Öykü

Paralel Evren Postacısı

PEB. Bunun nasıl çalıştığını her açıkladıklarında, daha bir karmaşık geliyor. Uzay-zaman dalgalanmalarını manipüle etmek için kuantum mekaniği prensiplerini kullanan, uzay zamanın kırılıp bükülmesini sağlayarak paralel evrenlerin frekansını yakalayan bir bileklik. Açıklaması epey karışık, ama ismi kolay.

Bileklik her yolculuk öncesi bir felaketin öncü sarsıntısı gibi uğursuz bir titreşim yaymaya başlıyor ve bu yolculukları kaç kez yaparsam yapayım her seferinde geriliyordum. Beyin korteksime gömülü kriptolu mesajlar taşıyan galaktik bir postacı olacağım hiç aklıma gelmezdi. Ulak ya da PEP – Sanırım birileri böyle kısaltmalar bulmaya bayılıyor. – Paralel Evren Postacısı.

Kozmik mikrodalga arka plan radyasyonunu bedeninde absorbe edebilecek moleküler bütünlüğe sahip birey. O çok nadir bulunan genetik hamurdan şekillenmiş bireylerdenseniz, Ulak Programı’na dahil olabilir, PEP olarak göreve başlayabilir, evrenler arası seyahat etme şansına sahip olabilirdiniz. Şirketin yaptığı reklam kampanyasının söylediği buydu. Şans. Nasıl bir şans peki bu? Benim için bu gerçeklikten olabildiğince uzağa kaçabilmek için bir bilet. Onu düşünmediğim tek bir sabah var mı? Lanet gözlerimi açar açmaz o gelmiyor mu aklıma?

Matriks sandalyesindeki yerimi aldım. Zaman geldi. Sonu hep mide bulantısı ve dayanılmaz bir açlıkla biten kuantum alemindeki kozmik kusmuk yolculuğu. Ulaklar için yazılmış Çoklu Evrenler Arası Seyahat Prensipleri bla bla el kitabında da anlattıkları gibi moleküler bütünlük de olsa bu yolculuklar mide bulantısı yapar.

Masmavi bir gökyüzü ve beyaz pamuk bulutlar. Geçen seferki yolculuk havanın boku yediği bir evrendeydi. Neyse ki burada hava şahane. Renkler daha canlı, hava daha güzel kokuyor. Pamuk şeker kokusu gibi ve küçüklüğümü geçirdiğim köyde yediğim şekerleri anımsatıyor. Bazen duyuların farklı deneyimlendiği böyle evrenler çıkar işte karşınıza. Burada da renkler ve kokular…

Kafası basan bilim tayfası hâlâ bu geçişlerin rastlantısal olmaması, PEPO – Paralel Evren Posta Ofisi – içine geçiş yapmamı sağlamak için çalışıyor. Umarım başaramazlar. Özgürlük. Devamlı izleyen gözlerden uzak göreceli bir zaman diliminde ve bambaşka evrenlerde özgür olmak. Kim hemen o ofise dönmek ister? Ben değil.

Elbette Ona gideceğim.

PEB’e sevdiğim kadının genetik şifresini girip, beni ona yönlendirmesi için ayarlıyorum. Şanslıysam bu evrende onu tekrar görebilirim.

Yine rengarenk giyinmiş olarak buluyorum onu ve sanırım bu hiçbir evrende değişmeyecek. Gün batımına yakın bir zaman, sahile inmeye karar vermiş. Küçük termusu elinde. Bu evrende de mi aynı? Çay aşığı ama arada böyle kahve içtiği de oluyor. Ne yapıyor? Çimlere çıplak ayakları ile basacak. Kimle konuşuyorsun acaba? Yüzünü böyle gülümseten kim? Mutlu musun?

Gördün onu işte. Artık gitme vakti. Gidemem. Görmüyor musun? Üzerine doğru dürüst bir şey almadığı için üşütecek. Donmuştur şimdi parmakları. Ama biliyorum üşüse de izleyecek gün batımını. Orada olsam sarılır ısıtır, titreyen dudaklarını öper, çilek tadını hatırlardım.

