Öykü

Bir ‘Hayatı Tekmeleme’ Hikayesi

‘Her şeyimle yorgun hissediyorum kendimi’, diyerek karton bardağındaki kahveden bir yudum daha aldı. Yorgun ve yıpranmış yüzüyle benzin istasyonuna bakmaya devam ediyordu. Benzinlikteki kahve makinesinin mekanik sesleri eşliğinde oturduğumuz yüksek tabureler, konuştuğumuz konuların derinliğiyle tezat gibi görünse de hayat da böyle değil miydi zaten? En inanılmaz gerçekler çok sıradan koşullarda ortaya çıkmaz mı?

Ellili yaşlarında, haki rengi, cepli pantolonlu ve sweatshirtlü Kemal abi için bence inanılmaz gerçekler diye bir şey yoktu. Çünkü o gerçeğin eğilip büküldüğünü gördüğünü söylemişti. Buruşturulup atılan bir kağıt parçası gibiydi hayat. Sanki haylaz bir çocuğun müsrifçe biraz biraz karalayıp kenara attığı onlarca beyaz sayfalardı. İçimden geçenleri okumuş gibi mavi gözlerini bana çevirdi.

‘Yorgun hissetmemin sebebi sadece sıra dışı şeylere tanık olmak değil aslında. İşin en tuhaf yanı da bu biliyor musun? Sıra dışı görünen şeylere insanlar değer verir sanırız değil mi? Hayır, insanlar bilmediği şeylerden korkarlar. Çoğunluk korkar’. Burada biraz mola verdikten sonra devam etti, ‘ Bir grup insansa bütün o sıra dışılığın kendi lehlerine kullanılmasını isterler. Bu benim için hep şaşırtıcı oldu. Yani düşünsene o beyaz kâğıtları boşu boşuna harcayıp elini yüzüne bulaştıran ne insanüstü bir kuvvet ne de evrensel bir enerji falan. Bildiğin kanlı canlı, güç ve makam sahibi bir grup insan’.

Arabaların homurdanmaları ve gece saatlerinde tek tük kasaya gelen insanların sesleri ortamı doldursa da Kemal abinin kendinden emin, telaşsız ve kısık sesi her şeyi bastırıyordu sanki. Onu ilk tanıdığımda bir parkta kitap okuyordum. Güneşli bir gündü. Geniş parkın içinde öbek öbek oluşmuş insan grupları içinde ben tek başıma kitap okurken Kemal abi de başka bir köşede kollarını sandalyeden sarkıtmış, gözlerini kapatıp başını yukarı kaldırmıştı. Bu haliyle bir ölü hareketsizliğindeydi ama ayaklarıyla sanki bir şarkıya tempo tutar gibi ritmik hareketler yapıyordu. Bir an küçük bir çocuğun parkın korkuluğundan yere düşer gibi olduğunu gördüm. Yerimden hafif doğrulmuş, kalkmaya çalışırken o anı yakaladım. Çocuğun kot ceketinden biri kenara çekiyordu sanki. Ceket belirgin bir açıyla bir uçtan çekiliyordu ama ne arkasından çeken bir el ne de başka bir şey vardı. Çocuk korkup ağlamaya başlarken çekimin kuvvetiyle güvenli alandaki çimlerde oturup kalmıştı. Bütün bunlar neredeyse iki saniye sürmüştü ama o an dikkatimi çeken şey çocuğun yakınındaki Kemal abi olmuştu. Demin gözleri kapalı şekilde gökyüzüne çevrili başı bu sefer dikkatle çocuğa çevrilmişti ve boşlukta hareket eden elleri bir şeyi çekiyordu sanki.

Benim onu gördüğümü görünce hiç bozuntuya vermemişti ve ben çoktan yanına gittiğimde gördüklerimin gerçek olduğunu büyük bir rahatlıkla söylemişti. Sadece çocuğu çekmişti o kadar. Bu kadar rahat kendini ifade etmesini onu daha iyi tanıyınca anlamıştım aslında. Kemal abi bu ilk tanışmamızda, ‘insanların içini görebildiğini’ söyleyince hafifçe güldüm önce. Neden bunu bana söylediğini sorunca, zaten tanık olduklarımı kime anlatsam kimsenin inanmayacağını söylemişti. Bazı şeyleri saklayarak yaşamaktan bıkmıştı ve meraklı bir gence kendinden bahsetmesinin onu belki biraz rahatlatacağını eklemişti. O yorgunluk hissini ilk o zaman fark etmiştim.

