Sobanın üstünde duran çaydanlık hafifçe tıngırdıyor, tenceredeki su ise akşama bir yemeğe dönüşeceğini bilir gibi coşkuyla fokurduyordu.
Beton zeminimizin üzerinde bütün odayı kaplayan gri halıfleks, onun üzerinde ise hafif yıpranmış bir halı duruyor; minderler düzensiz, üstünde ben ve abim oturuyoruz.
Açık duran televizyon, üzerinde beyaz dantel örtüsüyle kahverengi ünitenin içinden ışığını bize yansıtıyordu.
Dışarıdaki rüzgâr uğultusu ara ara televizyonun sesini bastırıyor, içimi ürpertiyordu. Sobanın sıcaklığı yüzümüze vuruyordu.
Önümüzdeki sofra bezine dün akşamki yemeğin kokusu sinmiş. Üstünde pekmez, ekmek ve yoğurt var. Abimin böldüğü ekmekleri önce yoğurda sonra pekmeze batırıp yiyorum.
* * *
İzlediğimiz çizgi film bitince açık kalan kanal hiç izlemediğimiz bir programa geçiş yapmıştı. Ekranda bir adam, oldukça dikkat çekici kostümüyle bir kaşık tutuyordu elinde. Gözünü kaşıktan hiç ayırmıyordu. Bir yandan simsiyah üstüne bir yandan da uzun siyah şapkasına bakıyordum derken kaşığın oynadığını gördüm. Bükülmüştü! Sesi tekrar açtık, seyircilerin ve sunucunun şaşkın bağırışlarını duyuyorduk şimdi.
Bir eli kaşığın biraz üstünde ama temassız duruyordu, diğeri ise şakaklarındaydı. Düşünüyormuş gibi duruyordu.
“Abi abi!” diye bağırdım heyecandan. “Sihir yaptı, sihir yaptı!” dedim. Adam elindeki kaşığı kullandığı masaya bırakıp sahneye sandalye getirdi. O sırada içeri, süt kokusundan anladığımız gibi annem girdi. Çoraplarını pijamasının üzerine çekmiş, üstüne etek giymişti. Babamın montu vardı üstünde. Yorgun ama hızlı bir şekilde odaya girip hemen patatesleri aldı sobanın gözünden. Kaynayan suları sobanın yanına bırakıp sütleri tencerelere boşaltıp kaynamaya bıraktı.
“Hâlâ televizyon mu izliyorsunuz? Dersler yapıldı mı?” diye kızdı.
“Anne, sihirbazlık gösterisi var lütfen izleyelim!” dedim.
Televizyona döndüğümde sandalye hareket ediyordu. O sırada ekran kapandı. Annem fişi çekmişti.
Akşam sofrada ben, babam, annem ve abim oturduk. Önümüzde haşlanmış patatesler ve çorba vardı. Babam bana bakıp “Bugün ders çalıştın mı?” diye sordu. Aklımda sadece kaşıklar ve sandalye vardı. Abimin dürtmesiyle kendime geldim.
“Baba, bugün sihirbazlık gösterisi izledik televizyonda ama bu gerçekti.” dedim.
“Telekinezi.” dedi abim.
“Tele… ney?” dedim.
“Telekinezi. Yani düşünce yoluyla eşyaları hareket ettirebilme.” dedi abim.
Babam abime dönüp “Bunu nereden öğrendin?” dedi, gülümseyerek. Abim “Kanalda alt yazı geçiyordu.” dedi.
Babam “Unutun bunları, böyle şeylere kafanızı vermeyin. Derslere verin. Yakın zamanda okula geleceğim zaten.” dedi ve cebinden bükülmüş sigarasını çıkardı.
* * *
O gece gözüme uyku girmedi. Adamın yaptıklarını düşünüp durdum. Üzerimdeki ağır yorganla inatlaşır gibi bir o yana bir bu yana dönüyordum. Dayanamadım, abimi uyandırdım.
“Abi, abi!” dedim, kısık sesle.
“Uyumadın mı sen ne oldu?” dedi.
“İsmini bir daha söyler misin?” dedim.
“Neyin ismini?” dedi yastığını kucağına alarak.
“İşte şu sihirbazlığın.” dedim.
“Uyur musun artık, annemler sesimizi duyacak.” dedi.
“Lütfen abi.” dedim.
Abim yorganın altından başını çıkarıp “Telekinezi!” dedi. Yatağıma geçip uyudum.
Sabah annem beni uyandırmaya çalışıyor ama uykunun ve soğukluğun ağırlığı öyle baskın ki gözlerimi açamıyorum. Okula gidişimi, kaymaktan korktuğum o yolu, o günkü dersleri, okuldan dönüşümü hiçbirini hatırlamıyorum. Sanki yalnızca bedenimi uyandırmıştım sabah, aklım sadece programdaydı.
