Öykü

Boğaz’da Balina Görüldü

Sunucu Nazan BAŞDİREK, güzel ince sesiyle ekran başında kırmızı kıyafetiyle, kameraya dönük bir şekilde konuştu; Evet! Sıradaki haberimiz, Ülkemizi yakından ilgilendiriyor:

Yunanistan’daki Limni Adası açıklarında, Ege’nin masmavi sularında, bir tanesi yunan askeri hücumbotu, diğeri ise uluslararası deniz çobanı örgütüne ait olan iki gemi birbirine yakın bir hizada yavaş yavaş ilerlediğini görüyorsunuz. Peki, izleyicilerimiz, bu gemilerin Türk deniz sahanlığına çok yakın bir şekilde ne aradığını sorarsanız. Cevabı görüntülerimizde. (Helikopterle çekilmiş, canlı yayın görüntüleri ekrana sokulur)

Nazan Hanım güzel ellerindeki kalemi cam masaya çarptırıp, videonun bitmesini bekliyordu. “Bakmakta olduğunuz görüntülerde, aslında tarihte bir ilk olarak dünyanın en büyük memelileri, Kambur balinalar (bu kelimeyi bastırarak ve suratını gererek) Ege sularında. Dahası bu Kambur balina ailesinin bir sonraki durağı yetkililerce, İstanbul Boğaz suları olduğu düşünülüyor. Kambur balina ailesinin Türkiye’den sonra Karadeniz’e gideceğini ancak ne amaçla geçtikleri hâlâ bilinmiyor.

Öğrenebildiğimiz kadarıyla boyu 22 metreye ulaşabilen memeli ailesinin en büyük fertleri; Akdeniz’de gözüktüğünden beri yunan medyasının ve halkının ilgi odağı olmuş vaziyette. Böylesi bir olaydan dolayı da hem uluslararası örgütler ve Yunan güçleri tarafından her türlü önlem alınmış ve yaklaşık 3 mil yakınına hiçbir deniz aracı yaklaştırılmaması konusundan uyarıda bulunulmuş, Türk sularına geçtikten sonra Türk kuvvetlerine teslim edilecek ve Karadeniz’e kadar balina ailesine eşlik edilecek, Gerçekten ilginç! Tabi değerli izleyiciler sebepleri bilinmiyor dedik ancak, aynı zamanda söylenenlere göre Karadeniz’deki deniz yüzeyindeki planktonların oranının artması, kimi komplo teorisyenlerine göreyse olay tamamen Rus devletinin yaptığı gizli deniz çalışmalarıyla ilgili olduğu söyleniyor.

Maalesef bu güzel haberimizden bir sonraki pek içinizi açmayacak. Geçtiğimiz Salı günü Sarıca da yapılan bombalı saldırıdan sonra, şehit olan sayısı artmış bulunmakta. Gelen bilgilere göre, olası bir saldırı sebebiyle pek çok çevre ilde olağan üstü hal (ohal) ilan edilmesi bekleniyor. Saldırıyı yapan teröristlerin geçtiğimiz ay Habur sınır kapısından geçtikleri, ancak Konya’dan sonra izlerinin kaybedildiği öne sürülüyor. Yetkililerin uyarılarına dikkat etmek gerekiyor.

Aslında hikâyenin büyük kısmı ve benim de bildiklerim bu anonstan biraz öncesinden başlıyor. Uzun yıllar aynı yerel gazetede çalıştığım arkadaşım Recep’ten yıllar önce dinlemiştim. Yunan haberlerinde gördüğü ilk günden itibaren müdüründen tutunda bütün kanal yöneticilerine, balinalarla ilgili haberler yapmanın gerekliliğinden ve gerçekten bunun Türkiye, özellikle de İstanbul halkı için çok önemli bir haber olduğunu söyleyip duruyordu. Açıkçası haksız da sayılmaz, ülkenin o dönem ki şiddetli geçen iç siyaseti ve tehlikeli yaşamından sıyrılıp, insanlara güzel bir müjde vermek gibi gözüküyordu ilk bakışta. Tam dört yıl dört aydır çalıştığı kanalda; önce kamera arkası ekiple beraber iki yıl gece gündüz dinlenmeden çalışmış, ardından da magazin bölümünde ünlülerin akşam gezmelerinde onları bir yıl boyunca sıkıştırmıştı. Bazı vakitler Fotoğraf çekmiş, kameramanlık yapmış ve metin hazırlamış. Pek çok yerde görürdünüz kanalda, pek çok kişi tanımazdı onu. Pek fark edilmezdi. Bunun sebebini de fark edilmeyecek işlere koşturduğu için olduğunu düşünürdü.

