Öykü

Aykırı Mahzen: Bodrum Katı

Aslında herkesin bodrum katına gizlenmiş bir varlığı yok mudur?

Biraz delirmiş olmamdan kaynaklanıyor olsa gerek, ortalıkta kimsenin olmayışı bana tekinsizlik değil mutluluk ve tutku karışımı bir tat verirdi. İnsansız bir dünya ve İnsanlarla dolup taşan bir dünya mı diye sorsalar, şansımı birincisinden yana kullanacağıma şüpheniz olmasın.

***

Oturduğum,babamdan kalma, eski apartman dairesinin dış kapısını açması gereken anahtarla boğuşuyordum. Elimde elli tane anahtar vardı, hepsi başka bir evin anahtarıydı ve nasıl olmuşsa benim güzel evimin anahtarı da içlerine karışmıştı! Ter ve stresten ölmek üzereyken karşı komşumuzun kızı Serenay kapıyı açtı.

“Hamdi ağabey, bir sorun mu var?” Liseli kız bana bembeyaz dişlerini göstererek gülümsüyordu. Ona gülümsememek için kendimi zor tutuyordum. Şu halimde beni görmüş olmasından mı daha çok nefret etmeliydim, aptalca sırıttığımdan mı bilmiyorum. On sekizlik ergenler gibi davranmam da cabasıydı. Kızın büyük ihtimalle bir sevgilisi vardı. Asıl ben ne diyordum? Bu kapı beni feci delirtmişti. Serenay’a cevap vermeyince kız tedirgin olmuş göründü, elbette ki öyle görünecekti. Sonuçta otuz yaşında bir adam ona moron gibi bakıyordu.

“Yok.” Dedim. Kaşlarını kaldırmıştı. “Aslında var. Lanet-” son anda sustum.

“Yani, kapıyı açamıyorum.” Dedim. Benim bu halimi Ersin görse ne yapardı, diye düşündüm aniden. Ersin, benim iş arkadaşım ve sıkı dostumdur. Dalga geçmeyi sevdiği kadar, benimle dalga geçmeyi daha çok sever!

“Gel bir soluklan. Su içersin.” Dedi iyi niyetli kız. O anda kendimden iğrendim. Tüm samimiyetiyle beni evine davet eden kız hakkında ne biçim şeyler düşünüyordum?

“Yok, rahatsız etmeyeyim.” Demek isterdim tabii. Bendeniz bu fırsatı asla kaçırmayacağından, “Memnun olurum.” Deyiverdim.

Babam ölmeden önce, tapusunu benim üstüne yaptığı bu eve beş yıl önce taşınmıştım. Serenay kız ve ailesi yıllardır bu apartmanda yaşıyordu ve bir nevi –ben gelene kadar- aile apartmanıydı. Beş yıldır yaşamama rağmen evlerinin sadece holünü görebilmiştim. O da bazen rastlaştığımızda keskin gözlerimle açık kapıdan içeri taradığım içindi. Gözlerim işime çok yarıyordu. Ayakkabılarımı çıkartacağım son anda aklıma geldi. Yoksa kızcağız bir şey demeyecekti tabii. Son anda, bir haftadır giydiğim kokulu çorabımı dışarı çıkarmak üzere, ayakkabımın bağcıklarını istemeye istemeye çözmeye başladım.Kız bu durumdan memnun olmuş göründü.

“Şöyle buyur.” Dedi Serenay. Evin düzeni, benimkinden farksızdı. Ama döşeniş tarzı arasında dağlar kadar farklar olduğu kesindi. Bu yüzden sanki başka bir dünyaya girmişim hissi uyandırmıştı.

Daha önceden gördüğüm hole adımımı atar atmaz, mis gibi yemek kokusu burnuma ulaştı. Yalnız yaşıyor olmamdan kaynaklandığını anlayabileceğiz gibi şöyle en salçalısından bir yemek yemeyeli asırlar oluyordu.Tabii ki, “Koy iki tabak, bir ekmek.” Diyemezdim. Kız beni oturma odalarına geçirdi.

Kahverengi ve karamel renklerinin ağırlıklı olduğu hoş, zevkli bir döşenişi vardı odanın.Ortada kalınca bir camdan yapılma sehpa duruyordu. Üstünde küçük Çin yapımı mumlar vardı. Ben etrafa göz gezdirir ve ayağımın çok kokup kokmadığını merak ederken Serenay elinde bir bardak suyla odaya girdi.

“Sağ ol Serenay” dedim ve kıza sırıtarak baktım.

