Öykü

Sinirlerden Örülü Zincir Yelek

“İnsanı; diğer canlılardan daha güçsüz, aptal varlığı geçmiş çağlarda ne yok olmaktan kurtardı? İnsanı ne insan yaptı? Doğada ve yüz yıllar sonra kurduğu şehirlerde ona yaşamı ne sağladı? Nasıl hayatta kaldı? Alet yaparak. Birlikte çalışarak. Aynı anda hem aklını hem de ellerini kullanarak. Ama en önemlisi alet yaparak. Şimdi ise yaşamak isteyenlerin ilk kuralı ne?”

Derin bir nefes aldım. Kamp alanı göçerken onun çişi yüzünden geç kalmıştık. Çenesini de çişi gibi tutmayı bilmiyordu. Benden cevap almayınca kendi cevapladı.

“Kural bir; asla bir alet yapma. Kural iki; yapılmış aletlerden uzak dur. Kural üç; sinir sistemine sahip olan diri varlıklar seninle olsun.”

Yanımızdaki, dilsize hamile kadın gerisini getirdi. “Çünkü onlar, sinir sistemine sahip olan canlılar hariç her şeye hükmediyorlar.”

Kamp yöneticileri yüzünden bu iki aptalla, göç sırasının en arkasındaydım. En genç olan, yaşlı ve hamilelerle birlikte geriden gelmeliymiş. Ne aptalca bir anlayış. Sık ağaçlı ormanın içinde çamurlara bata çıka yürüdüğüm yetmiyordu, bir de bu iki aptala tahammül ediyordum. İkisi de kendini kurtarıcımız ilan etmişti. Bizi o şeylerden kurtarıp dünyada yeniden huzurla dolaşmamızı sağlayacaklarmış. Yaşlı, ben daha küçük bir çocukken kaçıp kampa sığınmadan çok öncesinde vardı kampta. Gençlik yıllarında da kafayı sinirlerden örülü zincir yelek icadına, tasarımına artık adına ne diyorsanız takmış mıydı bilmiyorum. Bulduğu bütün canlıların sinirlerini ayırıyordu. Bakır tele sarıyor, ki sürekli söyleyip durduğu kurallara göre bu da bir aletti kullanılmamalıydı, bu bakır telleri birbirine tutturarak yelek örmeye çalışıyordu. Orta Çağ dediği zaman diliminde zincirden yelek giyermiş savaşçılar. Bu sayede mızrak, kılıç, ok gibi silahlardan sağ kurtuluyormuş savaşçılar. Çağ mı kaldı, zaman mı kaldı, o saydığın silahları bana tarif et ne olduklarını anlayayım dedim defalarca anlatamadın, bir sus artık diyemiyorum kampımızın saygı diye diye ölüp bitmesi gibi bir problemim var. Küçük yaşta anamı babamı hatırlamaz avare dolaşırken onlara sığınmışım, yıllar geçmiş hâlâ başka bir kampa rastlamamışım, diğer insanlarla ilgili tek bildiğim anlatılanlar, başka kampların varlığına dair tek bildiğim bizim kampa sonradan katılanlar, mecburum ne denirse yapmaya.

“Benim de işemem lazım.”

Yaşlı işesin diye dururken sen de onun görmediği bir yere gidip işeseydin ya aynı anda. İkide bir durmak zorunda kalmazdık. Kamptakileri kaybedersek, nerede konaklayacağımızı da söylememişlerdi henüz, ormanın içinde kayboluruz. O zaman da keşke telebilmemne yapanların eline düşseydim de bu kadının eline düşmeseydim dedirtirim ben ikinize.

Cevap veremedim hamileye. Kendi yavaş yavaş, göbeğini tuta tuta ilerledi ağaçların arasından. Yaşlı, tabii beyefendi bir erkek olduğu için, hamilenin gittiği yöne sırtını döndü. Hamilenin kampa gelişini hatırlıyorum. Kendinden önce “Kurtarıcınız geldi.” Çığlıkları vardı kampa. Kamptakiler saldırıya uğruyoruz sandı, ama bu telebilmemne dedikleri varlıklar dilsizmiş, kesin bir insandır diye gidip bakmaya karar verdiler. Kollarında bununla geri döndüler. “Dilsize hamileyim.” deyip durdu. Kampın kadınları günler sonra ne yaptığını anladılar. Bu varlıklardan birine aşıkmış, ondan hamile kalmış. Asla inanmıyor kamptakiler. Başka bir kamptan atılmış olmalı, kim bilir hangi insan bunu karnında bebeğiyle ormanda yalnız bıraktı. Ama o hâlâ iddiasında ısrarcı. Bizim için yapmışmış, bütün insanlık için. Çünkü onun karnındaki bebek, tıpkı babası olan o varlık gibi, nesnelere hükmedecekmiş.

