Geniş, karanlık bir salonun tam ortasında, duvardan içeriye sızan güneş ışığının altında kendi ruhlarının gecelerini ve karanlıklarını yaşıyorlardı. Mahkûm ve muhafız. Koridordan gelen düzenli adımların çıkarttığı ayak sesleri ve yürüyen kişinin belinden sarkan bir hançerin metal kınıyla, kemerin birbirine değerken çıkarttığı ses duyuluyordu.
Yürüyen kişi, bazılarının hoşuna bile gidebilecek bir küf kokusuyla çevrelenmiş karanlık odanın içine adımını atınca muhafız hafifçe öne doğru eğildi ve selamladı.
“Buyurun efendim, diyarımızın dört bir yanında nam salmış her türlü pisliğe bulanmış, hırsızlık, cinayet ve hatta tecav…”
Efendi diye andığı kişi, sadece kılık değiştirmiş bir gençti. Genç, sert bir şekilde öksürüyormuş gibi yaparak muhafızın lafını kesti.
“Tamam, gardiyan tamam… Şimdi çık sen beni dışarıda bekle, bu iğrenç herifle ben biraz özel konuşayım. “
Muhafız veya gencin tabiriyle gardiyan eğilerek dışarıya çıktı.
“Neden tüm bu pislikleri yaptın?” diye sordu ayakta duran kişi. Duvara zincirle bağlı olan mahkûm başını ukalaca kaldırdı, bütün ağzına yayılan pislik bir gülüşle cevap verdi.
“Sana ne?” derken sarının tonlamalarıyla karışık iğrenç dişleri koca bir sırıtışla sergileniyordu. Birden, ortalık ölümcül bir sessizliğe büründü, mahzende, ne diğer mahkûmların sesleri ne de yürüyen muhafızların takırtıları duyuluyordu. Duyulan tek şey, mahkûm ve gencin nefes alış verişleriydi.
Genç için bu kadarı yeterliydi. Karşıdakinin gülüşü, tavrı onun nasıl bir kişilik olduğunu ortaya koymuştu. Şimdi en başından beri yapmak için geldiği şeyi yapmalıydı. Birden, hiç alakası yokmuş gibi görünen bir soru sordu.
“Nasılsın?
Zincirin çıkarttığı şıkırtı duyuldu. Duvara bağlı adam biraz şaşırmış gibiydi fakat hiç bozuntuya vermedi.
“İyiyim, neden merak ettiniz efendim?” dedi kinayeli bir şekilde ve sırf dalga geçmek adına yerlere kadar eğildi. Ayaktaki genç hiç umursamadı. Cebinden ufak bir anahtar çıkarttı, zincir ve adamın kolu arasında duran kelepçeye sadece bir an tıkırdattı ve bıraktığında kelepçe çözülmüştü. Eli serbest kalan mahkûm bileklerini ovuştururken genç tekrar sordu.
“Az önce iyiydin, peki ya şimdi nasılsın?”
(Az önce mahkûm olan) Adam şaşkınlıkla ayağa kalktı. “Bunu… Bunu neden? “ diye başlayan cümlesi sert bir bakışla kesildi. Hürmetle eğildi, tıpkı sahibinin kemik atmasını bekleyen bir köpek gibi iştahla açtı ağzını. “Şimdi özgür bir adamım efendim.” derken nefesinin, iğrenç dişlerinin arasından süzülüp havaya karışan o iğrenç kokusu bir metre öteden bile duyulabiliyordu.
Genç istifini hiç bozmadan tekrar sordu.
“Demek öyle… Peki, şimdi nasılsın?” Mahkûm bu cevap karşısında yine ukalaca sırıttı, kafasını o an yaşadıklarına aykırı da olsa tehditkâr bir şekilde kaldırdı ve cevap verdi. “Hala iyiyim, yirmi saniye içerisinde pek fazla şeyin değiştiğini söyleyemem efendim.” Efendim kelimesini bilerek bastıra bastıra söylemişti, dalga geçtiği hissedilsin istiyordu. Sonra saniye bile geçmeden iki nefesten farklı bir ses duyuldu, metalin kınından çıkma sesi. Genç, bir yerlerden, kimsenin aklına gelmeyecek bir sebepten ötürü uçurduğu bu yeşil kabzalı, zümrüt kakmalı hançeri gözle görülemeyecek kadar hızlı bir şekilde mahkûmun tam kalbine sapladı. Bu ona hem ani bir ölüm verecek, hem de gencin söylediği şeyleri duyma fırsatı kazandıracaktı.
