Öykü

Mutlu Kasap

Celal, çocukluğundan beri babasının kasap dükkânında çalışıyordu. Celal, orta gelirli bir ailenin çocuğuydu. Babası eskiden beri bu kasabada olduğundan çoğu kişi onu tanırdı. Yakınlarda da başka kasap dükkânı da yoktu. Dükkânın adı Şefkat Kasap’tı. Celal, babasına bir defasında sormuştu “Baba, neden dükkânımızın adı Şefkat Kasap, biz çok şefkatli bir iş yapmıyoruz ki, hayvanları kesiyoruz?” Bu soru üzerine babası cevap vermek yerine Celal’in başını okşamış ve gülümsemişti. Celal bir daha bu soruyu sormadı. Belki de sorma cesaretini kendinde bulamadı. Bu bir nevi babasını sorgulamaktı aslında. Celal kendinde soracak cesareti bulduğunda yani yeterince büyüdüğünde babası çoktan hayata gözlerini yummuştu. Öksüzlük ile çok erken yaşında tanışan Celal, artık hem öksüz hem de yetimdi.

Celal ile Ayşenur’un evleri birbirine bir hayli uzaktı. Tanışmaları tamamen tesadüf eseri olmuştu. Celal, en büyük amcası olan Bekir Amca’yı otogara bıraktı. Geri dönerken evin bazı ihtiyaçları olduğu aklına geldi ve ilk gördüğü bakkalın önünde durdu. Camda kocaman Mutlu Bakkal yazıyordu. Kendi kendine “Bakalım içerideki herkes mutlu mu?” dedi ve gülümsedi. Dükkândan içeri girdiğinde ilk olarak kasada oturan Ayşenur’un babasını gördü. Adam gülümseyerek “Hoş geldiniz,” dedi. Celal de gülümseyerek başı ile selamladı. Sesi duyunca Ayşenur, arkadaki depodan çıktı ve “Buyrun ne istemiştiniz?” diye sordu. Celal bir an öylece kaldı ve bu bakkalın adı Mutlu Bakkal değil, Güzel Bakkal olmalıymış, diye geçirdi aklından. Celal cebinden not defterini çıkardı ve alacaklarını teker teker söylemeye başladı. O söylerken Ayşenur da ürünleri bulup bir araya getiriyordu. Celal, alacaklarım bu kadar, dedikten sonra Ayşenur tüm alınanları poşetledi. Ürünleri bulma ve poşetlemeyi o kadar hızlı yapmıştı ki Celal, “Bu kız uzun zamandan beridir bu işi yapıyor olmalı,” diye düşündü. Celal bayağı bir şey almıştı. Tam poşetleri alacakken Ayşenur, “Kapının önündeki araba sizin mi?” diye sordu. Celal, “Evet” dedi. Ayşenur, “O halde size yardımcı olayım,” dedi. Celal, hayır diyecek gibi oldu ama kız poşetlerin yarısından fazlasını çoktan almıştı bile. Celal bir an “Bu kız benden çok daha güçlü olmalı,” diye düşündü ve bu anlamsız kıyaslamayı yaptığı için kendi kendine gülümsedi. Aslında yüzündeki gülümsenin nedeni tam olarak bu değildi. Arabanın yanına geldiklerinde kız poşetleri bıraktı. Celal, “Çok teşekkürler, size de zahmet oldu,” dedi. Kız, “Rica ederim, iyi akşamlar,” dedi. Kız arkasını dönüp giderken, Celal neden yaptığını bilmediği halde “Adınız nedir?” diye soruvermişti. Hatta ağzından kaçırdı desek daha doğru olur. Kız arkasını döndü, Celal bir an keşke sormasaydım diye aklında geçirdi. Kız oldukça kibar bir şekilde, “Ayşenur,” dedi ve ardından gülümsedi. “Sizin adınız nedir?” der gibi bakıyordu Celal’in gözlerine. Kız, “Ya sizin?” dedi. Celal, uykudan yeni uyanmış biri gibi “Hı,” dedi. Kız, “Sizin isminiz nedir? Umarım bir isminiz vardır,” dedi gülümseyerek. “Celal, adım Celal,” diyebildi o kadar. Kız hoşlanmıştı Celal’den. Celal’in hisleri ise hoşlanmaktan çok daha öte olduğu aşikârdı. Kız, “İyi akşamlar,” dedi ve dükkâna doğru yürümeye başlamıştı ki Celal “Size de iyi akşamlar, yardımınız için tekrar teşekkürler,” dedi ve arabaya bindi. Celal’in o gece çok da iyi uyuduğu söylenemezdi ancak bu durumdan hiç de şikayetçi değildi. Tüm geceyi Ayşenur’u düşünerek geçirmişti. Celal, ertesi gün her zaman olduğu gibi erken saatte dükkânı açmaya gitti. Keyfi yerindeydi. Yolun karşı tarafındaki berber Ahmet Abi çoktan dükkânı açmış, havluları asıyordu. “Günaydın Celal’im, nasılsın? Keyfin yerinde görünüyor,” dedi. Celal, “Günaydın