Öykü

Suçlular Beldesi

Kenan AVKIRAN tam montunu alıp çıkacaktı ki, gözüne bundan tam iki yıl önce eşiyle birlikte çektirmiş olduğu fotoğraf çarptı… Evlilik yıl dönümlerinde çektirmiş oldukları ve içi anılarla kaplı o güzel fotoğraf… Karısı o kadar içten bakıyordu ki kendisine… Sanki hiçbir zaman kendisinden ayrılmayacakmış gibi, kendisini bir ömür bırakmayacakmış gibi…

Ama yoktu işte… O insana güven veren bakışlar, değersiz kâğıt parçalarının içinde kalmıştı…

İki tane karakter yoksunu gaspçı, onun canı kadar sevdiği eşini, henüz anne karnında beş aylık olan doğmamış kızını ve de bunlarla birlikte tüm umutlarını, hayallerini çalıp götürmüştü…

Bundan tam bir sene önce, yani evliliklerinin birinci yıl dönümünde henüz beş aylık hamile olan eşi Burcu, kocasına güzel yemekler yapabilmek ve de evlilik yıldönümü hediyesi alabilmek için alışverişe çıkmıştı. Planladığı gibi alışverişini yapıp, kocasına çok şık bir saat alan genç kız tam evine gidecekti ki, yolunu iki tane serseri kesti. İki kuruş para için can almaya üşenmeyecek olan iki haydut!

Genç kızı oldukça tenha bir yerde, otopark girişinde yakalayan gaspçılar, kızı ellerindeki çakılarla korkutup, çantasını alma derdindeydiler… Ancak Burcu, kocasının da hediyesinin bulunduğu çantasını o iki ne olduğu belirsiz insan kılığındaki kimliksizlere verme niyetinde olmadı. Kızın direndiğini gören gaspçılar, onu ancak yaralayarak etkisiz hale getirdiler… Ve sonrasında çantayı alıp, kayıplara karıştılar… İki bıçak darbesi almış olan genç kız, olduğu yere yığılmıştı… Kanlı elleri, çocuğunu taşıdığı ve bıçak darbelerini aldığı karın boşluğunun hemen üzerinde bulunuyordu… Sanki çocuğunu kurtarabilmek için elleriyle karın bölgesini sıkı sıkı tutmaktaydı… Ama nafileydi… Yaptığı bu eylem ne çocuğunu ne de kendisini kurtarmaya yetmeyecekti.

Bu olayların yaşandığı dakikalarda, iş yerinde olan Kenan, kendisine anlatılanları tıpkı gerilim dolu bir masal gibi dinleyecekti… Gerçekleşmesi mümkün olmayacak, fantastik bir öykü… Ama her şey gerçekti… Artık bundan sonra ne karısı ne de henüz doğmamış çocuğu olacaktı yaşamında… Bundan sonra yalnız ve ızdırap dolu bir yaşam kendisini beklemekteydi… Pişmanlıklarla geçecek, telafisi olmayan bir yaşam…

Karısını ve çocuğunu koruyamamıştı genç adam… O iki azılı katile ailesini yem etmişti… Aradan iki sene geçmesine rağmen hala yakalanamamış olan o iki canavara…

Belki artık kendisi de yaşamamalıydı… Masum karısı ve melek kadar günahsız olan kızının olmadığı bir dünyada kendisinin ne işi vardı… Onların olmadığı bir dünyada, yemek yenir miydi, su içilebilir miydi? Her şeyden önemlisi nefes alınabilir miydi? O sanki şimdiye kadar, onların sayesinde yemek yiyebiliyor, su içebiliyor, gülebiliyor ve nefes alabiliyordu… Şimdi onlarsız bunları nasıl yapabilirdi? Buna hakkı var mıydı?