O iğrenç kokan nefese rağmen mahkûmun yüzüne eğildi, burunları neredeyse birbirine çarpacaktı. “Peki şimdi nasılsın?” dedi genç, ukala olma sırası ondaydı.
Az önce hiç beklemediği bir şekilde kapısını takırdatan ölüm meleğiyle tanışmanın verdiği hayretle gözleri kocaman açılmış olan adam hiçbir cevap veremedi, sadece bir hırlama çıkardı.
“Dur dur, kendini yorma ben cevap vereyim. Ölü bir adamsın. Gördün mü? Yirmi saniyede pek bir şey değişti ha ne dersin ukala herif? Bir an önce canlı, bir an sonra ölü. Yaşam böyledir. Buna alışmamız zor da olsa öğrenmek zorundayız. Ölüm hızlı ve anidir, kaybettiğimiz birinin ardından ‘Daha dün görüştüm olamaz..!’ demek saçmadır, baksana, daha yirmi saniye önce görüştük seninle değil mi?
Mahkûm kaymaya başlayan göz kapaklarının ve arkaya düşen başının verdiği zorluğa rağmen gözlerini araladı ve homurdanmaktan öte, hırıldanarak sordu. “Neden… Neden yaptın?”
Hala adamın kalbinde saplı duran hançeri çevirerek yerinden çıkartmadan hemen önce cevap verdi genç. “Yanlış anlama, kişisel bir şey değil, sadece aşk ve kader… Eşitlemek için. Hem, hak ettiğini ve idam edileceğini zaten biliyorsun değil mi? Bari benim elimden olsun.” Hançeri adamın kalbinde çevirerek çıkartırken adamın ağzından rüzgârda hışırdayan yaprakların çıkardığı gibi bir ses çıktı. “Hoşça kal, ölü adam…” dedi genç ve arkasını dönüp olay yerinden uzaklaştı, kimse ondan hesap sormayacaktı.
***
“Kader… Önceden yazılmış bir kitap gibi değil, önceden yapılmış bir yol gibidir. Fark etseniz de etmeseniz de tek hedef ölümdür, önemli olan hedefe ulaşmak değil…” Yaşlı adamın lafı ufak bir öksürük nöbetiyle kesildi. Önündeki toprak bardaktan birkaç damla su içerek boğazını yumuşattı.
Sarı cübbesinin, cübbeden daha koyu bir sarı tonuna sahip olan yakasının altındaki bu aksakallı sivri çeneli ufak tefek görünen adam o sıralar herkesin sadece “Üstat.”ismiyle bildiği kişiydi. Kaderle ilgili anlatacaklarını genç adam merakla beklerken bilmediği tek şey, başka birinin daha konuşmayı dinliyor olduğuydu…
“Evet… Nerde kalmıştık… Hah evet, hedef… Dediğim gibi, asıl önemli olan hedefe ulaşmak değil, hedefe ulaşmak uğruna yaptığın tercihlerdir. Tercihlerin, kaderini belirler, kaderin önceden belli olması da en basit haliyle böyle açıklanabilir. Anlıyor musun? Bir labirentin içinde yanlış yola saptığın zaman mimarı suçlayamazsın, yaşamın içerisinde başına kötü bir şey geldiğinde de yaratıcıyı suçlayamıyor olduğun gibi…”
Genç, üstadın duraklamasından faydalanarak sorusunu sordu.
“Peki ya Üstat, aşk? Aşk nasıl elde edilir bu önceden çizili haritada ve madem her şey önceden belirlidir insan nasıl ulaşır kendi istediği kişiye?”
Üstat derin bir soluk aldı ve derin mavi gözlerini bilinmez bir noktaya dikerek konuşmaya devam etti.
