Öykü

Kâbus Kırığı

Işık kaynağı yoktu. Yine de odanın her detayına hâkimdi. Penceresiz soğuk fayanslar, tavanda kalp şeklindeki pas lekesi, nem kokusuna karışmış ilaç kokusu… Sanki yılların eskittiği bir ameliyathaneye kapatılmıştı.

Göğsü sıkışıyordu. Hava ağırdı. Susamıştı, masadaki sürahiye uzanmak istedi. Ayağa kalkmak için tüm gücünü topladı ama nafile.

Kollarını oynatabiliyor, parmak uçlarını kıpırdatabiliyordu. Ama bedeni, sandalyeye çivilenmiş gibiydi. Onu tutan şey zincir değil, yalnızca kendi etine sinmiş bir ağırlıktı.

Hamile olduğunu hatırladı. Ama aşağıya baktığında, karnı dümdüzdü. Bebeğin yokluğu zihnine saplanan en keskin bıçak oldu. Bağırmak istedi, ses çıkmadı. Kalkmak istedi, ayakları ona ihanet etti.

Duvarlar gitgide yaklaşmaya başladı. Sessiz bir karanlık her tarafını sardı. Lara sessizliği bölen keskin bir cam kırılma sesiyle çığlık atarak gözlerini açtı ve yatağından nefes nefese kalktı. Yatağın yanındaki Sürahi yerde bin bir parça olmuştu. Ter içinde göğsü hızla inip kalkıyordu. İlk refleksi karnına gitmekti. Ellerini bastırdı, bebeğini hissetmeye çalıştı.

Yataktan panikle fırlayan Hasan da bir yandan Lara’yı sakinleştiriyor, öbür yandan cam kırıklarına basmasın diye kolundan çekiyordu. Lara kendi kendine “su… su” diye fısıldadı. Eşi Hasan su getirmek için mutfağa giderken, Lara pencereye yöneldi. Ciğerlerindeki ağır havadan kurtulmak istemişti. Sessiz sokağın durağan karanlığı taş parkelerin üstüne sonsuz bir battaniye gibi serilmişti.

Sokağın karanlığında bir karartı, bir çift göz Lara’ya bakıyordu. Lara çığlık eşliğinde pencereden uzaklaştı. Sesini duyan Hasan mutfaktan hızla gelirken ayağını masaya çarptı.

“aşağıda biri var! Yemin ederim gördüm onu! Bana bakıyordu” diye seslendi Lara.

“Dur hayatım, cama basma!” dedi Hasan pencereye koşarken. Dışarıya baktı, sokak bomboştu. “Hemen geliyorum” diyerek kapıya yöneldi. Lara elinden tutarak “Dur, ne olur beni bırakma” diyerek yalvarırcasına bir bakış attı, kısık bir sesle “Belki de kâbusun bir yansımasıdır” diye ekledi.

Lara’nın gözlerindeki korku onu olduğundan da küçük ve savunmasız göstermişti. Hasan bunu fark etti. Nihayet onu sakinleştirip yatağın köşesine oturttu. “Korkma bitanem, Ben buradayım, bebek de öyle” derken ellerini sıktı. Lara bir bardak su içip tekrar uzandı. Hasan kırılan sürahinin parçalarını toplayıp pencereden son bir bakış atıp kapattı. Sokak hâlâ sakinliğini koruyordu. Lara o gece bebeğinin bir kıpırtısını hissetmeden uyumamıştı.

Sabah ışığı perde aralarından sızarak odayı solgun bir parıltıya boyuyordu. Lara yatağın örtüsünü düzeltirken, Hasan mutfaktan geldi, ayağını hafifçe aksatıyordu. Lara’nın gözü hasa’nın ayağına kaydı. “Masaya çarptım da dün gece” dedi Hasan, yüzüne zorlama bir gülümseme yerleştirerek. Lara günlüğünü çekmeceye yerleştirirken, endişeli ve ısrarlı bir sesle “Çıkık olabilir, ihmal etmeden baktırmak lazım” diye cevapladı.

Hasan onaylayarak kafasını salladı. Tam o sırada Lara’nın bakışları masaya, oradan da duvarın dibine kaydı. Sürahinin dün geceki devrilişi zihninde yeniden canlandı. Dudaklarından istemsizce bir fısıltı döküldü: “Ama… Nasıl oldu? Duvarın dibindeyken nasıl devrildi?”

Hasan, Lara’nın endişesini gidermek isteyerek bir açıklama yapmaya çalıştı. “Belki sürahi duvarın dibinde değil de, masanın kenarındaydı. Oradan da zamanla kayıp düştü. Ya da… Bilmiyorum küçük bir sarsıntı olabilir.” Sesi ikna edici olmaktan çok, kendi kendini avutmaya çalışıyordu.

Hasan konuyu değiştirmek istercesine yumuşak bir sesle devam etti: “Sen hastaneye benimle girme. Sırada beklemen gerekmesin. Dışarıda, sahildeki kafelerden birine otur. Beni bekle. Belki kahve iyi gelir sana.” Lara hafifçe başını salladı ama içindeki huzursuzluk dinmemişti.

Hasan’la vedalaştıktan sonra Eminönü sahiline doğru yürüdü. Hava açıktı ama içindeki gölge geçmemişti. Adımlarını yavaşlatmaya çalıştı; “Belki bebeğimi kucağıma alırsam, gerçekten biter” diye düşündü. Kafasının içinde o geceden kalan yankılar: kırılan cam sesi, bebek tekmesi, Hasan’ın sesi. Hepsi hâlâ oradaydı. Ama güneşin altındaydı artık, kâbuslar gündüzleri işlemezdi, değil mi?

Kafeye vardığında, cam kenarındaki bir masaya oturdu. Kahve siparişi verdi, denize baktı. Köpükler kıyıya vurdukça, içindeki gerginlik bir nebze yumuşadı. Rüzgâr saçlarını savuruyor, çocuklar martılara simit atıyordu. Birkaç saniyeliğine huzurun tadını hissetti. O an sessizlik bile güven veriyordu.

Sonra… Bir şey oldu.

Sanki havanın dokusu değişti,

Güneş aynıydı ama ışıklar solmuş, deniz griye dönüyordu.

Kafedeki aynalı duvarda, karşı kaldırımdaki bir silueti fark etti. Adam, sokağın gölgesine yaslanmış, ona bakıyordu. Göz göze gelir gelmez adam bir anda yok oldu. Kalabalığın arasında eridi mi, yoksa hiç var olmadı mı, anlayamadı. Gece sokakta gördüğü karartıyı hatırladı.