Ben sadece vesileydim belki de. Dahası o güne kadar öne çıkan bir özelliğim de yoktu. Yine de bana hem o gün hem de daha sonraki günler boyunca bazı gerçekleri böyle rahatça söylemesine şaşırmıştım. Çok arkadaşım yoktu. Büyük bir muhasebe şirketinde çalışıyordum. Kemal abi bana kendisini mühendis olarak tanıtmıştı. O gün de ilk dikkatimi çeken şey yüzündeki yorgun ifade ve mavi gözleri olmuştu. Benim adımın da Kemal olduğunu öğrendiğinde mavi gözlerinde adaş olmanın verdiği mutluluğu görmek beni şaşırtmıştı. Deminki sıra dışı şeyi yapan biri için bu şaşırılıp mutlu olunacak şeyler listesinde sonlarda geliyordu.

Daha sonraki günlerde sık sık ondan duyacağım çekim sözcüğünü ilk o gün duymuştum, ‘Çekim, Kemal hayatın özüdür aslında. İyiler iyiyi kötüler kötüyü çeker derler ya bunun gibi düşün. Eskilerin kötüyü çağırma dedikleri gibi bir şey bu. Ama önemli olan bu değil. Önemli olan her insandaki bu yeteneği çoğu insanın bilmemesi’. Uzun bir soluk verdikten sonra, görmüş geçirmiş bir insanın durgun bakışlarıyla boşluğa dalarak ekledi, ‘İnsanların bilmediği o kadar çok yetenekleri var ki… Tek bir şeyi şu aralar çok iyi biliyorlar o da kötülük yapmak’.

Benzinlikte kahve içmelerimiz o günden sonra başlamıştı. Ben işten çıktıktan sonra onu genelde benzeri yerlerde bulabiliyordum. Telefonu yoktu. Bu muhitte önceden hiç görmemiştim. Neredeyse bir anda ortaya çıkmıştı. Akşamüstü buluşuyorduk genelde. 2010 model bir eski arabası vardı ve tertemizdi. Buluşup kahve içtiğimiz yerler de hep sıradan ve göze çarpmayan mekânlardı. Belki yol üstünde bir kahvehane, bir benzinlik ya da yürüyüş yolu. Buna benzer olayları yanımda yapmaya başlayınca ve yeteneğini daha iyi fark ettikçe karşımda hiç de sıradan biri olmadığını fark etmem zaten çok uzun zamanımı almadı. Düşündüğü rakamları zar atarak bulması(yüzlerce kez), masada unutulan bir ceketi sadece bakarak yere düşürmesi gibi şeyleri gördükçe hep daha fazlasını görmek istiyordum. O da bunları, eski bir oyuncağını oynamanın tanıdıklığıyla yapıyordu. Nasıl mı yapıyordu? Verdiği cevap hep aynıydı: ‘Onları sadece çekiyordu’.

Benzinlikteki o akşamsa ben ona bir adım ötesine geçip daha fazlasını istemeye karar vermiştim, ‘Abi eşyaları böyle kontrol edebiliyorsan insanları da kontrol edebilir misin?’

‘Her zaman insanlar daha fazlasını görmek ister değil mi’, deyip uzun uzun baktı arabalara. ‘Peki, istediğin gibi olsun o zaman, izle ve gör’ . İlk o an tedirginlik duydum sanırım. Öylesine ve merakla sorduğum bir sorunun- ki bu bence ağır bir istekti- bu derece rahatça yapılabilir olduğu ihtimalini düşünmek beni önce korkuttu, heyecanımı bastırmak için kahveme devam ediyordum ve merakla bekliyordum. Yeni yanaşan bir arabadan çıkan şişman bir adama gözü takıldı Kemal abinin. Ben de dikkatle onu seyrediyordum. Adam arabanın kapısını açıp içeriden hantalca çıktı. Tam anahtarı cebinden çıkarırken Kemal abinin bakışlarının çok yoğun bir şekilde cebine odaklandığını gördüm. Şişman adam önce bir şey anlamadı ama ellerinin cebinden çıkmadığını görünce ölü bakışları bir anda canlandı. Elleri ceketinin cebinde, boğulmak üzere olan bir insanın yüzeye çıkmak ister gibi çırpınıyordu. ‘Noluyo, yardım edin’ çığlıkları duyuldu önce. Kemal abi bunu yaparken tebessüm ediyordu ve on beş saniye kadar adamla resmen oynadı. Bakışlarını ondan çevirir çevirmez adam da elini cebinden çıkartmayı başarmıştı. Sesine duyup gelenlere elini çıkaramadığını söylese de hem adamın kendisi hem de çevredekiler buna bir anlam verememişti.