“Aşk, açıklaması en güç duygudur sevgili öğrencim, Alder, şunu bilmen lazım, ruhlar eş yaratılır ve eş olduklarını kanıtlamaları gerekir.”
Alder’in alnı anlamadığını gösteren bir kaç çizgiyle buruştu.
“Nasıl yani?” diyebildi sadece.
Üstat, bildiği şeyleri anlamak isteyen öğrencisinin kendisini pür dikkat dinlemesinin verdiği zevkle anlatmaya devam etti. Gözleri yine farklı bir yere bakıyordu.
“Ancak mı ancak aynı kaderi paylaşanların yolları kesişebilir.” dedi Üstat. Gözleri hala öğrencisine değil başka bir noktaya bakıyordu. “Eğer bir kişiyi seviyorsan, sen farkında olmadan aslında aynı şeyleri yapmışsınızdır, aynı günahları işlemiş, aynı iyilikleri yapmışsınızdır. Kendi seçiminiz olmayan bir çok şey hariç seçimleriniz doğrultusunda kader sizi bir araya getirir ve siz farkında olmadan buna aşk dersiniz.”
Alder’in yüz ifadesi öyle bir hal aldı ki, ateşi bulan adam ancak bu kadar zevkle bakmıştı keşfettiği şeye. Kendi kendine mırıldandı.
“Yani, sevdiğim kıza, Glori ‘ye ulaşmak için onun yaptığı şeyleri taklit etmem lazım, hmm…”
Üstat şüpheyle baktı öğrencisine. “Bir şey mi dedin genç öğrencim? Alder?”
“Ha?” dedi önce ve ardından hemen ekledi.
“Hayır, Üstat, çok teşekkür ederim, bu gün yine çok faydalı bir sohbetti, şimdi müsaadenizle biraz işim var, tekrar teşekkürler…”
Genç öğrenci Alder ayrılırken konuşmayı takip eden bir başkası da yola koyuldu. Üstat, kendi kendine konuşuyordu. O belirsiz noktaya, onları dinleyene bakması da sona ermişti. “Ne garip!” dedi “Birinin ötekinden haberi yok ötekinin kaderinden…”
***
“Eee şimdi ne yapıyoruz abi?” dedi Alder’in arkadaşı.
“Biz mi dedin Tombik? Üzgünüm yalnız takılıyorum…”
Ormanın içindeki genişçe patikada beraber yürüyorlardı, Alder’e göre daha kısa fakat kilolu olan Tombik hızlı adımlarla yetişmeye çalışırken Alder’in maceraya yalnız başına atılacağını öğrendiği için kırılmıştı ve onu kararından döndüremeyeceğini de biliyordu.
“Aman aman git bakalım tek başına, peki, ne yapman lazımmış Glori’yi elde etmek, onun aşkına sahip olmak için söylesene?”
“Aşk ve Kader, Tombik, eğer benim olmasını istiyorsam, eşitlenmemiz lazımmış.”
“Nasıl yani eşitlenmek? Ne yapacaksın Alder, bir halt anlamadım bu dediğinden.”
“ Şöyle ki, kader dedikleri şeyde sadece aynı yoldan geçen insanlar karşılaşabilirmiş. Yani eğer Glori’ye ulaşmak istiyorsam, onun günahlarını taklit etmem, onun iyilikleriyle yarışmam, onun yaptığı ihanetlerin bir benzerini…”
Tombik uzun laflardan hiç hoşlanmazdı. Gırtlaktan gelen sesiyle konuştu.
“Taamam, tamam. Anladık ne yapacağını, nerden başlıyoruz peki onu söyle bakalım?”
“İlk olarak belirtmekte fayda gördüğüm bir bilgi var Tombalak arkadaşım, ‘ben’ başlıyorum. Elimdeki ilk bilgi şu ki, Glori geçen gün sokakta kendisine sataşan bir çocuğa tokat atmış. “
Tombik şaşırmış görünüyordu.
“Ne yani bir tokat gibi ufak şeylerle mi kaderiniz kesişecek?”
“Evet, çünkü yaşam ayrıntılarda gizlidir.”
