Öykü

Beşler Bom!

ilham alınan yaratık
KAYIŞ BALDUR

Akşam ezanı sokağı parçalara böldü. Dünyanın en uyumsuz müezzin korosu, farklı minarelerden farklı anlarda başlayıp aynı anda bitirmeye çalıştı müziklerini. Olmadı. Sokağın çocukları oynadıkları topun sahiplerine sulu gözlerle baktı. Bazısı, sen git istersen topu sonra biz getiririz, deme yüzsüzlüğünde bile bulundu.

Topun geri gelmeyeceği bilindiğinden, teklif ciddiye alınmadı. Sonra sokak lambaları yandı. Tane tane. Artık, biraz daha oynayalımcılar bile evlerine dönmüştü.

O dönmedi. Tüm bunlar da onunla alakalı.

* * *

Asfalt, tebeşir tozunu neşeyle kabul etmiş. Üstündeki beyaz çerçeveleri savaş madalyası gibi taşıyor. Asfalt gazi. Bunun gibi çok savaş gördü. Atası toprak kadar değil, ama yine de çok. Yeterince omlet yaptı. Yumurtasız.

Seksek çizgileri silinmek üzere.

“BEŞLER BOM!” diyerek fırlatılan yassı bir taş tam yerine rast geliyor. Bir ayağı havada, seken kız diğer uca kadar gidip dönüyor. BEŞLER’e uğrayıp taşı yerden alacak. Çizgiye basmaması lazım. Taşı alıp bir an önce güvenli alana ulaşmalı. BEŞLER’de fazla oyalanmaması gerektiğini biliyor.

Çünkü BEŞLER BOM. Taşı alıyor. Dört, üç, iki, bir… Son adım, en kolayı. Sokağın kenarındaki lamba bir anlığına cızlıyor. Kız bunu beklemiyor olmalı. Sıçrarken destek aldığı kolları havada uçan daireler çiziyor. Gidip gelen ışık dikkatini dağıtıyor.

En kolay adım, terliklerin ucuyla çizgiyi ıslatıyor.

“BASTIN, GÖRDÜM!”

Sokağı bu şekilde inletmek doğru değil. Ama sokak inliyor ve kimse pencereye çıkıp da ayıplamıyor. Kız sesin kaynağıyla göz göze geldiğinde, havadaki ayağını yere indirip avucundaki taşa bakıyor.

“BİR DİLENCİYİ TAŞLAMAK İÇİN ÇOK MASUMSUN!”

Siz hep bağırır mısınız, diye sormak istiyor. Daha sekiz yaşında. Hayatında hiç kolsuz ve bacaksız (yalnızca gövdeli ve kafalı) biriyle karşılaşmadı. Masumlar da korkar.

“ESKİDEN BEN DE OYNARDIM.”

Belki de aynı zamanda sağır bir dilenciydi bu. Kimse kadına dilenci sıfatı yakıştırmamıştı oysa. Konuşarak gizemi aralamak istiyor. Kadını mahcup etmemek için temel şeylerden başlıyor:

“Ne zamandır beni izliyordunuz?”

“O ÇİZGİLERİ YERE ÇİZDİĞİNDEN BERİ.”

Nerden baksan bir hafta. Korku değil ama merak su yüzüne doğru çıkıyor: “Neden?”

“NE DEDİN?”

“Neden beni izliyordunuz diyorum, bir sebebi olmalı.”

Yaşlı kadın bunu hiç düşünmemiş gibi bir ifadeye bulanıyor. “HA…” diyor. “BELKİ BENİ DE ALIRSIN OYUNA.”

Kız böyle bir yabancıya dokunmak istediğinden emin değil. Kadının kemikli yüzüne bakıyor, birkaç et beni zift karası kılların arasından ona sırıtıyor. Renksiz dudaklar çatlaklarla dolu. Gözler iri. Kulaklar kepçe.

Gözler gerçekten de iri.

“Nasıl olacak o?”

“KUCAKLA BENİ. BEŞLER BOM’DAN DEVAM EDELİM. KİMSE GÖRMEMİŞ GİBİ.”

Bunu yapamaz. Yandığı halde Beşler’den oyuna devam edemez. Sokağın yazılı olmayan en eski kuralı. Başa dönmek zorundasın.

Gözler gerçekten de iri. Ona babaannesini hatırlatıyor.