‘Nasıl, oldu mu’, diye neredeyse muzipçe diyebileceğim şekilde bana sorduğundaysa içinde olduğum durum dehşetti sanırım. Hem suçluluk hem de dehşet. Utanarak hissettiğim bir şey vardı ki bundan zevk almıştım. ‘İnsana dair hiçbir şey bana yabancı değildir, diye bir söz duymuştum. Evet, Kemal, insanın içinde o kötü dediğimiz şeyi hep hissederiz. O kötü ve dehşetli şeyleri yapmak sanırım insanın ruhunda var.’ Kemal abiyle benzinlikten ayrılırken halen daha şişman adamın telaşı gözlerinden okunuyordu, bende de suçluluk duygusu. Ama dedim ya bundan kötü bir zevk de almıştım.

Kemal abinin yapıp ettikleri eğer bundan ibaret değilse o zaman onun için hayatta zor diye bir şey olmaması gerekirdi. Eşyaları, başkalarını hareket ettirme gücü olan birini kim engelleyebilirdi ki? Bir bankamatiğin önüne gelince durduk. Kartsız işlemlerden işini halledeceğini düşündüm çünkü kart falan çıkarmamıştı. O anda gözlerimin önünde, sadece ekrana baktı ve kısa süre sonra bir tomar para çıktı makineden. Bana o an göz kırpıp, ‘Eh biraz para lazımdı’, demekle yetinmişti. Ben o an fark etmesem de emindim ki bankamatiğin çevresindeki bütün kameraları kapatmıştı. ‘Benim çok zamanım kalmadı burada. Başka bir yerlere gitmem gerekiyor. Sanırım beni yavaş yavaş anlıyorsun’.

Anlıyordum ama gitmesini de istemiyordum. Haksız bir şekilde bankamatikten para çektiğini düşünmek, onunla ilgili fikrimi hiç olumsuz etkilememişti. Çünkü muhasebe işlerindeydim ve şirketlerin iç yüzünü biraz olsun kavramıştım. İşim, bu hayatın adaletsiz ve görünürde iyi olduğunu anlamama yetmişti. İçimden geçenleri okuduğunu bir kez daha kanıtlarcasına ağırlığını bir bacağına yaslar gibi hafif geri çekilerek bana baktı. Bakarken, yüzünde güngörmüş ve yorgun adamların hüzünlü, kırık gülümsemesi vardı.

‘ Bu yeteneğin sende de olmasını istiyorsun. Olsun ki zaten adaletsiz bu dünyaya bir tekme de sen at’, sesinin daha da alçaltarak derin bir bakışla yüzünü yüzüme yaklaştırdı, ‘Öç almak istiyorsun. Bütün ikiyüzlülükleri afişe etmek ve görünürde iyi olan bu dünyaya bir tekme atmak’.

– ‘Bir ÅŸeyleri düzeltmekten çok belki de rahat etmek isterdim abi. Ama ÅŸunu da biliyorum ki bireysel bir mutluluk zor, hepimiz birbirimize baÄŸlıyız ve ÅŸu sokaktan geçen, evlerinde oturan ya da durmadan çalışan insanlarla dolu bu dünyadan elini eteÄŸini tam anlamıyla çekmek de mümkün deÄŸil. O yüzden seninkisi gibi bir yeteneÄŸim olsa ve bunu sadece kendim için kullansam bile yine tam anlamıyla mutlu olmazdım ki. Biliyorum ki bizler birbirimize baÄŸlıyız ve sadece bireysel zevk de insanı tüketir bir yerde’.

-‘Çok idealistçe. Bana ne kadar da gençliğimi hatırlatıyorsun. Güç sahibi olunca insanların yozlaşabileceğini düşünüyor musun hiç? Mesela demin o adamın elini cebinden çıkaramaması komik gözükmüyor muydu? Hatta biraz daha derinlere inelim hadi. O adamı kontrol edebilmek, bir oyuncak gibi oynamak sana zevk vermedi mi?’

-‘Hayır çünkü insanın ailesi, arkadaşları, dostları ama daha da ötesi kendini sorgulama becerisi varsa bunun önüne geçebilir. Evet doğru, izlemesi keyifli ve zevkliydi. Ama sen de kabul et ki ilk defa böyle bir şeyi görmek insana zevk vermez mi zaten? Bu zevk de yavaş yavaş azalır ve biter. Geriye sağduyu kalır.’

Burada biraz düşündü. Bankamatikten biraz uzaklaşıp yavaşça yürüdüğümüz yolda, yaşlı insanlar gibi yerinde durdu ve sabit bakışlarla uzağa baktı. Yüzünde demin de gördüğüm derin bakışlar ve düşünceli bir ses vardı.

