Bazı güçler, doğuştan gelir; bazıları ise acının içinden filizlenir. Hümeyra’nın hikâyesi, bir lanet sandığı yeteneğin, aslında ruhunun aynası olduğunu keşfedişinin öyküsüdür. Bu, sadece nesneleri hareket ettiren bir gücün değil, kalpleri birleştiren, yaraları saran ve hayata yeniden anlam katan bir yolculuğun anlatısıdır. “Ağlamaların Fısıltısı”, insanın kendi kırık parçalarını kucaklayarak nasıl bütün olabileceğini fısıldar. Çünkü bazen, en büyük mucize, kendimizi affetmektir.
Küçük bir kasabanın kenarındaki eski evde, Hümeyra yalnız başına büyümüştü. Babası savaşta ölmüş, annesi ise onu terk etmişti – ya da en azından Hümeyra öyle sanıyordu. Gerçek, daha karanlıktı: Hümeyra’nın doğuştan gelen bir yeteneği vardı. Düşünceleriyle nesneleri hareket ettirebiliyordu. Telekinezi, onun için bir lütuf değil, bir lanetti. İlk kez fark ettiğinde altı yaşındaydı; öfkeyle dolup taşarken, mutfaktaki bardaklar havada uçuşmuş, yere çarpıp paramparça olmuştu. Annesi, korkuyla bakmış ve ertesi gün evi terk etmişti. “Canavar,” demişti fısıltıyla, kapıyı çarparak giderken.
Yıllar, su gibi aktı ve geçti. Hümeyra, 25 yaşına geldiğinde, yeteneğini gizlemeyi öğrenmişti. Kasabada bir kütüphanede çalışıyordu; kitap rafları arasında saklanarak, sessiz bir hayat sürüyordu. Ama içindeki fırtına hiç dinmiyordu. Her gece rüyalarında, annesinin yüzünü görüyordu – o terk ediş anını. Ve bazen, uyanıkken bile, duyguları taşınca, etrafındaki eşyalar titriyordu. Bir fincan kahve masadan düşüyor, bir kitap sayfaları kendiliğinden çevriliyordu. “Normal ol,” diye fısıldıyordu kendine her seferinde. “Sadece normal ol.” Bir sonbahar günü, kütüphaneye yeni biri geldi: Kemal. Uzun boylu, yumuşak bakışlı bir adam; kasabaya yeni taşınmıştı, bir yazar olduğunu söylüyordu. Hümeyra, onunla konuşurken ilk kez kendini rahat hissetti. Kemal’in gözlerinde bir derinlik vardı, sanki dünyanın tüm acısını taşımış gibi. Konuşurlarken, Hümeyra’nın eli titredi ve raflardan bir kitap yere düştü – ama Kemal gülümsedi. “Rüzgâr mı düşürdü acaba?” diye sordu. Hümeyra başını salladı, evet dercesine, ama kalbi hızla atıyordu.
Zamanla, arkadaş oldular. Kemal, Hümeyra’ya kendi sırlarını anlattı: Çocukluğunda yaşadığı bir kaza, kardeşini kaybetmesi, içindeki boşluğu. Hümeyra, onun acısını dinlerken, kendi sırrını paylaşma arzusuyla yanıp tutuştu. Bir akşam, kasabanın orman kenarındaki göl kenarında buluştular. Yapraklar sararmış, rüzgâr hafifçe esiyordu. Kemal, “Hayat, kırık parçalardan oluşuyor,” dedi. “Ama onları birleştirebilirsin, eğer istersen.” Hümeyra’nın gözleri doldu. “Ben… Kırığım,” diye mırıldandı. Ve o an, duyguları taştı. Etrafındaki yapraklar havalandı, gölün suyu dalgalandı, dallar eğildi. Kemal şaşkınlıkla geriledi, ama kaçmadı. Hümeyra, gözyaşları içinde diz çöktü. “Beni terk et,” dedi. “Herkes gibi.” Ama Kemal kaçmadı. Aksine, elini uzattı. “Bu… Senin bir parçan,” dedi yumuşakça. “Korkma. Göster bana.”
Hümeyra, titreyerek kalktı. Düşüncesini yoğunlaştırdı – ilk kez korkmadan. Bir yaprağı havaya kaldırdı, Kemalin avucuna konmasını sağladı. Sonra bir taş, sonra bir dal. Kemalin yüzünde hayranlık vardı, korku değil. “Bu bir hediye,” dedi. “Ama onu kontrol etmek için, önce kendini kabul etmelisin.”
O geceden sonra, Hümeyra yeteneğini keşfetmeye başladı. Kemalle birlikte, ormanda pratik yaptılar. Yaprakları dans ettiriyor, taşları yığarak küçük heykeller yapıyorlardı. Ama derinlerde, Hümeyra’nın yarası hala kanıyordu. Bir gün, annesinin mektubunu buldu – eski bir kutuda saklanmıştı. Mektupta, annesi yazıyordu: “Korktum, kızım. Senin gücünden değil, kendi zayıflığımdan. Seni korumak istedim, ama kaçtım. Affet beni.” Hümeyra, mektubu okurken ağladı. Duyguları fırtına gibi esti; evdeki her şey havalandı, camlar titredi. Kemal yanındaydı, elini tuttu. “Bırak aksın,” dedi. “Sonra topla parçaları.” Hümeyra, telekinezisini kullanarak mektubu yaktı – geçmişini küle çevirdi. O an, yeteneğinin sadece yıkım olmadığını anladı. Kemalle birlikte, kasabada bir sanat atölyesi açtılar. Hümeyra, düşünceleriyle heykeller yapıyor, çocuklar için gösteriler düzenliyorlardı. Artık yalnız değildi. Gücü, onu bu haliyle tamamlıyordu; o, gücünü tanıyordu artık.
Yıllar sonra, göl kenarında otururlarken, Kemal sordu: “Pişman mısın?” Hümeyra gülümsedi, bir yaprağı havaya kaldırdı ve Kemalin kalbine dokunur gibi indirdi. “Hayır,” dedi. “Çünkü bu güç, beni sana getirdi.” Ve rüzgâr, yaprakları dans ettirirken, Hümeyra’nın kalbi nihayet huzur buldu. Telekinezi, sadece nesneleri hareket ettirmiyordu; kalpleri de hareket ettiriyordu sanki…
- Ağlamaların Fısıltısı - 1 Kasım 2025
Henüz yorum yok. Kayıp Rıhtım Forum'da yorum yap.