Şimdi Şans kapısını çalmıştı, Boğazlardan geçecek balinalar hakkında uzun soluklu bilgilendirici haberi, sahillerdeki vatandaşlarla röportajlar ve sonunda (birkaç ay sonrasına) hakkında bir belgesel çekimi… Müdürü Selim Bey’in ofisinde bunlar için bir saatten fazla dil döktükten sonra;

Selim Bey kravatınla oynuyordu. “Böyle bir habere gerek olmayabilir.Yabancı basın genelde böyle haberlere daha ilgidir,” dedi. Recep masanın karşısında oturup, Selim Bey’i dinliyordu. Cevap verdi: “Böyle bir haber bence güzel bir dikkat sağlayacak reytinglerde.” Şüpheli şüpheli Recep’e baktı. Ayağı kalktı, başının arkasını kaşıdı, soğuk esen caddeye baktı. Düşündü. “Tamam,” dedi, “yap haberi.”

Recep’in yüzü güldü tam ayaklanacaktı ki, “Aancak,” dedi Selim Bey, “biliyorsun ki mali durumlar biraz kötü, altı ay önceki reklam gelirleri henüz ulaştı, o da yarısı. Hâl böyleyken ve aynı zamanda biliyorsun ki bütçemizin büyük bir kısmını Güneydoğu Bölgesi’ndeki haberlere ayırıyoruz. Onlar izleniyor. Burada basit bir haber için bile ödenek çıkartmaya çalışana kadar bin takla atıyorum, Günlük masraflarınızı senin karşılaman lazım, Şimdilik böyle idare edin, yine de…

“Tamam, sorun olmaz,” dedi ve ayaklandı. “Kabul ediyorum, eğer tabii siz de kesin diyorsanız.”

Recep, bundan sonra Nazan Hanım’ı görmeye ofisine gitti. 2 saat bekledikten sonra, sıcak bir karşılamayla karşılaştı ve beş dakika kadar konuşma şerefinde bulundu. Recep’in söylediğine göre bu beş dakika, hikâyenin içerisindeki en güzel anları imiş.

“Yakından çok güzel biri,” dedi.

Ve böylelikle Recep üç gün boyunca, kanaldan ayarladığı Faruk adlı henüz stajyer bir çocuk ile (Faruk, üniversite stajı yapmak için geldiği bu kanalda, para almamasına rağmen ileride bir yararı olur diye, her türlü işe hiç çekinmeden koşturuyordu. Recep’in sözü geçen ender insanlardandı.) Beraber sahilleri yürüyecek bulabildiği bütün insanlarla ilgi çekici röportajlar yapacaktı. Akşam eve gidince kambur balinalar hakkındaki bütün kaynakları bulmaya çalıştı, okurken uyuya kaldı.

3 gün kala

3 gün kala, henüz İstanbullunun, ne balinadan, ne deniz çobanı örgütünden ne de başka bir şeyden haberi vardı. Recep’le Faruk birkaç röportaj yapmayı denedi, istedikleri yanıtları alamadılar. Birkaç röportaj sırasında sahilde takılan ve soğuğa rağmen suya giren çocuklardan biri röportajı böldü.

“Abi bak bak,” diyerek suya atladı. Arkadaşları güldü, bağırıp çağırıp röportajı engelledi.

Hiç kimse haber izlemiyor muydu artık? Türkiye’nin en çok izlenen akşam haberi, en çok izlenen haber yüzü, Nazan Hanım anlatırken kimse dinlememiş miydi? Kambur balinaların gelmesi bence umursanmayacak bir olay değildi diye düşündü.

Akşama kadar Kambur balinalar hakkındaki röportajlarda, genel konu hep siyasete kayıyordu.Ülkenin durumunu herkes bir siyasetçi edasıyla yorumluyordu. Tek ortak payda daha da kötüye gideceğiydi. Kimsenin niye umudu yoktu? Niye Güzel haberler istemiyorlardı.