Evet, hakkı yoktu… Ama yine de onlar için yaşamalıydı… Onların intikamını almadan ölmek istemiyordu… Belki hala, eşinin ve doğmamış kızının cellâtları yakalanamamıştı… Hala bu “Suçlular Beldesi”nde, suçsuz birer insanmış gibi dolanıyorlardı… Ancak Kenan, bu konuda ümitliydi… Ve intikamını almadan onların yanlarına gitmeye pek niyeti yoktu… Çünkü öyle bir durumda, onların suratına nasıl bakabilirdi? Eşi, bıçak darbelerinin acısını doğmamış kızlarının henüz o körpe vücudunda hissederken, kendisinin iş yerinde akşam yiyeceği yemeği düşündüğünü nasıl söyleyebilirdi? O haydutların eşine ve çocuğuna savurduğu bıçağı tutan eli neden kıramadığını nasıl açıklayabilirdi? Hayır, şu anda ne eşiyle ne de kızıyla yüzleşecek gücü yoktu… Ya onların intikamını alacaktı, ya da onlar gibi bir iki haydudun kurbanı olacaktı… İşte, belki o zaman onların suratına bakabilirdi…

Eşinin ölümünden sonra, yaklaşık dört beş ay psikolojik tedavi gören genç adam, bu intikam duygusuyla kendisini toplamaya çalışmıştı… Belki bu yaptığı şey, yaşamında gerçekleştirmesi gereken en zor şey olacaktı… Ama mecburdu…

Yaklaşık bir yıla yakın bir süre, karate ve aikido sporları üzerine eğitimler aldı… Üniversite yıllarında da görmüş olduğu bu sporlarda, şimdi kendisini daha da geliştirme fırsatı bulmuştu. Elbette, zevkine ve genellikle diğer kızlara kur yapabilmek için üniversite yıllarında yapılan sporla, şu anki intikam duygularıyla yapılan spor arasında dağlar kadar farklar bulunmaktaydı… Her ne kadar yaptığı şeyler hep aynı olsa da…

İçi kan ağlayarak da olsa bu sporları yapmıştı genç adam… İçerisindeki, belki de onun yaşamasına tek sebep olan intikam ümitleri, ayakta kalmasına yardım ediyordu.

İşte bir evlilik yıl dönümü daha tekerrür ediyordu… İki yıl önce eşinin ölüm yıl dönümü haline gelen yıl dönümü… Geçen sene de yine olduğu gibi eşinin ve de dolaylı olarak doğmamış çocuğunun mezarına gidecekti… Her ne kadar onların mezarlarına dahi gidecek yüzü kendisinde bulamıyor olsa da, fırsat buldukça her vakit oraya gidiyordu genç adam… Çünkü onları çok özlüyordu… Hiçbir zaman göremediği kızı bile onun burnunda tütmekteydi… Belki de kızının doğacağı günün hayalini özlüyordu… Mezarlarına gitmek ve en azından onların orada yattıklarını görmek, az da olsa genç adamı rahatlatmaktaydı…

Büyük bir suçluluk duygusu içerisinde, rahatlama hissi… İlginçti… Ancak belki de bu durum onun için yaşamdaki tek mutluluk sebebiydi…

Yine geçen sene olduğu gibi, kabir ziyaretinden sonra eşinin öldürüldüğü yere gidecekti… Cesedinin bulunduğu yere… Yine oraya gidecek ve yine karısı ve çocuğuyla birlikte kerelerce ölecekti… Belki yine onları kurtarmaya çalışacak, ancak yine geç kalacaktı…

Ama razıydı genç adam… Eşinin ve çocuğunun çektiği acılar karşısında, kendisinin yaşayacakları hiçbir şeydi kuşkusuz…

Ah, bir de gönül rahatlığıyla ölebilseydi! İçerisindeki intikam duygularının ölmesine ve ye öldürülmesine izin vermeden ölebilmek…