Ahmet Abi iyiyim çok sağol, uykumu iyi aldım sanırım,” dedi ve ardından gülümsedi. Celal öğlen vakti olduğunda yemeğe gitmek için dükkânını kapattı. Aklında Ayşenur vardı ve onu görmek istiyordu. Ayşenur’un dükkânına gitmeye karar verdi. Dükkâna ulaştığında saat on iki buçuk civarıydı. Ayşenur ve babası genelde bakkalın karşısındaki lokantaya giderlerdi. Celal, neden sırayla yemeğe gitmediklerini merak etti. Daha önce gün içinde bakkal kapatıldığını görmemişti. Bu durum onu biraz şaşırtmıştı. Sonra bu gereksiz ayrıntı üzerinde pek durmadı. Tekrar dükkâna döndü. O gün bir şeylerin farklı olduğu belliydi. Esnaf arkadaşları Celal’i iyi tanırdı. Somurtkan biri değildi fakat çok güler yüzlü biri olmadığını da herkes bilirdi. Celal dışarı baktığında Ahmet Abi’nin dükkânın önündeki oturaklardan birinde oturduğunu gördü. Celal’e gel anlamında el işareti yaptı. “Bir çay söyle de içelim aslanım,” dedi. Celal üç dükkân ilerideki çay ocağına gitti ve iki çay söyledi. Ahmet Abi oturağı işaret etti. Celal hemen oturdu. “Bak aslanım ben, babanın çok eski arkadaşıyım. Sen, bana onun emanetisin,” dedi. Celal başıyla evet anlamında onaylıyordu. “Uzun zamandır seni mutsuz görüyorduk, bu bizi çok üzüyordu. Nihayet yüzünü gülerken görmek bizi çok mutlu etti. Ben insan sarrafıyım oğlum. İnsanların ne zaman böyle mutlu olabileceğini de az çok tahmin edebilirim,” dedi. Celal aslında Ahmet Abi’nin söylediklerinin çoğunu dinlememişti. Sadece onaylar şekilde başını sallıyordu. Ahmet Abi “Kim bu şanslı kız?” diye sordu gülümseyerek. Celal birden kendine geldi. “Kim!?” dedi. Bunun bir soru olmadığı belliydi. “Celal’im biz de geçtik bu yollardan, seni böyle mutlu eden kişiyi tanımak isterim. Sen benim oğlum sayılırsın,” dedi. Sırtına hafifçe dokundu. “Hadi sana hayırlı işler aslanım,” dedi. Dükkânına girdi. Celal akşam yedi civarı dükkânı kapattı. Bakkallar daha geç saatlere kadar açık olacağından arabasına bindi ve kızın dükkânına doğru sürmeye başladı. Babası olmadan bu saatte dükkânda kalmaz diye düşündü. Bir an gitmekten vazgeçecekti ki daha sonra ne kaybederim diye düşündü ve sürmeye devam etti. Dükkâna baktığında babası kasadaydı, Ayşenur ise bir şeyleri düzenliyordu. “Farklı bir durum olmasını mı bekliyordun?” dedi kendi kendine. Arabayı çalıştırdı. Kısa bir süre bakkala baktı. Tam hareket edecekken babası ayağa kalktı. Eliyle ben çıkıyorum der gibi bir hareket yaptı. Kızı da babasına karşılık verdi. Adam dükkândan çıktı. Celal arabayı durdurdu. Adam köşeyi dönüp kaybolduktan sonra Celal arabadan indi ve dükkâna girdi. Kız her müşteriye hitap eder şekilde hafifçe gülümsedi ve “Hoş geldiniz, buyrun,” dedi. Celal, “Merhaba Ayşenur,” dedi. Ayşenur, “Selam Celal,” dedi. Kız Celal’in neden geldiğini anlamış gibiydi. Celal’e oturabileceği bir yer gösterdi. Celal oturdu ve konuşmaya başladılar. Uzun süre muhabbet ettiler. Celal ortak bir şey yakalamak istiyordu fakat bu işte pek başarılı olmadığı aşikardı. Neyse ki Ayşenur Celal’e filmlerle arasının iyi olup olmadığını sordu. Celal film izlemeyi pek sevmezdi. Sinemaya ise en fazla üç veya beş defa gitmişti. “Film izlemeyi çok severim,” dedi. Bunun üzerine Ayşenur, “O zaman bu hafta sonu bir film izleyelim, ne tür filmleri seversin?” diye sordu. Celal, “Fark etmez, güzel olsun yeter,” diye cevap verdi. Celal’e kalsa seneler sürebilecek bir tanışma süreci oldukça kısa olmuştu. Celal bu durumdan çok memnundu. Hafta sonu buluştular ve bir filme gittiler. İkisi de filmi çok beğendi. Güzel olan film miydi? Yoksa birlikte vakit geçirmek miydi? O günden sonra birlikte çokça vakit geçirdiler. Yavaş yavaş birlikte bir hayatın planını yapmaya başladılar.

