Öykü

Maratondan Kopmamak

İnsanın kendi hayatında yapamadıklarını bir başka kendisinin bilmem hangi paralel evrendeki kendisinin başardığını düşünerek teselli olması ne güzel. Yeni sayının ve tabii yeni konunun ve teslim edilebilecek tarihin ilan edildiği günden bu yana geçen onca güne onca haftaya rağmen yazamadıysa ve bu yazmama veya yazamama nedenlerini artarda sıralayarak son 51 dakikaya sığdırmaya çalışması ne kadar öykü havası taşıyacaktı ki. O yüzden mazeret üretmeyi bırakıp araya kısa da olsa bir öykü sığdırmaya çalışmalıydı.

Koca meydanda durdu ve çevresine baktı. Ahşap, metal plastik; işlemeli, oymalı, süslemeli, sade sayısız kapı vardı. Meslek lisesinden edindiği bilgileri anımsamaya çalıştı. Bir çokgen havası vardı etrafındaki yapıda ama kaçgen olduğunu bilemiyordu. Yüzgen mi yoksa beşyüzgen mi? Kafasını kaldırıp baktığında ne gökyüzünü gördü ne de tavanı. Ama her yer yumuşak bir ışıkla aydınlanıyordu. Kapılar yüzlerce adımla yürüyecek kadar uzaktı ama elini uzattığında tokmağını tutacak kadar yakındı da. Paralel evrenlere açıldığını düşündüğü bu kapılardan birilerinin çıkmasını isterdi. Örneğin tam karşısında duran görkemli kapıdan takım elbiseli bir Aziz çıksa ve eliyle kaldırdığı küçük heykelciği göstererek “ben yazdığım romanla kendi evrenimin en büyük edebiyat ödülünü aldım” dese fena mı olurdu. Ya da bir başkası beyaz önlüğüyle gelip “ben sonsuz enerji kaynağını buldum sırrını kulağına fısıldamaya geldim deseydi ne güzel olurdu.

Yazının burasında durdu ve önce ekranın sol altına baktı. Yüz seksen iki kelime olmuştu henüz. Sonra sağ altına kaydırdı gözlerini otuz sekiz dakikası kalmıştı. Biraz daha konuyu uzatmalıydı. Uzatmalıydı ki uzun zamandır sürdürdüğü denemelerini gönderdiği maratondan kopmamalıydı.

Bekledi bekledi birilerinin gelmesini. Ne bir ayak sesi vardı ne de kapılardan birinin açıldığını işaret edecek menteşe sesi. Sahi böyle bir meydana açılan kapılarda menteşe olur muydu ki. Çevresinde yavaş yavaş döndü. Sükûnet kocaman bir denizdi ve ne bir dalga vardı bu denizde ne de küçük çırpıntı. Tüm kapılar kapalıydı ve tüm evrenlerle aralarında bağ kurulamamıştı. Orada her kapının ardında kocaman bir meydan olduğunu düşündü ve her meydanda kendisinin aranmasını bekleyen bir başka Aziz Hayri vardı. Kendisi gitmek istedi kapılardan birine doğru ama adım atacak cesareti yoktu. Çaresizce başını öne eğdi ve gözlerini kapattı. Meydan silindi zihninden. Ne bir kapı kaldı ne de taş zeminli büyük meydan.

O zaman kendisini teselli etmek için “daha çok çalışmam lazım” dedi. Kendisi de inanmamıştı bu söylediklerine. İki yüz elli kelimeyi aşmıştı yazdıkları. Yani gönderme şartlarını taşıyordu. Üstelik yirmi dakikadan az bir süresi kalmıştı. Son noktayı koyup kalan sürede postayı ve ekini göndermeliydi.

Cevdet Denizaltı

Ben Cevdet Denizaltı; tercih ettiğim şekilde olursa Aziz Hayri. İzmir’de Eşrefpaşa’da doğdum. Önce Çınarlı Endüstri Meslek Lisesini sonra Erkek Sanat Yüksek Öğretmen Okulunu bitirdim. Makine Teknolojisi bölümü öğretmeni olarak görev yapıyorum. Okumayı, araştırmayı, yazmayı seviyorum. Tür ayrımı yapmam, bilimkurgu, fantastik kurgu ve tarihi romanlar favorim. Poe ve Tolkien hayranıyım.

Öne Çıkan Yorumlar

  1. Avatar for Srbs Srbs says:

    Öykünün öyküsünü yazmak. Sevdim bunu.

Söyleyeceklerin mi var? Kayıp Rıhtım Forum'da yorum yap.

Yorum Yapanlar

Avatar for azizhayri Avatar for Srbs

Bir Yorum Yap

E-posta adresiniz yayımlanmayacaktır.Yıldızlı olan alanların doldurulması zorunludur. *