İşte belki de yaşamdaki tek gayesi buydu…

* * *

Genç adam, planladığı gibi eşinin ve çocuğunun mezarını ziyaret etmiş, onlardan her zaman olduğu gibi yine kerelerce af dilemiş ve sonrasında da gözyaşları içerisinde karısının öldürüldüğü yere gitmişti… Yaşamak istediği acıyı orada da yaşamış ve bu durum onu az da olsa rahatlatmıştı… Saatlerce eşinin ölü olarak bulunduğu kaldırımda oturmuş ve sadece iki sene önceki o lanet olasıca günü düşünmüştü… Kendisine telefonla gelen acı haberi, o haber üzerine hemen olay yerine gidişini ve de orada çaresizce yatan eşinin cansız vücudunu gördüğünde bayılışını… Sadece kendisine acı veren şeyleri düşünmüştü Kenan… Çünkü o gün onun yas günüydü… Ya da en azından öyle olmalıydı…

Bu kadar çektiği acıdan sonra, hepsi olmasa da kendisini bazı günahlarından arınmış bir kişi gibi hisseden genç adam, biraz kafa dağıtabilmek için Sultan Ahmet tarafına gitme kararı almıştı… Eşiyle birlikte en fazla gittiği yerlerin başında gelmekteydi o kutsal yer… Oraya giderler, oranın meşhur köftesinden yedikten sonra, eski Osmanlı usulü çay bahçelerinde nargile içerlerdi…

İşte o da zamanında yaptıkları bu şeyleri hatırlamak, belki de yaşadıkları o geri dönüşü olmayacak olan anları unutmamak için oraya gitmek istemişti… O eski güzel anılarını yâd edebilmek için… En azından o günlerin unutulup yok olmasını engelleyebilmek için…

Sultan Ahmet’teki son uğrak yerleri olan bir kitapçıya da girecekti genç adam… Oradan eşiyle az mı kitap almış, az mı bazen de hiç kitap almadan bazı kitapları orada okuyarak bitirmişlerdi… Şimdi oraya kitap almak ve ya kitapları ücretsiz bir şekilde okuyabilmek için girmiyordu elbette… Zamanında yaşadıkları güzel anıları hatırlayıp, biraz olsun kendisini rahatlatabilmek için… Biraz olsun içindeki suçluluk duygusunu unutabilmek için…

Kitap evine ilk girdiğinde ortamın oldukça kalabalık olduğunu fark etti… Bir Salı gününe göre oldukça kalabalıktı kitapçı… Ama Kenan, belki de bir insanı rahatsız edecek bu kalabalığa çok da aldırış etmeyecekti… Onun için gördükleri ve ya duydukları önemli değildi… Şu anda onun için aklındakiler önemliydi… Sadece aklındakiler…

Biraz sonra eşiyle birlikte, özellikle bulundukları kitap rafına doğru yöneldi… “Sağlık” başlıklı kitap rafı içerisindeki, bebek sağlığıyla ilgili olan kitaplara gözünü iliştirdi genç adam… Eşiyle birlikte, kerelerce bebek kitaplarına bakıp, bebek ve çocuk gelişimiyle ilgili bilgi aldıkları rafa… İşte o anda gözlerinin nemlendiğini hissedecekti Kenan… Çünkü yine içini suçluluk duygusu esir almaya başlıyordu… Daha doğmamış olan çocuğunu nasıl ölüme terk edebildiğini düşünmeye başlamıştı yine…

‘Lanet olsun!’

İnsana bir mırıltı gibi gelecek olan bu sesin içerisinde bir haykırış yatmaktaydı aslında… Belki de bir isyan!

Şu anda genç adamın eline fırsat verseler dünyadaki tüm gaspçıları, hırsızları, yan kesicileri ve buna benzer tüm “Emek Hırsızları”nı yok edebilirdi…

Bir insan her kim ve ne olursa olsun, hamile bir kadının bırakın canına, malına dahi nasıl göz koyabilirdi! Öyle bir kişiye nasıl bıçak çeker ve ona o bıçağı savurabilirdi… Ve her şeyden önemlisi, bunları yapabildikten sonra, nasıl insan içine çıkıp hiçbir şey olmamış gibi dolaşabilirlerdi? İnsanların içerisinde, “İnsan Rolü”nü büyük bir başarıyla canlandırabiliyorlardı… Bunun için oldukça iyi derecede bir oyunculuk eğitimi almış olmalıydılar… Oscar’lık bir filmde oynatılabilecek kadar iyi bir oyunculuk eğitimi…