Celal bir gün Ayşenur’u yemeğe davet etti. Celal’in elinde kırmızı bir gül demeti vardı. “Merhaba Celal,” dedi. “Hoş geldin Ayşenur, bunlar senin için,” dedi Celal. “Teşekkürler, çok naziksin,” dedi Ayşenur. Gittikleri restoran lüks bir yerdi. Normal şartlarda bu tarz yerlere pek gitmezlerdi. Celal, evlenme teklifini yemekten önce mi yoksa sonra mı yapsam diye düşünürken, birden “Ayşenur, ömrümün geri kalanı olur musun?” diye sordu. Ayşenur evlenme teklifi bekliyordu fakat bu kadar çabuk olacağını tahmin etmemişti. Celal, Ayşenur’a bakıyordu. Ayşenur çok heyecanlanmıştı ve heyecandan kısılmış sesi ile “Evet,” dedi. Romantik ortamı bozan Ayşenur oldu. “Karnım çok acıktı, hadi yemek yiyelim,” dedi ve güldüler. Yemeği yedikten sonra Ayşenur’u evine bıraktı.

Kısa bir süre sonra evlendiler. Gayet mutlulardı. Yaklaşık iki ay sonra Ayşenur’un babası vefat etti. Ayşenur’un annesi, Ayşenur daha çocukken öldüğü için ve kardeşi de olmadığından tek yakını babasıydı. Onun ölümü ile kendini çok yalnız hissetmeye başladı. Neyse ki Celal onun yanındaydı. Her sabah beraber kalkıyor ve kahvaltı yapıyorlardı. Daha sonra biri bakkala diğeri ise kasap dükkânına gidiyordu. Hem gün içinde birbirlerini görmüyorlar hem de Ayşenur kendini çok yalnız hissediyordu. Bir akşam eve geldiklerinde, “Celal, biraz konuşabilir miyiz?” diye sordu. Celal, “Tabii ki, ne hakkında konuşacağız?” diye sordu. “Sadece akşamları birbirimizi görüyoruz. Dükkânlardan birini satsak nasıl olur? Zaten ikimiz de fena kazanmıyoruz. Bir dükkânın geliri bize rahatça yeter. Fikrin nedir bu konuda?” Celal bu konu üzerinde çok düşünmemişti fakat çok hızlı bir cevap verdi. “Olabilir, neden olmasın, hangi dükkânı satacağız peki?” diye sordu. “Benim babamdan kalan tek şey dükkânım, kasap dükkânını satsak nasıl olur?” diye sordu Ayşenur. “Benim için de durum çok farklı değil, fakat bir ortak yol bulabiliriz,” dedi Celal. Celal, Ayşenur’un moralinin iyice bozulduğunu fark edince şöyle bir öneri sundu. “Kasap dükkânını satmayalım, dursun. Beraber bakkalı işletelim. Biliyorum çok mantıklı değil ama orta bir yol olabilir. Ne dersin?” “Güzel fikir” dedi Ayşenur. Keyfi yerine gelmişti. “Ufak bir ekleme yapayım. Önce etler bitsin daha sonra yanında çırak olarak başlarım,” dedi Celal. Etleri bitirene kadar yine ayrı ayrı dükkânlara gidip geldiler. Sonunda beraber çalışmaya başladılar. İlk günlerde Ayşenur, Celal’i esnaf ile tanıştırdı. Celal, bazıları ile düğünde tanışmıştı zaten.