Eve geldim. Annem ve babam hayvanların yanında, abim ise arkadaşlarıyla dışarıdaydı. Kapının üstünde asılı anahtarı aldım, içeri girdim. Kapıyı çalan arkadaşlarıma top oynamaya gelmeyeceğimi söyledim. Kapıyı kapatıp doğruca mutfağa geçtim. Bir kaşık alıp hemen odaya koştum. Programı açmak istedim fakat elektrikler kesilmişti. Bende aklımda kalanlarla adamın yaptığı bütün hareketleri yapmaya çalıştım. Bir elim temas ettirmeden kaşığın üstünde diğeri ise başımdaydı. Gözlerimi kaşıktan hiç ayırmadan defalarca denedim. Olmadı.
İşte, neden yapamadığımı şimdi anladım. Siyah giyinmediğim için olmuyordu! Annemin siyah başörtüsünü üstüme örttüm ve tekrar denedim. Olmadı. Üstümdekiler siyahsa o halde sorun kaşıkta olmalı dedim. Mutfak çekmecesindeki bütün kaşıkları getirdim. O sırada kapı sesi duydum.
“İçeride kim var?” diye bağırdı annem.
“Benim.” dedim.
“Ne yapıyorsun? Abinle değil misin?” dedi.
“Hayır, eve gelmek istedim.” dedim.
“Sobayı yakayım sana, üşüteceksin. Neden haber vermezsin ki.” dedi. O sobayı yakarken bende kaşıkları gizlice yerine bıraktım.
Akşam yemekte babama “Baba bana siyah bir şapka alabilir misin?” dedim.
“Seneye alırız.” dedi. Konu kapanmıştı.
Evdeki herkesin uyuduğuna emin olduktan sonra bütün kaşıkları aldım ve odunluğa koştum.
Soğuk sanki vücuduma sarılmış, beni bırakmamakta ısrar ediyordu. Çenemin titremesine engel olamıyor, dişlerimin birbirine çarpışını duyuyordum. Titremenin etkisiyle elimdeki fener sağa sola kayıyordu. Sürekli dönüp birileri var mı diye arkama bakıyordum, odunluk yakındı. İlk defa düşüp kalkmadan varabilmiştim.
Başıma bir leğen geçirip üstüne annemin yazmasını geçirdim adamın şapkasına benzemesi için. Bende de babamın montu vardı, siyah. Denedim durdum. Hem üşüyor hem de çok korkuyordum. Rüzgâr şiddetini arttırınca eve döndüm. Kimse uyanmamıştı. Titreye titreye az önceki sıcaklığımı saklayan yatağıma girdim, burnum akıyordu.
Sabah biraz ateşim vardı annem dün evde soba yanmadan durduğum için olduğunu söyledi. Yine de okula gidebilirmişim.
Bu durumu okulda arkadaşlarıma anlatmaya karar verdim. Böylece okulun popüler çocuğu olacak arkadaşlarıma hava atabilecektim.
“Evet, kaşıkları hareket ettirebiliriz hem de dokunmadan.” dedim. “Onlar sadece televizyonda olur.” diye dalga geçtiler benimle. ‘‘Siyah bir şapkam olduğunda yapacağım, görürsünüz.’’ dedim. Öğretmenimiz bizi uyarıp ne konuştuğumuzu sordu, ayağa kaldırdı beni. Arkadaşlarım çoktan söylemişti bile onlara anlatıklarımı. ‘‘Sihirbazlık mı yapacaksın bizlere.’’ dedi. “Onun adı tele… tele… telev…” deyip durdum ama aklıma bir türlü gelmedi ismi. Bütün sınıf gülüştü. “Görürsünüz!” deyip sinirle yerime oturdum.
* * *
Abime uyumadan önce “Abi sen tele… tel…”
“Telekinezi.” dedi.
“Heh işte onu yapabilir misin?” diye sordum. “Unut artık bunu, öyle bir şey mümkün değil.” dedi. “Hayır, mümkün! Yaptığımda göreceksin.” dedim.
Hastalığım ağırlaşmıştı gün içinde, akşama doğru iyice halsizleşmiştim ama pes etmek yoktu. Gösterecektim herkese.
Annem tedirgin yüz ifadesiyle yanıma gelmiş, ilaçlarımı içiriyordu. Eliyle alnımı yokladı ve başıma ıslak bez koydu. Yanında uyumak isteyip istemediğimi sordu, abimle kalmak istediğimi söyledim.
Beni ellerimden abimi yanaklarından öpüp odasına geçti. Evde sessizlik hakimdi şimdi. Onların uyumasını beklerken göz kapaklarım ağırlaşıyor, uykuya ve hastalığa direniyordum. Abimin uyuduğundan emin olup gece karanlığında kaşıkları alıp yeniden odunluğa gittim. Bir süre deneme yaptıktan sonra iyice halsizleştim. Gözlerim kapanıyordu, yenik düşüyordum.