Ne diyebilirim ki… Üzerinden bunca yıl geçti, hâlâ insanımız son dakikaya gelene kadar herhangi bir olayla ilgilenmiyor.

2 gün kala

O gün kıta değiştirmek suretiyle, Eminönü’deki kalabalığı es geçip, rahatça çekim yapabileceklerini düşündüğü Karaköy iskelesinin orada çekime başladılar. Sabah ondan akşama kadar çekim yaptıklarını söylemişti. -Özellikle gençler daha çok alakalıymış-

Öğle arası haberlerinden canlı yayına yapmak, iskelenin orada, Nazan Hanım’a bağlandı. Recep, bir kulağındaki kulaklıkla birlikte, Nazan Janım konuşmasını bitirdikten birkaç saniye kadar daha başını birkaç kez aşağı yukarı salladı:

Evet Nazan! Bugün kambur balina ailesinin Çanakkale boğazını geçtiğinin haberini aldık, dünden itibaren Türk sularına geçen balinaların; artık Türk donanması ve Deniz çobanı koruma örgütü tarafında yapıldığı bilgisi elimize ulaştı. Birazda buradan bahsetmek gerekirse halkımızı heyecanlı, diyebiliriz. Hatta sadece halkımız değil bölgeye pek çok yabancı basın, turist ve hayvan hakları örgütünün geldiği görülüyor.

“Peki, Recep! Şu anda İstanbul boğazları pek bir hareket olduğunu söylüyorsun, kanalımıza gelen bilgilere göre polis şimdiden güvenlik önlemlerini alıyor galiba ?”

Nazan konuşmasını bitirdikten sonra, Recep birkaç saniye başını aşağı yukarı salladı. Evet, Nazan, polis olası eylemcilere karşı yarından itibaren köprü ve giriş çıkışlarında güvenlik için ekstra barikat koyacakken, aynı zaman sahile geçen ana caddelerde de asayiş sağlayacak, görünen o ki Avrupa’daki belli basın kuruluşlarınca çıkan haberlere karşı, her şey sıkı bir şekilde tutuluyor.

Birazda balinaları gözleyen deniz çobanı örgütünden bahsetmek gerekir, çünkü halkımızın duymadığı bu örgüt aslında…

Nazan Hanım, Recep’i ve anlattıklarını ilgiyle dinledi. Haber spikerine teşekkür etti ve geçtiğimiz günkü yaşanan terör olaylarının failleriyle ilgili olan habere geçti; Recep bir yarım dakika kadar sessizce bekledi, yayının bittiğinden emin olduktan sonra, bir of çekti. Cebindeki mendille boynundaki, ensesindeki teri sildi. Faruk kameranın arkasından konuşuyordu: “Hiç heyecanı azalmıyor değil mi?”

-Azalmıyor Valla, aksine her geçen gün yük artıyor gibi geliyor.

-Kameranın arkasında sizi görürken bile ( o sırada kamerayı, ayaklarından sökmeye çalışıyordu) kendim heyecan yapıp, kameranın arkasında tünüyorum. Bir eliyle bobini açarken, diğer eli o dalgınlıkla kamerayı tutmaya yetmemişti. Elinden kaydığı gibi 10 kiloluk kamera beton zemine düştü!

Recep hemen kameraya koştu, hemen iki eliyle kaldırdı ve bir şey oldu mu diye baktı, hafıza girişinin orada çatlak, tutmaya yerlerinde grili çizikler ve sürtünme izleri. Etrafına baktı gören bakan oldu mu diye? Çevrelerinde boğaz boyunca dizilmiş, en az 15 ayrı yayıncı istifini bozmadan yayına ve habere devam ediyordu. Bir yanlarındaki delihisar kanalından kameraman, sorun var mı dercesine, baktı, Recep iyi iyi der gibi başına aşağıya yukarıya salladı. Sonrasında kafasına çevirip Faruk’a baktı, ayakların başında dikilmiş, avucunun içini sert bir şekilde ısırmış bakıyordu. Öyle ki Recep uyarana kadar ısırmaya devam etti. Elini çektiğindeyse avucunun içindeyse kocaman kırmızı diş izleri vardı. Recep sormadan sorusuna cevap verdi: “Ben,” dedi, “böyle istemediğim bir şey olursa avucumun içini ısırıyorum. Çocukluktan kalan bir alışkanlık, mahallemizde yarım deli bir çocuk vardı, o yapardı, biz önceleri dalga geçerdik, sonraları taklit etmeye başladık, şimdiyse bende huy gibi kaldı.”