Başlarda her şey iyi gidiyordu. Kısa bir süre sonra aralarında bazı anlaşmazlıklar olmaya başladı. Her ailede olabilecek cinsten sorunlardı bunlar. Bazen Celal açıyordu dükkânı bazen Ayşenur. Nadiren her ikisi de geliyor fakat çok konuşmuyorlardı. Bu esnafın gözünden kaçmadı. Esnaf bu yeni evli çift ile konuşmaya karar verdi. Önce senelerdir tanıdıkları için Ayşenur ile konuşmaya karar verdiler. Ayşenur’un kesinlikle kıramayacağı kişi babasının en yakın dostu olan Rasim Amca’ydı. Ayşenur ve babası yemeğe hep onun lokantasına giderlerdi. Rasim amca, Celal’in olmadığı bir zaman “Kızım, vaktin olduğunda biraz konuşalım mı?” diye sordu. Ayşenur konunun ne olacağını tahmin etti. “Tabii konuşalım Rasim Amca,” dedi ve gülümsedi. Akşama doğru bakkalı biraz erken kapatıp, Rasim Amca’nın lokantasına geçti. Rasim Amca bir masa gösterdi ve “Buyur kızım,” dedi. Ayşenur oturdu. “Sen akıllı kızsın Ayşenur kızım. Sen bana, babanın emanetisin. Benim de kızım sayılırsın,” dedi. “Sağ ol, Rasim Amca,” diye cevap verdi Ayşenur. “Uzun süredir, komşu esnafın ve benim de dikkatimi çeken bir durum hakkında konuşmak istedim seninle. Celal oğlum ile aranızda ciddi bir sorun mu var? Evleneli kısa bir süre olmuş olmasına karşın aranız pek iyi değil gibi görünüyor. Bizim elimizden bir şey gelir mi kızım? Yardım etmek isteriz,” dedi Rasim Amca. Ayşenur gülümsedi ve “Her ailede olabilecek şeyler bunlar, yine de çok sağol Rasim Amca sorduğun için,” dedi. Ayşenur hiçbir bilgi vermemişti. “Ben kalkayım Rasim amca geç oldu,” dedi Ayşenur. “Tamam kızım anlatmak istediğin bir şey olursa biz her zaman yanındayız. İyi akşamlar,” dedi Rasim Amca. “İyi akşamlar Rasim Amca,” dedi ve evin yolunu tuttu. Ertesi gün Rasim Amca’nın esnaf arkadaşları meraklı bir şekilde sordu “Sıkıntı neymiş abi?” Rasim Amca, “Hiçbir şey anlatmadı,” dedi. “Celal ile konuşmamız lazım. Kim konuşacak?” diye sordu Rasim Amca. Herkes birbirine bakıyordu. Rasim Amca kimsenin gönüllü olmadığını görünce “Neyse, ben konuşurum,” dedi. Celal’in yalnız olduğu bir gün dükkâna girdi. “Celal’im nasılsın?” diye sordu. “İyiyim sağol Rasim Amca sen nasılsın? Buyur otur. Bir çay söyleyeyim,” dedi. “Yok Celal sağol, bu akşam vaktin varsa biraz muhabbet edelim mi? Bayağı zamandır muhabbet edemiyoruz,” Celal, “Olur Rasim Amca, ben akşam lokantaya gelirim,” dedi. Celal, dükkânı kapatıp lokantaya geçti. Rasim Amca ile konuştular ve Ayşenur ile olan konuşmanın neredeyse aynısı gerçekleşti. Celal de hiçbir şey söylememişti. Rasim Amca ve esnaf arkadaşları bu durumu bir daha sormadılar. Ayşenur ve Celal arasındaki ilişki aynı şekilde devam etti. Bir gün aralarında çok büyük bir tartışma gerçekleşti ve Ayşenur evi terk etti. Celal de sinirli olduğundan gitmesine itiraz etmedi. Aradan üç gün geçti ve Ayşenur’dan bir cevap gelmeyince Celal polise gitmeye karar verdi. Polise gidip eşinin üç gün önce evden ayrıldığını ve bir daha gelmediğini söyledi. Polis memuru ilk olarak “Kavga ettiniz mi?”, “Sorununuz var mıydı?” gibi sorular sordu. Celal bir an duraksadı ve “Evet, tartışmıştık,” dedi. “Dövdünüz mü?” diye sordu polis memuru. “Kesinlikle hayır!” diye çıkıştı Celal. “Nereye gitmiş olabileceği hakkında bir bilginiz var mı?” diye sordu polis memuru. “Bilmiyorum,” dedi Celal. Polis memuru, “Tamam, biz gereğini yapacağız, size kolayca ulaşabileceğimiz bir numara verir misiniz?” diye sordu. Celal, dükkânın numarasını verdi. Celal belli aralıklarla karakola gidiyor, haber olup olmadığını soruyor, her defasında haber olmadığı bilgisini alınca canı daha çok sıkılıyordu. Aradan iki ay geçmesine rağmen hiçbir haber gelmemişti. Esnaftan birçoğu bu işin sorumlusu olarak Celal’i görüyordu. Rasim Amca ise bu şekilde düşünmüyordu. Her ikisi için de çok endişeliydi. Bir süre sonra Celal kendini çok yalnız hissetmeye başladı. Artık burada yaşamak istemiyordu. Yaşadığı yerden uzaklaşmaya karar verdi. Dükkânın kapılarını ve kepenklerini kapattı. Esnaftan bazıları yanına geldi, “Celal kardeş hayırdır, nereye gidiyorsun?” diye sordular. “Artık uzaklaşmak istiyorum buralardan. Dükkân, çevre, ev; her şey Ayşenur’u hatırlatıyor bana,” dedi Celal. O sırada Rasim Amca geldi. “Aslanım, bir konuşalım mı?” diye sordu. “Olur Rasim Amca,” diye cevap verdi. Uzun uzun konuştular. “Hakkını helal et Rasim Amca, gideceğim yerden seni ararım. Allah’a emanet ol,” dedi. “Helal olsun Celal’im sen de hakkını helal et. Ayşenur kızım, sen de oğlumsun. Kapım size her zaman açıktır,” dedi. Celal “Sağ olasın Rasim Amca,” dedi ve eve doğru yürümeye başladı. Eve gitti ve bavulunu hazırlamaya başladı. Gideceği yer belliydi. Çocukluğunda altı sene boyunca her yaz teyzesinin yanına gitmişti. Küçük, güzel bir kasabaydı. Hazırlıklarını yaptı ve yola çıktı.