***
“Şşt düttürüüüt sen de erkek misin be, erkeksen gel de yakala bakalım beni…”
Neşeli küçük erkek çocuğu Alder’e sataşıyordu. Tek derdi biraz oynamaktı, fakat Alder’in oyun havasında olduğunu söylemek biraz güçtü. Hışımla ayağa kalktı, çocuğu kovalamaya başladı.
Çok sürmemişti, yaklaşık on adım sonra çocuk avucunun içindeydi, şimdi tek yapması gereken sağlam bir tokat yapıştırmaktı. Çocuğun gözlerine baktı, korkudan göz bebekleri küçülmüş, bağırabilecek kadar bile kendinde değildi. Alder derin bir soluk aldı ve aldığı nefesi geri vermedi. Çocuk son bir gayretle, “Vurma…” diyebildi fakat Alder dinlemedi.
“Vurucam çocuk… Sana vurucam ki, ben de vurulduğuma kavuşayım…”
Çocuk o andan sonra sadece yabancı bir elin yanağına inmesiyle çıkan ‘şaap’ sesini hatırlayacaktı.
***
“Ah be Glori! Kuyumcunun en çok değer verdiği şeylerden birini neden yürütürsün anlamam ki, zaten satamayacaksın bu haraççılar yüzünden, elinde kalacak. Riske girmenin ne alemi var ki…”
Her türlü mücevheratla, yeşil, mavi, mor, gri taşların, sarı ve beyaz altının süslediği bir kuyumcu vitrininin önünde durmuş, tam ortada sergilenen yeşil renkli, zümrüt kakmalı hançeri inceliyordu.
“Ok yaydan çıktı artık…”diye geçirdi aklından ve daldı içeriye. Kuyumcuya altın fiyatlarını, elmas madenlerini konuşurken birdenbire bayıldı(!)
Müşterisinin bayıldığını gören kuyumcu önce telaşla bir iki tokat attı Alder’in yüzüne, fakat Alder uyanmadı. Adamcağız aceleyle dükkândan çıkıp yardım isterken, Alder, sadece saniyelerinin olduğunu biliyordu, yeşil hançeri çalmak için.
Hemen yerden kalktı, cam vitrini ustalıkla açıp içindeki muhteşem hançeri cebine indirdi ve dükkândan kaçtı. Çok kolay olmuştu.
***
“Erik bahçesinden erik çalmak mı? Bu, diğerinin yanında çok hafif kalıyor…”
Tombalak her zamanki gibi neşeliydi.
“Günahın büyüğü diye bir şey olmaz Tombik, bir kere günah işlediysen, bir saman çöpü bile kaçırmış olsan artık hırsız sayılırsın…”
***
Yeşil yaprakların arasından eriğin farklı tonunu seçmek çok zordu, üstelik erikler henüz hamlardı çünkü yeni büyümeye başlamışlardı. Bu günahı işlemek için Alder daha fazla bekleyemezdi.
Erik ağacının üzerinde erik toplarken bir yandan ilerde yapacaklarını düşünüyor bir yandan da etrafı gözetliyordu. O an, gözüne, ilerideki bir ağaçta kendisi gibi erik toplayan birisi takıldı, kötü olanı kendisi de diğer kişinin gözüne takılmıştı. Otuz saniye –ki göz göze bakışmak için uzun bir süredir- birbirilerine baktıla. Diğer ağaçta duran kişi esmer tenli kahverengi gözlü bir kızdı. Okuma yazma bilmeyen birini bile şair edebilecek kadar güzel görünüyordu.
Alder hemen oradan uzaklaştı.
…
***
“Bakalım şu listene, son iki madde kaldı dostum. En kötüleri en sona sakladık.”
Alder endişelenmiş görünmüyordu, aksine, meraklı bir şekilde sordu.
“Neymiş son iki maddemiz?”
“Bunu yapmak isteyeceğinden pek emin değilim, üstelik geçen seferki madde sayesinde şehrin baş savcısı oldun…
“Nedir dedim sana!”
Bir aşık, aşka ulaşma yolunda epey sinirli ve sabırsız olabilirken, yakın dostlarını da kırabilir. Fakat Tombik bu sert tepkiyi hiç duymamış gibi yaptı. Ölü gibi bir sesle yanıtladı.