Eliyle masanın kenarına tutundu. “Hayır, hayır” diye fısıldadı.

Elini uzatıp telefonunu almak istedi. O sırada, yan masadaki kadının telefonu havalanıp yere çarptı. Bir diğeri, ardından bir diğeri… Sanki görünmez bir el, sırayla her masadaki telefonları havaya fırlatıyordu.

Kafe bir anda doldu: şaşkın bağırışlar, sandalye gıcırtıları, telefonların tabakların üstüne düşmesi. Bir çocuk ağlamaya başladı. Garsonlar birbirine çarparak koşuşturdu.

Lara ayağa kalktı ama dizleri titriyordu. Etrafındaki herkes telefonlarını yerden toplarken o hâlâ aynı yere bakıyordu: o gölge, hâlâ orada mıydı?

Bir anlık kararlılıkla dışarı fırladı ama birkaç adım sonra nefesi kesildi. Hamileliği koşmasını zorlaştırıyordu. Sokak başında bir karaltı hareket etti. Lara o anda hızlı adımlarla uzaklaşmaya başladı, nereye gittiğini bilmeden.

Bir devriye arabasının sireni uzaktan yankılandı. Lara, iki polis memurunun dikkatini çekti, nefesi düzensizdi, konuşamıyordu. Polislerden biri koluna girip, “Hanımefendi iyi misiniz?” diye sordu. Lara cevap veremedi. Gözlerinden yaşlar akıyor, kelimeler boğazında düğümleniyordu. “Biri beni izliyor…telefonlar…hepsi..” diyebildi sonunda.

Polis memurları birbirlerine baktı. “Tamam, sakin olun, şöyle gelin,” dedi biri yumuşak bir sesle.

Onu devriye arabasına oturttular. Lara’nın elleri hâlâ titriyordu, telefonuna sıkıca tutunmuştu. Bir süre sonra, gözyaşlarının arasından telefona baktı, ekranında gelen bir arama: *Canımın içi*

Telefonu açtığında sesi neredeyse duyulmuyordu. “Hasan… ne olur, gel… eve tek dönmek istemiyorum…” diye fısıldadı.

Hasan o sırada hastanede oturmuş ilerlemeyen sırayı beklerken ayaklarını sallayıp duruyordu.

Lara’nın ağlamaklı sesiyle ayağa fırladı, kimseye bakmadan dışarı koştu.

Hasan devriye aracına vardığında, Lara’nın gözyaşları kuruduğu halde yüzündeki korku silinmemişti. Eve dönüş yolunda ne olduğunu sorsa da, Lara dışarının güvensizliğinde sessizliğini bozmadı.

Eve girdiklerinde içerisi hâlâ dün gece gibi soğuktu. Hasan, Lara’nın elinden tutup koltuğa oturttu. Kadının omuzları titriyordu. Lara Kırılan sürahinin masasına baktı. “Kâbuslar hiç bitmiyor” dedi kısık sesle. Sakinleşip kendini güvende hissedince olan bitenlerin tamamını anlattı. Bir süre sonra, annesini aradı. Gürcü aksanlı ses hattın öbür ucunda endişeliydi. “İyiyim” dedi Lara, pek iyi olmasa da. “Selam söyledi” dedi kapattıktan sonra, ama sesi neredeyse fısıltıydı.

Akşama kapı çaldı. Lara’nın teyzesi Daria içeri girdi, beraberinde ağır bir tütün kokusu.

Yorgun ama kararlı bir yüzü vardı. Lara’nın İstanbul’daki tek akrabasıydı.

“Ah kuzum” dedi Lara’nın ellerini avuçlayarak. “Korkmuşsun.”

Lara başını eğdi, gözleri doldu. Çay içtikten sonra, Hasan “Teyzeciğim, bu gece bizde kalır mısın?” diye sordu. Daria teyze kafasını sallayarak “Kalırım oğlum” dedi.

Lara biraz sonra uykuya daldı. Teyze balkona çıktı, Hasan da peşinden gitti. Kadın, sessizliğin içinde sigarasını yaktı, duman geceye karıştı. “Ablam her şeyi anlattı” dedi Daria teyze, ağır bir sesle. “Olanların bir açıklaması var” diye ekledi, uzaklara bakarak.

Hasan başını çevirdi, gözlerini kısmıştı. “Açıklaması mı var?” diye sordu şaşkın bir sesle. Teyze “Evet, daha önce başımıza gelmişti” diyerek endişeli bir yüz ifadesiyle Hasana baktı. “Ağır ağır taşlar uçup yere çakılırdı. Bazen ağaç dalları sırayla kırılıp düşerdi” diye fısıldadı.

“Lara o esnada küçüktü. Köyün hemen dışında bir okul kampına göndermiştik onu” dedi ve Lara’yı kontrol edercesine arkasına bir bakış attı. “Oysa Lara kamptan dönmeden önce her şey bitmişti. Demek kızın zayıf anında tekrar gelip musallat oldular” diye ekledi. “zaten rahmetli papaz söylemişti bize zamanında, imanlı olun! Güçlü olun! Çünkü bu ruhlar ancak ve ancak imansız veya zayıf olanlara musallat olurlar!”

Teyze içini çekerek başını sallayarak “Garip yeğenimin ruhu yıpranmış olmalı yoksa o Ghuli’ler hayatta yaklaşamazdı” diye konuşmaya devam etti.

Hasan anlatılanları ağzı açık dinledi. Sonra da “Kimmiş musallat olanlar?” diye sordu. Daria teyze ciddi bir yüz ifadesiyle “Üç başlı Ghuli’ler” dedi. Hasan şaşkın ve alaycı bir sesle “üç..başlı” diye fısıldadı. Daria teyze açıklama yapmak zorunda kaldığını hissederek “Evet evladım, üç başlı Ghuli’ler” diye tekrarladı. “rahmetli yaşlı papazımız dua okuyarak tüm köyü dolaşıp durdu da, o kötü ruhlardan öyle kurtulduk” diye devam etti gayet ciddi bir sesle.

Sessiz geçen bir iki dakikanın ardından “Komşum genç papaz Henry’le konuşacağım, çok imanlı bir genç. Onu görünce aklıma köyün papazı geliyor” dedi Daria teyze, sigarasını kül tablasına bastırarak.