“Emlakçı olmak zor iş değil mi?” diye sordu aniden kız. Herhalde, bu sıkıcı sessizliği bozmak istemişti.

“Halime bakarsan, nasıl bir iş olduğunu anlarsın.” Dedim ve kolumun yeniyle alnımı siliyormuş gibi yaptım. Aynı zamanda anahtarlıkları sallıyordum.

“Haklısın, Hamdi ağabey.”

“Her gün çeşit çeşit insanlarla çene yapıyorum. Taksim senin Beyoğlu benim ev gezdiriyorum.” Kıza hayat sorunlarımı anlattığıma inanamıyordum.

O da sessizce başını sallıyordu.

“Anahtarını nasıl bulacaksın?”

“Şimdiden sonra uğraşamayacağım, dükkanda bir yedek anahtar olduğunu sanıyorum.”

Ayağa kalktım ve kıza teşekkür edip daireden dışarı çıktım. İki kat merdiven indikten sonra apartmanın eski demir kapısına ulaşmıştım ki, bir sesle irkildim. Bu daha çok bir bebek ağlamasına benziyordu. Apartmanda bebeği olan yoktu bildiğim kadarıyla, ya da gözle kaş arasında bir tanesi doğuruvermişti, onları izleyecek halim yoktu ya!

“Neyse” dedim ve kapının demir koluna dokundum. Aynı anda bu sefer birden fazla ağlayan çocuk sesi duydum.

“Hay, başlıcam ama.” Bağırarak söylediğimin farkında değildim. Sesi takip etmemem gerekirdi normal şartlarda, ama klişe bir korku filmindeki geri zekâlı başrol oyuncusuna bürünüvermiştim bir anda.

Sesi takip etmeye başladım.

Ses, bodrum katından geliyordu. Olasılıkları düşünmeye başladım. Eğer aşağıda bir hayvan varsa ki –bence hayvandan daha fazlası vardı- elime bir sopa almam gerekecekti. Her ihtimale karşı evimin girişinde bir demir sopa bulundururum, psikopat veya benzeri bir şey olduğum için değil tabii ki. Herhalde kendimi korumak amaçlı.

Ama şuan evime girmem imkansızdı.

Diğer türlü, savunmasız bir halde, bodrum kata inmek tam bir delinin yapacağı işti. Deli olabilirdim, ama o kadar da değildi.Gidip Serenay’dan bir kepçe istemeliydim belki de. Ama kızı da telaşlandırmak istemiyorum. Ben böyle ikilemlerin arasında gidip-gelirken apartmanın demir kapısı gıcırtıyla açıldı.

Karşımdaki ikinci katta oturan, adının Sevim olduğunu daha geçen yıl öğrendiğim, otuzlu yaşlardaki kadındı. O sesi duymuyor olacaktı ki, kafa salladıktan sonra hızla yukarı çıktı. Belki de duymazlıktan gelmişti.

Peki ama, neden?

Terlemeye başlamıştım. Ensemden aşağıya bir ürperti inmişti. Aynı zaman da çişim de vardı. Ben kesin bir ruh hastasıydım. Bu kadar şeyin üst üste gelmesi gerçek olamazdı, büyük ihtimalle kendim hayal kuruyordum. Şu anda olduğum yerde bile değildim. Belki de ben, ben değildim!

Ses ağlama sesinden çok, böğürtüye karışmıştı şimdi. Bense hala olduğum yerde duruyordum. Beynim boşalmış gibiydi, eğer çıkarsam dışarı, o canavar Serenay’a saldıracakmış gibi hissediyordum. Sanki durdurabilirmişim gibi!

Bir dürtüdür gidiyordu ben de. Yukarıya çıkmalıydım, Serenay’ı dışarı çıkarmalıydım ve aşağıya inip o şeyin icabına bakmalıydım!

Bir koşu kopartıp üst kata çıktım. Kapıyı yumruklarcasına çalınca, kızın korku dolu gözlerle kapıyı araladığını gördüm.

“Benim.” Dedim. “Hamdi.”

Kız rahatlamışçasına kapıyı açtı. “Bir şey mi oldu?”

“Hayır. Aslında evet. Senin dışarı çıkman, ne bileyim işte, başka bir mahalleye gitmen gerekiyor.”

“Neden peki?”

“Sen çık şimdi. Telefonun ben de var. Seni arayacağım, o zaman gelirsin.”

Kız başını salladı, tatmin olmuş gözükmüyordu ama anahtarını aldı.

