Öykü

Maskesiz Adam

“Bir sahnede silah görünüyorsa o silah mutlaka patlar.”

Anton Çehov

Yerden yüksekliği metreye ulaşmayan ahşap sahnenin her iki yanından da seyirciler arasına uzanan yassı merdivenler vardı. Bu merdivenler birçok oyunda bambaşka rollerin yolu olmuştu. Bazen bahçeye açılan bir kapının zeminini bazen de bir derenin şırıltısını üzerlerine giyerlerdi. Tüm bunların belirleyicisi sahnenin ne kendisiydi ne de merdivenlerin boyun eğmiş halleri. Dekor sorumluları, oyunun yönetmeni, oyuncular… Tüm bu merdivenlerin ve sahnenin üstleneceği kimliği belirleyen başkişilerdi. Birçok sesin ortak ses dönüşerek karar kıldığı kıyafet sahneye giydirilirdi. Seyirciyi her zaman ilk olarak sahne karşılardı. Bu yüzdendir ki sahneye gereksiz şeyler koyulmaz, oyunun özünü koruyan yaklaşımla tasarım oluşturularak sahne, ilgili oyuna hazır hale gelirdi. Bu geceki oyunun da sahnesi bu aşamaları geride bırakarak oluşturulmuştu.

“Acaba hangisi yalnızca beni alkışlıyor?”

Sahnedeki selam seremonisi sürerken Kerem’in aklına bu soru takılmıştı. Dünya sahnesindeki rolü ellinci yıla yaklaşırken tiyatro sahnesindeki ömrü ise çeyrek asrı geçmişti. Bunca yıla rağmen bu soru aklına zaman zaman takılırdı Kerem’in. “Sahne dekorunun ihtişamı mıydı alkışı alan?” Bazen de bunu düşünürdü. Kılıktan kılığa giren yalnızca tiyatrocular değil, sahnelerdi de. Bir role kimlik bulurken etten kemikten mahlukların değil sahnelerin de arayışı söz konusu olurdu. Kerem, kendi gibi böyle düşünen birine hiç rastlamadı. Fakat kendisi bunu düşünmeye devam etti. “Maskesiz Adam” oyununun prömiyerinde selamlama yapılırken Kerem kendine sorular sorup kendini cevapsız bırakıyordu. Alkışların sesi düşüncelerinden baskın olduğu anlarda gözlerini beyaz körlüğe teslim ederek başını eskimiş ahşap sahneye doğru eğiyordu. Kerem, bu boyun eğmeyi yıllardır yapıyordu. Sadece sahnede değil… Alkış sesleri şiddetini azaltırken kör beyazlıkta ortadan kalkıyordu. Kerem başını yerden kaldırarak seyircilere doğru baktı. Diğer oyuncu arkadaşlarından bir adım önde duruyordu.

* * *

Makyajını silip kostümlerini kuliste adının yazılı olduğu dolaba kaldırdığında kendini yeni bir role dahil etmiş oluyordu Kerem. O, hayat sahnesinde birçok role sahipti ve rolleri oldukça farklıydı. Tek başına fırından ekmek almaya gittiği yaşlardan beri herkese karşı duygu maskeleri vardı Kerem’in. Annesine karşı sevgisini gösterirken babasına karşı daha mesafeli olurdu. Çalışkan bir öğrenci olmayı başaran yapısı çocukluktan yetişkinliğe doğru seyreden ilerlemede devam etti. Günü geldi, evlendi. Eşine karşı anlayışlı bir eş, çocuklarına karşı sevecen bir baba oldu. Arkadaşlarına karşı vakur biriydi. Kerem’in herkese yetecek kadar Kerem’i vardı.

Sanat hayatı boyunca birçok rolü hakkıyla oynamıştı Kerem. Hastalıktan yürüyemez olmuş bir adamın ev hapsine dönen yaşantısındaki dramı da yaşamış, hipnoz seansı yapan bir adamın karı koca arasındaki sırlarına da hâkim olmuştu. Birçok rolü bir bedende hayata yansıtmıştı Kerem, kendisini hep gizleyerek. Sahneden inen her oyuncu kendi olmayı sürdürürken o bir türlü kendi olamıyordu. Herkese ve her şeye karşı heybesinde maskelerini saklıyor, gerektiği anda da işine yarayacak olan o maskeyi çıkarıp giyiyordu.

“Maskesiz Adam” senaryosu önüne geldiği anda ilk kez kendine yarayacak o maskeyi heybesinden çıkaramadı. Köşeye sıkışmış suçlu gibi boyun eğerek kendini teslim etti. Ne yapacağını bilemeden bir süre senaryoya baktı. Kendini rolden role sokan bu adamın tüm perdelerini yıkamaya veren bir ev çıplaklığında kalacağını hissettiği an senaryoyla bakışması esnasında yaşanıyordu. Kerem’in en zorlandığı rol, rolsüz kalmaktı. Önünde çay lekeli senaryo kağıtları kendisinden rolsüz bir role girmesini istiyordu. Senaryoyu okudukça da bu isteğin yalnızca başlıkta kalmadığını anlamıştı. Oyunun sahneleneceği kasım ayına değin önünde iki aya yakın zaman vardı. Bir başka deyişle maskesiz adam olmak için yaklaşık iki ayı vardı.