“Bir şeyi yok, daha dayanır bu, bugün daha çok çekim yapacağız,” dedi. Ama…

Ama bu şevk, Recep ve Faruk’u çok uzağa götüremezdi. Beşiktaş sahiline geldiklerinde, bulabildikleri yerli yabancı pek çok insanla konuşmaya çalıştılar. Yabancı turistlere karşı azıcık İngilizceleriyle sorular sorup, uzun uzun cevapları haberciliğin vermiş olduğu alaka ile uzun uzun dinlediler, anlarmış gibi başlarını salladılar. Bir Norveçli turist ülkenin önce harika olduğunda bahsetti, buraya kadar anlayabilmişlerdi ama sonrasında ülkenin düzensizliğinden, insanların sıcak kanlılığından (burayı da anlamışlardı) ama aynı zamanda bazen çok kaba ve umursamaz davrandığından bahsetti. Boğazlardaki balinayı sorunca da şaşırdı, inanılmaz dedi, böyle bir şeye tanıklık edecek olmaktan mutluluk duyduğunu ve her şeyin daha da iyi olacağını söyledi. Araya bir soruda sıkıştırdı; Doğuda yaşanan hakkından ne düşünüyorlar? Turistin söylediklerinin çoğunu akşam haberlerinde yapılan alt yazılar sonucundan öğrendi Recep.

Röportajları yaparken rüzgâr iyice esti, bu yüzden birkaçını yarıda kestiler, bir çocukla röportaj yaparken, durakladılar. Çocuk 5 dakika daha bekleyip, “Abi benim işim var artık geç kalıyorum,” dedi ve mahcup bir şekilde yanlarından ayrıldı.

Rüzgârın dinmesini beklerken yürüdüler, sohbet ettiler. Yolda pek çok haber kanalından tanıdık simalar gördüler. Hepsi bir yere ellerini ovuşturup rüzgârın geçmesini bekliyorlardı. Bazı yabancılar görüyordu Recep, Türk değillerdi, yurt dışından mı gelmişlerdi acaba? Avrupa’dan, belki de hatta Amerika’dan. Böyle büyük bir olaya tanıklık etmek ve haberini yapmak için gelmişlerdi buraya. Recep gerçekten de böyle büyük bir olayın mı haberini yapıyordu yoksa? Sahi balinalar neredeydi acaba? Marmara adasını geçmişlerdir belki de, Deniz çobanları ve Türk kuvvetleri, arkalarından tıngır mıngır geliyorlardır. Balina ailesi kaç üyeye sahipti kim bilir? Hava durulmaya başladı. Bebekteki parka geldiler. Böylesine güzel böylesine şatafatlı evlerin olduğu bir yerde neden bu kadar pis bir parka geldiler. Şaşırdılar. Park İstanbul’un herhangi bir yerinde olabilirdi. İçindeki tipleri İstanbul’da her yerde görürdünüz; denize bakan genç çiftler, Yaşlı bir amca, yerlerde çekirdek çöpleri, sigara izmaritleri, arada bir yere konup kaçan güvercinler, Çocuklarını parka getirip muhabbete dalan anneler, gençleri arada bir kesen yaşlılar grubu, Bir tane de güneş gözlüklü, elinde sigarası olan adam. Gençleri es geçtiler, yaşlı amcalarla sonra konuşuruz dediler ve bir bankta tek başına oturmuş, elinde sigarası, gözünde güneş gözlüğü(hava oldukça kapalıydı) Efendim, merhabalar.

Hayır, bir şey istemiyorum.

Efendim daha bir şey söylemedik ki, sadece sizin sokak röportajı yapabilir miyiz diyecektik.

Tamam ya işte ben de onu dedim.

Rahatsız etmeyin dedi ve hışımla kalktı gitti. Giderken arkasına döndü, “Sizin kimlere hizmet ettiğiniz, ne bok olduğunuz belli,” dedi.

Banktaki çocuklu kadının yanına gittiler. Bir yandan çocuğu kucağında sallıyor, bir yandan da uzatılmış mikrofona konuşuyordu.