Sonunda çıkmıştı. Aşağıya doğru son derece temkinli adımlarla iniyordum. Aklıma kötü şeyler getirmek istemiyordum ama bu ses ne gibi bir şeye ait olabilirdi ki? Tabii, ben bir şizofrende olabilirdim. Orası ayrı.

Ses git gide yükselir benim ter tanecikleri hızla büyürken bodrum katın o rutubetli kokusu burnuma ulaştı. Garipseyebilirsiniz, ben rutubet kokusunu severim.

Biran durup, dinlemek istedim. Ama içimden bir ses asla durmamam gerektiğini söylüyordu. Tanrım, öğle vakti nelerle uğraşıyordum!

Sonunda onu gördüm.

Simsiyah gölgeler arasında, öylece duruyordu. Grimsi bir ten rengi vardı. Korkunç olabilirdi, ama bir o kadar savunmasız ve aptal duruyordu.

“Geldin.” Dedi. Sesi bir kadın sesinden daha tizdi.

“Sen nesin böyle lan?” dedim istemsizce.

“Hiçbir şey.”

O mu salaktı ben mi deliydim, bilmiyorum.

“Hiçbir şeyler ne ses çıkarırlar, ne de cisimleri vardır. Sen bir hiçbir şey olsan inan anlardım.”

Yine, böğürtüyle güldü.

“Mesela sen de bir hiçbir şeysin, Hamdi.” Dedi, o tiz sesiyle.

“Sana bi’ gömücem şimdi.” Dedim. Adama bak, benimle maytap geçiyordu.

“Ne sanıyordun?” dedi. “Sen konuşuyorsun, yürüyorsun veya yemek yiyorsun diye kendini bir şey mi sanıyorsun!?”

Kesin, Ersin gelmiş ağzına bir cihaz takmış, bir de kürk giymiş benimle dalga geçiyordu.

“O kızı niye dışarı çıkarttın?” diye sordu aniden.

“Hangi kızı?”dedim, cevabı adım gibi bilsem de.

“Saf mısın, ya da benimle dalga mı geçiyorsun?” Al bakalım, dalga öyle değil böyle geçilir dememek için kendimi zor tuttum.

“Ne hacet.”

“Çünkü sen hiçbir şeysin Hamdi.”

Üstüne atlayabilirdim, olasılıkları düşünmeye başlamıştım yine. Matematikçi olsam herhalde beyin ödülü falan alabilirdim.

Üstüne atlarsam, bıçağı veya başka bir şey taşıyor olabilirdi, beni öldürebilirdi. Kafasını çevirsem, belki de bir insandı ve hapse atılabilirdim. Adam beni kışkırtıyordu ve ben hiçbir şey yapamıyordum. Hiçbir şey!

“Hiçbir şey olduğun için korkaksın. Sahtesin. O kızı koruyabilirdin, pekâlâ da. Ama kendine bir şey olursa diye korktuğun için, riskleri ortadan kaldırdın.”

“Derdin ne?” diye sordum.

“İç çöküşünle seni tanıştırmak istedim.”

“Sen çökmüş bir adamsın Hamdi. Parayı sevmediğini söylersin ya hep dostlarına daha doğrusu dost sandıklarına. Sen para kazanmak için doğmuşsun.

“Farklı olduğunu sanıyorsun. Ama sen de diğer herkes gibi aynısın. Bayatsın. Herkese gülümsemekten, kendine gülümsemeyi unutmuşsun. Acınacak haldesin.”

“Kimsin sen?”

“Hiçbir şey.” Dedi, kayıtsızca.

“Bilmece gibi konuşma. Nesin söyle. Rahatlayalım.” Dedim. Sinirleniyordum.

“Yarım saattir sana ne olduğumu söylüyorum zaten. Biraz kendine baksan, anlayacaksın.

“En son ne zaman sinemaya gittin? Ya da ne zaman kendine simit aldın?”

Hatırlayamadım.

“Çok eskiden, değil mi?” dedi. “Sen, çok eskilerden başlamışsın çökmeye. İç dünyan batmaya başlamış.”

“Neden bunları söylüyorsun bana?”

“Çünkü ben senim. Sen hiçbir şeysin derken, laf olsun diye söylemiyordum. Ben senin iç yüzünüm. Çöken, hiçbir şeyleşen, iğrenç iç yüzün!”

“Ne?” dedim, ne oluyordu?

“Farklı kişiliklere bürünmekten, kendi kişiliğini unutuyorsun Hamdi. Köreldim ben.”

Gerçek ve hayal birbirine karışmaya başlamıştı…

“Ruhun çökmüş.”