-‘Hmm, yani o zaman sağduyuyla hareket edebilecek kıvama gelene kadar zayiatlar ve yanlışlıklar da oluşabilir. Ama en nihayetinde sağduyu galip gelir. Senin demin dediğin vicdan ve çevre sayesinde… Doğru mu anlamışım?’

-‘Evet, doğru abi’.

Belli bir ‘kıvama’ gelene kadar oluşabilecek zayiatlar konusunda diyebileceğim bir şey o an aklıma gelmemişti ve derinlerde bir ses, bunun hayatın olağan akışı içinde oluşabileceğini sanki fısıldıyor gibiydi. Biri dürter gibi gözlerindeki sabit bakışlar gitti, bana dosdoğru baktı ve dedi ki,

-‘ Sana kendi yeteneğimi veriyorum. Her insanda bu yeteneklerin olduğunu ama insanların çoğunluğunun bunun farkında olmadığını söylemiştim sana. Ama bir grup insan vardır ki bunun için doğmuştur sanki… Sen de yapabildiklerimi yapmak ister misin?’

-‘ Abi gerçekten mi? Tabii ki isterim!’.

Uzun uzun bana baktı yine. O sessizlik anında kafasından bir sürü düşüncenin bir ışık demeti halinde geçtiğinden emindim.

-‘ Hayat en doÄŸru öğretmendir. Bunu yaÅŸayıp görmen gerekiyor. Evet. Tam olarak böyle… Belki bugüne kadar benim de göremediÄŸim ÅŸeyleri görebilirsin, yapamadığım ÅŸeyleri de yapabilirsin. Çünkü çok yoruldum. Oradan oraya savrulmaktan yoruldum.’

Bunları bana değil de kendi kendine söylüyor gibiydi sanki. Düşüncelerden oluşmuş dipsiz ve derin göllerden sahile çıkıp derin bir nefes alır gibi nefes aldı. ‘Gel bakalım, gözlerini kapa ve rahat ol’. Yürürken yolun en tenha ve ıssız bölgesine gelmiştik. Gözlerimi kapatınca ellerimi avuçlarının içine aldı. Alnını alnıma dayadı. Biraz zaman geçti. Belki bir ya da iki dakika… O anlarda kalbim hızlı hızlı çarpıyordu. Bir yerden bir yere çekiliyormuş gibiydi ruhum ve arkada sanki bitmek bilmeyen bir dalga sesi vardı. Gözlerimi açtığımda Kemal abi yoktu. Karanlıkta yalnız kalmıştım. Her şey aynıydı, değişen bir şey yoktu ama attığım her adımda yeni bir yaşam heyecanını içimde hissediyordum. Hayatı tekmelemek ve onu savurmak isteği iliklerime kadar hissettiğim yegâne duyguydu.

Yolda giderken bir deneme yapmak istedim. Neyi nasıl yapacağıma dair en ufak bir bilgim olmasa da o hissettiğim tanıdıklık beni yönlendirecek gibiydi. Yolda duran bankı ufak bir el hareketiyle biraz daha kenara kaydırmak istedim. Çevrede kimsenin olmamasının verdiği rahatlıkla elimi bir yerden bir yere götürme hareketi yaptım. Bank hafif bir gıcırtıyla yerinden oynadı. Mutluluktan çığlık atmak istedim o an. Konuşmayı yeni öğrenmek gibiydi bu ve sanki hep yapabildiğim ama unuttuğum bir şeydi…

Nispeten kalabalık bir sokağa saptım. Bir kafenin önünden geçerken oturduğum sokakta hiç sevmediğim bir adamı gördüm. Etrafında üç kişiyle oturmuş sohbet ediyordu. Bir deneme yapmak istedim. Camekânın tam karşısında onlara bakarken sandalyesinin arkasına astığı ufak çantasına odaklandım. Ufak bir el hareketiyle(büyük büyük el kol hareketleriyle istediğimi yapmak dikkat çekebilirdi) çantasını düşürdüm. Tekrar astığı çantasını bir süre sonra yine düşürünce ilk başta homurdandı. Sonra yine düşürünce birileri şaka mı yapıyor diye etrafına baktı. Biraz daha bekledikten sonra aynısını bir daha yapınca bu sefer gerçekten sinirlendi ve ayağa kalktı. Kendi kendime gülerek oradan uzaklaşırken var olan gücü kötüye kullanmama konusundaki ‘sorgulayıcı’ kişiliğimin o anlarda daha bir sustuğunu hissettim. Neyse ki kimseye zarar vermeyeceğim için vicdanım rahattı.