“Yani tabii duydum ama sevinemiyorsun ki. Şimdi buraya kadar deniz deniz gezmiş bu hayvan gelir bizim burada bir şey gelir başına.” Yanlarından köpeğini gezdiren bir kadın geçerken durdu. Recep mikrofonu kadına uzatıp aynı soruları sordu.

“Şimdilik güzel bir haber ama burası Türkiye!” dedi acı bir tebessümle. Gökten bir anda taşta düşüp, balinayı bulabilir. (Recep içinden balinaları diye düzeltti.)

Yan bankta oturan biri, avuç içi yara içindeydi. “Biz hep görüyoruz ki balinayı diyor. Anlatıyor; yunuslar geçer, martılar, leylekler, botlar, tekneler, gemiler, yük gemileri, bazen o kadar büyük gemiler geçer ki, ev sallanır, korkuyla uyanırız. Bazen rüyamda bir geminin yalıya kadar girmiş olduğunu görüyorum ve terler içinde uyanıyorum. Saymaya devem etti; Martılar, tekneler, leylekler, yunuslar, tekneler, bazen öyle büyük balinalar geçer ki ev sallanır. Bazen rüyamda… Tekrar etti…

Faruk, Recep’in şaşkın bakışları görüyordu. Kameranın arkasında kimseye fark ettirmeden güldü. Sonrasında yolda rastgele birkaç kişiyi buldular, gerçekten haberi duymuş, konu hakkında bilgi sahibi bir adamı buldu. Buldukları adamla 6 dakika süren bir konuşma yaptılar, bittikten sonra adama teşekkür ettiler ve karınlarını doyurmak için köftenin kokusunu takip ettiler. Faruk çekinerek sordu: Acaba bu son röportaj biraz uzun mu sürdü?

“Hayır! Gayet iyi hem bilgilendiriciydi, hem de sıkmıyordu. Ayrıca biliyorsun ki, televizyondan bir konuda hakkında bilgi sahibi birini görmek izleyiciyi her zaman rahatlatır. ”

“Kesip biçebilme açısından demiştim sadece.” ( Recep yıllar sonra Faruk’a hak verdiğini söylemişti. Akşamleyin yayına verilen haberde, altı dakika konuştukları adam yoktu.)

Sahilde bir açıklıkta köfteci tezgâh kurmuştu.” Hemen abicim, iki tane yarım, biri soğansız, biri bol acılı soğanlı. Bölgedeki bütün haberciler kokunun peşi sıra gelmiş, sahildeki küçük iskemlelerde oturuyordu. Yabancı haberciler üstlerine bulaştırmadan yemeye çalışıyorlardı.

Bir Türk-Alman haber sitesinin habercisi, yan iskemleden oturmuş duruyordu. Selam verdi ve konuşmaya çalıştı. Boğazların çok güzel olduğunu, balinanın buradan geçecek olmasının çok özel bir olay olduğundan bahsetti. Sözleri Recep’in ve Faruk’un dikkatini çekti. İkisinin de dikkatini çektikten sonra ikisine de güneydoğudaki ve ülkedeki asayiş durumunu sordu. Acaba kronik bir sorun muydu bu, terör eylemleri, devlet bilerek mi izin veriyordu? Söylenene göre halen Teröristler bulunamamış, acaba tehdit büyük mü? Faruk hemen cevap verdi: “Biz de göründüğümüz kadar hâkim değiliz. Yine de artık böyle haberlere karşı duygusuzlaştım ben diyebilirim,” dedi. Recep de başını salladı, o artık tıpkı Faruk gibi hissizleşmişti. Haberci, Recep ve Faruk’un Hasat TV’den olduğunu duyunca gülümsedi. Sizin haber spikeriniz dedi, sırıtarak başını salladı: gerçekten çok etkileyici.