“Teyzecim, sana olan saygımız büyüktür. Ayrıca yanımızda olduğun için de teşekkür ederim.” Dedi Hasan ayağa kalkıp demir korkuluktan tutarak. “Ama Lara bu kadar yorgun ve hassas bir durumdayken, bir de üstüne kötü ruhlarla ve papazlarla uğraşmak istemiyoruz” alaycı bir gülümsemeyle “Ayrıca ben sürekli dua okuyorum” diyerek dönüp teyzeyle göz göze geldiler.

Daria teyze başını sallayarak “Dua okuyorsun, ama inanmıyorsun evladım. Dualar, dudakta kalırsa işe yaramaz”

o anda içeriden bir ses geldi.

“Olur, teyze” dedi Lara, uykulu bir tonda. Hasan irkildi. Kadın içeri döndü, Lara balkonun kapısında “Çağır gelsin. Şu papazı..gelsin.”

Lara, başını Hasana çevirdi, yüzü solgun, sesi titrekti. “Biliyorum kulağa delilik gibi geliyor ama… Artık bitsin istiyorum, Hasan.”

Hasan bir an tereddüt etti, sonra yavaşça Lara’nın elini tuttu. “Tamamdır teyze, çağır gelsin” dedi.

Daria başını eğdi, dudaklarının kenarında belirsiz bir gülümseme. Lara gözlerini kapadı, derin bir nefes aldı.

Ev yeniden sessizliğe gömüldü, ama o sessizlik artık bir huzur değil, bir beklentiydi.

Gece serinliği yavaşça eve siniyordu. Pencereden içeri süzülen ışık, duvardaki çatlakları parlatıyor, her bir çizgi, Lara’nın kalbindeki yorgunlukla aynı ritimde titreşiyordu.

Daria teyze, koltuğun kenarına oturmuş, telefonu kulağına dayamıştı. Konuşurken sesi neredeyse bir fısıltıya dönüşüyordu. Sanki evin duvarlarının bile duymasını istemiyordu.

Telefonu kapatınca odanın havası değişti. Tül perde hafifçe dalgalandı, sanki biri geçip gitmiş gibi. Lara, teyzesinin yüzünü okumaya çalıştı ama başaramadı. O sırada Hasan’ın parmağındaki sargıyı fark etti. “Parmağını doktora gösteremedin, değil mi?” özür dilercesine dudaklarını büzdü. “İhmal etme lütfen.. Tekrar git olur mu?”. “Üzme kendini, yarın birlikte hastaneye, oradan da bir yerlere gezmeye gidelim” diye cevapladı Hasan yumuşak bir sesle.

Teyze uyumaya gitti, Lara ile Hasan balkonda kaldılar. Deniz uzakta koyu bir çizgi gibi duruyordu. O an, her şeyin düzelebileceğine inanmak istedi. Belki sabah olunca, belki yeni bir günle birlikte.

Gece ağır bir örtü gibi sarmıştı evi. Mahalle’nin uzak yerlerinden köpek havlamaları geliyordu. Her biri başka bir hikâyenin yankısı gibiydi.

“Uykun yok mu?” dedi Hasan

“Hayır, bugün her şey farklı hissettiriyor. Sanki ev nefes alıyor”

“Yorgunsun, ondan. Her şey geçecek”

“Geçecek” diye cevapladı Lara usulca. Ama sesindeki güven çoktan solmuştu.

Hasan ayağa kalktı. Birden parmağındaki ağrıyı hatırladı. Elini sıktı, yüzünü buruşturdu.

“sen istersen azıcık daha otur, sonra uyumaya çalış olur mu?” dedi Hasan. “nereye gidiyorsun?” diye cevapladı Lara. “parmağımın ağrısı uyutmayacak beni. Nöbetçi bir eczaneden krem alayım da, yarın gündüz gözüyle hastaneye gidene kadar ağrısı azalsın”.

Lara “Tamam” dedi. Ama o “tamam”ın altında binlerce kelime sustu.

Sokak boştu. Nöbetçi eczane uzak, gecenin içinde tek bir ışık gibi yanıyordu. Acıyan parmağı, yüzünü sıyırıp geçen yumuşacık rüzgâr, Hasan’ın adımlarını yavaşlattı. Stresli bir iş gününün ortasında Bir yürüyüşe çıkmış gibiydi. Yaklaşık bir saat sonra geri döndü. Ufukta sabahın ilk ışığı görünüyordu. Binanın önüne gelince bir tuhaflık fark etti. Kapı açıktı, içini huzursuzluk doldurdu. Merdivenleri çıkıp dairesinin kapısında durduğunda ise, kapı aralıktı. Elindeki ilaç poşeti yere düştü. Sanki bütün gece o kapının ardında bekleyen bir soğukluk, şimdi dışarıya taşmıştı.

İçeri girdiğinde, halı başka birinin yürüyüşünü hatırlıyormuş gibi gıcırdadı. “Lara?” dedi alçak bir sesle. Cevap yoktu. Koridorun lambası yanıyordu, ışık titrek ve kirliydi.

“Lara?” diye tekrar seslendi, artık sesi koridorun lambası gibi titriyordu.

Salona girdiğinde yerde bir hareketsizlik vardı. Daria teyze yerdeydi. Hasan dizlerinin üstüne çöktü. Teyzenin omzuna dokundu. “Teyze… Duyuyor musun beni?”

Kadın hafifçe inledi, ama gözlerini açamadı.

“Allah’ım… Ne oldu burada?” diye mırıldandı kendi kendine.

Hızla ayağa kalktı, evin her köşesine koştu.

Banyo, boş.

Mutfak, sessiz.

Lara yok.

Yatak odasında battaniye yatağın kenarına kaymış, Lara’nın eşyaları yerindeydi.

Telefona uzandı, elleri titriyordu. Ambulansı, polisi aradı. Her konuşmada sesi daha da çatladı “Eşim kayıp, teyzesi baygın… Evin kapısı açıktı.”

Polis araçlarının motor uğultusu sabahın sessizliğini paramparça ederken Hasan kapının önünde, bir ileri bir geri yürüyordu.

Ekiplerle birlikte yukarı çıtı, içeriden bir memur “Daria hanım yaşıyor! Hazırlayalım, ambulans yolda!”

Hasan’ın dizlerinin bağı çözüldü. Kapının eşiğine oturdu, alnını ellerine dayadı. “ya Lara?”