Yapamazsın. Çoklu Evrenlerin Denge Yasası, Paralel Evrenler İletişim Kanunu safsatalarında, duygusal bağı olan kişilerle yakınlaşma ve temasın yasak olduğunu kaç kere okudun. En azından mutlu halini gördün işte. Yola koyulma vakti. Haydi. İşini yapmazsan onu görecek bir başka seferin de olmaz.

PEPO – Ofis rutini olarak, robot tipli adamları izle ve emirlere uy. Soğuk selamlamalar, Mesaj Aktarımı Bölümü’ne geçiş, Matriks Sandalyesi’nde kablolara bağlan ve mesajı ilet. Ancak bu sefer bir panik havası var ofiste. Korteksimde hangi mesajı taşıdıysam korkunç bir haberdi herhalde. Bazen de böyle olur. Umarım pembe dünyanın sonu falan gelmemiştir. Bu dünya da mutlu görünüyordu çünkü.

Yine ürperten titreşimli, mide bulantılı bir yolculuktan sonra kendi evrenime döndüm. Rengarenk o evrenden soluk ve cansız kendi evrenime, soluk, soğuk, yalnızlığıma döndüğümde uyuşturucunun etkisinden çıkan bir bağımlı gibi hissettim.

Benim gri evrenim. Bu bileklik, deri altı implantlar ve nereye gidersem gideyim yüzümü takip eden onlarca yapay zeka yazılımı. Bu evren ve diğer evrenlerde gün geçtikçe güçlenen şirketin sağladığı, lüks bir apartman dairesinin, son model bir arabanın, sevişebileceğim kadınların olduğu zengin bir hapishane.

Benim tek istediğim ise tekrar kaçabilene kadar, rüyasız ve karanlık derin bir uyku. Biz Ulaklar için rüya görmek epey problem. Malum kafamız çoklu evren bokuyla dolu ve beyin korteksinizi kurcaladıkları zaman rahat uyunmuyor. Hapları aldım ve vicdan okyanusumun, seçimlerim yüzünden sevdiğim kadından ayrılmak zorunda kaldığım acımasız gerçekliğinin ulaşamadığı derin karanlığına batmaya başladım.

Bileklik beni uyandırdı.

Kırmızı acılı acil durum titreşimi.

Beni evden aldılar. Ne oluyor yahu? Kimse konuşmuyor ve trafik kurallarını da hiçe saydıklarına göre durum çok ciddi. Ofis kaosa sürüklenmiş. En son yıllar önce bir Ulak farkında bile olmadan ölümcül bir virüsü beraberinde getirdiğinde böyle koşturmacalar görmüştüm. Sonunda tanıdık bir yüz beni bulup, robotumsu eşlikçilerimden koparıyor.

“Neler oluyor?”

“Ulakları topluyorlar Samet ben de bilmiyorum”

Yeni eşlikçim beni bölüm şefinin yanına götürüyor. Beyaz saçlı cadı. Beni hiç sevmeyen bu kadın ile hislerimiz karşılıklı. Ona göre çok yavaş çalışan bir “gönder” tuşuyum sadece.

“Ulak bir mesaj daha iletilecek. Benimle gel”

“Neler oluyor? Bu telaş niye?”

“Araştırıyoruz. Ancak şu an bilgi veremem”

Bir evrende kanserin çaresi bulunur, başkasında yaşam ömrü uzatılır, havada uçuşan robotiklerin olduğu bir evrenden yapay zeka ile ilgili bilgiler edinilir. En önemli silahı asla bedel ödetmeden vermeyeceğiniz bilgi olan, dünyalara yön veren bir örgütsünüz. Ne zaman bedavaya verdiniz ki o sikim bilgiyi ? Lanet olasıcalar.