İnsanların tarafında olan bir telebilmemne işimize yarardı. Bizi koruyacak, sinirlerden örülü zincir yeleklerimiz olsaydı keşke. Ama ikisi de aptal. Biri sürekli ölü hayvan kokuyor. Öteki doğurmaya başlarsa eğer ne yapacağımızı bilmiyoruz çünkü kampta doğum yaptırmayı bilen tek kişi de öldü. Yangın… Ormanın bulunduğumuz yeri yandı. Bizi, sinir sistemlerinin arkasında saklayacak olan ağaçlar öldü. Hemen buldular bizi. Avlamaya başladılar. Bedenlerimize sinir sitemimiz olduğu için hükmedemiyorlar, hükmettikleri aletlerle saldırıyorlardı. Ağaçların daha sık olduğu yerlere dağıldık. Ebemiz de dahil kaç kişi öldü bilmiyoruz, güvenli bir yere geçince sayım yapacaktık. Hâlâ güvenli yeri bulamıyoruz.

İhtiyar, yere oturdu. Yazık, bir yandan da acıyorum, bacakları dayanamıyor uzun yola. Kafilenin gözden kaybolduğu yere bakıyor. “Yetişmemiz lazım çok uzaklaştılar.” diyorum. Çalı hışırtısı ve küçük bir su sesi geliyor. Hamile çabuk gelse bari. “Orman çok büyük, bizi o şeylerden korur ama kampsız yapamayız.” diyorum. İhtiyar iç çekiyor. “Çok uzaklaştılar.” Bu kez teselli vermek istiyorum hem ona hem de korkmaya başlayan kendime. “Yetişiriz yine de. Gerekirse seni sırtlarım, hamile de göbeğini tutarak koşar biraz.” Acaba o şeylerden yani varlıklardan mı korkuyordu? “Orman bizi saklar, ağaçların sinir sistemi güçlüdür. Üstelik birbirlerine bağlı oldukları için…” Sözümü kesti. “Ağaçların sinir sistemi yoktur.” Anlayamadım. Ormanın, kafilenin ilerlediği gözle göremediğim kısımlarından çığlıklar gelmeye başladı. İhtiyar; pis kokulu çantasından, sinirlerden örerek upuzun bir file topağı hâline getirdiği yeleğini gösterdi. “Yıllardır çalışıyor ama elimden alınmasın diye hep ağaçlar bizi koruyor dedim. Sence neden başka kamplara hiç rastlamadık bu koskoca ormanda. Evet, dışarıdan gelenler hep kamp hikâyeleri anlattılar. Ama hepsi ormana ilk defa geliyordu, kampları başka alanlardaydı. Hayvanat bahçesindeki hayvanların arasında yaşayanların kampından gelmişti ebemiz. Hayvanların çoğunu yemişlerdi. Yeteri kadar yediklerinde, onların çevresinde varlıkların aklını karıştıracak kadar çoğunlukta sinir sistemi kalmamıştı. Kesmek için kullandıkları nesneler de sonları olmuştu. Varlıklar ya da diğer adıyla şeyler, hiç nesne yapamıyor. İnsanlar nesne yapabiliyor ama onları zihniyle kontrol edemiyor çünkü elleri ve zihinleri öyle evrimleşti. Şeyler nesne yapamıyor ama nesneleri zihniyle kontrol edemiyor çünkü elleri ve zihinleri öyle evrimleşti.”

Anlayamıyordum. İhtiyar, yüzümden şaşırdığımı ve korktuğumu okuyordu. “Bak, işte geliyor. Daha önce hiç şey görmemiştin değil mi? Çevresinde dolananlar ise bıçakları.” Uzağımda, ihtiyara benzeyen bir insan duruyordu. “Evet, onlar da insan. Sadece kolları yok. Nesillerce böyle evrimleştiler. Ve tabii arada engelli olanları doğdu. Benim gibi kollara sahip olup zihinlerini nesnelere hükmetmek için kullanamayanlar.” Bize doğru baktı insan. Hiçbir şey göremedi. Geldiği yolu geri dönüp yürümeye başladı. “Gözlerini bağlasam nasıl dikiş dikersin? Kendini delsen de ellerinle yavaşça dikiş yaparsın. Ben de böyle örüyorum yeleği. Birden fazla canlının sinir sistemi algılarımızı bozar bizim.”

“Neden?” diyebildi hamile. Arkamda belirmişti. Gözleri kocaman açık. Karnına döndü. “Neden?” diye sorduğunu tekrar duydum ama hamilenin ağzı hiç açılmamıştı. İhtiyar kahkaha attı. “Güçlerin birleştirilmesinden yanayım ben. Uzaydan gelmedik biz. Dünyanın ayak basmadığınız kıtalarındaydık. Böyle evrimleştik. Birleşebilirsek eğer dünyadan daha fazla faydalanırız. Ve çocuklarımız daha üst varlıklar olabilir. Sen şimdiden zihinden konuşmanın dilini çözmüşsün.”

Bir Yorum Yap

E-posta adresiniz yayımlanmayacaktır.Yıldızlı olan alanların doldurulması zorunludur. *