Ulaştığında öncelikle bir otele yerleşti. Uzun bir süre kendini idare edebilecek kadar parası olmasına karşın hemen dükkân aramaya başladı. Çevreyi gezerken üçüncü gün bir camda ilan gördü. Devren satılık yazıyordu. Kendi kendine “Neden olmasın? Güzel bir yere benziyor,” dedi. Acaba önce çevre esnafa falan sorsam mı, diye düşündü. “Ne olabilir ki?” diye düşündü. Ertesi gün devren satılık yazısının altındaki telefon numarasını aradı. Dükkânın sahibi geldi ve anlaştılar. Celal dükkânı satın aldı. Sıra geldi dükkânın adını belirlemeye. Kısa bir süre düşündükten sonra kararını verdi. Dükkânın adını Mutlu Kasap koymaya karar verdi. Kısa bir süre içinde dükkânın tadilat işlerini yaptırdı. Tedarikçi et firmasını da çoktan ayarlamıştı. Etlerini dizdi. Dükkân için açılış töreni falan yapmadı. Sanki bu kasap dükkânı senelerdir burada açıkmış gibi devam etti çalışmaya. Birkaç esnaf hayırlı olsun demek için geldiler. Celal, “Sağ olun,” diyerek geçiştirdi. Bu soğuk bir başlangıç oldu. Bu durum daha sonra da pek değişmedi. Celal kimseye selam vermezdi. Sabahları gördüğü esnafa günaydın bile demezdi. Esnaf bu duruma çabuk alışmıştı. Alışmayıp da ne yapacaklardı ki, psikolojik tedavi mi aldıracaklardı adama.

Yaklaşık bir ay sonra öğle vakti gibi üç adam tüm esnafı geziyorlardı. Adamlardan biri orta boylu, sarı saçlı ve sağ kolunda neredeyse kolun tümünü kaplayan bir akrep dövmesi vardı. Çetenin elebaşı bu adamdı. Adı İsmail’di. Bazıları “Sarı İsmail”, bazıları ise sadece “Sarı” derdi. Adamlardan diğeri esmer ve iri yapılı bir tipti. Üçüncü adam ise kısa boylu, esmer ve zayıftı. Esnaf, bu adamlardan bayağı korkuyordu. Adamlar esnafı haraca bağlamıştı. Belalı tipler oldukları her hallerinden belli oluyordu. En son, kasabın yanına geldiler. “Selam beyaz önlük, esnaf sana bizden bahsetti mi? Biz buranın güvenliğini sağlıyoruz,” dedi Sarı. Celal, “Sağ olun, beni hiç kimseden korumanıza gerek yok,” dedi. “Neyse beyaz önlük biz şimdi gidiyoruz, senin yerinde olsam esnaftan bizim hakkımızda bilgi alırım,” dedi ve mahalleden ayrıldılar. Birkaç hafta sonra üç adam tekrar ortaya çıktı. Adamlar geçen geldiğinde esnafın bir kısmı yoktu. Bu sefer de onlardan para almaya geldiler. Tüm esnafı gezdikten sonra sıra kasaba geldi. “Beyaz önlük hizmetimizden memnun kalacaksın. Bak tüm esnaf hizmetimizden memnun. Ödemelerini hiçbiri aksatmıyor,” dedi Sarı. Celal “Geçen sefer istemediğimi söylemiştim. Bir daha bu dükkâna uğramayın.” dedi. Sarı, Celal’in hiç beklemediği bir anda Celal’in suratına sert bir yumruk indirdi. Celal afalladı, bunu beklemiyordu. İri yapılı olan adam da sert bir tekme vurdu. O sırada hiçbir esnaf müdahale etmedi. Celal tüm gücü ile Sarı’ya bir yumruk vurdu. Böyle bir şey beklemediğinden Sarı yere kapaklandı. Diğer ikisi Celal’i bayağı tartakladı. O sırada Sarı ayağa kalktı ve Celal’in suratına tekme attı ve “Bir dahaki sefer geldiğimizde sen esnafın verdiğinin iki katını vereceksin,” dedi. Celal yere yığılmıştı. Onlar gözden kaybolduktan sonra esnaf Celal’i kaldırdı ve bir sandalyeye oturttular. Yüzünü, gözünü sildiler. Celal çok sağlamdı. Onun yediği dayağı bir başkası yeseydi, bu kadar kısa sürede kendine gelemezdi. On dakika sonra kendine geldi. Esnaftan yaşlı bir amca bu serserilerin kim olduğunu anlattı. “Sarı saçlı olanın adı İsmail (Sarı İsmail veya Sarı derler), iri yapılı olanın adı Mahmut, kısa olanın adı ise Recep.” Başa çıkamadıkları için haraç verdiklerini söyledi. Celal hiç konuşmuyordu. “İyiysen biz gidelim,” dedi adamlardan biri. Celal sadece “Sağ olun,” dedi.