Bu evrende ne kadar güçlü olduklarını anladığımda, bedenimi onlara sattığım anlaşmaları çoktan imzalamıştım ve ayrılmak için de çok geç kalmıştım. Her an her yerde, bedenimin içinde bile beni izliyorlardı. Tek iyi tarafı bunu sadece bu evrende yapabiliyorlar olmalarıydı. Başka evrenlerde özgürdüm. Mesajları ilettiğim ve kurallara uyduğum sürece oralarda ne yaptığımı takip edemiyorlar ya da saplantılı arayışlarıma göz yumuyorlardı.

Sandalyeyi hazırlamışlar bile.

Bir şeyler oluyor. Öncül sakinleştirici bile verme gereği duymadılar. Koordinatlar işlendi. Görev verisi korteksime yüklendi ve atom altı evrene olan beyin yakan yolculuğum, bu sefer midemdeki moleküler bütünlüğü sağlayamadığım şekilde son buldu. PEB sağ olsun, yaydığı titreşimler mide bulantımı hafifletti ama yine de saatlerce yemek yiyemeyeceğim. Nedenini söylemeye teşebbüs bile etmedikleri bir acil durum.

Galaktik mesajlarını şimdilik götlerine sokabilirler. Ben her zamanki ziyaretimi yapacağım. Bileklik onu buldu bile. Kısa süreli zorunlu temaslarda kullanılacak duygu durumunu kontrol eden frekans aralığı yöntemi ile bilekliği kullanarak birisinin aracını bana gönüllü vermesini sağladım. Adam muhtemelen bir iki saat sonra benim varlığımı unutacak ve aracının çalındığını düşünecek.

Yolculuk başlar başlamaz, kendimin yargıcı ve infazcısı olduğum, defalarca kez suçlu bulunduğum, zihin mahkemem başladı. Onu anlayacağın ve her şeye rağmen seveceğine inandığı için, sana güvendi ve hayran olduğun rengarenk o canlı kişiliğinin altında karanlıklara gömüp sakladığı utandığı, ağladığı sırrını söyledi. Sen ne yaptın? Ona artık eskisi gibi bakamadığını fark ettin ve ondan uzaklaştın. Zaten çok sevdiği bir insanın ona yaşattığı felaketin izlerini beraber kapamak yerine, sen de ona ihanet edip tüm evrenle birlikte solmasına izin verdin.

Ağlıyorum. Allah’ım çok üzgünüm çok. Çok pişmanım. Onunla olmalıydım. Bilmiyordum. Neden? Neden yaptı bunu? Neden? Senin ağlamaya hakkın yok. Ona dönecektim. Hep istedim. Döndün mü? Yoksa başka birisinde avundun mu? Şimdi nerede o avuntun? İsmi de kendi gibi serap olan sevişerek kafanı dağıttığın o hatun nerede?

Yolculukta bana eşlik eden müzik yapıyor bunu.

Burada müzikteki ahenk öyle yoğun ki büyüleyici duygusal bir tetikleme yaşamıştım. Kriz falan geçirmeden önce müziği kapattım ve yolun devamında sakinleşmeye çalıştım.

Bu sefer sabahın erken saatlerinde yağmur kokulu bir sisin çöktüğü göl kenarında buldum onu. Toz mavisi pantolonu ve beyaz tişörtün sise ve gölün grisine karışıyor ama turuncu gömleğinin neşeyle dans eden hareketlerini görebiliyordum. Yanında birisi var. Gülüyor ve ona pozlar veriyorsun. Binlerce kez çektim seni. Binlerce kez gülümsedin bana. Ne güzeldi gülümsemen. Ne güzeldi kahkahan. Mutlu musun bu adamla? Ona güvenebilecek misin? Sevecek mi seni benim gibi? Dansını saatlerce izleyip, kahkahalarını sonsuza kadar dinleyebilirim.

Yeterince gördün. Burada da mutlu işte.