Genç adam, bir süre daha, her ne kadar şu anda bunu yapmak istemese de, kendisine acı veren bu düşüncelerle boğuştuktan sonra, dikkatini kendi iç dünyasından gerçek dış dünyaya yoğunlaştıracaktı… Çünkü şu anda görmüş olduğu şeyler, ona bu eylemi yapmasını emrediyordu…

Hemen sağ yanındaki “Bilişim” kitaplığının önünde duran genç bir kızın çantasına birisi musallat olacak gibi görünüyordu… Kızın çantasına doğru sessiz bir şekilde yaklaşan hırsız, kalabalığı da fırsat bilerek, fark ettirmeden elini kızın çantasına doğru yönlendirdi. Bir turist ve ya üniversite öğrencisi olduğu anlaşılan kızın sırt çantası vardı ve doğal olarak çantası göremediği yerde yani sırtındaydı… Büyük bir olasılıkla, cüzdanının çantasında olduğuna kanaat getiren hırsız, elini çantanın ön yüz fermuarına doğru götürmüştü…

Önce çevresine bakınan Kenan, bu olayı kendisinden başka kimsenin fark etmediğini anladı… Hatta önce kendisi de, şu anda bulunduğu psikolojik durumundan ötürü yanlış gördüğünü ve ya yanlış algıladığını düşünmüştü… Ancak sonuçta görünen köy kılavuz istemiyordu… Karakter yoksunu adam, resmen elini kızın çantasına doğru yöneltmekte ve hatta çantanın fermuarını açmaya başlamaktaydı bile…

‘Sen de o zaman o çantaya uzanan eli kır!’

Kenan’ın ilk aklına gelen şey bu olmuştu… Zaten içi intikam ateşiyle dolu olan genç adamın eline belki de bir fırsat geçmişti… Eşi ve çocuğunu kaybettikten sonra, hep elde etmek istediği bir fırsat… Oradaki kız, eşi de olabilirdi ve ya kız kardeşi de…

Hatta her şeyden ziyade, belki oradaki hırsız, karısı ve çocuğunu hiç gözünü dahi kırpmadan öldüren o gaspçı da olabilirdi… Elbette, bu durumun gerçekleşmesi milyonda bir ihtimaldi… Ama zaten insanlar, hep bu mantık yüzünden kaybetmiyorlar mıydı?

“Bana dokunmayan yılan bin yaşasın!” mantığı…

Ve ya, “O hırsızların benimle ne alakası var, sanki benim çantama mı el atıyor!” düşüncesi… Ya da daha doğrusu düşüncesizliği!

Aslında oradaki el, hiç tanımadığı bir kişinin değil, eşinin çantasına uzanıyordu belki de… Bundan iki yıl önceki olayın tekerrür etmediğinin garantisini kim verebilirdi? Hamile eşinin gaspa uğrarken o halini gören bir kişi, şu anda kendisinin düşündüğü gibi düşünseydi, bugün Sultan Ahmet’te eşi ve çocuğuyla geziyor olmaz mıydı genç adam… İki yıl boyunca çektiği acılara sahip olabilir miydi?

Kararını vermişti Kenan… O çantaya uzanan eli kıracaktı… Öleceğini bilse dahi bunu yapacaktı… Çünkü en azından bunu yaptıktan sonra, artık gönül rahatlığıyla eşinin gözlerine bakabilirdi… Utanarak sıkılarak değil, gönül rahatlığıyla eşinin ve çocuğunun mezarına gidebilirdi… Böylelikle kendisini onlara daha kolay bir şekilde affettirebilirdi… Artık zaman, çektiği acıların ve bunların nedeniyle yapmış olduğu sporların meyvelerini toplama zamanıydı…