Polislerden bir diğeri geldi, elinde not defteri. “Hasan bey, lütfen bize anlatın, neler oldu?”

Hasan elleriyle yüzünü sıvazladı. Anlatmaya çalıştı ama kelimeler birbirine karıştı. Sanki diliyle değil, rüyasının içinden konuşuyordu: “Kapı… açıktı… teyze yerdeydi… Lara yoktu”

Hasan dışarıya çıktı, güneş doğmuştu ama o ışıkta bile her şey eski bir fotoğraf gibi solgundu.

Daria teyzeyi ambulansla götürdüler, tam o esnada, apartmanın önüne bir araç yanaştı. Kapı açıldı, orta yaşlarında, düzgün giyimli bir kadın indi, elinde bir dosya, yüzünde sakin bir ciddiyet. Polislerden biri hemen yanına gitti, fısıltıyla konuşup Hasan’a işaret etti. Kısa bir süre sonra kadın doğrudan ona yöneldi.

“Hasan bey?” dedi. Sesi ne soğuk ne de yumuşaktı, sadece keskin. “Ben Yasemin, Interpol’in Avrupa masasında görevliyim”

Hasan şaşkınlıkla “Interpol mi? Nasıl yani?”

“Merak etmeyin sizinle uzunca konuşacağız, ancak buradaki evrak işi bitince. Sabrınızdan dolayı teşekkür ederim.” Dedi ve elindeki dosyayla birlikte komisere doğru yöneldi.

Bir süre sonra Yasemin Hasan’ın yanına geldi. “Hasan bey ofisime gidelim. Eşinizle ilgili bildiğiniz her şeyi anlatmanız gerekecek.”

Hasan daha arabaya binerken, kırılan sürahiden başlayarak olayın tamamını anlatmaya başladı.

“Kâbuslarından bahseder misiniz?”

“Son zamanlarda sıkça kâbus görmeye başladı, detaylı olarak anlatmazdı bana ama… Günlük!”

“Ne günlüğü Hasan Bey?”

“Lara’nın bir günlüğü var. Yaşadığı en yoğun anları günlüğe yazar, kâbusları da detaylı bir şekilde yazmıştı, içini döküyormuş gibi geliyordu ona.”

Yasemin bunu duyduktan sonra U dönüşü yaptı. Eve dönüp günlüğü aldılar. Sonra da tekrar ofise doğru yol aldılar. Bu sefer Hasan sessiz kaldı. Lara’nın günlüğünü elinde paha biçilmez bir hazineymiş gibi sımsıkı tutmuştu. Yasemin arada sırada bir şeyler soruyordu, ya da belki sesli bir şekilde düşünüyordur. Hasan oralı değildi. Lara’nın günlüğü elinde, gözü camdan dışarı bakıyordu. Sanki yanında oturan Yasemin yabancı bir dilde konuşuyormuş gibi dediklerini hiç anlamıyordu.

Lara gözünü açtı. Suyun altından yukarı çıkıyormuş gibi uyandı. Gözkapakları ağırdı, nefesi sığ. Her şey bir anda netleşti. Tavan bembeyazdı. Ne gölge vardı ne ışık kaynağı. Oda pürüzsüzdü; duvarlar dilsiz, hava antiseptik bir sessizlikle kaplıydı. Lara yataktan doğrulmak istediğinde sol bileğinde bir gerilme hissetti, plastik bir kelepçe. Soğuk, şeffaf, inatçı.

Başına takılı olan kablolu cihazı görünce Nefesi hızlandı. Çıkarmayı denemdi ama başaramadı. Kelepçenin plastik dişlerine baktı, sonra odanın kalanına. Hiç pencere yoktu. Ama bir köşede, küçük kırmızı bir ışık yanıp sönüyordu. Bir Kamera vardı.

Birden, tavandan bir cızırtı duyuldu; Ardından bir ses. Yaşlı, ağır, tanıdık…

“Lara… Sakin ol, kelepçe için üzgünüm. Aniden kalkıp kendine zarar vermeni istemeyiz dimi?”

“Kimsiniz?”

“Merak etme Lara. Bize yardımcı olursan, söz veriyorum kelepçeyi çıkaracağım. Hatta gitmene bile izin vereceğim, ancak önce başlattığımız işi bitirmemiz gerekiyor”

Kapı açıldı ve içeri bir hemşire girdi. Hemşire’nin yüzünde gayet samimi bir tebessüm vardı. Lara’nın yanındaki masaya bir bardak su bıraktı. Lara “Lütfen bırakın gideyim, bakın hamileyim ben, lütfen!” dese de, hemşire yüz ifadesini bozmadan arkasını dönüp dışarıya çıktı, kapıyı da tekrar kapatıp kilitledi. “Bırakın beni diyorum!” diye bağırıp çağırmaya başladı ki, yaşlı adam “Burada seninle benden başka kimse konuşamaz Lara, sakin olup sinirlerine hâkim olana kadar kelepçeyi asla çıkarmayacağım!” dedi ve hafif bir cızırtı ile ses kesildi.

Duvarlar yine dilsiz oldu, tavan da tekrar sonsuz bir baskı gibi Lara’nın üstüne geliyordu. Gözü köşedeki kameraya kaydı, kırmızı ışığı bir nefes alış gibi yanıp sönüyordu. Karanlığın nefes alıp verdiğini duyarcasına serbest eliyle kulağını kapatmaya çalıştı. Bir süre sonra susuz kaldığını hissetti, az önce getirilen su bardağını içti. Suyun tadında bir tuhaflık vardı. İçtikten hemen sonra göz kapakları ağırlaştı. Direnmeye çalışsa da, sonunda kendini ilacın etkisine bırakmak zorunda kaldı.

Yasemin’in arabası sert bir dönemeçten geçerken Hasan sarsıldı, kendine geldi.

“…zın evinize gelişi konusunda haklıydınız Hasan Bey”

“Efendim yasemin hanım?”

“Papaz diyorum, papazın evinize gelişi konusunda haklıydınız. Bilim adamları’nın başlattığı işi din adamları bitirmez”

“Ne demek istiyorsunuz?” oturuş şeklini düzeltirken Yasemine baktı

Yasemin kırmızı ışıkta durarak derin bir nefes aldı, “Ofisimde tam dosyaya erişiminiz olacak Hasan Bey. Ama kısaca anlatacak olursam, Lara küçükken köyün hemen dışında bir okul kampına gitmişti. En azından kamp olduğu sanılıyordu” yeşil ışık yanıp araç hareket etti, “İşin aslı şu ki, Gürcistan’ın savunma bakanlığı o kampta gizli bir deney yürütüyordu. NöroDalgasal uyum programı adı altında, bu deneyde çocukların zekâsını arttırmayı amaçlıyorlardı. İleride, ordu komutanları veya devlet yöneticileri gibi hassas konumlara zeki bireyler hazırlamak için başlayan bu program, başka bir şeye dönüştü.”