Uğursuz bir titreşim. Bu da neydi? Neler oluyor? Lanet bileklik çıldırdı. Bir gümbürtü kopuverdi aniden. Yemyeşil bir yarık ve serin bir karanlık, belirip kayboldu gökyüzünde. Onlar da gördü sadece sen değil. Yanındaki herif de gökyüzünü gösterdi. Sisli havada görebilmek için ellerini gözlerine siper ettiklerini gördün işte. O yeşil yarık, lanetli esinti ve bilekliğin uğursuz titreşimi. Bürodakiler bu nedenle endişeliydi. Korku. Varlığımın zerre kadar önemi olmadığı kozmik bir sonsuzluktan doğan bir kabusun korkusu. Tamam sakinleşmeliyim. İki saatlik yolum var ve umarım geç kalmamışımdır.

Aracı geri döndürüp hızla yola koyulduğumda hâlâ o doğaüstü yarığın gökte belirmesinin etkisinde olduğumdan, önüme aniden çıkan adamı neredeyse eziyordum. Adam ise ne fren sesinden irkildi ne de üzerine gelen arabadan kaçtı. Öylece yolun ortasında dikilip, bana bakmayı sürdürdü. Onu görür görmez bilekliğim tıpkı gökyüzündeki yarığa verdiği tepki gibi titreşmeye başlamıştı.

Siyah cübbe ve kapşonlu pelerin giyen adam, arabanın yanına yaklaşır, kapıyı açıp içeri girerken iç güdülerim, bileklik ile onun zihnini yakıp kaçmam için haykırıyordu. Bu evrene ait olmadığını anladığım adam, kapşonu çıkarıp bana bakana kadar nefes bile alamadım. Ama altmışlı yaşlarının sonundaki bu adam tuhaf bir şekilde tanıdık gelmiş, bilekliğin tetiklediği o soğuk tehlikeli gerilim yerini ılık bir sakinliğe bırakıvermişti. “Konuşmamız gerek Samet” dediğinde ise ismimi bilmesine şaşırmamıştım.

Kimsenin uğramadığı sessiz karanlık eski salaş bir meyhaneye gelene kadar yolu tarif etti. İçeriye girdikten sonra dip köşe bir yere oturduk. Kalkıp gitti ve iki bira ile döndü.

“Belki ileri de bir kitap yazarlar ya da film bile çekebilirler. Kafası karışık bir Paralel Evren Postacısı ile sürgün edilmiş bir Zaman Yolcusu bira içerken evrenin bütünlüğü ve zaman kırılmaları hakkında konuşurlar diye başlar hikaye.”

Yüz hatları, konuşurken ellerinin hareketleri ve özellikle yeşil kırçıllı ela renk gözlerindeki bakışları bana neler gördüğümü hatırlamaya çalıştığım ama başaramadığım bir rüyayı anımsamaya çalışırken hissettiğime benzer bir duygu yaşatıyordu.

Birasından bir yudum aldı.

“Gökyüzünde gördüğün o yarık benim yüzümden. Hem bu evren hem de ben değişiyorum. Hissediyorum. Bedenimin içinde kımıl kımıl hareket eden bir şeyler var. Şu meşhur moleküler bütünlüğüm artık eskisi kadar bütün değil anlayacağın.

Şu şirket. Yaptıkları ve başardıkları şeyleri hafife aldığım falan yok. Binlerce insana yardım ettiler. Etmeye de devam edecekler. Paralel geleceklerde, minik nanobotların kanser gibi mikro ölçekteki hastalıkları teşhis ve tedavi için damarlarımız da dolandığını, üç boyutlu biyobaskı ile insan dokusu ve organlarının üretilebildiğini, kuraklığa dayanıklı bitkiler ve vitamin açısından zengin tahıllar geliştirildiğini gördüm Samet. Bunlar bu evrenler arası köprüler ve bizim gibi Ulaklar sayesinde gerçekleşecek.