Recep düşündü, Nazan Hanım’ı yakından görüp, tanımıştı. Kadın erkek, kanalda herkes ona ilgi duyardı, belki biraz da âşıktı herkes. Güzeldi, makyajsız daha da güzel demişlerdi hakkında. Söylenene göre kanalda tırnaklarıyla kazıya kazıya yükselmiş önce 3 yıl gece haberleri, ardından özel röportajlar, Suriye ve İsrail devlet başkanı ile özel görüşme ve seçkin Türk aydınlarıyla Pazar sabahı sohbetleri, şimdilerde Türkiye’nin büyük bir kısmı sırf onu görebilmek için akşam 7-8 arasında diğer haber kanallarına göz ucuyla bakıp, hasat kanalına kitlenmiş şekilde haberleri izliyorlardı. Hitabeti de çok kuvvetli diye düşündü, daha elini sıkıp, merhaba dediğinde bile Recep’i etkileyen bir şeyler vardı ki recep bu ana kadar geceleri yatmadan önce düşlediği bu kadının ve sabahları sırf denk gelirim diye asansörün önünde dua ettiğini hatırlamaya başladı ve şu anda ona haber yapmanın ayrıcalıklı bir şey değil de, rutin bir iş olup ona değil de, onunla yapacağı haberlerin ilk gösterimini yaşıyor gibiydi. Bu haberler bittikten sonra çekilen görüntülerin çoğu ile bir kolaj yapıp, ardından güzel bir seslendirme; (Nazan Başdirek’e ait bir ses ile), Türk dış siyasetinin son 100 yılda geldiği noktayı ve halkın gizli gizli konuştuğu komplo teorilerinin olduğu uzun bir belgesel, akşam saatlerinde; haberlerden biraz sonra ve dikkat çeken bir kariyer adımları… Yıllar sonra bir akşam evde kendi belgeseline denk gelir, Nazan’la beraber izlerler, Recep’in omzuna yaslanmış halde, bunları nasıl düşündüğünü sorar ve Recep de aklındaki fikirleri, ballandıra ballandıra anlatır.

Köfteler iyice soğumuştu, bir ısırık aldı, sonra biraz ayran, sonrada kalan köfteyi ağzının içine tıkıştırıp dipte kalan azıcık ayranı da kafasına dikti. İskemleden fırladı haydi! Daha çekeceğimiz konuşacağımız insanlar var.

Recep’in anlattığına göre o gün Rumeli hisarına kadar çekim yapmaya gitmişler, bu tarafta insanlar daha da ilgisizdi demişti bana.

1 gün kala

Şu vakitlerde Marmara denizinde bir yerlerde, peşinde iki tane gemi ve pek çok helikopter takibiyle balinalar ilerliyordu. Böylesine devasa canlıları görmek, daha önce okyanus görmemiş memleketi oldukça heyecanlandırıyordu. O günlerde, Türk insanına göre bu canlılar bir uzaylıdan farksızdı, bir yabancıydı. Yabancı bizden habersiz geçip gidecek miydi bu sulardan? Yoksa başına bir şey mi gelecekti? Türk halkı bir trajedinin olmasını istemiyordu, ama içten içe de bekliyordu. Şimdi hakkında yapılan belgesellere bakınca onu anlıyorum.Baştan söyleyeyim: Hayır! Bu belgesellerin hiçbirinde Recep’in yaptığı kayıtlardan röportajlardan bir tane bile kesit yok.

Gelecekteki olaylardan habersiz bir şekilde sabahtan Üsküdar sahilinde sabahtan öğleye kadar ayakta dikildi. Hava durgundu bugün, insanların üzerinde gerginlik ve heyecan vardı.

Röportajlar boyunca en çok aldığı yanıt; iyi güzel de umarım geçer gider bir şey gelmez başına.

Banklarda oturan 3 emekli amcadan Receplere ses etti:

-Siz hangi kanaldansınız bakayım?

-Hasat TV, amca.

-he… Sizin kanal hükûmet yanlısı mıydı?

-Nasıl? Yok, Amca, değil.

-Siz muhalifsiniz o zaman(kendinden emin bir şekilde)

“Yok, hayır amca. Haber kanalıyız sadece. Haber yapmaktan başka derdimiz yok.” Recep birkaç cümle habercilik yapmanın çok önemli olduğundan, Objektif olmayı gerektirdiğine dair nutuk attı.

Amca oralı olmadı

“Siz ne haberi yapıyorsunuz?”