Artık zaman, ölebilmeyi dahi hak etmenin zamanıydı…

* * *

Hırsız, kızın çantasının fermuarını açmıştı bile… Kenan, hırsızla arasında olan yaklaşık on metrelik mesafeyi küçük ve yavaş adımlarla kapatmaya çalışıyordu… Avına hiçbir şey sezdirmeden yaklaşmalıydı… Aksi halde kapanması mümkün olmayan daha büyük yaralara sebebiyet verebilirdi genç adam… İşte o durumda yaşayamazdı… Buradan çıkınca ilk gördüğü arabanın altına bırakırdı kendisini… İçindeki intikam duygularının, bir masum kişinin daha yok olmasına tahammülü yoktu…

Kenan, aynı şekilde birkaç adım daha atmıştı ki, bir anda sırtında sert ve sivri bir cismin varlığını hissetmişti… Önce bunun ne olabileceğine anlam veremeyen genç adam, cevabını hemen arkasından gelen tiz bir sesten alacaktı:

‘Eğer bir adım daha atarsan, elimdeki bıçağı sırtında bil beyinsiz herif! Yerinde olsam uslu uslu dururum ve kendi işime bakarım… Ama elbette canına susamadıysan!’

Genç adamın bu sesten sonra, tüyleri diken diken olmuştu… Demek ki, bu hırsızlık olayı bireysel bir şekilde olmuyordu… Belli ki, bu iş için bir organize ekip bir araya gelmişti… Daha kim bilir gözle görülmeyen kaç kişi daha bu organize ekip içerisinde görev almaktaydı… Yaşayıp görecekti, Kenan… Başka çaresi yoktu…

Evet, belki ölüm kapıdaydı… Hatta bir adım arkasında… Ama genç adam kararlıydı… Ne olursa olsun, artık bu işe karışmıştı bir kere… Eğer bu olayın sonunda, ölüm onu bekliyor dahi olsa, o yolundan geri dönmeyecekti… Çünkü eğer ölecekse bu şekilde ölmek istiyordu… Tıpkı eşi ve daha doğmamış olan küçük bebeği gibi… Zaten iki yıldır yaşayan bir ölü değil miydi?.. Kerelerce ölmeyi düşünmemiş miydi? Ve hatta her eşini ve çocuğunu düşündüğünde ölmemiş miydi? İşte belki de uzun zamandır beklediği şey kapısına gelmişti… Şimdi bu fırsatı teperse, çok pişman olacağına emindi…

Kaybedecek bir şeyleri olan kimseler, yaşamları boyunca kaybetmeye mahkûm oluyorlardı… Oysaki Kenan’ın şu anda kaybedecek hiçbir şeyi yoktu… Kazanabileceği şeyler haricinde… Bu mantığa göre, kazanma ihtimali de vardı genç adamın… Zayıf bir ihtimaldi, ancak vardı…

‘Sonuçta, ölümden öte köy yok ya…’

Bu düşünce de genç adamın hoşuna gidecekti… Şu anda ölümle alakalı aklına gelen her şey onu rahatlatıyordu… Çünkü ölüm çok yakınındaydı… Doğamamış bebeğinin, annesine olabildiği kadar yakın… Ölüm onu çağırıyordu… Yanında eşi ve kızıyla birlikte… Artık onlara kavuşabilecekti… Belki bir kez ölecekti, ama binlerce kez ölmekten de kurtulacaktı…

‘Allah’ım siz bana yardım edin!’

Kenan, bir süre daha kurbanlık koyun gibi bekledikten sonra, ani bir dönüşle arkasındaki bıçaklı adamın eline doğru var gücüyle dirsek attı… Şimdi karate ve aikido sporlarında iki yıldır topladığı meyveleri yeme zamanıydı… Adamın elindeki bıçak, darbenin de etkisiyle yere düşmüştü… Böyle bir tepki beklemediğinden, hazırsız yakalanmıştı hırsızın ortağı…