Eve, yatağa kendimi attığımda herhangi bir eşyayı bir yerden almak için çaba sarf etmemek hoşuma gitmişti. Bir sürahi ve bardağı yatağa kadar getirtmek ve sonra yerine koymak, kıyafet dolabını açıp kıyafetleri ayağa bile kalkmadan yatağa getirtmek, kendi kendine çalışan tabak çanak ve tavalarla kahvaltı hazırlamak… Kendi kendine çalışan aletleri ve havada süzülerek bir yerden bir yere giden eşyaları dışarıdan biri görse ufak çaplı bir korku krizi geçirirdi büyük ihtimalle… Kazalar da olmuyor değildi. Odaklanmam kesilince havada kendi kendine giden bardak düşüp parçalanmıştı örneğin. Kemal abinin dikkat kesildiği anları hatırlayınca işin püf noktasının odaklanmak olduğunu anladım. Odaklanma bir an kesildiği zaman isteğim olmuyordu. Bir de sürekli odaklanma hali de gücü azaltan bir şeydi. Aynı şekilde ütü yapmaya çalıştığım zaman da benzer bir sıkıntıyla karşılaşmıştım. Hem eşyayı hem de ütüyü aynı odaklanma gücüyle idare edemiyordum. Sadece tek bir olay ve belli bir süre odaklanma… Evdeki deneyimlerimle bunu öğrenmiştim.

İşe gittiğimde yan yana dizilmiş masalara oturmuş takım elbiseli kadın ve erkeklerden oluşmuş bu yer bana çoktan sıkıcı gelmeye başlamıştı. Sevdiğim bir insan var mıydı? Hayır, sanmıyordum. Havada toz parçacıkları yerine hep dedikodu ve haset vardı sanki. Soluk alıp verdiğimiz ve günümüzün çoğunu geçirdiğimiz bu kat, bastırılmış öfkeler diyarıydı. Arada iyi insanlar vardı ama tekmelemek istediğim o hayatın içinde iyi insanlar görünmezdi… Böyle bir yerde hayatı tekmelemek ve görünürde iyi olan hayat masasını biraz tekmelemek iyi olacaktı. Arda Bey’in kırklı yaşlardaki bir avcı erkek olarak radarına giren bütün kadınlara yaptığı sıradan şeylerden biriydi aldatmak. Herkesin bilmediği şeyse şirket patronunun eşiyle beraber olduğuydu. Raporlamam için bir dosya ararken şirketin çok da kullanılmayan bir odasından gelen sesleri takip ettiğimde anlamıştım ben de… Eksi birinci kattaki güvenlik kamerası çalışmadığı ve aynı zamanda ateşli bir fanteziye ev sahipliği yapabilecek bir ortama sahip olduğu için patronun genç eşi Suzan Hanım ve Arda Bey için güzel bir aşk yuvası olmuştu burası. Öyle baş döndürücü bir yuvaydı ki koridorun sonundaki ben görünmez olmuştum onlar için.

Arda Bey’in, patronumuz olan Kamuran Bey’le toplantı esnasında konuşurken gözlerindeki gizli aşağılamayı o günden sonra daha iyi anlamıştım. Kamuran Bey’in saç kalmamış başı ve kalın kemikli gözlüğü bu atmosfere daha dramatik bir hava katıyordu. Tabii ki sadece Arda Bey, Suzan Hanım ve benim için. Suzan Hanım’ın iki vesayetle işe gelip sekreterlik yaptığı o günlerden bugünlere gelmesinde hiç şüphesiz Kamuran Bey’in evliliğini bitirip onunla evlenmesi etkili olmuştu. Suzan Hanım içinse unutulması gereken bir maziydi tüm bunlar ve hayat tek tek çıkılması gereken basamaklardı. Arda Bey’de fark ettiğim bir diğer özellikse kadınlara daha çok ‘sahip oldukça’ yürüme şeklinin daha bir ‘yörünge’li olduğuydu. Bacaklarını aça aça yürüyor, kendi masasına pısıp kalmış diğer işçi arılarla yaptığı şakalar daha yüksek sesli oluyor, temizlikçilere ve güvenliklere daha fazla çıkışıyordu. Anlı şanlı şirketlerin defterlerini tutan bu şirket bir kümesti sanki ve Arda Bey buranın öten biricik horozuydu.