“Cinayet…”
***
Şehrin başsavcısı Alder, gardiyan olarak vazifeli olan Tombik ile konuşurken hiç de birini öldürmüş gibi değildi, içerideki iğrenç adam bunu hak etmişti.
“Yaptım… Öldürdüm Tombik.”
“Anladım efendim!” Son derece resmi bir şekilde devam etti Tombik. “Hemen cenazeyle ilgilenileceğine dair kuşkunuz olmasın!”
***
Daha önce Üstat ve Alder’in konuştukları o yeşillik düzlükteydiler yine. Üstat yoktu. Tombik ve Alder ölen adamı konuşurken Alder aniden sordu.
“Son madde nedir?”
Tombik uzun süredir bu soruyu beklese de sanki hiç beklemiyormuş gibi bir tavırla konuştu.
“Ben… Şey, yani… Alder, bıraksak mı bu işi be? Boşver be abi Glori de neymiş sana kız mı yok?”
“Tombik farkında mısın bilmiyorum ama o kız için üç yıldır yapmadığım şey kalmadı ve en son olarak da birini öldürdüm!”
“Tamaam, kızma hemen. Sadece şey, son madde de aynı, bir cinayet.”
“Eee? Yok mu bizim zindanda bir pislik daha?”
“Öyle değil… Alder bak, Glori, bu sefer sadece altınlarını soymayı umduğu zavallı bir ihtiyarı öldürmüş. İhtiyarın tek günahıysa biraz birikim yapmış olması…”
“Ne olursa olsun Glori için her şeyi yaparım!” dedi Alder. Fakat yüreği bu son maddeyi kaldırabilir mi bilmiyordu…
***
Yol boyunca sanki takip ediliyormuş gibi hissetti, sürekli. Yaşlı adam, bir bağ evinde oturuyordu. Etrafını saran bir kaç zeytin ağacı dışında hiç bir yeşilliğe sahip olmayan bu kıraç arazide kalan yaşlı adam geceleri epey bir yalnızlık çekiyor olmalıydı.
Ev, köy merkezine uzaktı. Fiziken çok kolay bir cinayet olacaktı ama ruhen…
Alder hemen zeytin ağaçlarından birinin arkasına pustu, etrafı biraz gözetleyip temiz olduğundan emin olduktan sonra evin bahçesine girdi. Hala ‘takip ediliyorum’ duygusundan kurtulamamıştı.
“Kim takip edecek! Saçmalık…” diye düşünerek kendini rahatlatmaya çalıştı ve evin bahçesinden de ilerleyip tek giriş olan tahta kapıyı olabildiğince az ses çıkartarak araladı. Yaşlı adam yatakta uzanmış, savunmasız bir şekilde yatıyordu. Yatmasa bile kendini Alder’e karşı savunması çok güçtü.
Alder, aralık duran kapıyı tamamen açarak içeriye girdi, kapıyı yeniden kapatmayı unutmadı. Sonra bir süre adamı izledi… İlk gün geldi aklına, bu günahlara başladığı ilk gün. “Önce günahlar bitsin… Sonra iyiliklere başlarım…” demişti kendi kendine. Şimdi sonuna gelmişti, listenin bittiği yere, yaşlı adamın evine.
Adam yavaş yavaş soluk alıp veriyordu, belli ki öğlen uykusunu seven biriydi. Alder o an kendinden utansa da, zümrütlü hançeri çıkarttı kuşağından. Yavaşça adamın gırtlağına doğru yaklaştırdı. Adam nefes alıp verdikçe Alder kendinden bir kere daha utanıyordu.
Sonra, tüm kasları gerinmişken, avuç içleriyle sıkabildiği kadar çok sıktı hançerin kabzasını.”Öleceksin babalık…”dedi sanki adam duyacakmış gibi. “Sen öleceksin ki, aşk yaşasın…”
Yapamayacaktı, öldüremeyeceğini biliyordu ama saatlerce o pozisyonda adamın başında bekleyebilirdi. Eğer o sesi duymasaydı.