Hasan bir süredir elinde tuttuğu günlüğe tekrar baktı, “Lara… Neler yaşamışsın öyle?” diye fısıldadı kendi kendine.

“Program daha sonra beyin dalgaları üzerinde yoğunlaştı. Telekinezi, akıl okumak, Hatta kanser hücrelerini beyin gücüyle yok etmek gibi tıbbı uygulamalar bile mümkün görülmüştü.”

Hasan aniden Daria teyzenin köyde yaşanan olayları anlattığı şeyleri hatırladı. “Yoksa bu Ghuliler…” dedi, Yasemin de “Evet” diyerek araya girdi.

“Deneyler birkaç yıl sürdü Hasan Bey, ancak Lara’nın katıldığı yazda her şey ortaya çıktı” dedi ve kontağı kapattı. Ofise varmışlardı.

Ofise girince göze çarpan ilk şey beyaz tahtaydı. Üzerinde 19 kişiye ait resim ve çeşitli notlar vardı. Gürcistan, Rusya, Belarus ve Sırbistan gibi farklı ülkelerin isimlerinin yazıldığı bir liste da vardı. Yasemin anahtarları masaya fırlatıp çekmeceden birkaç dosya çıkardı. Sonra bir kalem alıp tahtanın yanına gitti, listenin en altına “Türkiye” notunu ekledi.

“Her şey açığa çıktı demiştiniz Yasemin Hanım” dedi Hasan koltuğa oturduğu sırada. Yasemin sonra tekrar yerine oturup Lara’nın günlüğünü açtı. Sonra da “Evet Hasan bey, deney açığa çıktı demiştiniz Yasemin Hanım” dedi Hasan koltuğa oturduğu sırada. Yasemin sonra tekrar yerine oturup Lara’nın günlüğünü açtı. Sonra da “Evet Hasan bey, deney açığa çıkınca bakanlık inkâr etti. Deneyi sonlandırıp oradaki bilim adamlarını suçlu ilan etti.” bir dosyadan yaşlı bir adamın resmini çıkarıp Hasana verdi, “Alexander Virdok, hapse atılan bilim adamlarından biri. 3 yıl önce ceza evinden kaçtı. kaçtıktan bir süre sonra o deneye maruz kalan kişilerden bazıları ortadan kaybolmaya başladı.” Dedi.

Hasan “3 yıl diyorsunuz Yasemin Hanım, fark etmeniz neden bu kadar uzun sürdü?

“kaçırılma olaylarının arasındaki bağ henüz yeni keşfedildi maalesef, işin iyi tarafı şu ki kaçırılan kişilerin neredeyse tamamı birkaç ay sonra sağ bulundular.”

Hasan ayağa kalkıp pencereye doğru yürüdü, birkaç ayımız yok Yasemin hanım. Eşim yaklaşık 2 hafta sonra doğum yapacak.” Sonra bir süre sessiz kaldı. Uzaklara dalıp gitti. Yasemin elindeki günlüğü kapatıp Hasana tekrar bakarak “kafedeki olaydan sonra hemen kaçırmak istemeleri gayet makul bir sonuç. Hasan bey bakın, üzgünsünüz biliyorum ama şu an tüm bunları paylaşma nedenim yardımınıza ihtiyacımın olmasıdır. Lara’yı hızlıca bulup bu adamın daha fazla can yakmasını engelleyelim. Bunun için de Lara’nın yaşadığı, anlattığı her şeyi iyice hatırlamanız çok önemli. Hatta günlükteki yazılarını bile en iyi siz anlarsınız. Birlikte başlayalım mı? Ne dersiniz?”

Hasan derin bir nefes alıp tekrar koltuğa oturdu. “Başlayalım”.

Oda, ışığını hiç değiştirmediği bir zamansızlıkla asılı duruyordu. Lara ne kadar dinlense de gözkapaklarının altında hep aynı beyazlık titriyordu. Uykuyla uyanıklık arasında, yüksek bir dağın tepesinde nefes almaya çalışır gibi zorlanıyordu.

“Lara..” O ses yine yankılandı. Yaşlı, huzurlu, tanıdık.

“korkma, zihnini aç. Burada sana kimse zarar vermeyecek.”

Lara, gözlerini kapatınca görüntüler kaymaya başladı. Bir sınıf… beyaz önlükler… yedi yaşındaki kendisi sırada oturuyor, önünde parlayan bir metal topu izliyordu.

O esnada kapı açıldı ve hemşire içeri girdi. Elinde bazı eşyalar vardı, çakmak, bardak ve metal bir kaşık gibi. Lara küçükken hissettiği korkuyu hatırladı. Sol eli hâlâ kelepçeliydi ve umutsuzca o kelepçeyi koparıp çıkarmak istese de hiçbir işe yaramadı.

“Lara lütfen sakin ol, bu şekilde ancak kendine zarar verirsin. Veya bebeğine”

Bebeğin sözü geçince Lara durdu, sağ elini karnına götürdü ve bebeğini hissetmeye çalıştı. Bulunduğu duruma rağmen, o onda dünyanın en huzurlu insanı olabilirdi.

“aferin sana Lara, burası senin güvenli alanın çocuğum. Derin bir nefes alıp masadaki eşyalara dikkatlice bakmanı istiyorum. Unutma ki tamamen güvendesin Lara, sana hiç zarar vermeyeceğim, hatta böyle sakin kalırsan sol elini bile çözerim.”

Ofiste Yasemin dosyaları masanın üzerine yaymıştı. Hasan “Diğer kaçırılma vakalarında açıklanamayan bir olay oldu mu? Eşimin yaşadığı olaylar gibi. Sürahi veya kafedeki telefonlar mesela” diye sordu. Yasemin dudaklarını bir saniyeliğine büzerek Hasan’a baktı “Hayır olmadı”

Hasan alnını iki elinin içine alarak alaycı ve sinirli bir sesle “Çok güzel, yani diğer kurbanların sağ bulunması bu nedenden dolayı olabilir mi acaba Yasemin hanım? Eşim diğerlerinden farklı oluyor bu halde. Doğru değil mi?”