“Hayır!” diye haykırdım.

“İnanmak istemesen de, bu böyle.”

Bücür, hayvanımsı yaratık bana ahkâm kesiyordu ve ben sadece onu dinliyordum.

“Ne yapmamı bekliyorsun?” dedim. Sesimde iliklerime kadar hissettiğim koyu bir alaycılık vardı.

Bu alaycı tavrım, yaratığı ürkütmüş olacaktı ki, geri kaydı.

“Ne oldu, bay veya bayan hiçbir şey?”

“Sen kötüsün!” dedi.

“Affedersin ama, ben kötü veya iyi olup olmadığımı gayet iyi bilirim.”

“Anneni ne zaman ziyaret ettin? Kardeşinin yüzünü unutmuş olmalısın.Ersin, en yakın arkadaşın sandığın kişi senden aldığı borç parayla ne yapıyor sanıyorsun? Eski sevgilin nerede? Seni neden terk etti? Düşündün mü bunların bir tanesini!”

“Sana ne bunlardan?”

“Aynı zamanda geri zekalısın.Zeki falan değilsin.”

“Sen benim başıma bela mısın?” dedim, sesim çok sakin çıkmıştı.

“Şimdi buradan gidiyorum ve zaten bütün bunlar bir rüya olmalı. Burada durmak sadece zaman kaybı.” Kendi kendimi ikna etmeye çabalıyordum. Bunu çok yapardım, ikna olur muydum?

Kısmen.

“Gidebilirsen git tabii.”

Kapıya doğru yöneldim. Kapının kilitli olduğunu sanıyordum, ama kilitli değildi. Kendimi beğenmiş bir ifade takındım arkama bakmıyordum.

Kapıyı arkamdan kapattım. Karşımda üst kata çıkan merdivenler vardı. Tırmanmaya koyuldum.

Ama, geldiğim yer gittiğim yerdi. Saçmaladım, diye düşündüm ve tekrar merdivenleri çıkmaya başladım.

Bodrum katındaydım.

Tekrar, tekrar ve tekrar…

Ama hep aynı yere dönüyordum. Akli dengemi yerinde tutmaya çabalamaya başlamıştım. Normal insanların başına böyle şeyler gelmezdi, ben pek normal sayılmazdım.

Sonunda geri dönmek zorunda olduğumu hissettim. Kapıyı açtım.

“Gitmedin mi sen?” dedi, alaycı sesiyle.

“Lanet olası yaratık, ne yaptın merdivenlere?”

“Ben seni serbest bırakana kadar, buradan bir yere gidemezsin Hamdi.”

Peki… Olasılıklara bakmak gerekirse…

“Düşün düşün boktur işin.”

“Bi’ sus ya.”

Onunla kavga ettiğime inanamıyordum, aslında onunla konuştuğuma da inanamıyordum.

“Eğer, gerçekten hissedersen çıkabilirsin buradan.” Dedi.

“Şimdi de, Survivor tipi oyunlar mı oynayacağız? Bak, çok sevindim buna!”

“Ben hiçbir şeyim Hamdi. Yani şu an burada bile değilim aslında, her şey senin beyninde.

Sen sadece, yapman gerekenleri yap hayatında. Kendine güvenmeyi öğren.”

“Birincisi, beynim bunları kurguluyorsa büyük ihtimalle biraz yoldan çıkmak istemiştir. İkincisi, ben hayatımda yapmam gereken her şeyi yapıyorum.”

Gülen taraf oydu.

“Birincisi, senin beynin zaten yoldan çıkmış. İkincisi, çorabını bile değiştirmiyorsun.”

“Tamam… Bu kadarı yeter. Söyle sen, artık. Sonra da işim gücüm var zaten.” Dedim. Çoraplarım hakkında tek bir kelime duymak istemiyordum.

“Balkona astığın, yaklaşık iki haftadır bekleyen çoraplarını topla. Simit al. Anneni ara. Ersin’e iyi dikkat et ve… asla beni unutma, çünkü ben hep buradayım. İstediğin an, gelip beni görebilirsin.”

*

Elimde elli tane anahtar vardı, hepsi başka bir evin anahtarıydı ve nasıl olmuşsa benim güzel evimin anahtarı da içlerine karışmıştı!

Daha fazla uğraşmamak için, yedek anahtarı almaya dükkana gitmeye karar verdim. Geçerken bir simitçi gördüm. Ne zamandır yemediğimi düşünüp bir tane aldım.