Hızlı bir şekilde arkasını dönen Kenan, karşısındaki adamla göz göze gelmişti… Önce ne yapacağını bilemeyen hırsız, Kenan’a bir yumruk savurmaya çalıştı… Ancak oldukça atik olan genç adam, kendisine doğru savrulan yumruktan kurtulmuş ve yine karatede görmüş olduğu bir tekniği karşısındaki adamın üzerinde uygulamıştı…

“Ölüm Vuruşu…”

Kenan, yumruk haline getirmiş olduğu elini, adamın kalp bölgesinin hemen alt kısmına doğru savurdu… Sert bir şekilde yapmış olduğu bu eylemi, karşısındaki adamın olduğu yerde yığılmasına sebebiyet vermişti… Biraz sonra da adamın ağzından boşanan kan, Kenan’ın ilk cinayetinin ispatı olacaktı… Şimdiye kadar hep teorik olarak bildiği bu vuruşu, ilk kez uygulamalı olarak uygulamış ve görünen o ki, bunda da yeterince başarılı olmuştu…

Artık daha hızlı olmalıydı genç adam… Çünkü çevredeki bu olayı gören insanların haykırışları yükselmeye başlıyordu… Bu da şüphesiz ki kendisi için bir dezavantajdı… Hala hedefine ulaşmış değildi, Kenan… Ne zaman ki, o çantaya uzanan ele müdahale edebilirdi, işte o zaman kendisini başarılı sayacaktı…

Önce yerdeki bıçağı alan genç adam, hızlı adımlarla hedefine doğru ilerlemeye başladı… Onun bu derece hızlı hareketine, aniden karşısına çıkan, yine eli bıçaklı, hırsızın başka bir ortağı ket vuracaktı…

Yine onlardan olduğu anlaşılan başka bir eli bıçaklı adam daha kendisine hızlı adımlarla yaklaşmaktaydı… Yani Kenan’ın bu sefer ikinci sınavı başlıyordu… Bu sefer ki, az öncekine göre biraz daha iri cüsseli bir adamdı… Şimdiki işi biraz daha zor görünüyordu…

Kenan, kendisini bir anda bir macera oyununun içerisinde bulmuştu sanki… Geçilen her bir bölüm sonrası, daha zorlayıcı bölümlerle karşı karşıya kalıyordu… Oyunun finali ise, “Prenses”i yani genç kızı kurtarabilmekti… Ama finale kalabilmek için oyunun bu zorlu görünen bölümünü de geçmek zorundaydı genç adam… Bu oyunun diğer oyunlardan tek farkı, “Continue”, yani tekrarının olmamasıydı… Yani bu oyunda elde edilen bir başarısızlık, oynanan oyunun ebediyete kadar son bulacağını gösteriyordu…

Ama öyle olmamalıydı… Genç adam, oyunun bu bölümünü de geçeceği inancındaydı… İlk bölümü geçmesi, onda moral depolamıştı… Hem ayrıca, o kadar zaman karate ve aikido eğitimlerini boş yere almamıştı ya… En azından bu karşısındaki insan görünümlü yaratıklardan daha donanımlı olması gerekmez miydi? Ona göre gerekmeliydi… Yaşamda her zaman kötüler kazanmamalıydı… Eğer yaşamda her zaman kötüler kazanacaksa, bu oyunda kötü olmaya da razıydı…

“Suçlular Beldesi”ndeki en suçlu üye…

Bu oyunu kazanabilmek için her şey olmaya razıydı genç adam… Bunu başarabileceğine inancı sonsuzdu… Başarılı olabilirdi…

Kendisine doğru koşan eli bıçaklı adam, artık iyice yaklaşmıştı… Adamın saldırısına, savunma sporu olan aikido tekniğiyle cevap verecekti… Adam elindeki bıçağı, tıpkı öldürürcesine Kenan’a doğru savurdu… Kendi bünyesini geriye doğru bir adım çeken genç adam, bıçağın hedef noktasına ulaşmasını engellemişti… Hemen ardından da, yeterince esnek olan bacağıyla adamın bıçaklı olan eline doğru bir tekme savurdu… Adamın elindeki bıçak, tıpkı bir sabun edasıyla kayıp gitmişti… Ve şimdi sıra üçüncü ve son hamlesine gelmişti genç adamın… Önünde artık silahsız olan ve tıpkı kurbanlık koyun gibi duran düşmanının boynuna doğru elindeki bıçağı savurdu… Hırsız, boynundan fışkıran kanlarla birlikte yere yığıldı… Etrafa saçılan kanlar, çevredeki insanların daha da bağrışmalarına ve de kaçışmalarına sebebiyet verecekti…