“Yapma!” diye bağırdı bir kız. Sonra arkadaki kapıdan Alder’in boynuna sarılıp onu geriye doğru çekti. Nefesi kesilen Alder, ilk şokla elindeki hançeri yere düşürdü. Kızla bir süre boğuştuktan sonra yorgun düştüler, zaten, farkında olmadan evden çıkmışlardı.
Alder güçlü bir hamleyle kızı kendisinden birkaç metre öteye doğru ittirdi ve sonra derin bir nefes alarak baktı, ayakta durmaya çalışan kızın yüzüne. Çok güzeldi… Herkesi şair yapabilecek kadar güzel.
Sonra hatırladı, erik bahçesinde kendisinden kaçtığı kızı. Bu oydu, tarif edemeyeceği bir şekilde içi ısındı o sırada ve ortamın havasına kesinlikle saçma kaçacak bir şekilde özür diledi.
“Şey… Duralım mı? Ne dersin, üzgünüm?”
“Savunmasız birini öldüren birinden beklenmeyecek kadar kibar sözler ha?”
“Öldürmeyecektim!”
“Tabii canım, zaten şakacıktan elindeydi o hançer değil mi?”
Alder muhabbetin gidişatını hiç beğenmedi.
“Kimsin sen, neden durdurmaya çalıştın beni?” Kıza kapılıyordu adeta.
“Ben… Şey… Ne yapacaksın ki kim olduğumu? Adam ölmesin istedim, o kadar.”
“Erik bahçesinde ne yapıyordun peki? Bir kaç ay önce, seni gördüm, erik kaçırıyordun. Erikler ağaçta kalmasın mı istedin yoksa..?”
“Şey… Ben… Sen anlamazsın! Benim kader eşlemem lazımdı!”
Alder şok oldu.
“Sen… Kader eşlemek mi? Nereden biliyorsun bunu?”
“Üstat, yüzünü hiç görmediğim birine anlatırken duydum geçen sene. O günden beri eşitlenmek için çalışıyorum. “
İkisi de neden birbirilerine bunları anlattıklarını bilmiyordu. Sadece, anlatıyorlardı o kadar…
“Üstat mı? Onu nereden tanıyorsun?”
“İsmini duymuştum… Ona danışmak için yanına gittiğimde birisi onunla konuşuyordu, ben de konuşmaları dinleyip bir ders çıkarttım kendime ve bir yıldır sevdiğim…” Boğazı gıcıklandı. Son yirmi dakikadır açıklanamayacak bir şekilde o adama dair her şey silinmişti kalbinden, aklından. Üstelik Alder’e kanı kaynamaya başlamıştı.
“Birine ulaşmak için. Fakat aptalmışım… Peki sen, sen ne den buradasın ve neden öldürmek istiyorsun bu yaşlı adamı?”
“Şey ben… Ben de eşitlenmek için yapıyorum. Maalesef sevdiğim…” Aynı şekilde boğazı gıcıklandı. “Anlarsın, savunmasız birini öldürmüş, benim de aynını yapmam lazım.”
“Ve biz… Buradayız, aynı şeyleri yapan iki kişi…”
Alder o an anladı. Üstadın sözleri geçti aklından, “Ancak mı ancak aynı kaderi paylaşan ruhlar kesişebilir…”
İkisi de yaptıkları şeyi neden yaptıklarını o an anladılar. Birbirileri için… Kaderin önüne geçemeyeceklerini anladılar, aşkın insanı nasıl bir kaç saniye içinde insanı esir ettiğini…
İkisi de her şeyi anlamıştı ve bir şeyi beklemeye hiç mi hiç gerek yoktu. Çünkü ikisi de farkındaydı. Önce Alder konuştu. “Yani şimdi bizim… Yollarımız kesişti…”
“Evet…”
“Öyleyse… Yani bir zorunluluk olarak değil yanlış anlama, sen ve ben… Sen de şu an benim hissettiğim şeyi mi hissediyorsun?”
Beklemeye hiç mi hiç gerek yoktu.
“Evet, ama bu doğru mu? Yani daha yeni tanış…”
“Aynı şeyleri yaptık ve kader bizi buraya getirdi şu anda aynı şeyleri hissediyoruz ve son yirmi dakikadır birbirimizi seviyoruz, yanlış mıyım?”