Ertesi gün Celal dükkânı erkenden açtı. Aklında karısı vardı ve onu çok özlemişti. Bu da canını sıkıyordu. O sırada serseriler tekrar geldi. “Selam beyaz önlük,” dedi. Celal onları görünce birden sinirlendi. Satırı kaptığı gibi hızla dışarı koştu. Hiçbiri bunu beklemiyordu. Esnaf şoktaydı. Kaçarken tehdit savurmaya devam ediyorlardı. Esnaftan bazıları gülüyordu bazıları ise bu daha sonra sıkıntı yaratacak bir olay olduğu için biraz endişeliydiler. Aslında Celal onlardan korkuyordu. Onların üzerine nasıl koşmuştu? Kendi bile buna şaşırdı. Umarım bir daha gelmezler diyordu. Yaklaşık üç hafta sonra geldiler. “Selam etçil hayvan, geçen sefer bir alacağımız kalmıştı sende, onu alabilir miyiz?” dedi Sarı. Celal tam vermiyorum diyecekti. Cümlesi yarım kaldı. Sarı’nın elinde silah vardı. “Yorma bizi, ne kadar ileri gidebileceğimizi tahmin dahi edemezsin,” dedi. Esnaf şoktaydı. Celal’in ne yapacağını merak ediyorlardı. Celal içeri gitti ve bir miktar para getirdi. “Kasap abi bir dahaki geldiğimizde bize iki kilo yağsız yerinden kıyma iki kilo da kuşbaşı hazırla!” dedi Sarı. Serseriler iki ay boyunca gelmediler. Esnaf şaşkın ama mutluydu. Sadece neden gelmediklerini merak ediyorlardı.

Bir sabah manav, dükkânını açmaya gelirken kasap dükkânın önünde bir çanta gördü. Yanına gitti ve çantadan azar azar sızan kanı gördü. Manav hemen polisi aradı. Polisler kısa süre içinde geldi. Çantayı açtılar. Esnafa dadanan serserilerin elebaşıydı. Namıdiğer Sarı. Sarı, parçalanarak bavula konulmuştu. Berber parçalanan cesette ilginç bir şeyi fark etti ve arkadaşına gösterdi. Kesilmiş etin bir kısmı kıyma şeklinde bir kısmı ise kuşbaşı şeklinde kesilmişti. Polisler herkesi sorguya aldı. Esnaftan sadece Celal yoktu. Amir, esnafa “Bu Sarı denilen adamla sorunu olan var mıydı?” diye sordu. “Amirim, o ve arkadaşları bizden haraç alıyordu. Bizde verdiğimizden dolayı sorun olmuyordu,” dedi esnaftan birisi. Amir, “Tüm esnaf burda mı?” diye sordu yanındaki memura. “Sadece kasap yoktu amirim, geri kalan tüm esnafı getirdik,” dedi polis memuru. “Siz benle dalga mı geçiyorsunuz? Katil, bildiğin inek gibi kesmiş adamı. Sadece kasabı getirmedik diyorsunuz!” diye kızdı amir. “Dükkân kapalıydı, amirim,” “Gidin bulun şu kasabı!” dedi amir. Esnaftan biri Celal’in evini biliyordu. Polislere tarif etti. Polisler evi buldu. Kapıya vurdular. Celal şaşırdı. Onun pek misafiri olmazdı. Kapıyı açtı ve karşısındaki polisleri gördü. “Ne istemiştiniz komiserim,” dedi Celal. “Bizimle merkeze kadar gelmen gerekiyor,” dedi polislerden biri. “Neden?” diye sordu Celal. “Merkezde öğrenirsin. Hadi,” dedi diğer polis memuru. Merkeze gittiklerinde öldürülen adamın arkadaşları da oradaydılar. Esnaftan biri Celal’in bu adamlarla yaşadıklarını detaylı bir şekilde anlatmıştı amire. Celal’i uzun bir süre sorguladılar fakat herhangi bir şey çıkmadı. Ne dükkânında ne de evinde delil bulunmadığından Celal’i serbest bıraktılar. Esnaf biraz tedirgindi. Esnaftan bazıları cinayeti Celal’in işlediğini düşünüyordu. Çünkü bu adamlarla sadece o sorun yaşamıştı.

Yaklaşık bir ay geçmişti. Tam her şey eskisi gibi normale döndü derken, telefon çaldı. Celal telefonu açtı. “Merhaba, ben komiser Ahmet, Celal Akkurt ile mi görüşüyorum?” dedi komiser. Celal “Evet, benim,” diye cevap verdi. “Vereceğim adrese acilen gelmeniz gerekli!” Celal adresi not aldıktan sonra ilgili adrese gitti. Celal karakola girdi ve “Merhaba ben Celal Akkurt, Ahmet Komiser’im aradı, bugün buraya gelmem için,” dedi. Polis memuru komiserin odasını gösterdi. Celal kapıyı bir iki kere tıklatıp girdi. Celal tam konuşacakken “Biliyorum, otur,” dedi komiser. “Eşin ile ne zamandır görüşmüyorsunuz?” diye sordu komiser. “Kayıptı komiserim, bulundu mu?” dedi Celal, heyecanlıydı ama içinde kötü bir his vardı. “Eşin olduğunu düşündüğümüz bir ceset bulduk. Yukarıda gölün yanında,” dedi komiser. “Eşim olduğuna nasıl karar verdiniz?” diye sordu Celal. “Kimlik teşhisi için kasabadan Rasim Özyürek geldi ve o eşiniz olduğunu söyledi. Bunun üzerine sizi aradık. Tabii ki kesin teşhisi yapacak olan sizsiniz,” dedi komiser. Celal’in içi içini yiyordu. “Yalnız cinayet şekli çok kötü, buna dayanabilecek misiniz?” dedi komiser. Celal titrek bir sesle “Evet,” dedi. Celal cesedi gördüğünde donakaldı. Cesetin her organı ayrı ayrı kesilmişti. Tıpkı kasap dükkânının önündeki ceset gibi. Komiser, “ceset bulunduğunda bir bavulun içindeydi,” dedi. Celal’in gözleri doldu ve dışarı çıktı. Dışarda Rasim Amca’yı gördü. “Başın sağ olsun oğul,” dedi Rasim Amca. Kısa bir süre içerisinde olan bu olaylar Celal’i çok fena bir hale getirmişti. Resmen yürüyen bir ceset olmuştu.