O gün yapılan toplantıda da hepimiz hazır bulunduk. Yine gizli mesajların havada uçuştuğu bu salonun maddesel yükü Kamuran Bey’in keline vuran ışıkta cisimleşiyordu sanki. Projeksiyon aletinden çıkan ışıkların yansıttığı grafikler ardı ardına gelirken aklıma bir şey geldi. Klavyede bir tuşa dokunur gibi elimle parmaklarımla birkaç hareket yaptım. Görüntüde bu sefer büyüme oranları yerine dudak dudağa gelmiş Arda Bey ve Suzan Hanım vardı. Salondaki hava bu sefer Kamuran Bey’in alnından akan terde temsilini bulmuştu. Kamuran Bey bugüne kadar hafif hafif hissettiği kuruntunun bütün öfkesini Arda Bey’in suratına indirdiği yumrukta kustu. Sıfırdan başladığı hayatta yediği bütün tokatların hıncını çıkarırcasına vurdu. Çığlık atan Suzan Hanım’a ise tüm katta yankılanan ‘kaltak’ nidası eşliğinde attığı tokat attı. İncinen erkeklik gururunu Kamuran Bey ne kadar tamir etti bilmiyordum ama haftalar boyu Arda Bey’in tacizine maruz kalan Seda Hanım rahatlamıştı.

O günden itibaren ofisi birbirine katan gelişmeler yaşandı çünkü hayatı tekmeliyordum. ‘Yanlışlıkla’ gönderilen mesajlar sonucu açığa çıkan dedikodular, birbirine hayli kızgın kimselerin eşyalarının yer değiştirmesi sonucu yaşanılan öfke patlamaları, hazırlanılan raporlardaki verilerin yanlış girilmesi sonucu işinden olanlar. Şirketteki fitne fesadı çıkaran herkes tek tek işten çıkarılıyordu. Ya da şirkete gelemeyecek hale geliyordu. Fakat tüm bunlar olurken hayretle karşıladığım şey, giden bütün kötülerin yeri doluyordu. Bir keresinde güvenlik görevlisine ‘Sen insan değilsin!’, diye bağıran İK’cı Gül Hanım’ın lüks bir mekânda rakip şirketin yetkilileriyle görüşmesini belgeleyen resimler ‘yanlışlıkla’ Kamuran Bey’in e postasına düşmüştü. Gül Hanım şirketin ilk günlerinden beri vardı ve bildiği şeyler sadece personellerin özlük dosyaları değildi. Gül Hanım tabii ki işten çıkarılmıştı. Fakat onun yerine gelen İK’cı, kimseye bağırıp çağırmasa da, kendi anlayışına uygun bir personel rotasyonu yaratarak neredeyse tüm herkesi işinden edecek bir hırsa sahip olduğunu göstermişti. Çok zaman geçmeden Arda Bey’in başka bir şirkette çok daha yüksek bir maaşla işe başladığını, Suzan Hanım’ınsa ne yapıp edip evliliği sürdürmeyi başardığını öğrenmiştik.

Şirkette kötülerin yerinin daha kötülerle dolmasının yanında şaşırdığım bir başka şeyse iyi diye düşündüğüm insanların da kendilerine sorun çıkaran kişiler devrede çıkınca aynı davranışları yapması olmuştu. Stajyerlere gerçekten nefes aldırmayan Nadir Bey’i kolay bir şekilde diskalifiye etmiştim ama bu sefer de stajı bitip yerine gelen Yunus, Nadir Bey’den öğrendiği ne kadar ‘teknik’ varsa uygulamaya başlamış ve o da küçük bir zorba olarak sahnedeki yerini almıştı.

Bütün ‘hüner’lerimi sadece şirkette kullandığımı fark edince benim için hayatı tekmelemek denen şeyin ne kadar kısır bir döngü olduğunu acı bir şekilde fark ediyordum. Hayatta karşılaştığım ne kadar zorbalık ve fitne varsa hepsiyle mücadele etmeye karar verdim. Üst komşumuz Erdal, eşine sürekli şiddet uyguluyordu. Buna bir son vermeye karar verdim. Bir gün evden çıktıktan sonra merdivenlerden inerken kapıyı açtım ve tam arkasından takip ettim. Aramızda biraz mesafe açılınca bir anda merdivenlerden yuvarlandı. İlk defa bir eşyayı değil bir insanı çekmiştim. Erdal, istediğim gibi düştü ve ilerleyen süreçte felç oldu. İyilik yapmak isterken eşine çok daha büyük bir kötülük etmiştim. Bu sefer fiziksel şiddetin yerinin eşinin tahammül etmek zorunda olduğu psikolojik şiddet almıştı. Örneğin bir markette kasiyeri zorbalayan bir müşterinin bir anda çenesini kapatmıştım. O anda dudakları sanki mühürlenmiş gibi kapanıp kalmıştı ve o bağırmaların yerini boğuk boğuk sesler almıştı. Bir süre sonra serbest bırakınca akıllanmak ne kelime daha da sinirlendi ve kasiyere saldırdı. Bunun sonucunda kasiyer işinden oldu. Sokaklarda uyuşturucu satanların hepsini, evet hepsini, kendi kendilerini polise teslim edecek şekilde çekmiştim. Televizyon haberlerine bile konu olan bu olay, bizim muhite bakmak isteyen başka çetelerin iştahını kabartmakla sonuçlanmıştı.