Kız nasıl oluyor da o bedeni kucaklayıp çizgilerin başına geçiyor, inanın bunu kimseye anlatamazsınız. Ayağıyla taşı Beşler’e doğru ittiriyor. Bazen taşı ayakla da atabilirsiniz. Yaşlı kadın tuhaf bir şekilde ılık süt kokuyor. Ilık süt ve gülsuyu kolonyası.

BEŞLER BOM. Kucağınızda kolsuz ve bacaksız bir bedenle seksek oynamak akla yatkın gelmeyebilir. Neresinden tutacağınızı bilemezsiniz. Kız öylece sarılmıştı işte. Sekiyor. İstikamet Beşler!

Taşı yerden nasıl alacağını hiç düşünmemişti. Bunu yaşlı kadına sorup onu gücendirmek istemiyor. Fakat olanlar tam da o sırada oluyor.

Böyle şeyler hep o anlara denk gelir. Yaşlı kadının karnından bir anda biçimsiz iki uzuv çıkıp kızın belini sarıyor. Kayış gibi sağlam. Uzayan uzuvlar kızın belinde üç tam tur atıyor. Ardından yerdeki taşı da alıp kızın göğsünde birbirine kavuşuyor.

Sokak lambaları yandıktan sonra seksek oynamanın bedeli bu olmamalı. Dönmek zorunda olduğunuz ev kalbinizi sızlatıyor diye kayıştan bacaklarca sarmalanmamalısınız. Ama görüyorsunuz! Şimdi ılık süt kokan bir nefes küçük kızın kulağına fısıldıyor: “Oyuna devam et.”

Kız ağlamakla BEŞLER BOM’dan varış noktasına dönmek arasında kararsız kalıyor. Dönmeyi seçerken tereddüt terli saçlarına yapışıyor. İlk kareye vardığında yaşlı kadın onu iyice sıkıyor. Şimdi nefes almak bile zor. Gözler yarı yarıya perdeli.

Terliğinin ucu karıncalanıyor. Sokak lambası cızlamasa da insanı tedirgin eden bir tınıyla mırıldanıyor.

“HADİSENE!”

Kız seksek sahasından net bir sıçrayışla çıkıyor.

Hayal kırıklığı yaşlı kadının süt kokulu ağzında büyüyor: “AFERİN.”

Kız şimdi ne olacağını bilmiyor. Kadın ondan çözülüp gitse ve o da evine koşsa mesela. Tüm yaşananlar çizgiler, taşlar ve lambalar arasında bir sır olarak sonsuza kadar saklansa.

Öyle olmuyor. Dilenci kayışlarını çözmüyor ve hatta onları bir üzengi gibi kullanarak kızı yönlendiriyor.

“DEVAM.”

Kadın taşı altılara atıyor. BEŞLER BOM’dan sonra o kadar da olayı olmayan altılara. Kız oyuna devam etmeli. Oyun bitince ne olacağını düşünmeden sekip durmalı. İstenilen bu ve yapılacak.

Yapılamıyor.

Altında durdukları sokak lambası mırıldanmayı kesiyor. Birkaç kez öksürüyor ve sönüyor. Ardından sokağı aydınlatan bütün lambalar. Apartmanların içindeki dairelerin ışıkları da bir an tereddüt ettikten sonra noktalanıyor. Şimdi sadece ay ışığı var ve elbette oyuna devam etmek için yeterli değil.

Şehirdeyiz. Yıldızlar ve ay yolumuzu aydınlatmaya yetmiyor. Hakem maçı tatil etmeli. Yaşlı kadın söyleniyor: “BU NE ŞİMDİ, BUNUN İÇİN Mİ BEKLEDİM YILLARCA!”

Kız biraz daha uzlaşmacı: “Belki sadece elektrikler gitmiştir, gelir şimdi.”

Kadın sümük dolu burnunu çekiyor ve tüm sokak şahit: O burunda gerçekten büyük parçalar var. Bilmek istemiyoruz, istemiyoruz kesinlikle aklımızdan çıksın o ses diyoruz. Kadın, küçük kızın mavi bluzuna sümkürerek imzasını atarken bizi hiçe sayıyor.

Tepkisizlik. Sokakta çıt yok. Belki böylesi daha iyi. Bluzdan asfalta sicim gibi sıvı akıyor. Tepkisizlik.

