Öykü

Kıyıda Üç Gün

Artık deniz mi gökyüzü mü fark edemiyorum. Baktığım her yer masmavi… Gök değil denize yansıyan, çoğu zaman yükselen dalgalar çalıyor göğün yerini. Ipıslak rüzgâr yelkenleri vurup ilerliyor. Kabaran beyazlar ufkumuzu kapatıyor. Buz tutmuş güverteleri kaçıncı silişimiz bilmiyorum Ansızın birbirine dolanan dalgalar yıldırımlarla buluşurken dümeni kaybettim. Sadece düşünüyorum… Gök mü deniz mi ayırt edemiyorum. Anladığım tek şey yansımam ve hızla bana gelen şey. Tahtalar zihnimde gıcırdıyor… Tam sağa. Zihnimde dönüp duran dümenin kıymıkları batıyor etime. Pusulası kırık bir rehberim. Dünya yuvarlaktı ya giden gittikçe bulurdu yolunu. Donmuş güvertenin gıcırdayan tahtalarında paslı çivilerden farksız… Şakaklarıma vuran aç balıkların dişleri. Geminin altındaydı. Üç gündür pes etmemi bekliyordu. Gökyüzü kabardığında dönüp duran, belli ki dans etmeyi seven dalgalar beni buraya atmıştı. Dalgaların tuzlu sesi kulaklarıma çarptı ve dümeni çevirdim. Kırık pusulam bana yol göstermiyordu ama ben nerede olduğumu biliyordum. O gitmeliydi. Tahtalar gıcırdıyor ve o hâlâ benimle. Dans eden dalgalar evlerine çifter çifter dönmüş o yalnız kalmış olmalıydı. Pes etmemi bekliyordu. Dönmüş zeminde vurdu botlarım. Belki de ona birini vermeliyim. Geminin altına çarptıkça kıymıklar etime ilerliyor…

Tık… tık… tık.

Dalgalar kabarıyordu. Açtım. Dalgalardaki yansımama baktım. Yüzümün hemen altındaki gözlerini gördüm. Başım ağzında yansırken korkudan tökezledim. Gemim sallandı… Kulaklarım ağrırken parmaklarım karıncalandı. İşaret parmağımda geriye kayan bir ağırlık vardı. “Benim sadık dostum…” Ufuktaki belirsiz çizgiyi belirttim. “Dünya yuvarlak. Nereye koşarsan koş zihninin takıldığı yerdesin”. Yanımdaydı. Hâlâ sıcaktı bedeni. Gök ve deniz… Ayırt edilemiyordu. Adımları buzda kaydı. Parmağımla işaret ettiğim ufka baktı. Sol işaret parmağım ağırlık yapıyordu. “Orada bir yerdeyim ama yollar fedakarlık ister. Kayıp verilmeyen savaş yoktur”. Sararmış gözleri bomboştu. Sahi ne zaman görmüştüm onu… Bir adım attı. Ufukta bizi bekleyen bize. Dalgalardaki yansımam hâlâ ağzındaydı. Kulaklarımda patladı ses. Dostum ahşaptan kayıp başımı kaplayan ağza düştü. İşaret parmağım kapanmıştı.

Dalgalar tahtaları yalarken dümen dönmeye başladı. Dalgalar tanrınındı ya beşer? İnsanın yaptığı beşer insanında. Gökyüzü ve dalgalar tanrının oyunuydu ya gemim? Benimdi. Dönen pervanelere alıp verdiğim nefes, yelkenler kollarımdı. Kızaran suyu arkamda bırakırken yüzüme sürdüm ıslak ellerimi. Ağzıma gelen tuzlu tadı tükürdüm. Üç gün olmuştu. Ben beni kayıp edeli. Bitmeyen mavinin içinde bilmediğim gölgeler görüyordum. Hoş kadınlar şarkı söylüyor beni çağırıyordu. Dönüp duran dalgalar beni içine alırken güverteye tırmanıyorlardı. Tuzdan kurumuş gözlerimi kırptım. Farklı olan bir şey vardı, unuttuğum bir şey… Mavinin dışında bir renk olmalıydı. Yoksa yine kafayı mı yiyorum? Yine duyuyorum o müziği… Birden savruluyor gemim. Dümen sağa dönüyor. Buzdan tahtalarda kayıp düşüyorum…

Islaklık yanaklarıma bulaşmış. Yıllardır uyumuşçasına ağırlaşan göz kapaklarım kalkmaya çalışıyor. Parmağım ağrıyor. Ağzımda çürümüş bir tat… Çok tuzlu. Dostum bana bakıyor. Sapsarı gözleri morarmış teniyle bana bakıyor. Alnının ortasındaki delikle… Bembeyaz bir odadaymışım. Mavide başka bir ton vardı, doğru. Beyaz. Dostumun yarılmış karnına bakıyorum. Kırmızı. Dudaklarımın yanında kurumuş kalmış tadı yalıyorum. Ardından bir ses duyuyorum. Zincirler… Atılıyor. Kafamdaki dümeni serbest bırakıyorum çünkü biliyorum karaya çıktı. Arkada bıraktığı bir ben vardım ama onun güvenilir limanları arkasında değildi. Bu sefer kaptan gemiyi son tek etmedi.

Kaptan gemide hiç olmadı…

Veranur Çalışkan

Bir Yorum Yap

E-posta adresiniz yayımlanmayacaktır.Yıldızlı olan alanların doldurulması zorunludur. *