Esnaftan bazıları Celal’in yeni taşındığı kasabada işlenmiş olan cinayeti öğrenmişlerdi. Adamların Celal’le sorun yaşamış olması, cinayetleri işlenme şekillerinin birbirine çok benziyor olması, esnaftan birçok kişinin Celal hakkında kötü düşünmesine neden oldu.

Celal, bir müddet yine kendi kasabasında kalmaya karar verdi. Bakkal yerine kasap dükkânını açmaya karar verdi. Bir ay ya oldu ya olmadı ilginç bir olay daha gerçekleşti. Manav Hamdi Abi’nin büyük oğlu Mehmet için kayıp ilanı verildi. Olayın ilginçliği ise şuydu. Celal ile Ayşenur evlenmeden önce Mehmet ile Ayşenur iki sene civarı sevgililermiş. İlişkiyi bitiren Ayşenur olmuş. Mehmet ise biraz takıntılıymış, birkaç defa Ayşenur’u rahatsız ettiği olmuş. Babası tarafından defalarca uyarılmasına rağmen Mehmet bundan vazgeçmemiş. Evlendikten sonra rahatsız edip etmediğini kimse bilmiyordu. Sabah olduğunda esnaf dükkânlarını açarken Ahmet Abi manavın önündeki bavulu gördü. Bavula yaklaştı, dikkatlice baktığından bunun bir ceset olduğunu farketti. Polisler gelip baktıklarında cesedin kafası yoktu. Hamdi abi oğlunu doğum lekeleri ve kolundaki dövmeden tanıdı. Hamdi abi yıkılmış durumdaydı. Esnaf şaşkın bir biçimde birbirlerine baktı. Kısa bir süre içinde bu kadar olay herkes için çok fazla diye düşünüyorlardı.

* * *

Ayşenur:

– Bana bak, benim ne yapacağıma karışamazsın.

– Ben senin kocanım ve ne yapacağına tabii ki karışırım.

– Evlendiğimizden beri bana bir gün bile huzur vermedin.

– Sen mi bana huzur vermedin, ben mi sana?

– Keşke Mehmet ile evlenseymişim, senden çok daha iyi biriydi.

Ayşenur’un bu sözü Celal’de şok etkisi yaptı. Başından aşağı kaynar sular dökülmüş gibi hissetti.

Celal:

– Cehennem ol, nereye gidersen git!

– Bir daha yüzümü göremeyeceksin.

Ayşenur kapıyı çekip çıktı. Ayşenur Celal’e söylediği gibi Mehmet’in yanına gitti. Mehmet, Ayşenur’un onun yanına gelmesine çok sevindi. Beraber babasının kullanmadığı bir ev vardı, oraya gittiler. Celal Ayşenur’u çok kolay bulabilecekken, sinirlenmiş ve kırılmış olması onun harekete geçmesini engelledi. Daha sonra aradığında ise onu bulamadı. Başlarda Mehmet’i görmek Ayşenur’a çok iyi gelmişti. Ayşenur Celal’e çok kızmıştı. Kısa bir süre sonra Ayşenur bu durumdan pişmanlık duymaya başladı. Bu kadar basit tartışmalar ile böyle bir şey yapılır mı diye kendine kızdı.

Ayşenur:

– Ben gidiyorum.

– Nereye?

– Evime döneceğim.

– Neden, burada mutlu değil misin?

– Celal’e haksızlık yaptığımı düşünüyorum.

– Artık gidemezsin. Hep birlikte olacağız.

Ayşenur bu sözün üzerine korktu ve kapıya doğru koşmaya başladı. Mehmet onu yakaladı ve sert bir tokat attı. Ayşenur olduğu yere yığıldı. Ayıldıktan sonra Mehmet ona yemek getirdi. Bu durum bir müddet devam etti. Mehmet Ayşenur’u bu şekilde ikna edebileceğini sanıyordu. Fakat Ayşenur günden güne daha çok tiksiniyordu Mehmet’ten. Bir keresinde Mehmet, Ayşenur’a çok yaklaştığı bir anda Ayşenur kısık sesle bir şey söyledi. Mehmet duymayınca biraz yaklaştı. Ayşenur, Mehmet’in kulağını ısırıp kopardı. Bunun üzerine Mehmet eline geçirdiği sert bir cisim ile Ayşenur’un kafasına vurarak onu bayılttı. Sinirine yenik düşen Mehmet, zaten katil ruhlu biriydi. Keskin bir bıçak ile bir kasap edasıyla Ayşenur’un vücudunu parçalamaya başladı ve parçaları bir bavula doldurup gölün kenarına attı. Kulağının durumunu kimseye açıklayamayacağı için ortalıktan kayboldu. Ne ailesinin ne de bir başkasının Mehmet’in nerede olduğu hakkında bilgisi yoktu.