Dükkana geldiğimde, Ersin içerideydi. Şiddetle bağırıyordu, telefonla konuşuyordu.

“Hayır. Sakın ona haber verme! Hayır, dedim Hülya.”

Hülya, aynı zamanda eski kız arkadaşımın ismiydi. Büyük ihtimalle Ersin’in bir arkadaşıydı.

“Hamdi’nin haberi olursa, biteriz. Para vermez, o zaman nasıl Hollanda’ya kaçacağız?”

Beynimden vurulmuşa dönmem gerekirdi, öyle de oldum. En yakın arkadaşım, paralarımı alacak ve Hollanda’ya kaçacaktı. Bir de, Hülya…

Göğsüme bir şey oturmuş gibiydi. Hareket yetkim elimden alındığını sanıyordum.

“Hayır. Hayır… Asla böyle bir şey yapma aşkım. Merak etme, paranın tamamlanmasına az kaldı. Kerize anneannem hasta diye yutturuyorum. Çok iyi arkadaş şu Hamdi.”

Kahkahalarla gülüyordu. Daha fazla duymak istemiyordum. Gerisingeri koşmaya başladım. Duyduklarımın bir hayal olması için her şeyimi verebilirdim. Ama, gerçekti.

Anahtar umurumda değildi. Sadece koşmak istiyordum. Evin önüne geldiğimi, bir düdük sesiyle anladım. Az kalsın, ezilecektim.

“Dikkat etsene, kör müsün?” diye bağırdı herifin teki.

Apartmana girdim. Elimi cebime atmıştım, anahtar oradaydı. Cebime bakmayı nasıl unutabilmiştim…

İçeri girdim ve nefes alamadım. Balkona çıktım. Çoraplarım asılıydı. Kim bilir ne kadar süredir, böyle duruyorlardı ki, yer yer sararmaya başlamışlardı.

Hınçla topladım. Bir yığın halinde, oturma odasının halısına fırlattım. Kafamda siren sesleri çalıyordu sanki.

Yapacak bir şey bulamıyordum. İleri-geri yürümeye başladım. Sakin olmam gerekti. Yoksa, çok kötü şeyler olacaktı.

2 ay sonra

Her gün simit alıyorum, annemi arıyorum. Serenay’a selam veriyorum. Hatta Sevim’le bile konuşuyorum…

Ersin…

Bodrum kata kilitlediklerimin arasına fırlattım.

Aykırı Mahzen: Bodrum Katı” için 2 Yorum Var

  1. Selamlar;

    Ana fikir itibari ile güzel bir hikayeyle katılmışsınız bu ay aramıza. Vermek istediğiniz mesaj hem çok güzel hem de bir o kadar da anlamlı.

    Yazı açısından baktığımızda ise birkaç sorunla karşılaşıyoruz. Mesela Ersin bodrumu terk etmek için bir kapıdan çıkıyor. Ama bodruma ilk indiğinde o kapıdan geçtiğini göremiyoruz. Haliyle “kapı da nereden çıktı?” diye soruyor ve bir mekan karmaşası yaşıyor insan.

    Aynı şekilde bodrumdaki yaratığı tasvir ederken çok yüzeysel davranmayı seçmeniz de buna benzer bir durum oluşturmuş. Yaratığın bücür bir şey olduğunu ancak bir iki paragraf sonra öğrenebiliyoruz. Bu gibi noktalara dikkat ederek anlatım tarzınızı daha da güçlendirebilirsiniz.

    Keyifli ve biraz da çorap kokulu bir hikayeydi 🙂 Kaleminize sağlık…

  2. Merhabalar,

    Öncelikle ayrıntılı yorumunuz için çok teşekkür ederim. Ana fikri beğenmenize de çok sevindim… Ayrıca eksik gördüğünüz noktaları yazmanızın benim için değerini anlatamam herhalde.

    Aslında her hikayemi yayınlamadan veya başkalarıyla paylaşmadan önce defalarca okurum. Bazen böyle gözümden kaçıyor maalesef. Dikkat etmem gerekirdi. Kapıyı unutmamaya özen göstereceğim bidahaki sefere. 🙂

    Tabii birde, yüzeysel anlatım kısmı var. Betimleme de kendimi tutmuşum sanırım. Çorapta önemli bir noktaydı tabii. 😀

    Bir daha yazarken kuşkusuz bunlara dikkat edeceğim. Yorumunuz için tekrar teşekkürler. 🙂

Bir Yorum Yap

E-posta adresiniz yayımlanmayacaktır.Yıldızlı olan alanların doldurulması zorunludur. *