Elindeki kanlı bıçağa bakan Kenan, bir an kendinden iğrenmişti… Şu anda emindi ki, diğer insanlara eli bıçaklı bir canavar gibi görünmekteydi… Önüne geleni deşen bir orman kaçkını… Ama insanların ne düşündükleri umurunda dahi değildi… Bu beldede suçlu olmayı göze almıştı bir kere… Bunun geri dönüşü olamazdı…

Artık oyunun son bölümüne geliyordu genç adam… Hala ölmemişti… Ve hala oyun devam ediyordu… Sıra oyunun final bölümündeydi… Artık zaman prensesi kurtarma zamanıydı…

Koşar adımlarla, eli kızın çantasının içerisinde olan ve diğer insanların bağırışlarını yeni fark eden gerçek hırsızın yanına gelmişti Kenan… Hırsız, zaten kalabalık olan bir ortamda, diğer insanların sesine pek aldırış etmiyordu… Ancak aynı tutarsızlığı kız göstermeyecekti… Kız, seslerin geldiği yöne doğru bakışlarını yönelttiği anda, Kenan, hâlâ kızın çantasında olan ele doğru var gücüyle elindeki bıçağı savurdu… Bu bıçak darbesini, o eli koparırcasına sert bir şekilde yapmıştı… Ancak sonuçta elinde bir balta yoktu genç adamın… Sadece küçük sustalı bir bıçak… Dolayısıyla eli koparamamıştı, ancak çok büyük bir yara açmıştı deri üzerinde…

Müthiş bir çığlık atan gerçek hırsız, dizlerinin üzerine kapaklanmıştı… Büyük bir acıyla bileğini tutarak, dizlerinin üzerinde tıpkı itaat eder pozisyonda durmaktaydı… Ama onun bu şekildeki duruşu, Kenan’ın öfkesini yatıştırmayacak, daha da arttıracaktı…

‘Evet, belki o çantaya uzanan elini kıramadım ve ya kopartamadım, ama bu durum onun boynunu kırmamam gerektiği sonucunu çıkartmaz, öyle değil mi?’

Bu, dışarıdan başka bir insana vahşice bir hareket olarak görünecek olan düşüncesini gerçekleştirecekti Kenan… İtaat eder pozisyonundaki hırsızın başını, kısa süreli bir teknik hareketle hızlı şekilde sağa doğru çevirdi ve hemen ardından kulağına kadar yükselen kemik sesi, genç adamın tebessüm etmesine vesile oldu… O anda tıpkı bir psikopatı andırıyordu… Ama o anda neye benzediği ve ya benzemediği umuruna bile değildi… Onun için, adamın boynundan çıkan kemik sesi, bir zafer şarkısıydı… Yaşamında ilk kez elde edebildiği büyük bir başarının marşı…

Kenan, bu son hareketini, az önce çantasını hatta belki de canını kurtardığı genç kızın gözleri önünde yapmıştı… Yani oyundaki prensesin önünde… Ancak prensesin bakışlarından, şimdiye kadar olan ve ya olacak olaylardan habersiz olduğu anlaşılıyordu… Onun gördüğü ve şahit olduğu tek şey, Kenan’ın gözleri önünde herhangi bir adamın canına kıymış olmasıydı… Kısacası onun için orada asıl suçlu Kenan olacaktı…

Biraz sonra, genç kız korku dolu gözlerle Kenan’a bakarak;

‘Ne olur bana bir şey yapma!’ diyecekti… Bunu karşısındaki azılı katil olarak gördüğü kişinin gözlerinin içine bakarak söyledi…

‘Ne olur!’