“Evet, maalesef haklısınız. Ama yine de karamsar olmayın, mesela Rusya’da kaçırılan bir kurban bir ameliyathanede bulunmasına rağmen burnu bile kanamamıştı” dedi ve çok önemli bir şey hatırlamış gibi “Ameliyathane!” dedi. Dosyaları karıştırmaya başlayınca Hasan kalkıp “ne oldu?” diyerek yanına koştu.

“Lara’nın kâbusları arasında, en son gördüğü kâbusu yani ameliyathane hakkında bir detay yazmıştı” dedi Yasemin ve Lara’nın günlüğünden o sayfayı bularak okumaya başladı: “Penceresiz soğuk fayanslar, tavanda kalp şeklindeki pas lekesi, nem kokusuna karışmış ilaç kokusu

Sonra farklı bir dosyadan “aha bak işte!” diyerek bir resim çıkardı, Rus kurbanın bulunduğu ameliyathane aynı Lara’nın yazdığı gibiydi. Fayanslar, tavandaki kalp şeklindeki pas lekesi.

“Lara sadece bir kâbus görmedi! Gerçek bir mekânı gördü, hatta en küçük detayına kadar!”

Hasan “Yani diğer kâbuslarda öyle olabilir dimi?” dedi ve fırlayarak yüksek bir sesle: mesela “Köşk!” Bir süre önce gördüğü köşk hakkında ne yazmıştı? Orası da gerçek olabilir dimi? Şu an orada olabilir mi?”

Yasemin hemen o sayfayı aramaya başladı. Yüzlerinde çocuksu bir gülümsemeyle gâh günlüğe, gâh birbirlerine bakmaya başladılar.

Yasemin, günlüğün sayfalarını nazikçe çevirmeye başladı. Hasan Lara’nın el yazısını gördükçe gözleri doluyordu. Yasemin nihayet o kâbusun detaylarını buldu, derin bir nefes alıp yüksek sesle okumaya başladı: “… Geceydi, gökyüzü o kadar yakındı ki, sanki ay ve yıldızlar üstüme düşeceklerdi. Koşarak yukarıya doğru bakıp duruyordum. Her bakışta ay daha da yaklaşıyordu. Kızıl kapılı köşkün bahçesindeydim, kaçıyorum. Bahçede Akasya ağaçları vardı, o kadar uzundu ki bu ağaçlar, ay tepelerini ezip üstüme düşmeye devam ediyordu. Köşkün girişine gelince beyaz taş parkelerin üstünde adeta uçuyor gibiydim. En sonunda kapıdan çıkınca arkama dönüp baktım, beyaz mermer cepheli köşk ağlıyordu. İkinci kattaki pencerelerden gözyaşı akıyordu. Bir üst katta, yani çatı katında da bir karartı vardı. Sadece bir çift gözden ibaretti sanki. Köşkün kızıl renkli kapısını geçince arkama bakmadan koşmaya devam ettim. Koşarken, kanlı bir Lale bahçesinden geçtim ve tam o sırada bir ses duydum, uzaktan gelen bir ezan sesi. Kafamı çevirince Sultan Ahmet mescidinin ortasındaydım. Gözümü açtım ki evimizin yakınındaki camide sabah ezanı okunuyordu..”

Hasan Yasemine baktı, “Eee? Ne diyorsunuz Yasemin Hanım? Dosyalarda böyle bir köşk var mı?”

“Beyaz mermer cepheli, beyaz taş parkeli, akasya ağaçlı, kızıl kapılı ve 3 katlı bir köşk. Hayır, hiçbir dosyada bu detaylara sahip bir köşkten bahsedilmiyor

Hasan yüzünü bir gülümsemeye teslim ederek “Lale bahçesi detayı ve Sultan Ahmet mescidi aslında bu köşkün İstanbul’da olduğu anlamına mı geliyor?” diye sordu

Yasemin bir süre düşünüp “Kâbusunda gördüğü Lale detayı ve o kâbusun tarihi, Lale çiçeklerinin ilk açtığı mevsime denk geliyor ama o gün dışarıda gördüğü bir Lale çiçeği de bu tahayyülü tetiklemiş olabilir. Cami detayına ise hiç güvenemeyiz, sonuçta dışardan gerçek bir etken sebep olmuş olabilir, yani uyandığında duyduğu gerçek ezan sesi”

“Hayır!” diye karşılık verdi Hasan. “O günü hatırlıyorum! Lara hastaydı ve gün boyunca evde kalmıştı. Ayrıca çiçekleri pek sevmez, yani Lale’yi telefondan vs. görse bile aklında tutacak kadar önemli bir şey değil!” sonra bir süreliğine sessizlikten başka bir şey duyulmadı.

“Ayrıca cami konusunda haklı olabilirsiniz.” Diye ekleyip tekrar yerine oturdu.

Yasemin dakikalarca aynı satırları fısıldayarak tekrar okuyup durdu. Sonunda Hasan’a baktı. Keskin bir sesle “Lara İstanbul’da olsa da olmasa da bu şansı heba edemeyiz, tek ipucumuz bu!” deyip ayağa kalktı. “Hasan bey bir arkadaş sizi eve bırakacak, bundan sonrası bizde.” Dedi ve hızlıca kapıya yöneldi. Hasan reddetse de, etkili olamadı. Yasemin kapıda durdu, dönüp Hasan’a baktı ve çıkmadan son bir şey söyledi: “Hasan bey, Lara’nın durumu diğer kurbanlardan farklı demiştin, Haklısın, diğer kurbanlar gibi serbest bırakılmasını değil, onu iz kendimiz bulacağız! Buna eminim! Şimdi lütfen evinize gidip dinlenin.”

Yasemin ekibini toplayıp köşkün detaylarını paylaştı ve İstanbul’un her yerinde aranmasını istedi. Online ilanlara bakıldı, emlakçılara soruldu, caddelerdeki devriyelerden bile yardım istendi.

Beşinci gündü. Lara duvarlardaki beyazlığa bakmaktan gözleri acıyacak hale gelmişti. Bir süredir zaman kavramını yitirmişti, ışık hep aynıydı, gölgeler hiç değişmiyordu.