Recep herkese anlattığı gibi balinalardan, İstanbul boğazından geçeceklerinden bahsetti. Amca ikide bir “bugün mü geçecek?” diye soruyu tekrarladı. Şaşırdı. Bu yaşına kadar İstanbul’da büyüdüğünü böyle bir şeyi ilk defa duyduğunu söyledi. Sonra kendinden bahsetti, 5 yaşında İstanbul’a gelmiş, Aslen Sinop’luymuş. Recep’e memleketini sordu, Arkadaki eleman kim dedi? “Bizim kameraman Faruk,” diye cevap verdi Recep. Ona da nereli olduğunu, niye çalıştığını sordu.

Konu balinalara gelince, amca “Bugün mü geçecek?” diye sordu. Yanında oturanlar kıs kıs güldü. Zayıf olan emekli amca, sen sordun bunu diye uyardı.

Amca anlatmaya başladı. “Bence,” dedi. “Balina buranın ne halt olduğunu görünce, kuyruğunun yönünde kaçıp geri döner.

Recep mikrofonu amcaya uzattı: “Niye öyle diyorsunuz?”

“Balina bir kere en büyük beyne sahip hayvan. Kesin kez zeki bir hayvandır. Zeki insanın, hayvanın burada ne işi var?”

“Efendim, balinanın çok bunları bildiğini düşünmüyorum.”

“Öyle deme şimdi, bu hayvan aynı zamanda hisseder, zaten bir tehdit hissedip, bir an önce kurtulmaya çalışır.” Yanındakiler güldü. Faruk kamera arkasından sırıtıyordu. Buna benzer birkaç röportaj daha yaşanmış bana söylediğine göre.

Akşam haberlerine doğru, İstanbul üniversitesi, Deniz bilimi ve araştırmalarından bir eğitim görevlisi ile sözleştiklerine göre haber yapacaklardı. Röportajın Beşiktaş sahilinde yapılması gerekiyordu, Feribotlar gün boyunca durdurulmuş, İstanbul’daki kalabalık çareyi köprülerde aramıştı. Karşıya geçmeleri üç saat sürdü Recep ile Faruk’un. Yayın başlamadan on dakika önce hocayla buluşmuşlar, aceleyle ekipmanı kuruyorlardı. Recep’in üstü başı ter içerisindeydi.

“Bu havada hasta olabilirsiniz,” dedi.

“Sağ olun bunları halledeyim de ondan sonrasına bakarız, Hazır mısınız? İsterseniz belirlediğim birkaç soru var onları size vereyim, sizde yayında hazır bir şekilde cevap verirsiniz.”

Yayın girdi, Nazan Hanım güzel sesiyle konuştu, günlük haberleri sırayla anlattı. Ulaşım ücretlerinde artış, peşi sıra çöken, aynı mahalledeki binalar. Neyse ki ölen yaralanan olmamış. Belediye mahalledeki pek çok evi mühürlemiş. Metrobüs durağında kavga…

Faruk, 1 dakikaya yayına giriyoruz diye seslendi. Recep terini sildi, gergin bir halde bekledi. Yayın başladı.

Evet Nazan! Şu anda Beşiktaş’tayız. Yanımızda bugün konuk olarak İstanbul Üniversitesi, deniz bilimi ve araştırmalarından Sayın Adnan Bey. Kendisi konumuz hakkında bizi kırmayıp programa katıldı. Adnan Bey, kendini tanıttı. Recep hemen sorulara geçti. Nazan Hanım soruların cevabını dinliyordu izleyicilerle beraber.

Ani bir şekilde alt yazı geldi. “Son dakika”

“Evet, haberimizi bölmek durumunda kalıyoruz. Geçtiğimiz hafta, Sarıcadaki bombalı terör eyleminin faillerinden olan 3 yabancı uyruklu, Konya’da emniyet güçleri ve özel harekâtın beraber hareket etmesiyle beraber kıskıvrak yakalandı. Evet, görüntülerden anlaşıldığı üzere, (eve yapılan baskının görüntüleri gözüküyor)

O sırada Recep konuşmaya devam ediyordu. Peki, Adnan Bey, son dönemlerde söylenen komplo teorilerini duymuşsunuzdur. Faruk seslendi, “Yayını kestik.” Recep devam etti, “Adnan Bey…”

Faruk: Kestik! Kestik! Son dakika haber girmişler, yayından çıktık. Kusura bakma!

“Niye, ne olmuş? Beyefendi kusura bakmayın.” Suratını hızlıca Faruk’a döndürdü: Ne olmuş?

