şahsen daha çok keyifli kılıyor.

Söyleyeceklerin mi var? Kayıp Rıhtım Forum'da yorum yap.

Yorum Yapanlar

Avatar for Abaris Avatar for OykuSeckisi Avatar for terramundi