Hemşire içeri girdi, sessiz, makine gibi düzenli hareketlerle. Elinde küçük bir tepsi vardı, üzerinde birkaç telefon, çakmak, metal top ve bir su bardağı. Hoparlörden yaşlı adamın sesi duyuldu, yorgun, ama ağır ve bir nevi huzurlu.

“Lara, artık denemelerin sonuç vermesi gerekirdi”

Lara titreyen bir sesle karşılık verdi: “Ne yapmamı istiyorsunuz? Ben… Hiçbir şey yapamıyorum!”

Yaşlı adam sesini ilk defa yükselterek “Ama yaptın Lara, yaptın! O kafedeki telefonları düşün! Onu sen yapmıştın Lara, nasıl yaptın? Hatırlamaya çalış.”

Lara “Bilmiyorum, ben sadece… o adamı görünce korktuğumu hatırlıyorum. Sonra telefonumu çıkarmak istedim ve… Birdenbire masaların üzerindeki telefonlar uçup yere düşmeye başladılar! Nasıl olduğunu bilmiyorum, yemin ederim bilmiyorum..” diyerek ağlamaya başladı.

Bir cızırtıdan sonra ses kesildi. Kapının önünde yavaş adımlarla ilerleyen birinin ayak sesleri geldi, sonra kapı yavaşça açıldı. İçeri giren adamı gören Lara donakaldı. Adamın gözleri ona o karartıyı hatırlattı. Korkunç köşkün çatı katında, sürahinin kırıldığı gecede karanlık sokakta, kafede dışarıdaki kalabalığın arasında. Korkunç anılar Lara’nın hafızasına bir sağanak gibi yağdı. Nefesi hızlandı, bir anda kalbi iki kat, belki de üç kat hızla atmaya başladı ve kelepçeli sol elini çözmek istercesine delice sallamaya başladı.

Önce masa’nın üstündeki eşyalar, sonra masanın kendisi sallanmaya başladı. Su bardağı duvara çarptı, çakmak adamın üzerine fırladı. Lara bir sinir krizi geçirirken adam hızlıca çıkıp kapıyı kapattı.

Tüm bu olanları kontrol odasından izleyen Dr. Virdok yanında duran hemşireye döndü ve heyecanlı bir ses tonuyla “Raporu hemen hazırlamanı istiyorum, Lara’nın beyin dalgalarındaki değişiklikleri görmeliyim.”. Hemşire gözünü ölçüm cihazının ekranından ayırmadan “Çok garip ama..” diyerek cevap verdi. “Garip olan nedir?” diye sordu Dr. Virdok tekrar Lara’yı gösteren ekrana bakarak. “Lara’nın beyin dalgaları, cihaz hiçbir değişiklik ölçmedi efendim. Bilakis, beyin dalgaları zayıfladı ve… sanki farklı bir frekans devreye girdi efendim”.

Dr. Virdok cihazın yanına giderek kendisi kontrol etti, Hemşire haklıydı, “Böylece zayıf bir frekans bu olanları tetiklemiş olamaz, diğer frekansın kaynağını tespit etmeliyiz..” dedi ve bir an sessiz kaldı. “Lara kaç haftalık hamileydi?” diye sordu hemşireye aceleci bir ses tonuyla.

“Otuz beş haftalık olmalı efendim” diye cevapladı. Dr. Virdok yüzünde bir gülümsemeyle “Yani bebeğin beyni oluşumunu tamamlamış” diyerek tekrar yerine oturup ekrana bakmaya başladı. “efendim, yoksa..?” diye sordu hemşire.

“Evet! Başka açıklaması yok! Bu yetenekleri Lara değil, karnındaki bebeği sergiliyor”

Hemşire nefesini tuttu. “Yani bu… mümkün mü gerçekten?”

Derin bir nefes alıp hemşireye bakarak “Eğer haklıysam ki öyle olduğumu düşünüyorum. Lara korktuğu anda bebeğini etkiliyor. Anne ve bebeği arasında henüz çözemediğim bir şekilde bir bağ oluşuyor. Lara aklından geçirdiği düşünceyle bebeğinin yeteneğini bilmeden olsa da kullanıyor.”

Dr. Virdok “Bebeğin beyin dalgalarını ölçmemiz lazım, hazırlığa başlayın, yakında testlere devam edeceğiz” Deyip tekrar Lara’ya baktı.

Hemşire çıktıktan sonra Dr. Virdok sırtını koltuğa iyice dayadı, yüzünde kulaktan kulağa bir gülümseme vardı, ama hemen sonrasında beliren acı yüz ifadesi o gülümsemeyi yüzünün derin çizgilerine gömdü. “Sonunda canım oğlum… Sonunda! Seni kurtaramadım ama… Böyle güçlü bir beyin frekansıyla, Kanser kurbanı diye bir şey kalmayacak. Herkesi kurtaracağız oğlum, senin adına herkesi kurtaracağım!” diye bir fısıltı süzüldü dudaklarının arasından.

Ofisin içinde yalnız masa lambası yanıyordu. Kahve kokusu çoktan bayatlamış, gece vardiyasının sessizliği henüz duvarlardan silinmemişti. Yasemin, köşk fotoğraflarına ve eski emlak ilanlarına bakmadan gözlerini açamaz hale gelmişti.

Kapının yanında heyecandan konuşamaz halde birisi durdu, Ferit. “Buldum onu! Buldum!”

Yasemin sandalyesinden fırladı “Nasıl? Ya da boş ver nasılı, neredeymiş?”

”Sarıyer!”

Cevap, odanın sessizliğini paramparça etti. Bir anda herkes harekete geçti, dosyalar toplandı, herkes koşuşturmaya başladı. O sırada onlara yardım etmek için günlerdir ofise gelip giden Hasan elinde sabah kahvesiyle Yasemin’in ofisine doğru gelirken telaşlarını görüp peşlerinden koştu. Yasemin tam arabaya binecekti ki Hasan ondan önce davranıp arka kapıyı açıp arabaya atladı. Yasemin “Hasan! Bizimle gidemezsin çok tehlikeli!” diye seslendi arabaya binerken. “Şu an dünyanın hiçbir gücü beni bu arabadan indirtemez! Lara’yı buldunuz dimi? Ben de geliyorum.” Şoför koltuğundaki Ferit “ne yapayım?” dercesine Yasemine baktı. Yasemin’in cevabı “bas bas bas! kaybedecek zamanımız yok!”