* * *

Celal uzun bir arayıştan sonra Mehmet’in kaldığı yeri buldu. Issız, çevresinde fazla ev olmayan bir yerde yaşıyordu. Celal, Mehmet’in tek yaşadığından emin olduktan sonra bir akşam Mehmet’in evine girdi. Celal’in elinde silah vardı. Mehmet olduğu yerde kalakaldı. Celal, Mehmet’e yaklaştı ve silahın kabzasını Mehmet’in başına vurdu. Mehmet olduğu yere yığıldı. Mehmet’i sıkıca bağladı ve arabanın bagajına koydu. Bagajda iki tane satır üç tane bıçak vardı. Gece iki civarıydı. Celal bakkalı açtı. Mehmet’i içeri taşıdı ve bir sandalyeye sıkıca bağladı. Sağlam bir şekilde bağladığına emin olduktan sonra Mehmet’i ayılttı. Celal’in ilk sorusu, “Ayşenur’u neden öldürdün?” oldu. Mehmet, “Bir defa hata yaptım, benden uzaklaştı ve seninle evlendi. Ayşenur bu kez yanıma geldiğinde, bu bizim için ikinci bir şans oldu fakat o bunu anlamadı. Ben onu bu kadar seviyordum, o benden tiksindiğini söylüyordu. Ona, benden ayrılmaya kalkarsa hem kendimi hem de onu öldüreceğimi söyledim. O ise benim sevgime hakaret ederek ve bana zarar vererek karşılık verdi. Bir daha sana gitmesine dayanamazdım,” dedi Mehmet soğukkanlı bir tavırla. Celal, “Görüyorum ki hem kendini hem de onu öldüreceğini söylemişsin ama o öldü fakat sen yaşıyorsun,” dedi. Mehmet’in yanına hızlıca yürüdü. Sağ elindeki bıçakla Mehmet’in boyununu kesti. Kan fışkırıyordu. Boğazını biraz daha kesti ve Mehmet hareketsiz kaldı. Daha sonra satır ve bıçak ile cesedi parçaladı. Başını yazar kasanın bulunduğu masanın üzerine koydu. Bunun bir anlamı vardı. Ayşenur’un intikamını almıştı. Cesedin geri kalanını bir bavulun içinde manav dükkânının önüne bıraktı. Mehmet’in kafası intikamı alınan kişinin, geri kalanı ise ailesinindir.

* * *

Sarı, o gece arkadaşlarıyla baya içmişti. Eve geldiğinde o kadar sarhoştu ki evin anahtarını çıkarmış olmasına rağmen bir türlü kapıya takamıyordu. Arkadan bir koşma sesi duydu, tam arkasına dönerken kafasına sert bir darbe aldı ve bayıldı. Sarı gözlerini açtığında etrafta kimseyi göremedi. “İmdat! Kimsiniz beni neden kaçırdınız?” diye bağırdı. Adam arkada sessizce duruyordu. Sarı çok sıkı bağlı olduğundan dolayı arkaya dönemiyordu. “Kimsin? Erkeksen yüzünü göster!” diye bağırıyordu.

Gelen ses Sarı’nın tüylerini diken diken etmeye yetmişti. “Merhaba,”

Sarı sesi kolayca tanımıştı ama “Recep neden böyle bir şey yapsın,” diye düşündü.

Sarı:

– Recep ne yaptığını zannediyorsun? Çöz beni hemen!

– Emir verebilecek durumda değilsin. Kes sesini!

Recep’in bu kadar kendinden emin bir şekilde bağırması Sarı’yı biraz korkuttu.

Sarı:

– Tamam, ne istiyorsun? Onu konuşalım.

– Senin için bugün her şeyin sonu. Senelerdir senin emrinde çalışıyorum. Elime ne geçti? Senin hakaretlerin, büyük patronun önüne sürekli bizi atman, işin neredeyse tamamını biz yapıyor olmamıza rağmen paranın çok az bir kısmını alıyor olmamız, daha fazla saymamı ister misin?

– Bunların hepsini halledebiliriz. Çöz beni!

– Ben güçsüz biri olabilirim ama asla aptal değilim! Seni çözdüğümde yaşama şansımın olmadığının farkındayım. En önemlisi ise seni öldürmem için esnaftan yüklü bir para aldım. Bu para bana hayatımın geri kalanında yeter.

Recep çantasını açtı. İçinde üç bıçak ve bir satır vardı. Satırı eline aldı ve Sarı’ya doğru yöneldi…