Bu kadarı da fazla. Kızın bir şeyler yapması lâzım bunu hepimiz biliyoruz. Bütün sokakla birlikte o tepkiyi bekliyoruz. Tepki kızdan değil de yerin dibinden geliyor.

kayis baldur
Çizim: Aslı Ekim

Asfalt Gazi, dolunayın refakatinde seksek çizgilerini fosforlu yeşil gibi parlatmaya başlıyor. Kadın da kız da bunu beklemediği için havaya bir şaşkınlık bulutu yükseliyor.

“DEVAM EDELİM, DEVAM EDELİM DİYE BU IŞIKLAR!”

Küçük kız o kadar da emin değil. Yine de daha önce bu saatlerde, ışıksız bir sokakta hiç seksek oynamadı ki. Belki de tüm ışıklar sönünce ışıldıyordu çizgiler. Silinmenin arefesinde olsalar bile.

Altılar. Kayışlı kadın taşı tuttuğu ayağıyla tam isabet bir atış yapıyor ve yolculuk yeniden başlıyor.

Ve yolculuk yeniden kesiliyor. Henüz birlerde. Kız hareket edemiyor.

“NEDEN DURDUN, ZIPLASANA BE!”

Sonra o da susuyor, garipliğin farkında. Işıltılar iyice yükseliyor ve yere bir parça daha sümük damlıyor. Asfalt yumuşamış. Bunu ondan beklemezdik ama ne yazık ki yumuşamış. Kız bileklerine kadar pastanın içine batıyor ve sonra aniden duruyor.

Yer titrek, çizgiler göz alıyor. Yeşil fosforlu ışık bir anlığına her şeyi kör edip duruluyor. Sanki birisi gaz lambasının alevini kısmış gibi, hafif hafif parlıyor şimdi. İkili gözlerini açtığında rollerin değiştiği fark ediliyor. Dilenci tahta bir çubuğa bağlı. Kızın elinde bir kırbaç var.

Sonra nereden geliyorsa solucanlar geliyor. Dev solucanlar. Onları gördüğünüzde önünüzü ilikleyip abi çekersiniz. Gözleri elbette yok ama ağızları kocaman. Sulu, lezzetli solucanlar. Sokağın çocukları kimi zaman onları kesip parçalarını çeşitli stratejik noktalara gömse de, veletler solucanları sever.

O çocuklar, solucanların sokak yasalarının koruyucularından olduklarını bilmiyor elbet. Şimdi üç solucan var ve oldukça kızgın. Yaşlı kadın bir neden arıyor. Her şey harika giderken kendini nasıl da tahtadan bir çubuğa bağlı buldu. (Elleri ve ayakları olmayan bir canlıyı neden bağlarsınız?)

Bağlı olduğu tahtanın üzerinde çikolata kalıntıları var: Dev bir dondurma çubuğunun serinliği. Bedavası olmadığı için öfkeyle sokağa atılsa da dev dondurma çubuğu da, dev solucanlar gibi sokak kanunlarının önemli adamlarından.

Küçük kızın nedenlere ihtiyacı yok. BEŞLER BOM’da yandıktan sonra en başa dönmesi gerektiğini biliyordu. O yasaları çiğnemenin bir yerlerde kabalık olarak karşılanacağından emindi. Yine de baskı altında olmasa kuralı çiğnemezdi. Ona hak vermeleri lâzımdı.

Solucan kıza dönüp, “CEZA VAKTİ!” diyor. Kız kırbacını elleri ve kolları olmayan kadına yöneltip duraksıyor.

Kesik kesik öksürüp boğazını temizliyor. Sadece teşekkür edip eve gitmek istediğini söylüyor. Galiba solucanlar da pek iyi duyamıyor. Dondurma çubuğu şaşkın:

“OYUNDAN SONRA SENİ YİYECEKTİ!”

Bu düşünce kısa bir an için bile olsa kızın aklına gelmiş, sadece oyuna devam etmeyi seçmişti.

“Doğru mu?”

Yaşlı kadın ihanete uğramış gibi bakıyor: “YALAN. YILLARDIR SADECE SÜT İÇİYORUM. KEDİLER BİLE BENDEN İYİ BESLENİYOR! YALANCILAR, NANKÖRLER!”