Yolda Hasan “Ne oldu neredeymiş” diye sordu Yasemin’e. O da henüz tüm detayları bilmiyordu. Ferit “Senin söylediğin bir şeyden yola çıkarak bulduk Hasan bey!” dedi.

“Lara hanım çiçekleri sevmez demiştiniz, yani kâbusta gördüğü Lale bahçesi sultan Ahmet camii gibi dış bir etkenden tetiklenmiş değilse, köşkle bir bağlantısı vardır diye arama alanını daraltarak önce İstanbul’daki, sonra büyük şehirlerdeki Lale bahçelerinin çevresine yoğunlaştırdık. Nihayet Emirgan korusuna yakın bir yerde aradığımız köşke uyan bir konut bulduk!”. Yasemin Ferit’in omzuna vurarak “Aferin size aferin! Ekiplere bilgi verirseniz ilerleyelim” diye karşılık verdi. Hasan heyecanlı şaşkınlığından dolayı cevap veremedi.

Kısa süre sonra, Emirgan korusunun nemli sabah havasında, ekip arabaları sessizce park etti. Rüzgâr Lalelerin üzerine ölü bir sessizlik bırakıyordu. Köşk, ağaçların arasında, zamandan kopmuş bir gölge gibiydi.

Ekipler bölgeyi çevirdi, bahçesinde üç kişi vardı, şahıslar silahlı değillerdi ama yine de ekipler temkinli yaklaştı. Yasemin “Bölgeyi iyice tarayın, köşkün etrafında güvenlik kameraları yerleştirilmiş. Fark edildiğimiz anda iş biter!” diyerek yanındaki ekibe fısıldadı.

Lara soğuk, beyaz odanın ortasındaydı. Başına ve karnına bir sürü kablolu cihaz bağlanmıştı.

Kolları güçsüzce yanına düşmüş, gözleri korkudan büyümüştü. Hoparlörden Dr. Virtok’un sesi yankılandı:

“Lara, Sadece bir test daha. Konsantre olmanı istiyorum.”

Lara nefes alamıyor gibiydi, ağzından kopan kelimeler sanki havada asılı duruyordu “Yapmayın… ne olur yapmayın artık..”

Dr. Virdok “Lara bebeğini düşün! Ona sadece sen yardım edebilirsin. Testler başarısız olursa sana ve bebeğine ne yapacağımızı bir hayal et!”

Hemşire “Her sensör tepki veriyor efendim! Nabız, beyin aktivitesi, hepsi… Maksimumda!”

“Görüyor musun? Korktuğunda aktive oluyor!”

Lara’nın vücudu titriyordu, gözleri yaşla dolmuştu. Cam bardak yerinden oynamaya başladı, ardından masadaki diğer eşyalar da. Kısa bir uğultu yayıldı, sonra bir anda köşkteki tüm camlar paramparça oldu. Kameraların lensleri çatladı, kontrol odasındaki ekranlar patlamaya başladı. O esnada köşkün hemen dışında bulunan Yasemin olanları fark etti, ekiplere gereken talimatı vererek herkes bir anda köşke girdi, bahçedeki adamları etkisiz hale getirdikten sonra içeri daldılar. Kısa bir çatışmadan sonra kontrol odasına vardılar, oda boştu. Dr. Virdok ile hemşire arka kapıdan kaçmaya çalışırken kıskıvrak yakalandılar.

Yasemin Lara’nın bulunduğu odayı buldu, kapıyı açtı ama bir türlü açamadı, Lara odayı öyle bir koruma altına almıştı ki kapı neredeyse parçalanacaktı. “Hasan! Lara’yı ancak o sakinleştirir, hemen getirin!” diye seslendi Ferit’e. O sırada Hasan koridorun başında koşarak geliyordu, yerinde duramayıp kimseye sormadan içeriye girmişti.

“Lara içeride ama kapıyı açamıyoruz” dedi Yasemin

Hasan kapının hemen dışında durarak “Lara’m! Hayatım artık güvendesin… Buldum seni Lara… Buldum… Çok yorgunsun, çok korkuyorsun, farkındayım. Ama her şey bitti lütfen izin ver girelim!” diye bağırıp kapıyı ittirmeye başladı

Hasa’nın sesini duyan Lara bir anda gerçekten Hasan mı geldi diye düşündü. O an dikkati dağılan Lara’nın gücü dalgalandı. Hasan bunu fark ederek kapıyı açmayı başardı. Lara Hasan’ı görünce yüzünde bir gülümseme belirdi. “Aşkım!” diye bir fısıltı çıktı ağzından, göz kapaklarını ağırlığı galip geldi, bir anda kendini yorgunluğa teslim ederek bilincini kaybetti.

Gözünü açtığında yine yataktaydı, sol elinde bir gerilme hissetti. Kelepçe değildi, Hasan solunda oturup elini avuçlamıştı yorgunluktan oturarak uyumuştu. Sağında ise Daria teyze gözlerini kapatmış sessizce dua mırıldanıyordu.

Sağ elini karnına götürdü, karnı düzdü. Tam panikleyecekti ki bir ağlama sesi geldi, bebek ağlaması. “Bebeğim!” diye ağlamaklı bir fısıltı odanın havasına karıştı. Hasan gözlerini açtı, heyecandan ne yapacağını şaşırarak doktoru çağırmaya gitti. Daria teyze “Tanrıya şükürler olsun!” diye yeğeninin yanaklarını öpmeye başladı. Sonra da yatağın yanında ağlayan minik bebeği kucaklayarak Lara’ya verdi. “Canım, canımın içi!” diye ağlayarak bebeğini öpüp koklamaya başladı.

Ardından Yasemin içeri girdi, Lara’nın yanına gelerek “artık kimse mutluluğunu elinden alamayacak Lara, güvendesin” dedi. Lara dolu gözlerle başını onaylayarak salladı.

Lara sakinleştikten sonra Hasana sevgi dolu gözlerle baktı. Endişeli bir sesle “Parmağına baktırdın mı? Nesi varmış?” diye sordu. Hasan alnını kaşıyarak “Eee şey, aslında hazır hastaneye gelmişken gidip bir baktırsam iyi olacak dimi?” diye cevapladı. Bir saniye sessizlikten sonra ikisi de gözleri yaşarıncaya kadar güldüler. Lara pencereden dışarıya baktı, yeni, yumuşak bir gün doğmuştu.

Bir Yorum Yap

E-posta adresiniz yayımlanmayacaktır.Yıldızlı olan alanların doldurulması zorunludur. *