Ne yazık ki başka şeyler de gördüm. Bizim bilmemizi istemedikleri şeyler. Kıpkırmızı evrenler. Dehşet ve korkunun şekillendirdiği güç ve değişim. Çok karanlık ve kötücül bir şeylerin de bir yerlerde şekillenip büyüdüğünü ve ölümcül bir açlıkla evrenler arasında gezinip dolaştığını söyleyebilirim. Seni ve beni bu yolculuğa çıkaranlar kavrayamadıkları bir oyunu kuralsızca oynamaya devam ediyorlar. Julius Robert Oppenheimer atom çağını başlattığında milyonları öldürebileceğini biliyordu. İnan bana şirkette riskleri biliyor.

İyi ve kötü kavramlarının sınırlarının belirsizleştiği, keşif hırsıyla evrenin kuralları ile oynadıkları bu kozmik oyundan daha fazla bahsedecek zamanımız yok be ufaklık. Buraya sana birisinden bahsetmek için geldim.

Zamanın eskittiği taş duvarlara dokunup ardındaki hikayeleri merak eden, kendini tarihi yapıları gezmekten alıkoyamayan, farklı farklı duygularla kaleme alınmış ve şahane bir ahenkle bir araya gelmiş satırları okumayı seven, bambaşka insanların okurken eskittiği belki sayfa aralarına kendilerinden hikayeler bıraktığı kitapların peşinde koşan, doğayı güneşi denizi seven bir kadından bahsetmeye. O kadın ile yıllarca birlikteydim Samet. Birbirimizi çok sevdik.

Karşımda oturan bu ihtiyar adam, senin hakkında neye çok güldüğümü, neye çok şaşırdığımı söylüyor. Bu nasıl olabilir? Seninle alakalı bunca şeyi nasıl bilebilir? Bunca yolculukta sevdiğim kadını aradım. Bazen bulup, bazen bulamadım. Bazen de başka birisini merak ettim. Kim bilir belki bir evrende birlikte olmayı başarabilmişizdir diye. Kendimi de aradım. Çok farklı senaryolarda buldum kendimi. Hatta bir keresinde araba yarışçısı halimin yarışını bile seyretmiştim.

Olabilir mi?

Gülümsemesi soldu ve yeşil ela gözlerine gri bir leke düştü. Söylemesine gerek yoktu. Kendime öfkeli olduğum zamanlarda her yansıma da bu gözlerle bakmıştım kendime.

Hamile olan eşinin bir trafik kazasında nasıl öldüğünü anlattı ya da başka bir zaman diliminde ve başka bir evrendeki ben anlattım. Onun evrenindeki PEPO için çalışmaya başladıktan bir süre sonra tüm bu ölümlerin arkasında aslında onların olduğunu keşfettiğini anlattı. Ayla seni onlar öldürmüşler. Lafı dolandırmadan söyledi ve kalbime hançeri sapladı. En kötüsü de sanki bunu biliyor ama düşünmek istemiyor olduğum gerçeğini kabullenmekti.

Kendimi suçlamam için her şeyi hazırlamışlardı. Önce doğru genetik şifreye sahip olan adayları buluyor, lanet olası Paralel Evren Bileklikleri ile o ve yakınlarının zihinleriyle oynuyorlardı. Onun evreninde ellerini kana bile bulamışlardı. Bizimkinde buna gerek bile olmamış, ikimizin de zihnine sahte anılar eklemeleri yetmişti. Baban ile yaşadığına inandığın korkunç şeyler asla yaşanmamış, ben bundan dolayı senden uzaklaşmayı istememiş, Serap isimli kadına ilgi duymamış senden kaçmak istememiştim. Şirketin bir ajanı olan Serap bedeni ve bilekliği ile işini iyi yapmış ve beni zehirlemeye devam etmişti. Kısık ateşte pişen bir kurbağa gibi kaderim sandığım cehennem yolculuklarına doğru yönlendirilmiştim. Hayatımın içine sıçıp seçimlerimi manipüle etmişlerdi.

Bunu yapmanın onlar için ne kadar kolay olacağını bilmek kızıl bir öfkenin içimde alevlenmesine sebep olmuştu. Lanet olsun. LANET! Seni kaybedişim. Kendimi suçlamam…

Masaya iki bileklik bırakırken, elini omzuma koydu. Ondan yayılan titreşim öfkemi dindirdi.