Kız biraz utanmıştı. Gülümsedi. “Önce tanışsak ha? Ne dersin? “ Kıkırdadı. “Ben Sorelin. “
İkisi de yıllardır aradıkları bir hazine karşılarına çıkmış kadar mutluydu.
“Ben de Alder.”dedi erkek olan. İkisi de aynı yollardan geçmiş, aynı günahları işlemiş, aynı saçmalıkları yapmışlardı. Aynı iyi şeyleri yaşamışlardı ve aynı dersi almışlardı.
Kaderi şekillendirmeye çalışmak beyhudedir. İnsan ancak kendi dengini şekillendirir… Ve aşk için çalışmak boşadır, aşk zaten size gelir.
Eğer bir şey kısmetse, siz onu kazanmamaya bile çalışsanız o sizin olacaktır. Kader denilen şey o kadar güçlüdür ki, bazen en büyük düşman bile, farkında olmadan, en büyük yararı sağlayabilir…
Şu ana kadar elinden çıkmış en güzel öyküydü okuduklarım arasında. Güzel bir noktayı yakalamış ve bunun üzerine sağlam bir kurgu inşa etmişsin. Bakış açılarını arada bir değiştirmek güzel bir taktik olmuş, ayrıca hikayenin başlangıç kısmı da insanı meraklandıran bir şekilde çok iyi seçilmiş.
Tebrik ederim. Gerçekten okuması zevkli bir hikaye idi.
Benim de beğendiğim bir hikaye oldu. Karanlık temasını da bariz bir aşk hikayesine bağlamışsın fakat kurgu olarak olması gereken buymuş. Sonunda erik ağacındaki kız ile beraber olacağı belli olsa da arada kalan kısımların hoş bir şekilde devam etmiş. Ellerine sağlık 🙂
@KoyuBeyaz, çok teşekkür ederim beğenilmesine aşırı derecede sevindim, ayrıca, en iyi öyküm olduğunu düşünmen de hoşuma gitti çünkü üzerine en çok kafa yorduğum öyküm buydu. Teşekkürler tekrar 🙂
@magicalbronze Senin de beğenmene çok sevindim, kurgu gerçekten aşka yönelikti ve böyle sürdürmek şarttı, temayı geri plana atıp kurguyu öne almayı seviyorum sanırım. Erik ağacındak kızla beraber olacağı belli miydi? Tüh be 🙂
Sanırım Hakan abi, senin tarafından okunulan ve yorum yapılan ilk yazım olma özelliğini taşıyor bu, okuyup yorumlamakla kalmayıp beğendiğin için çok teşekkürler 🙂
Sürükleyici ve merak uyandıran bir öykü.Karakterlerin ve olay kurgun çok sağlam.Aslında sonu benim tahminimden çok daha farklı oldu.Öykünün mahkum ve Alder arasında geçeceğini sanmıştım. Ve birde o yaşlı adamı öldürmemesi sevindiriciydi.Gzüel bir yazıydı =)
Teşekkür ederim okuyup yorumladığın için 🙂 tahmin edilebilir olmamasını istemiştim, tahmin edenler olsa da, olmayanların da bulunduğunu görmek harika!
Ben de KoyuBeyaz’a katılmadan edemeyeceğim. Katılmazsam bu güzelim hikayeye haksızlık etmiş olurum. Gerçekten de üzerinde kafa yorduğun belli. Çok keyif aldım okurken. Sadece üstat denilen kişiyi betimlediğin yerde biraz anlama zorluğu çektim. Sanırım orada bir hata var. Onun dışında her şey gayet güzeldi. Kalemine sağlık…
Öncelikle okuyup beğenmene çok sevindim özellikle keyif aldığını duymak çok güzel.
Sonralıkla, Üstat kişisini betimlerken hata yapmadım aksine öyle karakterleri yazarken biraz anlaşılmazlık katmayı çok seviyorum. Daha gizemli oluyor ve orada akış bozulsun da okuyucu biraz üzerine düşünsün istiyorum aslında 🙂
Tekrar tekrar çok teşekkür ederim… 🙂