Hayat eğer bir örümceğin ilmek ilmek dokuduğu ağ ise ben o ağı bir anda eline dolayıp çekip almaya çalışan çocuk gibiydim. Örümcek ağlarını örmeye devam ederken benim elim habis bir ur gibi ölü ağlarla kaplanıyordu ama örümcek yoluna devam ediyordu. Uzun sayılabilecek bir süre geçmişti. Batan bir güneş gibi o çok istediğim yeteneğin içimde ateşini kaybettiğini hissediyordum. Bütün bankamatikleri boşaltıp yoksullara dağıtmak bile aklımdan geçmişti ama bu tekil örneklerden yola çıkarak, bir anda ortaya çıkan bolluğun da o insanlar için çıkacak olumsuz sonuçlarını düşündüm. Keş biri o parayı yine kendi kötülüğü için kullanacaktı örneğin. Gerçekten muhtaç biri ise sadece belli bir süre rahatlayacaktı, hatta sürekli bir yerlerden para bekleyecekti. Kendimce yaptığım bütün iyilikler bir şekilde başka bir kötülüğe neden oluyordu.

Sadece kendi iyiliğimi düşünmek de aklıma geldi. Çok uzun bir süre bunu yaptım da. Nasıl olsa para sorunum olmadığı için gönlümün istediği her yere gittim, eğlendim, birileriyle tanıştım. Her lüks yerde karşılaştığım şeyse oraya gelene kadar insanların neredeyse suretine bile dahil olmuş o karanlık tarafı görmek oldu. Bir yatırımcıydım artık ve borsada al satlarla güzel bir para kazanıyordum. Gittiğim her yerde, sadece misafir olan bir küçük vicdandım. Çok lüks bir arabayla gezip tozmak, en iyi yerlerde yiyip içmek birçok kadını bana çekti. Ama uzun bir süre bu zevkin içinde yaşayınca insan hep daha fazlasını istiyordu. Fakat bir tarafım her zaman o benzinlikte oturan Kemal olduğu için bir türlü mutlu olamıyordum. Her zaman arkasında duracağım, iyi şeyler de yapmadım. Bütün bunların sonucundaysa hazzın sınırının olmadığını daha iyi anladım. Parlak neon ışıkların altında yürürken yanımdaki kadının bana bir kere bile dönüp bakmadığını fark etmiştim. Başını telefondan kaldırmadan ve beni görmeden yanımda yürüdüğü o akşam yorulduğumu hissetmiştim. Açlık sürekliydi ve ben yapım itibariyle bundan mutlu olamıyordum.

Mesela kendime bir yat alıp dünyayı gezmek, çok korunaklı ve izole bir yerde ev yaptırıp ömrümün geri kalanını sadece tüketerek yaşamak ve bunun gibi bir sürü şey aklıma geliyordu. Ama ne yazık ki bu büyük yeteneğin dönüp dolaşıp bireysel maddi refahla sonuçlanmasında da kötü bir durum vardı. Her şey bu kadar mıydı yani? Bu yeteneğin hayatı tekmelemekle ne ilgisi vardı?

Kemal abiyi görmek istiyordum. İnsanların içini görebildiğini ve o yüzden bana kendi yeteneğinden bahsettiğini söylemişti. Benim sanırım ‘sistemsel’ düşünen beynim onun da içimi görmesi sonucunda biz denk gelmiştik. Onun bu yetenekle bir ömür boyu nasıl yaşadığını, nasıl kullandığını anlamak… Böyle bir şeyi sadece kendi refahı için kullansa büyük ihtimalle karşılaşmazdık bile. Astronomik bir yaşamı olurdu büyük ihtimalle. Neden mütevazi bir yaşamı seçmişti peki? O da benim gibi miydi?

Deniz kenarında bir yerde oturuyordum. Martılar çığlık çığlığa vapurların tepesinde uçuyordu. Üstümde son derece kaliteli kumaştan yapılmış bir takım elbise vardı. Çok uzun zamandır çalışmadığım için günlerim genelde güzel elbiseler giyip, en güzel yerlerde bir şeyler yiyerek geçiyordu. Bu düşüncelerin içinde ufka bakarken arkamdan tanıdık bir ses geldi,

-‘ Hayatı tekmelemek nasıl gidiyor Kemal?’

-‘Abi, merhaba, çok uzun zaman oldu…’

Her zamanki yorgun gülümsemesiyle gelip yanıma oturdu. Üzerinde neredeyse aynı elbiseler vardı.

-‘Hayatı tekmelemek sanırım gitmiyor. Belki de ben nasıl yapıldığını bilmiyorum.’