“Bu bileklikler PEB den biraz daha farklı çalışıyorlar ancak elbette bir bedel karşılığında. Bedeninde bazı şeyler değişiyor. Zamanı feda ediyorsun ama zamanı kazanıyorsun. Onlar bir şeyleri manipüle ettiler ve bizi seçeneksiz bıraktılar ama Ulak bir versiyonum olduğunu öğrendiğimden beri yeniden umudum var. Ben seçimlerimi yaptım ve sonuçları ile yüzleşeceğim. Sıra sende Samet. Ya PEP ofisine güvenmeye devam eder, yaşayamayacağın gerçekliklerde Ayla’yı uzaktan seyredersin. Zaman akmaya, evrenler evrilmeye devam eder. Ya da bir şeyleri değiştirmek için yaptıkların ve kim olduğunla yüzleşir, şansını denersin”

“Sen ne yapacaksın?”

“Çok fazla vaktim yok. Artık tek yapmam gereken tüm her şeyi bitirmek. Bizim gibiler olmadan köprüler bir işe yaramaz. Ama benim ne yapacağım beni ilgilendirir. Sadece sana bu seçeneği sunmadan gitmek istemedim evlat.”

Kalktı ve beni öylece bırakıp gitti. O bendim. Ben de o. Kurtaramamıştı sevdiği kadını kurtarmayı denediği her sefer başarısız olmuş, sonunda gerçekliği kıran bir felaket zincirini başlatmıştı. Şimdi ise, bir mutlu son yoksa tüm her şeyi sonlandırmak ve bu sistemi başlarına yıkmak istiyordu. Bana ise son bir şans bırakmıştı işte. Birisi bana birisi Ayla ya.

Ben ne yapabilirdim?

Aramızdakilerin kırıldığı o ana dönebilir miydim? Seni bulup, şirket zihinlerimizi zehirlemeden önce kurtarsam bile beraber olmamıza izin verirler miydi? Peki seninle tanışmam ve sevmem bile onların oyunu olabilir miydi? Tanrıyı oynamayı seven bu canavarlar ile savaşabilir miydim? Kim bilir? Ancak aklımda bir zamanlar inandığım senin de çok sevdiğin o kutsal kitaptan bir cümle belirdi. “Biz her insanın kaderini kendi çabasına bağlı kıldık” diyordu Yaratıcı. Umarım ihtiyardan daha şanslıyımdır be Ayla. Bilekliğimi çıkardığım anda peşime düşecekler. Ama artık izlenen, itaat eden özgürmüş gibi hissetmek için kaçan ve sadece izleyen adam olmayacağım. Bundan sonra ne olacağı hakkında hiçbir fikrimin olmayışının beni dehşete düşürmesi yerine heyecanlandırıp meraklandırması bunun kanıtı. Ne olacaksa olacak ama artık gerçekten özgür olacağım. Benim gerçekliğimin başladığı an bu. Teşekkürler ihtiyar. Yeni bilekliği takma vakti geldi.

Eren Balabanoğlu

Küçüklüğünden beri hayal kurmayı çok sevdiğinden, onu gerçeklikten koparacak türde şeyler okumayı, yazmayı, çizmeyi ve izlemeyi sever.

Öne Çıkan Yorumlar

  1. Bayıldım bayıldım! Hem en başından itibaren içine çeken bir yazım dilin var hem de güzel bir fikri keyifli bir şekilde işlemişsin. PEP fikri çok hoş gerçekten, kalemine sağlık :sparkles:

  2. Avatar for er-en er-en says:

    Yorumunuz için çok teşekkür ederim! Beğenmenize ve hikayemi keyifle okumanıza çok sevindim.

Söyleyeceklerin mi var? Kayıp Rıhtım Forum'da yorum yap.

Yorum Yapanlar

Avatar for er-en Avatar for DystopicAnxieties