* * *
Gözümü açtığımda annemle babamın yüzünü gördüm. Vücudum ağırdı. Hava hâlâ aydınlanmamıştı. Salondaydık. Sobanın alevleri tavana vuruyordu. Tekrar gözümü açtığımda öğretmenim ve köyde “hekim abla” dediğimiz kadın başımdaydı. Arkadan sesler geliyordu: “Yollar hâlâ açılmamış, çok ateşi var.”
Öğretmenim bana “Odunlukta ne yaptığını hatırlıyor musun? Oraya neden gittin?” diye sorular soruyordu. Abime baktım. “Kaşıklar abi.” dedim. “Onlar yanlış kaşıklar olabilir. Üstüm tamamen siyahtı sorun kaşıklarda.” dedim.
Abim bir anlık şokla anneme döndü. Onu dışarı çıkardı. Geri döndüklerinde “Ah, aklımızı aldın! İyileştiğinde görüşeceğiz” dedi. Annemin gözlerindeki öfkeyi ve korkuyu görüyordum.
Gözlerim kapanıyordu.
“İnanmıyor musunuz bana? Şimdi göstereyim de izleyin!” dedim. Okuldaydık, bütün arkadaşlarım yanımdaydı. Gözümü değdirdiğim bütün eşyaları yerinden oynatıyordum. Üstümde siyah kostümüm, başımda şapkam vardı. Herkes çığlık atıyordu. “Abi bak, işte yapabiliyorum!”
Yavaş yavaş gökyüzüne doğru gidiyordum, bir sandalyenin üzerindeydim. Aşağıda her şey küçücük kalmış, evler ve insanlar havada uçuşuyordu. Bir ses duyuyordum: ‘‘Ufaklık!’’
“Ufaklık, ufaklık, uyan!” Bembeyaz bir odadaydım. Annemle babam başımdaydı. Olanların bir rüya oluşu kalbimi kırmıştı. İçerisi sıcaktı. Başımı kaldırdım, bana şurup verdiler. Babam elinde siyah şapkayla bana baktı. “Oğlum, bak, sana ne aldım.” dedi.
Etrafımda hiç görmediğim kadar oyuncak ve meyveler vardı. Abim gelip başımı öptü. Birkaç gün hastanede kaldıktan sonra köye döndük. Minibüsün camları buğulu, motoru gürültülüydü. Yol yine midemi bulandırıyordu. Evlerden çıkan dumanı görmeye başladığımızda yaklaştığımızı anladık. Kar yağmadığı için şanslıydık.
Abimle yine televizyonun başına geçtik, aynı program başka konuklar var ekranda. Annem sobayı yakmış, babama yardım etmek için hızlıca ayrılıyor yanımızdan. Dış kapının sesini duyduğumuzda abim bana çizgi film açıp odadan çıkıyor.
Döndüğünde ‘‘Bugün sana bir sürprizim var ama bu her zaman bizim sırrımız olacak, tamam mı? Sadece sen ve ben. Beni bekle.” dedi.
Elinde sandalyeyle dönmüştü, ne olduğunu az çok anlamıştım.
‘‘Şimdi gözlerini kapat ki her şeyi ayarlayabileyim.’’ Gözlerimi açtığımda sandalye halının ucuna yanaşmış ayakları halının altında kalmıştı. Birbirimize bakıp gülümsedik.
“Şimdi bu sandalyeye iyice bak. Tamam mı? Onu hareket ettirebileceğini düşün.” dedi.
Baktım, gözüm acıyana kadar açık tuttum. Sandalye yerinden oynadı. Heyecanla yerimden kalkmaya çalıştım ama vücudum çok ağırdı. Mutluluktan ağladım. Abim bana sarıldı.
Tekrar tekrar denedik. Her seferinde heyecandan kalbim yerinden çıkacak gibi oluyordu. İyileşiyordum sanki.
Annemin sesiyle uyandık, uyumuşuz. Abim başımda uyuyakalmıştı. Annem kapıdaydı. Abim telaşla “Anne, bir dakika!” dedi ve sandalyeye doğru koşup cebine bir şey koydu. “Sandalye burada ne arıyor?” dedi annem. Abimle birbirimize baktık ve güldük. Abim yeri kontrol edip halıdan bir şeyler alıp sobaya attı.
İyileşip okula gittiğimde kendimi gizli bir kahraman gibi hissediyordum. Arkadaşlarım bana mahcup olmuş gibi ‘‘Haydi, şu oyunu bize de öğret.’’ diyorlar, bende onlara ‘‘Vazgeçtim ben o oyundan.’’ diyorum kendimden emin ve gururla.
Abimle sırrımızı kimseye söylemedim. Kimse yokken hava karardığında gizli gizli oynamaya devam ettik. En son ne zaman oynadığımızı tam hatırlamıyorum. O son gün ne zamandı hiç bilemiyorum ama sanırım halıya yapışan ip parçalarını görüp bunun sebebini kavrayacak olgunluğa eriştiğimdeydi.
- İpin Ucunda - 1 Kasım 2025
Henüz yorum yok. Kayıp Rıhtım Forum'da yorum yap.