-‘Hayır, hiçbir şey yapamazsın… İnsanlar her zaman bir şekilde her şeyin en kötüsünü yapmayı ve kötü olmayı başarır. Yaptığın karşılıksız iyilikler bile hemen soru işareti uyandırır. Annen de böyle düşünürdü…’

Yıllar önce ölen annemden bahsetmesi çok tuhafıma gitmişti.

-‘Annemi nereden tanıyorsun?’

-‘Nevin hep ancak diğer insanlarla bir şeylerin başarılabileceğini söyler dururdu. Belki de o yüzden öğretmen oldu. Birilerinin hayatına dokunmak için. Benim içimdeki o yeteneği bile görmezden gelmeyi başarmıştı. Yokmuş gibi davranmayı…’

Pür dikkat onu dinliyordum. Martılar sanki onu duymamı engeller gibi gürültülerini arttırmıştı. Kemal abi ise boşluğa bakarak konuşmayı sürdürüyordu.

-‘ Senin içinde hayatı tekmelemek dediğin şey nasıl varsa gençken benim için de vardı. Ve ben de bir yanıyla bu şeyi kendi refahım ve zevkim için kullandım… Ufak bir aile sınırları içinde kalamayacak kadar kullandım… Hayatı bozuk bir para gibi harcamışım aslında. Bir şeyleri düzeltme isteğiyle başlayan bu olay, kendi refahımı düşünmeye evrildi. Bunun için Nevin’i bıraktım. Nerelerde neler yaptığımı anlatsam inan bana günler yetmez ama şu kadarını söyleyeyim, bazı şeyler dikkat çeker. Gizlilik içinde ve saklanarak yaşamak zorunda kaldım yıllarca. Ve sizlerden uzak durdum.’

Sonra dönüp uzun uzun bana baktı ve konuşmaya devam etti,

-‘ Bir şeyleri değiştirmek, insanları parmağında oynatmak zevk veriyor değil mi? Bunu kabul et. Güzel arabalara binmek, en iyi yerlerde yemek yemek, en güzel kadınlara sahip olmak… Ama bunların hepsi içindeki boşluğu daha da büyütüyor. Seni buldum çünkü sen benim oğlumdun. Bu şeyi yaşamanı istedim çünkü beni birisinin hele ki oğlumun anlaması benim için bambaşka bir anlama sahip. Ben sana yetenek vermedim. Sadece onu ortaya çıkardım. Ve seni o noktadan sonra hep izledim.’

Babasız büyümenin hıncı, Kemal abi sevgisiyle yarışıyordu içimde. Hangisine sarılsam bilemiyordum. Belli bir yaşa gelmiştim ve gerçekten kendi içimde bir dünya büyütmüştüm. Benim için hiçbir şey ifade etmiyordu aslında bu yaştan sonra bir baba olması. Ama Kemal abi başkaydı. Bir şeylerden nefret etmek bile istemiyordum. İçimde süren soru yağmuru, dışarıdaki telaşsız günle belirgin bir tezat oluşturuyordu. Sessizce oturmaya devam ettik.

-‘ Hak edilmiş, anlamlı bir hayat sürmek, bir şeyleri değiştirmenin yanında en büyük erdem aslında oğlum. İçindeki boşluğu doldurmak için sıra dışı şeyler yapmaya gerek yok belki de. Önemli olan sıradanlığın içindeki hayret verici olan şeyi görebilmek belki de… Hayret verici olan ne biliyor musun? Bütün o sıradan ve zor hayatların içinde anlamlı bir hayat sürdürmeye çalışmak… Nevin’in yaptığı gibi…’

Gözlerimden yaşlar süzülüyordu. Evet, annem… Onun için olağanüstü şeyler değil hayatın kendisi vardı. Bunu daha iyi anlıyordum. Babam ya da Kemal abi, oturduğumuz yerden yavaş yavaş kalktı. Onun da gözleri dolmuştu.

-‘Ben yine gelirim. İstersen. Ama ne yapacağını artık biliyorum ve eğer buna hakkım varsa, seninle gurur duyuyorum Kemal’.

Ağır ağır uzaklaşırken arkasından seslenmedim. Biraz daha oturup ağlamayı tercih ettim. Ertesi gün, bir zamanlar çalıştığım muhasebe şirketine tekrar gittim ve çalışmak istediğimi söyledim. Uzun bir aranın ardından oraya tekrar başlamak güç olsa da Kamuran Bey’in oluruyla yeniden işe başladım.

Bir Yorum Yap

E-posta adresiniz yayımlanmayacaktır.Yıldızlı olan alanların doldurulması zorunludur. *