Kızın gözlerindeki korkuyu gören genç adam, suratındaki tebessümlü ifadeyi değiştirmeden, elindeki kanlı bıçağı yere atmış ve dudaklarından kanlar sızan cansız hırsızın cesedini de yere doğru bırakmıştı… Ve hemen ardından da; ‘Tamam’ diye mırıldandı… ‘Korkma, sana bir şey yapacak değilim…’

Kenan, genç kızın gözlerinde eşinin bakışlarını görmüştü… Sanki eşinin ruhu bu kızın içerisinde yaşamına devam ediyordu… Daha doğmamış olan kızlarıyla birlikte…

Belki de yaşamında hiç olmadığı kadar kendisini mutlu ve huzurlu hissediyordu genç adam… Eşiyle geçirdiği dakikalardan dahi daha huzurlu… Çünkü artık ölmeyi hak etmişti… Artık gönül rahatlığıyla yaşayabilir ve ya ölebilirdi… Bu zamandan sonra ister onu assınlar ve ya isterlerse de ona müebbet verselerdi… Hiç önemli değildi… Bir ömür içerde yatmaya razıydı… Eşiyle kızına kavuşma hayalini bir ömür kurarak can vermeye…

O aslında bu “Suçlular Beldesi”nde bir suçsuzdu… Ancak diğer insanların gözünde, “Suçsuzlar Beldesi”nde bir suçlu olarak kabul edilecekti… Buna da razıydı genç adam… “Suçsuzlar Beldesi” olarak görülebilen bir yerde suçlu olmaya da razıydı… Çünkü o hedefine ulaşmıştı…

Kısa bir süre sonra, olayın olduğu yere gelen polisler üstü başı kan olan Kenan’ı tutuklayıp, karakola götürmüşlerdi…

Kenan, bakışlarını kendisine korku dolu gözlerle bakan genç kızın gözlerinden alamıyordu… Eşi ve çocuğunun bakışlarına sahip olan prensesten… Bu bakışlar, polis arabasına bindirilinceye kadar devam etti…

* * *

(12.04.1998 Tarihli Herhangi Bir Gazeteden Alıntı… )

İNSAN YAŞAMI BU KADAR UCUZ MU?

Dün öyle saatlerinde, Sultan Ahmet’teki bir kitapçıda akıl almaz bir olay yaşandı… Sağlık durumunun yerinde olmadığı düşünülen Kenan AVKIRAN, Sultan Ahmet’teki bir kitapçıda nedeni bilinmeyen sebeplerden ötürü vahşice üç kişinin canına kıydı… Hatta iddialara göre, bu üç cinayetinin ardından genç bir kızı daha öldürecek olan katil, son anda olay yerine gelen polisler tarafından engellendi… Ülkenin birçok yerinden büyük tepkiler alan katille ilgili, yarın Taksim’de büyük bir protesto gösterisi düzenlenecek…

Öldürülen üç gence Allah’tan rahmet, yakınlarına başsağlığı diliyoruz…

* * *

(25.04.1998 Tarihli Herhangi Bir Gazeteden Alıntı…)

ŞOK HABER!!!

Yaklaşık iki hafta önce cereyan eden Sultan Ahmet cinayetlerinde akıl almaz bilgilere ulaşıldı… Bu cinayetler sonucunda öldürülen üç gencin, bundan iki yıl önceki hamile olan genç kadının cinayet olayıyla ilişkili oldukları söyleniyor… İki yıldan beri aranan hamile kadının katillerinin bu şekilde bulunmaları tüm yayın dünyasını şok etmiş durumda… Anlayacağınız sevgili okurlarımız, Sultan Ahmet’teki “Suçlular Beldesi”nin asıl suçluları kim, bu hala merak konusu…

Bir Yorum Yap

E-posta adresiniz yayımlanmayacaktır.Yıldızlı olan alanların doldurulması zorunludur. *