“Sarıca’daki patlama var ya, Failleri ve yakalanmış, geçen hafta sınırdan giriş yapan teröristler!”

“Oh oh,” dedi öğretim görevlisi. “İyi olmuş namussuz, şerefsizlere!”

“Valla iyi olmuş,” dedi Faruk.

“İyi olmuş,” dedi Recep, “iyi olmuş da…” (da’yı sessizce söyledi) Avucunun içi kaşındı, dişlerini sıktı.

“İstersen bırakalım, (saatine bakarak) zaten 10 dakikaya bülten bitecek,” diye söyledi.

O gün

O gün balinalar boğazdan geçecekti. Önceki gün yaşanan olaylar ve Recep (kendince) kaynayıp gitmesine bir yandan üzülüyordu. Bir yandan da Faillerin yakalanmasına seviniyordu. Böylesine güzel haberler yapılması varken, insanların böylesine güzel bir olaya tanıklık etmesi varken, artık kimsenin kötü haberler hali kalmamıştı. Zaten yeterince trajedi gören insanımızın mutlu haberlere ihtiyacı vardı, bunu da Recep gerçekleştirecekti.

Öğle vaktinde, adaların yakınlarından iki gemi gözüktü. Boğazlara yakın tek gemi bunlardı. Devlet özel olarak, hem halkın hem de dış basının olumsuz eleştirilerine karşın, bütün deniz seferlerini, uluslararası gemi geçişlerini durdurmuştu. İstanbul boğazları gibi çok yoğun ve ticaret akışına müsait olan bir yol için çok büyük bir olaydı. Yıllardır, Savaşlar hariç bir kere bile yapılmamıştı. Şimdi bu güzel canlılar rahat rahat geçebilsin diye her türü önlem alınmıştı.

Sahil boyunca kameralar dizilmiş, kalabalık güruhlar dört bir yanı kaplamıştı.

Türkiye’nin en çok izlenen yüzü, öğlen vakti televizyona geldi. Nazan Hanım güzel yüzüyle, Recep’e bağlandı ve Recep kameranın karşısına geçti. Herkesin beklediğini düşündüğü haberi onunda tv’de tanınmasını sağlayacak görüntüyü ekranlara getirdi.

Yutkundu…

Ekranda “son dakika” altyazısı çıktı.

“Sayın seyirciler elimize gelen son dakika haberine göre (Nazan Hanım gergin bir haldeydi, kameraya yüzünü dönemedi) Konya’da gelen haber var. Sadece birkaç dakika önce, Konya’nın en işlek caddesinde Patlama haberi geldi. Henüz sebebi belirsiz, patlamanın, dünkü yapılan operasyonlarla ilgisi olabilir.”

Recep yayına niye girmediğini anlamadı. Etrafta telefon sesleri çıkmaya başladı. Birçok insanın telefonu çalıyordu. Telefonu açanların yüzü düştü, konuşmalar, fısıltılar yayıldı.

Recep, merkezi aramaya çalıştı, hatlar meşguldü. Nedenini Faruk seslenince öğrendi.

Patlama olmuş, Konya da.

Recep’in avuç içi kaşındı. Kaşıdı, kaşıdı. Kaşıntı geçmeyince ısırdı.

Duyarsızlaşmış mıydı? Yoksa bencilce bir his miydi bu?

Denizden havaya su fışkırdı. Sahildeki kimse denize bakmıyordu.

Öne Çıkan Yorumlar

  1. Merhaba,
    Balina temasını kullanarak öykünüzde güzel bir kesit sunmuşsunuz. Okumak oldukça keyifliydi. Röportaj ve yorumlar da hem komik hem de gerçeğe yakın. Bazı dialoglarda, evet bu kesin böyle olur dedim :slight_smile:

    Haddime değil ama birkaç ufak noktada eleştirim olacak. Öncelikle parantez kullanmak yerine anlatmak ya da vermek istediğiniz duyguyu cümlelerinizin içerisine gömebilirsiniz diye düşünüyorum.

    Bir de bazı yerlerde şu meşhur ‘de da’ ayrımları gözden kaçmış.

    Elinize sağlık.

Söyleyeceklerin mi var? Kayıp Rıhtım Forum'da yorum yap.

Yorum Yapanlar

Avatar for ercan.sozeri Avatar for OykuSeckisi