Kız ona inanıyor. Yine de oyunun sonunda, bir şekilde kadının kendisini yiyeceğinden de emin. Neyse ki sokak, yasalarını yerine getirmek için fazla hevesli.

“Onu geldiği yere götürün,” diyor küçük kız. Elindeki kırbacı bırakıyor ve kadını nazikçe çözüyor.

“NEHİR KIYISINA DÖNMEK İSTEMİYORUM. ARTIK KİMSE KARŞIYA GEÇMEK İSTEMİYOR. VE NEHİR DE LAĞIM KOKUYOR!”

Solucanlar kadını sarıp sarmalıyor: “NEHRE DEĞİL, ÇÖPLÜĞE GİDİYORSUN.”

Sonra seksek çizgilerinin arasına bir çöp kamyonu yanaşıp ağzını açıyor. Kadın çöp yığınının içine oyuncak bir bebek gibi atılırken kamyonun sürücüsü aynaya bakıp saçlarını düzeltiyor. O akşam şehir çöplüğüne pek gidesi yok. Solucanlara ve dondurma çubuğuna selam verip küçük kızı yok sayıyor, iyi ki, gaza basıyor.

Çöp kamyonunun kasasından bin bir türlü bela sesleri yükseliyor. Bunlardan bazıları şehir çöplüğünün ekolojik durumunu sorgulatacak kadar iddialı.

Solucanlar kızın etrafında neşeli bir tur atıp ona veda ediyor. Yeşil parıltı geldiği gibi usulca kaybolup yerini sokak lambalarının kirli ışığına bırakıyor. Seksek çizgileri artık sadece silik tebeşir izlerinden ibaret. İçindeki cehennem hiç var olmamış gibi uslu uslu yerde yatıyor. Bilekler asfaltların üstünde.

Ses ve yaşam sokağa geri dönüyor.

Küçük kız yarın bu çizgileri çamaşır suyuyla ovmaya karar veriyor. Ayrıca bundan sonra çöpe dolu süt şişeleri atmayı ihmal etmeyecek. Ve bir daha seksek oynamayacak, kemer takmayacak, süt içmeyecek.

Sokağın yasalarına minnettar. Ama biraz da öfkeli. Ne olacağını görmek isterdi. Ucunda kemirilmek olsa bile.

Eve dönüyor.

“Babanne, BEŞLER BOM!” diyerek salona giriyor. Bir çeşit selamlama. Kanepe gülsuyu kokuyor, biraz ıslak ve boş.

Evde başka kimse yok.

Aslı Ekim

24 Ağustos 1995 Bakırköy doğumluyum. Meslek Lisesi Grafik ve Fotoğraf Bölümü mezunu ve Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nde Endüstri Ürünleri Tasarımı bölümü 4. sınıf öğrencisiyim. İllüstrasyon ve resim üzerine çalışıyorum. 2014 Nisan ayından beri Marşandiz Fanzin’e çiziyorum. Storyboard ve çeşitli internet siteleri için illüstrasyon çizimleri yapıyorum.

Onur Selamet

1993 İstanbul. Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Sinema ve Televizyon Bölümü mezunu. Çeşitli kısa ve orta metraj film projelerinde yer aldı. Öyküleri kimi dergi ve fanzinlerde yayımlandı. 2013'ten beri üç arkadaşıyla birlikte Marşandiz Fanzin'in makinistliğini yapmaya devam ediyor. İlk öykü kitabı "Ölü Dalgıcın Sonbaharı" ise Eylül 2018'de yayımlandı.

Beşler Bom!” için 2 Yorum Var

  1. Hiç ama hiç şaşırtmadı; on üç öykü yazar adları verilmeden yayınlansaydı bile bu öykünün yazarını ilk paragrafından tanırdım ben. Valla’ ne denir, pilav tane tane olmuş; çay demini almış bu öykü de kıvamını Onur Selamet imzasıyla “mis gibi” bulmuş.

  2. Sanirim ilk kez bir öykünüzü okumus bulundum. Hayalgücünün sinirlarini zorlayan ama akici bir anlatim tarziniz var. Ara ara da gulumsetmiyor degil 🙂 Pek hos bir öykü olmus, elinize saglik.

    Sevgiler,

Bir Yorum Yap

E-posta adresiniz yayımlanmayacaktır.Yıldızlı olan alanların doldurulması zorunludur. *