Duygularını saklayamayan, her şeyi açıkça yaşayan biri olan maskesiz adam rolü Kerem için en zorlayıcı rollerden biri olmuştu. Kerem her şeyi içinde yaşayan hatta yaşatan biriyken yüzündeki ve dilindekiler hep maskenin söyledikleriydi. Rolü iyi yapabilmesi rol yapmamasına bağlıydı oysaki Kerem hep rol yapardı. Günler haftalara döndükçe o da içini dışa döndürdü. Yıllardır taşıdığı ağırlıktan kurtuluyordu. Hafiflik hissi Kerem’in günlük hayatına da yansıyor çevresindeki kişilerden “Sen böyle değildin.” cümlesini pek sık duyar oluyordu. Bu cümleler, memnuniyet ve memnuniyetsizlik manalarına sahip olarak söyleyenlerin vurgularıyla bambaşka anlamlar kazanabiliyordu. Kerem ise kendi anlamını kazanmaya devam ediyordu her provada. Nihayet oyunun prömiyer günü gelmişti. Duygularını saklamadan hayatın çıkmazları içerisinde her duyguyu açıkça yaşayan, pervasız cümlelerle içini dökmekten geri durmayan karakterine hayat veren Kerem; seyircilere farklı hisler tattırarak selamını veriyordu.

Diğer oyuncu arkadaşlarından bir adım önde duruyordu.

* * *

Kör edici sahne ışığı etkisini kaybetmiş, seyircilerin bazıları oyuncuları ayakta alkışlarken perde yavaş yavaş kapanmaya başlıyordu. Bu esnada oyuncu arkadaşlarının sahnenin içine doğru geri çekilmesiyle arkadaşlarından beş adım önde durur olan Kerem bağırdı:

“Durun!”

Ağır aksak kapanmaya başlayan sahne perdesi de bu emre uydu, alkış kesen seyirciler ve sahneyi terk etmek için geri adımlama yapan diğer oyuncular gibi.

“Durun! Herkes dursun ve de herkes duysun. Ben Kerem, yani maskesiz adam. Elli yıldır maskeler ardında yaşadım. Bugün tüm maskelerimi kuliste bırakarak şu an buradayım…”

Herkes birbirine bakarak olan biteni anlamaya çalışıyordu. Salonda bulunan herkes. Bazı seyirciler oyunun devamı olarak düşünürken bu anları bazıları da anlam veremiyordu. Sahnedeki diğer oyuncular ve reji ekibi ise senaryoda olmayan bu cümleleri şaşkınlık ve merak içinde dinliyordu.

“… yıllarca maskelerle gezdim. Karım hiçbir oyunumu gelip izlemedi ama ona bir kez olsun bu kızgınlığımı belli etmedim hep iyi koca oldum hep örnek koca oldum ama ben onunla kavga etmek istedim. Alkışını duymak, oyunumda görmek istedim. Olmadı. Babama hep nefret besledim ama saygısızlık olmasın diye sustuğum çok oldu. Oysa, oysa ben onun suratına tükürmeyi isterdim. Şimdi mezarına en çok çiçek götüren olarak ben gidiyorum. Annemi aldatmalarına göz yumduğum için kendimden nefret etsem de kendimi sevme yalanlarını utanmadan söyledim durdum. Ben… ben içimdeki mutluluğu bile susturup konuşturmadım. Ben arkadaşıma verdiğim borç parayı bile istemekte başarılı olamadım. Olmadı, yapamadım. Ama ilk kez irademin eylemine razıyım. İlk kez kendimi başarmış hissediyorum. Çünkü içimdekini dışarı yansıtıyorum. Ket vurmadan duygularıma, yüzüme maske takmadan, başka başka gömlekler giymeden… Nihayete eriyorum. Kendime geliyorum. Taşımaktan yıldığım bu bedeni sahnede bırakıyorum. Elveda!”

İçerisinde tek bir kurşunun olduğu altıpatlar sesiyle yankılanmıştı tiyatro salonu. Sahnedeki çalışma masasının çekmecesine Kerem tarafından konulan silah final sahnesi öncesinde Kerem tarafından alınıp cebinde saklanmıştı. Silah sesinin yankısı salonda devam ediyordu. Salondaki herkes donakalmıştı. Bağırmak isteyen bağıramıyor. Ağlamak isteyenin gözlerinde yaşlar birikiyordu. Kerem yapmış olduğu iç dökmeden sonra çenesinin altına dayadığı silahla canına kıymıştı. Bu, onun kendi iradesiyle gerçekleştirdiği bir eylemdi. Salondaki herkesi de bu eyleme şahit yazdırmıştı. Karısı yaşananları birkaç saat sonra polisten öğrenmişti. Kerem’in annesi olanlara anlam veremeden günlerce feryatlar yaktı. Prömiyer gecesinden iki gün sonra Kerem’i babasının yanına defnettiler.

Ömür Demir

Atatürk Üniversitesi Türk dili ve edebiyatı bölümünden mezun olup Bursa’da öğretmencilik oynayan buna ek olarak çeşitli ekiplerle tiyatro sahnelerinde rollerden rollere giren biriyim. Şiir, öykü, skeç, kısa oyunlar yazarak hayat pencereme yeni manzaralar eklemekle ve de hayatı yaşamakla meşgulüm.

Bir Yorum Yap

E-posta adresiniz yayımlanmayacaktır.Yıldızlı olan alanların doldurulması zorunludur. *